ANAM, AYAĞININ ALTI CENNET…
Anam, ayağının altı cennetten bir köşe. Devrilesi boynum devrilmeden Cennetinden öpeyim. Sonra öleceksem öleyim…
Canparem, sayende yoksul ama yoksunluğun hissedilmediği gönlü zengin günlerin çocuklarındanım ben. Sokak çocuğu. Sonra ‘Valde Mektebi’ çocuğu ‘Pertev’. En sonra ‘Yüksek’lere savrulan kartal. Yolculuğum sonsuzluğa.
Doğanın kanunu işte sona yakın anam bana, ben anama kaldım. Ama anamdan çok babamı sevdim. Vakti tamama erdi o gitti. Sen gitme anam, tüm güzel günler senin olsun. Her şey gönlünce ve güzel olsun. Ve ikimizden birinin son yolculuğuna dek seninim. Oğlunum...
İşte o en değerli gün gelince, koca ustam boğazda bir menfezde bekleyecek. Ben heyecanla küreklerine asılacağım yan yatmış kayığın. Kayın ormanlarından süzülen ışık ciğerimde. Karaltıların arasından karşılayacaklar bizi. Gri çelik zırhlının güvertesinde ipek saçlarında tanyeli. Deniz mavisi gözlerde birkaç damla yaş. Birlikte açılacağız gözyaşı dalgalarıyla engine. Eminim…
Anacığım ebediyete göçmeden sana itirafım olsun; meğer ne zormuş anaya methiyeler dermek. Ne zormuş ezelden ebede, asla incitmeyen o yüce şefkatin ve ana varlığıyla kuşatılmışlığın ıssızlığında sevgi selini yazmak. Duacınım.
Bakıyorum da ne çok anı saklamışız, birlikte büyürken annem. Evladiyelik. Arkadaşça, dostça. Anam ilk ve tek yoldaşım. Yazgı, kaygı, sevgi saygı piramidinin mimarı. Mihmandarım.
Canım anam ben er vakit doğan da, sanki sahipsiz ovalara kestin göbek bağımı. Lacivert mavi denizle yıkadın. Atlas göğe beledin. Yıldızlarla örttün üstümü. Beşiğimi rüzgârlara bağladın. Gözlerimi hiç örtmedin, dünyaya bak dedin hayat gördüğün gibi ve çok güzel. Görmek istediğin gibisini gör ve hisset. İlerisi gerisi boş hayal. Kimin kim için gördüğü önemsiz düşlerden uyan. Seninkine paralan. Dinledim seni ve kırk yıldan sonra kırk pareyim.
Oy anam nice söz birikti avuçlarımda bilsen. Nerde o yetenek, anlatamam. Baktım ki tek kelime; Ana. Ve tek cümle; Hayatta bir melek tuttu elimden, anamdı…
Tarihe kaydı düşülsün her ana; doğaüstü varlık ve takdir güzellemesidir. Analık dünyanın merkezi. Naçizane dünyanın merkezine sürülen yolculukta, su yoluna, ekmek uğruna yorgunlukta, şehirlerin şahında göğe savrulduğumda, bir kadın tuttu elimden, anamdı. Gülen gözleri gül buğusu. Bir melek. En zor anımda tutar elimden bilirim. O yüzden assalar da ölmezliğe mahkûmdur bedenim.
Yalan yok, yıllar yılı dünya başımı döndürdü. Dünya döndü ben durdum. Tek göz odalara savruldum, içimde kaleler yıkıldı, kuleler çöktü, yaşlandım. Ancak asla dönmedim yolumdan. Tek yaslı anam anladı halimden. Gönlümde kopan fırtınaları gördü. Acı gelse de gerçeğe boğulmayı, doludizgin devrimciliği yaşamayı ve ayakta ölmeyi öğütledi daima. Öğrettiği yıkılış değil yeniden doğmaktı. Ömürlük armağan. Gözümü kırpmadığım kavgalar bıraktım ardımda. Hiç gocunmadım. Yerinmedim. Çünkü bir çiçek tuttu elimden, bir çiçek tuttum elimde; memleket kokulu anamdı...
Anladım ki Mahirlik, Denizin bittiği kıyıya ulaşmaktı. Can siperane. Hala anamın ödenemez emeği dolaşır kanımda. Onca yoksulluğun ortasında sunduğu zenginlik şerbeti. İçimi ferahlatır hala. Meğer anam en hakiki devrimciymiş. Bu memleketin çocuklarına anam çok ağlamıştı; Vah çocuklarım vah, kıydılar gariplere. Aradan çok geçmeden o çocukları tanıdım. Ayni yola yolculandım. Anam gibi ben da yandım. Ve hiç unutmadım. Ve garip anam ne çok ağlamıştı. Ne çok. Vallahi onu da hiç unutmadım, unutamadım.
Anam güzel anam yaşa, sen çok yaşa. Gözlerinin ışığı hiç sönmesin. Doğacaksam bir daha, beni yine sen doğur. Başka ana istemem…
Doğaya doğan da ilk nefesimi, bebekliğimi yine sen dirilt. İçir çiğ sütünü. En kadın, en ana, babadan baba, helalinden helal büyüt. Baldan tatlı tükürüğünle ıslattığın yumuşatılmış o ilk minik lokmaya doyayım yeniden. Bereketine dolayım. Siyah buğday ekmeğini ve alın teri dökülen o sapsarı mısır unu bulamacına bulanayım. Ver kucağıma baş kabak, kısa pantolonlu günlerimi. Kanayan yaralı dizlerimi. Çipil gözlerimi. Sokak çocukluğumu. Kara önlüklü öğrenciliğimi. Beynelmilel isyankârlığımı. Ölümsüzlüğü. Zor kazanımları, tüm kaybedişleri. Adına adımı. Canıma canını.
Anam serilmişim ayağına. İlkim, ilkem, secdem, kıblemsin. Vakit tamama erince, zamanı gelince ben indireyim seni ebedi istiratgahına. Korkusuz anam, çekme o en korktuğun tek korkuyu, evlat acısını. Ana görme devrilişimi. Bu da sana son duam.
Canım anam, ayağının altı cennetten başköşe. Başım vurulmadan, boynum devrilmeden Cennetinden öpeyim. Sonra gidersem gideyim cehenneme…
Canparem, sayende yoksul ama yoksunluğun hissedilmediği gönlü zengin günlerin çocuklarındanım ben. Sokak çocuğu. Sonra ‘Valde Mektebi’ çocuğu ‘Pertev’. En sonra ‘Yüksek’lere savrulan kartal. Yolculuğum sonsuzluğa.
Doğanın kanunu işte sona yakın anam bana, ben anama kaldım. Ama anamdan çok babamı sevdim. Vakti tamama erdi o gitti. Sen gitme anam, tüm güzel günler senin olsun. Her şey gönlünce ve güzel olsun. Ve ikimizden birinin son yolculuğuna dek seninim. Oğlunum...
İşte o en değerli gün gelince, koca ustam boğazda bir menfezde bekleyecek. Ben heyecanla küreklerine asılacağım yan yatmış kayığın. Kayın ormanlarından süzülen ışık ciğerimde. Karaltıların arasından karşılayacaklar bizi. Gri çelik zırhlının güvertesinde ipek saçlarında tanyeli. Deniz mavisi gözlerde birkaç damla yaş. Birlikte açılacağız gözyaşı dalgalarıyla engine. Eminim…
Anacığım ebediyete göçmeden sana itirafım olsun; meğer ne zormuş anaya methiyeler dermek. Ne zormuş ezelden ebede, asla incitmeyen o yüce şefkatin ve ana varlığıyla kuşatılmışlığın ıssızlığında sevgi selini yazmak. Duacınım.
Bakıyorum da ne çok anı saklamışız, birlikte büyürken annem. Evladiyelik. Arkadaşça, dostça. Anam ilk ve tek yoldaşım. Yazgı, kaygı, sevgi saygı piramidinin mimarı. Mihmandarım.
Canım anam ben er vakit doğan da, sanki sahipsiz ovalara kestin göbek bağımı. Lacivert mavi denizle yıkadın. Atlas göğe beledin. Yıldızlarla örttün üstümü. Beşiğimi rüzgârlara bağladın. Gözlerimi hiç örtmedin, dünyaya bak dedin hayat gördüğün gibi ve çok güzel. Görmek istediğin gibisini gör ve hisset. İlerisi gerisi boş hayal. Kimin kim için gördüğü önemsiz düşlerden uyan. Seninkine paralan. Dinledim seni ve kırk yıldan sonra kırk pareyim.
Oy anam nice söz birikti avuçlarımda bilsen. Nerde o yetenek, anlatamam. Baktım ki tek kelime; Ana. Ve tek cümle; Hayatta bir melek tuttu elimden, anamdı…
Tarihe kaydı düşülsün her ana; doğaüstü varlık ve takdir güzellemesidir. Analık dünyanın merkezi. Naçizane dünyanın merkezine sürülen yolculukta, su yoluna, ekmek uğruna yorgunlukta, şehirlerin şahında göğe savrulduğumda, bir kadın tuttu elimden, anamdı. Gülen gözleri gül buğusu. Bir melek. En zor anımda tutar elimden bilirim. O yüzden assalar da ölmezliğe mahkûmdur bedenim.
Yalan yok, yıllar yılı dünya başımı döndürdü. Dünya döndü ben durdum. Tek göz odalara savruldum, içimde kaleler yıkıldı, kuleler çöktü, yaşlandım. Ancak asla dönmedim yolumdan. Tek yaslı anam anladı halimden. Gönlümde kopan fırtınaları gördü. Acı gelse de gerçeğe boğulmayı, doludizgin devrimciliği yaşamayı ve ayakta ölmeyi öğütledi daima. Öğrettiği yıkılış değil yeniden doğmaktı. Ömürlük armağan. Gözümü kırpmadığım kavgalar bıraktım ardımda. Hiç gocunmadım. Yerinmedim. Çünkü bir çiçek tuttu elimden, bir çiçek tuttum elimde; memleket kokulu anamdı...
Anladım ki Mahirlik, Denizin bittiği kıyıya ulaşmaktı. Can siperane. Hala anamın ödenemez emeği dolaşır kanımda. Onca yoksulluğun ortasında sunduğu zenginlik şerbeti. İçimi ferahlatır hala. Meğer anam en hakiki devrimciymiş. Bu memleketin çocuklarına anam çok ağlamıştı; Vah çocuklarım vah, kıydılar gariplere. Aradan çok geçmeden o çocukları tanıdım. Ayni yola yolculandım. Anam gibi ben da yandım. Ve hiç unutmadım. Ve garip anam ne çok ağlamıştı. Ne çok. Vallahi onu da hiç unutmadım, unutamadım.
Anam güzel anam yaşa, sen çok yaşa. Gözlerinin ışığı hiç sönmesin. Doğacaksam bir daha, beni yine sen doğur. Başka ana istemem…
Doğaya doğan da ilk nefesimi, bebekliğimi yine sen dirilt. İçir çiğ sütünü. En kadın, en ana, babadan baba, helalinden helal büyüt. Baldan tatlı tükürüğünle ıslattığın yumuşatılmış o ilk minik lokmaya doyayım yeniden. Bereketine dolayım. Siyah buğday ekmeğini ve alın teri dökülen o sapsarı mısır unu bulamacına bulanayım. Ver kucağıma baş kabak, kısa pantolonlu günlerimi. Kanayan yaralı dizlerimi. Çipil gözlerimi. Sokak çocukluğumu. Kara önlüklü öğrenciliğimi. Beynelmilel isyankârlığımı. Ölümsüzlüğü. Zor kazanımları, tüm kaybedişleri. Adına adımı. Canıma canını.
Anam serilmişim ayağına. İlkim, ilkem, secdem, kıblemsin. Vakit tamama erince, zamanı gelince ben indireyim seni ebedi istiratgahına. Korkusuz anam, çekme o en korktuğun tek korkuyu, evlat acısını. Ana görme devrilişimi. Bu da sana son duam.
Canım anam, ayağının altı cennetten başköşe. Başım vurulmadan, boynum devrilmeden Cennetinden öpeyim. Sonra gidersem gideyim cehenneme…
11 Mayıs 2019 Cumartesi
BABAM, 06 MAYIS 20.11...
BABAM, 06 MAYIS 20.11...
Babam, bu 6 Mayıs sakın seni unuttuğumu sanma. Deniz ve arkadaşlarına da söyle, onları da unutmadık. Daima aklımızdasınız. Kalbimizde. Hem de nasıl...
Canım atam, mart sonu dağlarına bahar gelmişti memleketin. Biraz sarhoşladık o kadar. Gençliğinde mezarlıklarında gecelediğin İstanbul’u tam çeyrek asır sonra Erdogan kaybetti. Sen göremedin ama en büyük şehri bizim İmam kazandı. On küsur yılın iktidarı sallandı. Çöküşün başladığının, bitişe doğru gidişin işareti vuruldu sanki...
Bu ani dengelenişle 1 Mayıs'ta dört bir yanda meydanlara aktı memleket. Korku dağları sardı...
Ve yeseka 4 Mayısta verilen ince sinyali emir telakki edip tam da 6 mayısta, dörde yedi çekti iptal bayrağını.
Ayrıca bu 6 Mayıs Ramazan'ın ilk günüydü. Haliyle yıllar içinde ramazan; 'helalin adı kaldı bilen yok, haram kapış kapış yiyen çok' ramazanı olunca orucu da bırakmıştık hayırlısıyla.
Babam yine de saygıdan maaile iftarı bekliyorduk. Yılın ilk iftarı 6 Mayıs 20.11'deydi. Saat 19.24 sularında milletin alın terinin çalındığı anlaşıldı. Yesekalı biri çıkamadı bu hukuksal hırsızlığı izaha. İktidarın yüksek yetkili bir adamı çıktı lafta açıkladı. Oysa bu kararla hukuk, adalet ve kalkınma resmen dibe çakıldı. Ve milletin hakkı yenerek oruçlar açıldı...
Hiç umursanmadı anam babam; yoğun emek verilmiş, ana ak sütü gibi helalmiş, yerden göğe hak edilmiş, çok yazıkmış, günah olurmuş... Tınmadı yedi hukuk ekabiri. Bastı baskın kararı. Kerevetine çıktı.
Can yoldaşım, işin aslı ebediyete göçüşünden sonraki sekiz yılda daha da geriledik. Maddi manevi bittik. Moralman çöktük. Değerlerimizi kaybettik. Yetmedi rejim değiştik. Daha beter oldu her şey. Sık aralıklı seçimlere bel bağlandı nafile. Millet seçimkolik edildi. Geçim unutturuldu. Bu kez tam nefes alınacakken yeseka vurdu makası. Kesildik.
Can babam, bu hayırsız kararla zaten kötüye giden memleket hepten yalpaladı. Yandık. Karar ertesi dolar her gün yükselmeye doymuyor. Döviz her dakika vizyonda. Altın el yakıyor. Borsa tepetaklak. Çarşı pazar ateş pahası. Mutfaklar yanıyor. İşsizlik had safhada. Demokrasimiz dünya liginden düştü. Kanarya can çekişiyor...
Yüzsüzlüğün bu kadarına pes doğrusu. Sanki yamalı ekonomi daralmadı. Üretim tüketim maliyetleri hiç yükselmedi. Lira yılbaşından bu yana üçte bir değer kaybetmedi. Faiz otuzlara tırmanmadı. Enflasyon sınır atlamadı. Sanki pahallılık üçe beşe katlamadı. Uyduruk tansaş kuyrukları sıralanmadı. Koca şirketler peşi sıra batmadı. Rekor işsizlik evlere dayanmadı. İç dış borç üç katına artmadı. Merkez Bankası rezervleri hızla tükenmedi. Yabancı yatırımcılar kaçmadı. Sanki hukuk ve adalet siyasi ikballer yoluna hacamat edilmedi. Milletin devlet kurumlarına güven duygusu zedelenmedi. Yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü yok edilmedi. Sanki memleket tarihinde ilk defa açlık sınırı asgari ücreti geçmedi.
Babam hal böyleyken hala ortalık güllük gülistanlık edebiyatı yapılıyor. Sonra memleket bekasından dem vuruluyor. Seçimle kazanılmış hak yeseka darbesiyle gasbediliyor. Yedi, dört küsur milyondan büyüktür hesabıyla bir yüksek hukuk garabeti yaratılıyor. Ve yenisine zemin hazırlanıyor.
Evet babayaren hazırlandı da. Yenisi Haziran'da. Candostum, 6 Mayısın solmaz gülleri Deniz ve arkadaşlarına da söyle; bir şeyler oluyor memlekette. Garip bir şeyler. Bir şeylerin habercisi her geçen gün. Sanki güzel şeyler olacak. Her şey çok güzel olacak. Ve yine bizim imam kazanacak...
Dedesoylum, durum bu. Deniz'in de hepinize selamı var...
8 Mayıs 2019 Çarşamba
PİS YEDİLİ…
Ne çok yedi var şu hayatın içinde. Fark edilen edilmeyen. Bazen yediliği unutulan, çoğunlukla yediye endeksli isimleri zor anımsanan. Yeseka, 7’ye dört bir karar alınca, bu çapsız dört dörtlük kararın verilmesini sağlayan yedi zatı muhterem de isimleriyle cisimleriyle asla unutulmazlar arasına girdi. Tarihe yedi boyutlu tanıklık o yüzden…
Bu elipsi yuvarlak dünyada bir öğün önce ne yediğini unutan balık hafızalı bir millet var. Ki; üzerinde yaşadığı kıta dahil yedi kıtayı saymada zorlanır. Yaşam sürdüğü yarım adanın yedi bölgesini dahi sayacak adam az çıkar içinden. Yer gök yedi katmanlı, yerin yedi kat dibi var bilir. Ama katmanları sırdır sayamaz. Gökkubbe hakkında ise ahkâm keser. Köşeye sıkıştı mı sırra kadem basar. Boşuna eser gürler. Bu arada habire sanduka sayar. Saydırır.
Hele yüzyıl başında yedi düvele karşı girişilen ve kazanılan bir milli mücadele var ki; sözde bilinir. Ama düvelleri sayabilecek olanı pek aranmaz. Çünkü mandacılıktır zihniyet. Fetbaz fesbaşlar savaşı onlar kazansaydı keşke diye hayıflanır. Ölenecek zehir akıtır etrafa. Milleti kurtuluşa götüren Ata'dır. Bilinir. Ama sevilmez, saygı duyulmaz. Horlanır. Şu elipsi yıvarlak dünyada yüz karası bir cibiliyet.
Ciddiyet mesuliyet hak getire ama popüler manada her bi halt bilinir. Mesela yedi ceddini sayamayan bu zümre 007 James Bond’u bilir. Film eleştirmeninden ileri bütün bond kızlarını sayar döker. Banal seviyede iş erbabı pozunda banknotları için bond çanta da kullanır. Ama onun bir roman kahramanı ve yazar Ian Fleming'in karakteri olduğunu bilmez. Okumamıştır. Okumaz.
Yine bu güruh ciganito lakaplı Ricardo'yu bilmez ama Q7 denilende akan sular durur. Futbol dehası kesilir. Ronaldo neden 7’ye hastadır en ince detaylarına kadar bilir.
Yedigen hastalığı bulaşıcıdır. Din iman ondadır, politikayı da en alasından yapar. Ve daima en günahsızdır ve de hep mağdurdur. Hiç kaybetmez.
Yine bu zevat lafta her türlü günahtan kaçınır. Yedi büyük günah İslam’a göre ve Hristiyanlığa göre bellidir. Bu ölümcül günahlar Hristiyanlıkta kibir, açgözlülük, şehvet, kıskançlık hasetlik, oburluk, tembellik ve gazap etmek olarak yedilenmiştir. Bu se7en azgınlaşı silsilesi süslümanlık büyüklenmesiyle görmezden gelinir.
Oysa İslam’a göre de yedi büyük günah vardır. Allah’a şirk, sihir yapmak, haksız yere öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadına iftira atmak biçiminde sıralanmıştır. Bu kitle tümüne işine geldiği gibi uyar, gelmediği an yedi uyurlar taklidi yapar.
Yedi uyurlar, mitolojik tanrılara imanın bittiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için eziyet görür. Bu yedicil tipler bu yedi uyurlar kıssasını bilir. İsimleri Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş olan bu yedi gencin Hıristiyan olduğunu ise çoğunluğu bilmez. Cezayı kesen putpetest Rum kral Dakyanus'u da. Ama köpek Kıtmir adıyla şanıyla bilinir. Bir mağarada 300 yıllık uykudur elipsi yuvarlak dünyanın yediemincilerini etkileyen. Ve uyanma sonrası gelişen dünyada bocalamayadır asıl ilgi. Çünkü oyun içinde oyuna heveslidir bu cenah.
Dahaca örneklenebilecek çok yedi bazlı olgu var ama birde Pis yedili var. Pisyedili kolay, atraksiyonlu bir iskambil oyunudur. Dünyada uno diye tanınır. Pis yedilinin kendine özgü kuralları, kartların farklı işlevleri ve çekilecek cezaların katsayısı filan vardır. Ama inceden inceye 7’ler üzerine kurgulanmıştır oyun. Öyle kolay kolay da bitmez. Karşı çıkan olmayınca kartlar yeniden karılır ve oyuna sil baştan başlanır.
İşte bu pisyedili oyununa benzer bir oyun bir kaç zamandır yeseka da oynandı. Tam yedi yüksek zat dut yemiş bülbülü oynadı. İcra edilen orta oyununu diğer dört yüksek şahsiyet izledi. Dörtgenlerin izleri isimleri belli. Pis yedici cisimler ise kesinkes unutulmamalı; Yerhan Çiftçi, Yerefik Eğri, Yezeki Yiğit, Yemuharrem Akkaya, Yefaruk Kaymak, Yilhan Hanağası, Yenakiptin Buğday.
Topu toplandı resmen pisyedili oynadı. Hem de nihayetinde yerin yedi kat dibine girmek pahasına. Peki değer miydi?
Yedi yemedi, değer di değmez di, işte onu zaman gösterecek…
HAYATIN KODLARI
Hayat işte nice acıların içinden geçilir ve hep ‘her şey güzel olacak, daha güzel olacak, çok daha güzel olacak…’ kodlaması ile yaşanır. Tıpkı 6 Mayıslar gibi…
06 Mayıs 1972…
06 Mayıs 2011…
Son eklenen 06 Mayıs 2019…
Ne 06 Mayıslarmış bunlar. Canımıza işledi. Kanımıza dokundu. Ocağımıza uğradı. Ve üçleme tamamlandı; Deniz, Babam şimdi de İmam...
06 Mayıs; Deniz Gezmiş ve Arkadaşları Hüseyin İnan ile Yusuf Aslan'ın darağacına gönderilişlerinin 47’inci yıl dönümü. Deniz on iki yaşında. 06 Mayıs; Babamın, canımın içinin Çavuşoğlu bağrına gömülüşünün 8’inci seneyi devriyesi. Ve 06 Mayıs; hayatının yaklaşık dört yılını oruca vermiş bir gönüllü doğanın, doğanın emrine uyup ramazanın peşini bırakmasının birinci günü. Yani yeni zamlarla kartları sıfırlayan, içi boşaltılan, beli kırılan Ramazan'ın ilk günü, tam da iftar öncesi. Daha ne olsun.
Dahası şu; en temel hakkı koruyuculukla yükümlendirilmişlerden, yüke vurulmuş 7’sinin kul hakkını, kullar hakkını ramazan oruç umursamadan oburca yiyişi. Hem de yine o mahur beste kulaklarımıza, aklımıza çalarken…
Yani yeseka, çeyrek asırdan sonra yaşanan heyecanı çalmak için, hayatın kodlarına bir kara daha çalmak için, anlaşılmaz gerekçelerle galebe çalmak için bekledi bekledi 06 Mayıs gününü buldu. Oyun bitti…
Böylece bireysel tarih 06 Mayıs'ı gündemine yanılası, anılası ve kınanası gün olarak damgaladı. Ziyan edilen gençliği anmayı, Pedere bir Fatiha göndermeyi ailecek gerçekleştirme hesabı yaparken hoppa bir yeseka darbesi. Sonrası kul ve kullar hakkı ile oruç bozmanın dik alasına isyan. Doğal olarak en doğalından yine küfür kâfir saatleri. Kafsinkaf zamanı.
Hayat işte belli kodlar hiç çıkmamacasına ruha işlemişken iş nerelere dayandırıldı. Emir demiri kesti. Memleketin asma kilidi acı bir sürprize bağlandı. Beklenen karar zor çıktı. Kof çıktı. Çıkma lastik kararı ruhsuz yesekeciler açıklayamadı. Topu külahlarına sindiler. Haliyle çakma yesekakepeli kısmi merakı giderdi. Yankesicilik hortladı. Bilinen ve beklenen bir şeydi.
Bu 06 Mayıslar hep asma hep asma. Otağına yargısız infazlar ve idamların taht kurduğu her bireye hayata asılmayı öğretti. Hayata direnmeyi, hayata odaklanmayı. Hayata dokunmayı. Hangi cihanda olursa olsun. Bundan böyle hayatın hiçbir evresinde yesekaya güvenmemeyi de…
Bu kadar da hayatın kodlarıyla oynanmaz. Ayıp günah. Ama ayıp günah bilmezlerin topu Haziran'da bilmediklerini tümden öğrenecekler. Bildiklerini de unutacaklar. Çünkü hayatta umut vardır ve güzel bir şeydir. Belki de güzellerin en güzelidir. Ve güzel şeyler hiçbir zaman ölmez. Öldürülemez.
06 Mayıs 72, 06 Mayıs 2011, 06 Mayıs 2019 asla unutulmaz. Çünkü hayat kodlarımızda kapanmaz yaralar açtı. Şimdilik üçleme tamamlandı; Deniz, Babam ve İmam…
Dahaca hayatın kodlarıyla oynanmasın. Başta 06 Mayıs. Çünkü hayat kodlarıyla oynananların sabır taşı bir çatlarsa kodumu oturtur. Özellikle 07 eminsizlere duyurulur…
SİKLON VADİSİ...
Yüksek hukukun yılın ilk iftarı öncesi alelacele daraağacına çekildiği, adaletin atalet kanunu ekseninde sıfırın altı işletildiği 6 Mayıs darbesi sonrası suya yazı yazmak devri kapandı. Yazılmak devri açıldı. Konuşmak devri başladı. Çünkü pis darbeci yeseka yedilisi sayesinde siyasi atmosferde alçak bir basınç alanı oluştu. Yeryüzünün en büyük ve şahane, üç yanı çepeçevre Deniz yarımadası artık siklon vadisi...
Siklon kiklon ama karar top on. Şimdi silikonumsu suni iklimden beklenen bu kısır sağır alan çevresinde hızla dönen kaotik rüzgârların oluşturduğu her türden şiddet, faşizm ve mental fırtına.
Silikon vadisinden siklon vadisine formatlanan milli girişimcilik fantesizi bu. Bu emperyal ruhsuzluğun son hamlesi, pis yedili ortodokslaşması. Klişe milli 6 Mayıs darbesi. Sol tahlilde 6.filonun intikamı. Son tahmin yeni kıble tayini...
Siklon vadisinde siklamen mavisi kışın çiçek açar. Baharı müjdeler. Kendi çapında geleceği kurgular. Kuyusunun çeperi kadar hayata akar. Ancak hilebazların topunun hazirana kadardır ömrü. Ondan sonrası mutedil dalgalı malta siklameni...
Eskisi yenisi farketmez siklon vadisinde en devrimci politik eylemlilik hali darbelere direnmektir. Faşizme dayanmaktır. Bitmeyen kavgadır. Sika sika buraya kadarmış. Onu anlamaktır. Seçim geçim hikayesini yaşamaktır. Ve deneyimleyerek öğrenmektir; lambanın plotuna altı üstü bir tir değen de, anında yüksek kurullu 6 Mayıs darbesi.
O yüzden kir, pir, tir derken sanki hiç bir şey olmasa bile bir şeyler oldu ve 6 Mayıs yeseke darbesi geliverdi. Yesek yemesek babında yine yeniden siklon vadisi vaadleri peşten. Demek ki tam isabet tirler, tiranın canını epeyce acıtmış.
İşte bundan böyle tam akıllı olmak devri. Bu suni siklon vadisinde iyice yerleşen tiranizm daha ne tiranlar çıkarır bilinmez. Çıkarsa çıkar ama bu 6 Mayıs yeseke darbesi, bir yandan da en yüksek mertebenin de evveliyatını şaibeli kıldı. Sanki onunda seçimi meçimi şaibei şems. İkinci mazbata savaşı kapıda.
Ayrıca yüksek dereceden bu yedi uyuyanları, yedi zakkum darbeciyi bu milletin yedi ceddi unutmayacak.
Unutmaz çünkü Şehri Ramazanın ilk iftarına dakikalar kala, yirmi beş yıldan sonra Şehr emanetinin başına bin cendereden geçip seçilen şehreminine makul görülen bu darbe açık seçik kullaşmadır. Yedi düvele hizmettir. Kula kulluktur.
Siklon vadisinde resmen laylon hakimliktir. Millete kesilen bu naylon faturanın da muhakkak bir bedeli olur.
Darbeler tarihiyle sabit kimse ilahi adaletten kaçamaz. Cezalar kesilir. Bedel gün olur ödenir...
Siklon kiklon ama karar top on. Şimdi silikonumsu suni iklimden beklenen bu kısır sağır alan çevresinde hızla dönen kaotik rüzgârların oluşturduğu her türden şiddet, faşizm ve mental fırtına.
Silikon vadisinden siklon vadisine formatlanan milli girişimcilik fantesizi bu. Bu emperyal ruhsuzluğun son hamlesi, pis yedili ortodokslaşması. Klişe milli 6 Mayıs darbesi. Sol tahlilde 6.filonun intikamı. Son tahmin yeni kıble tayini...
Siklon vadisinde siklamen mavisi kışın çiçek açar. Baharı müjdeler. Kendi çapında geleceği kurgular. Kuyusunun çeperi kadar hayata akar. Ancak hilebazların topunun hazirana kadardır ömrü. Ondan sonrası mutedil dalgalı malta siklameni...
Eskisi yenisi farketmez siklon vadisinde en devrimci politik eylemlilik hali darbelere direnmektir. Faşizme dayanmaktır. Bitmeyen kavgadır. Sika sika buraya kadarmış. Onu anlamaktır. Seçim geçim hikayesini yaşamaktır. Ve deneyimleyerek öğrenmektir; lambanın plotuna altı üstü bir tir değen de, anında yüksek kurullu 6 Mayıs darbesi.
O yüzden kir, pir, tir derken sanki hiç bir şey olmasa bile bir şeyler oldu ve 6 Mayıs yeseke darbesi geliverdi. Yesek yemesek babında yine yeniden siklon vadisi vaadleri peşten. Demek ki tam isabet tirler, tiranın canını epeyce acıtmış.
İşte bundan böyle tam akıllı olmak devri. Bu suni siklon vadisinde iyice yerleşen tiranizm daha ne tiranlar çıkarır bilinmez. Çıkarsa çıkar ama bu 6 Mayıs yeseke darbesi, bir yandan da en yüksek mertebenin de evveliyatını şaibeli kıldı. Sanki onunda seçimi meçimi şaibei şems. İkinci mazbata savaşı kapıda.
Ayrıca yüksek dereceden bu yedi uyuyanları, yedi zakkum darbeciyi bu milletin yedi ceddi unutmayacak.
Unutmaz çünkü Şehri Ramazanın ilk iftarına dakikalar kala, yirmi beş yıldan sonra Şehr emanetinin başına bin cendereden geçip seçilen şehreminine makul görülen bu darbe açık seçik kullaşmadır. Yedi düvele hizmettir. Kula kulluktur.
Siklon vadisinde resmen laylon hakimliktir. Millete kesilen bu naylon faturanın da muhakkak bir bedeli olur.
Darbeler tarihiyle sabit kimse ilahi adaletten kaçamaz. Cezalar kesilir. Bedel gün olur ödenir...
YÖNETMENLİK...
Yakında bir yerlerde, bundan on küsur yıl önce çepeçevre, bazı dostlar, bir kısım hısım akrabalar, uzak yakınlar, bacılar kardeşler yönetmenliği bir kesime emanet etti. Halt ettiler. Ve yıllarca yerelde genelde hep onlar yönettiler. Yek tabanca. Ancak zamanla karunlaştılar, millete yabancılaştılar. Ve şimdilerde o yakınlardaki memleket trenin altında kalmaya çok yakın. Yani trajik sona adım adım...
Öyle ki; yanaşık sistemde tam on küsür yıl hiç ses çıkarmadı millet. Medet umdu. Çoğalan acılar dinsin diye bekledi. Sonra bir anda karun kanun derken saray rejimi doğuverdi. Yılların Cumhuriyeti bambaşka biçime değiştirildi.
Ve saray, yağma ve rant ekonomisi ile baskı ve şiddet ekolojisi ile yetmiş iki buçuk milleti rejime soktu...
İlaveten nice oyunlar devreye girdi. Ne filmler revizyona koyuldu. Tam on küsür yıl yedekte ne varsa yendi içildi. Envai çeşit kaynak iliğine kadar emildi. İtiraz edenler beter edildi. İttifaklar, yalanlar, sürekli oyalamalarla tek elden, millet devlet idare edildi. Hikayelere bahis devlet millet el ele jargonuyla devletin esenliğe çıkarılması engellendi. Zaten refah diye bir dert de yoktu. Dertlenen de.
İşte oralarda bir yerde, artık yeter diyebilenler azınlıkta kalsalar da, değişmez denen her şey bir ömre tabidir gerçeği tescillendi. Çözülmenin başlamışlığından olsa gerek bu kez çarkıfelek döndürülemedi.
Elbette oyalamalar, kandırmalar, tirbüne oynamalar neticesinde, sokaklarda meydanlarda ses duyulmadıkça saray saltanatı devam eder farz edildi. Ve toptan yanılındı.
Çünkü her yerde adaletsizlik ve hukuksuzluk baş gösterdikçe bıçak kemiğe dayandı. Cıvıma civar ellere de yayıldı. Üç beş milyon verildi, üç beş milyon alındı. Milyarlarla beslendi.
Sınırsız izin verilmedikçe düzen değişmez, devrim gerçekleşmez savına sarılındı...
Bu arada saray düzeninin bitirim adaletsizliği, bilgiç düzensizliği her krizin faturasını milyonlara çıkardı. Milyonlar, müsebbibi oldukları zarar ziyanı ödemeye mahkum edildi.
Milyonlar öderdi ödemeye de, adaletsizlik ve kayırmacılık sistemleşince işin rengi değişti. İnceden meydanlar da dolmaya başlayınca, insanca yaşam ve onurlu yaşam kurgusu yeniden anımsandı.
An geldi ve on küsür yıldır başta olan külüstür zihniyet ve o zihniyete tabiilik zorlanmaya başladı. Hayal edilen dünyaya karşı çıkıldıkça, gerçeğe düşmanlaşıldıkça, acıların bir araya getirdiği yığınlar dayanışmaya başladı. Ve emek, en güvenli yolları açar, daha güzel bir memleketi de kurar ilkesi hayat buldu.
Hayata çelme atmadıkça, sese ses katmadıkça, her hal ve şekilde mevcuda hizmet edildiği geç de olsa görüldü. Başka bir dünyada mümkündür, barışçıl ve sömürüsüz bir dünya da kurulabilir ve de kurulmalıdır tezi yakın çekime alındı.
Gelişmeler gösteriyor ki, yakında bir yerlerde, yakın zamanda yönetme erki toptan el değiştirecek.
İşte şimdi o yönetmen aranıyor...
Öyle ki; yanaşık sistemde tam on küsür yıl hiç ses çıkarmadı millet. Medet umdu. Çoğalan acılar dinsin diye bekledi. Sonra bir anda karun kanun derken saray rejimi doğuverdi. Yılların Cumhuriyeti bambaşka biçime değiştirildi.
Ve saray, yağma ve rant ekonomisi ile baskı ve şiddet ekolojisi ile yetmiş iki buçuk milleti rejime soktu...
İlaveten nice oyunlar devreye girdi. Ne filmler revizyona koyuldu. Tam on küsür yıl yedekte ne varsa yendi içildi. Envai çeşit kaynak iliğine kadar emildi. İtiraz edenler beter edildi. İttifaklar, yalanlar, sürekli oyalamalarla tek elden, millet devlet idare edildi. Hikayelere bahis devlet millet el ele jargonuyla devletin esenliğe çıkarılması engellendi. Zaten refah diye bir dert de yoktu. Dertlenen de.
İşte oralarda bir yerde, artık yeter diyebilenler azınlıkta kalsalar da, değişmez denen her şey bir ömre tabidir gerçeği tescillendi. Çözülmenin başlamışlığından olsa gerek bu kez çarkıfelek döndürülemedi.
Elbette oyalamalar, kandırmalar, tirbüne oynamalar neticesinde, sokaklarda meydanlarda ses duyulmadıkça saray saltanatı devam eder farz edildi. Ve toptan yanılındı.
Çünkü her yerde adaletsizlik ve hukuksuzluk baş gösterdikçe bıçak kemiğe dayandı. Cıvıma civar ellere de yayıldı. Üç beş milyon verildi, üç beş milyon alındı. Milyarlarla beslendi.
Sınırsız izin verilmedikçe düzen değişmez, devrim gerçekleşmez savına sarılındı...
Bu arada saray düzeninin bitirim adaletsizliği, bilgiç düzensizliği her krizin faturasını milyonlara çıkardı. Milyonlar, müsebbibi oldukları zarar ziyanı ödemeye mahkum edildi.
Milyonlar öderdi ödemeye de, adaletsizlik ve kayırmacılık sistemleşince işin rengi değişti. İnceden meydanlar da dolmaya başlayınca, insanca yaşam ve onurlu yaşam kurgusu yeniden anımsandı.
An geldi ve on küsür yıldır başta olan külüstür zihniyet ve o zihniyete tabiilik zorlanmaya başladı. Hayal edilen dünyaya karşı çıkıldıkça, gerçeğe düşmanlaşıldıkça, acıların bir araya getirdiği yığınlar dayanışmaya başladı. Ve emek, en güvenli yolları açar, daha güzel bir memleketi de kurar ilkesi hayat buldu.
Hayata çelme atmadıkça, sese ses katmadıkça, her hal ve şekilde mevcuda hizmet edildiği geç de olsa görüldü. Başka bir dünyada mümkündür, barışçıl ve sömürüsüz bir dünya da kurulabilir ve de kurulmalıdır tezi yakın çekime alındı.
Gelişmeler gösteriyor ki, yakında bir yerlerde, yakın zamanda yönetme erki toptan el değiştirecek.
İşte şimdi o yönetmen aranıyor...
2 Mayıs 2019 Perşembe
B1R MAYIS, 1 MAYIS İŞÇİNİN…
Bu 1 Mayıs son on küsur yılların martavalını ve engellemeleri hiçe saydı. Son yerel seçimlerle oluşan denge, 1 Mayısı işçiler ve emekçilerce karnaval havasında kutlanan bayrama dönüştürdü. Yıllar sonra bayram şu garip memlekete de uğradı. İşçiye emekçiye umut oldu. Memleketin yarısı gomonist işi bellemiş olsa da, 1 Mayıs bu kez teğet geçip gitmedi...
Hem teğet geçmedi hem de doğru durum tespitleri ile dibe çakılmışlığı, gündelikli maaşlı ücretli harcanmayı, emek ve alın terine ihanet işgüzarlığını kamuoyuna yansıttı.
Yani bu kez önceden hazırlanan senaryolar tutmadı...
Beyaz yakalısı, mavi yakalısı, karşı yakalısı, iş üniformalısı, işçi tulumlusu, şalteri açanlar kapatanlar, alın terinin kurumadan ederinin ödenmesi gerekliliğine tapanlar ve nicesi, kölelik devrine inat memleketin dört bir yanında meydanlarda çoğalabildikçe çoğaldılar. Kutlu olsun...
Bu 1 Mayısta hiddet ve şiddet galip gelemedi. Memlekette, kanlısını ve kavgalısını sahneye koyanlar kimler ise bu kez sindiler. İşbirlikçi planlar ve bahaneler sembol meydan Taksim hariç işleme koyulamadı. Her ne kadar on binlerce kolluk memur yasadışı bir durummuş gibi vazifelendirilmişse de, dünya medyası Taksim arbedesini haber geçmişse de güzeldi bu 1 Mayıs. Kısmen mutlu olundu. Tamamen mutlu olunacak ve şarkılı türkülü eğlenilecek iken verilen beş kayba saygı, programlarda iptalleri güncelledi.
Zaten mesele günü gün etmek değil ki; her şey ekmek için, insanca yaşamak ve onurlu kalmak için, çoluk çocuğun geleceği için, memleket için…
Bu B1r Mayıs, on yılların değersizleştirmesine, bilinçsizce yabancılaşmaya ve hep eksik yaşamaya direncin de açık göstergesiydi. Artık milyonları baharla buharla, ayarla hayalle, işki kübradan atmayla, makinalara robot gibi bağlamayla aldatıp uyutmak zor. İşte her çeşit iktidarları kaygılandıran asıl mesele bu. Örgütlülük. Bu B1r Mayıs işte bu malum durumu ikmal etti.
Dünya başka yerde, şu fakir memleket başka, bambaşka yerde, acayip bir çıkmazda, işte 1 Mayıs bunu gösterdi. Çepeçevre etrafı kuşatan ak kara bulutların dağılabileceğini ve büyük yalnızlığın yenilebileceğini vurguladı.
Bir günlüğüne de olsa söz işçilerde, emekçilerdeydi ve hiç gaf yapılmadı. Yapılmaz çünkü B1r Mayıs “İşçinin emekçinin bayramı, devrimin şanlı yolunda yürüyen halkların bayramı” idi…
Taksim yine yoktu. Olsun. Haklı talepler ile yollara düştüler. Başka başka meydanları doldurdular. Özelleştirilmiş, taşeronlaştırılmış, sendikasızlaştırılmış düzeneğe, dayatılan köleliğe hayır demekten çekinmediler. Kıdem haklarını savundular. Çokuluslu ve işbirlikçi sermayenin insafsızlığına, vahşi sömürüye isyan ettiler. Emperyalizme ve tekelci burjuvaziye, işçi sınıfının ve emeğin üzerine kurulu sınırsız sömürü sistemine omuz omuza yüklendiler.
İşçinin emekçinin bayramı, devrimin şanlı yolunda yürüyen halkların bayramı B1r Mayıs’a ez cümle; Faşizme geçit yok…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder