İÇİNDEKİLER
“ KALPAKLILAR “
İstanbul’ da doğdum.
Anamdan yirmi yıl sonra, anam
kırkdörtlü, babamdan. İyi okullarda okudum. Oruçgazi, Pertevniyal, Marmara
İşletme, onca yoksulluğa rağmen. Oniki eylülden önce de sonra da. Belki ondan, hayata dilediğimce atılamadım sanki.
Dikbaşlılıktan veya tecrübesizlik de.
Şiirler yazdım, öyküler ve roman aklımda
hazır. Kitapsızım Allah’ ına kurban, öyle işte.
Dert etmiyorsam namerdim bitmiş seyahatlerimi. Epey geciktim, ne yazık
ki vapur o limana uğramıyormuş; Karşıyaka’ ya. Tren raylarında karar
vermişliğin rengi sırlı. O sırra erişemedim hani; gün olur belki...
İstanbul’ da yaşadım.
Doğduktan bu güne, bu saate, bu
cümlelere, dizelere. Şehirli romantiklerden olamadım hiç. Koca bir köyde tek
başımayım yani. Solumda ince hasar, mutsuzum demeli miyim? Ama sarışın severim,
hem mavi göz ve bir çift can veren söz. Yeşiline uzandığım cennet vatandayım.
Ata evinde yalnız. Ödüllere boğulmuş yüreğimde sürgün. Çavuşoğlu’ yum Aksu da
yüzen, güneş dahi doğmadan er vakit...
Giresun da ölebilirim.
İtiraflarımı yazıyorum çocukça,
duvarlara,
Mülteci’ yi çalsın orkestralar ay ışığın
da.
Bol yankılı öyle bir şarkı bestelenmiş
olsun ki;
Gayri meşru çocuğum tek notadan doğmuşçasına,
Kaderinden kaçan bir sıkışmanın eseri
gibi.
Korkuyu uyandıran terk edilmişlik kendi
yoluna sel
Ardına yeni yetme hevesiyle sürüklendim.
Sorularda pembemsi suçluluklar provası,
Değişmeyecek bir yaşamı yanıtlıyorum
Bir sandık dolusu ajandaya yazılmış
umursamazlıkla.
Kitlenmiş mekanlarda beğenisi arızalı
yanışla,
Akıl çelen isyanlar taşıyorum kucağımda.
Israrla kızıl saçlı sürgün kızı
anıyorum:
Arayışlarım estetik
kaygılı,tatlı,sert,mahirce,
Can çekişin iğrenç soluğu yüzüme
yapışmış.
Ölümü reddedişimin üzerinden kaç aşk
geçti,
Ömür boyu İstanbul fonunda keşif
günlüğünde.
Ağlama modundan kaçarken büyünür, a
çocuk
Mutluluk delisi çocuğa ağlıyorum mülteci
ile.
Kara kalpaklı
sarı bıyıklı şiirimi yaz,
Sonra
çizilmişinin önünde oku.
İçinde kızgın
lavlar aksın dağlardan dağlara,
Önündeki bende
çarpsın donsun.
Çatmışım
kaşlarımı korkmadan,
Gözlerimin
yeşilinde kızıl ötesi ışık
Kara dalgalarda
kavrulsun viran vapur,
Acı düdüğünden
memleket uyansın.
Nasılsa biz
herkesçe kendince hatırlanırız
Sen bizi bizce
hatırlat zor da olsa.
Çekilmişinden
çizilmişin önünde okuyacağın
Kara
kalpaklı,sarı bıyıklı şiirimi yaz.
Arka fonu kızıla
boya,
Çatsın kaşlarımı
dolu fırçalar.
Onca zahmete
değmemiş dünya; ya memleket?
Gözlerimdeki
ışığı kör edici şekle büründür
Gerçeği görenler
belli, onlara yol gösterir
Foyası ortadalar
zaten kör, onlar yanacaklar.
Elimde mavzer
soğuğu, yüzyıldır çıplak Anadolu.
Yılanlar kör,
yalanlar kor.
Resmime bakanlar
değmezmişsiniz.
Bıyıklı,kalpaklı
bir resmimi çiz...
Bütün mutluluklar çalışma masamda
karmakarışık.
Nur seli inmiş
cesaretime pranga gibi,
Bağımsızlığıma
açılan kapılar kapalı.
Ben sana
kavuşmaya tutkun.
Merasimler
asılmış gerdanına pırlanta gibi
Balıkçıl kuşlar
ölür,ben kör kalırım.
Suni solunumlarda
solak şehir.
Büyük
gürültülerle yaklaşıyor korku salı
Zehri dilimin
ucunda şeker gibi; horoz şekeri
Didişmekten
yorgunum ve uzaktayım.
Rüzgara hasret
yel değirmeni modunda dumanlı
Oksijen ve temiz
hava garibiyim.
Bütün umutlarım
çalışma masamda ulu orta.
Çiçek toplamayı
ve resmetmeyi öğrenicem çarçabuk
Bu salak şehir kavgada
yenildi çünki.
Kapıvermişsin
beni görgüsüzce incindim,
Dost seçerken
dikkatliyim de;
Ah dostum
düşmanımı seçemem ki.
Bir gece boyu
tuza yatırılmış mumum sanki,
Islak bir sabun
dolaşır vücut dokumu şimdiden
Bilsen nelere
gebeyim üçten dokuza.
Nerede o asil
kavganın şehlası, şehir alacası
Dokun da bin ah
işit ey çalışma masam.
Anadolu’
dan başladı ise ateş,
İstanbul’ u da yalar yutar.
Kollarımda ölmüşse de Vatan
Küllerinden doğar inan.
İşgale uğramış limanda bir çift mavi
yürek.
Kuklalar yüklenmiş gümüş gemilere,
Martıların şaşkınlığı kanatlarında gizli
Kıyıya vuran dalgalar rüya rüya.
Kara örnekler istemiyorum artık,
Baştan çıkarıcı iğreti tabirleri de.
Devrilmişim öz evladımın kucağına
Şakağıma dayalı öpüşler kupkuru.
Anadolu’ ya başladı ise yolculuk,
İstanbul’ dan akan sular,yollar
Kollarımda ölmüşse de sevdan
Karadeniz den çağlar topal topal.
YOLCULUĞUM
GECİKTİ
Ortalama elli yıl yaşansa
Giresun’da Muhammed’e ulaşırım şansa,
Kırşehir’de İsa’ya, sırada Musa var.
Yaranmak adına değil ki ağlamak canım,
Cennet göğsümde saklı, cehennem de.
Başıma saldığın iki kırık henüz
kaynamadı,
Nemrut’ da güneş batmış fırtınalar eşliğinde
Hazır değilim öldükten sonraki
ölümsüzlüğe
Ben doğru dürüst Afyon’ u bile gördüm
diyemem.
Belki tohum Çukurova’ da ekilecek
toprağa
Bir nebze daha uzaklaşılacak
yarınlardan.
Henüz zihnime dayamadım kalemimi
Yolculuk Kırklareli’ nden Hakkari’ ye
Zülfikara rastlamazsa bol damarlı boynum
Şimdilik doğan yok benden başka
sinsilede.
Gelişigüzel yaz akşamlarında yazıyla
Karşıyaka’ ya
Fener alaylarında kolkola sırat
provasına,
Sabah ezanı okunuyor yine bet bir sesle.
Ertelenmezse eğer elli yıl sonra mola.
İLENÇ DUVARI
Rodrigo’
nun gitar konçertosu aşığı demli çay isteyecek,
Her zamanki
giyinişiyle dimdik, etkili, yiğitler
yiğidi.
Sırf olaya
tanıklık edecek dostlar da hazır
İlaçla ayakta
duruyor garipler,uyuşmuşlar.
Devrimci de ölür,
devrimci gibi diyecekler,
Ölür ama geleceği
umutla yazmıştır not defterine.
İşlemiştir
gönülden, doyasıya, hayatı ilmek ilmek.
Yağlı urgan
yığınla kağıdı buruşturamaz,
Sadece düşüncenin
boynu kırılır solgun yüzlerde
Tarih
yanılmaz,affeder,ilenç duvarı yıkılır.
Ünlü konçerto
kulağına çalınır, dudakta uçlu cigara
Mutluluk gelmiş
kapına dayanmış ebedi kavga taze.
İstersen açma,
şimdi biraz istirahat, ranzalar boş
Veysel’ in
türküsü gece gündüz uzun ince yolda.
İşte böyle, beyaz
ölüm gömleğini giymeden geleceğe,
Festival onuruna
cellatı siktir ederek
Evet onu da, olur
ya, yarın boşa konuşur diye.
Vasiyetler tek
sayfalık mektup, o anda
İzin olursa böyle
gideceğim inançla bağırılan bu yolda,
Rodrigo’ nun
gitar konçertosu eşliğinde yolcu yolunda gerek.
DAR AĞACINDA
TATLI SÖZ
Çocuksu
mavi gözlerinde inanç ve masumiyet pırıltısı
Kimseyi peşinden
sürüklemeyecek sanılan türden,
Ama liderlik için
doğmuş erkenden.
Acı çektiği
madalyası hücre duvarına tebeşirle
Bu uğurda aceleye
gelmiş kramp yüzünde
Gülümsüyor azap
içinde üzgün, işbirliği paylanıyorken.
Savunmasız biri daha düştü kurtlar sofrasına
Acıklı yanlış
anlamalarla zil zurna ölüme
İnsancıl bir
duruşla yüceldi...
Yeni
düşüncelerle, yatkınlık çağında ecelsiz
Sonra ölüme sebebiyetten.
Gençlik vücudunu
terk ediyor belli belirsiz
O da
gizlenmişliklerle karşı karşıya.
Beylik
kahroluşlar pazarında iddialı oyun tezgahında
Artık seyirciler
oyunu beğenmiyor izlese de zorla.
Alçak gönüllü
tanımaların kucağında güvensizlik
Berbat bir diktatör
dikta ediyor, terbiyesizce usa,
Sözüm meclisten
dışarı, çocuksu mavi gözlerin masumiyeti asılıyor.
İnanç hepsinden
öte cana candeğer,
Darağacında sözü
tatlıya bağlayan kötü bir parti üyesi.
O tatlı söz ne
ola ki, çocuğum bilemem.
Ordular
kesse de yolu
Kolluk
kuvvetleriyle kesişse de patikalar
Orda kese de bir
ev var.
Ahalisini
fikirler yönetir, kitaplar.
Sevimsiz geceler
intikam kusar ve kızılca kıyamet,
Üzerine harfler
kazılı ağaçlar devrilir
Bedava sayılan
yıldızlar küser sırayla
El ayak çekilir
kara gözlü dünyadan kasten
Bütün kaybım
birkaç kitaptan ibarete sevinilir.
Hayatım, hayatına
inan sevdana
Çünki deniz derya
zafer kazanılmış vizesiz
Yine de İstanbul
haram bize.
Orda kese de bir
ev var ya!
Ahalisini
fikirlerin yönettiği, kitapların
İşte o kesedeki
evin yamacına gömün,
Eğer kesik kesik
yağan mermilere değerse başım.
Vurulduğum yer
neresi olursa olsun, oraya...
Avluyu
ısıtan voltacı çocuğun hızı arttı.
Dudağındaki
ıslıkta anasına yolladığı ağıt,
Kar yağıyor efil
efil, dünya bağlantılı ışık söndü.
Evrene sövmekle
birebir rastlantı, heyhat
Bi haber
yavukludan ne oldu lu , nasıl lı?
Kara haber
ovalara tez ulaştı.
Asılmayı bekleyen
yüzünde kız maskı,
Sesinde
olgunlaşmamış erkin erliği,
Seyrek sakalında
jilet izi, kızıl sevgi,
Gözlerindeki
heyecan yoluk kirpi kibiri.
Duvarlarda telli
kafesli utanç, bam telsiz saz.
Darağacındaki
yadigar çingen mahmo ağlamaklı
Dikenler üstüne
çömeltildi, ince dal dikine,
Pencerelerde gözü
kara sırıtışlı mal, gönlü dar
Yukarı açılan
ellerde yakarı kırık, Tanrı aciz
Hafif şiş mor
ayaklar tırpan üstünde, sırat nazlı.
Ekin biçmeye daha
ermedi yaş, zaman narin dal
İskemleye bir
darbe aniden, onikiden
Eylül sabahlarında
iç burkan hüzün kışa döndü.
Karaltılar
arasında ışık yüzlü voltacı çocuk.
Kemik sayımı daha
bu gün geldi, ne hız, azıttınız...
Aşıkane
repliklerle uyandı doğa.
El ele
oyalanırken elalem
Şen kahkahalar
köprüsünde şenlik.
Yok yok, ne
ararsan köpürmekte kümbette.
Nekesçe yüzüyor
onur, sırsıklam
Başkaldırmış
şenliğin altında şelale
Nakaratların
peşinde anasonlu bir oya gibi,
İskeleye döndü
yüzünü, kırmızımsı.
Taklit gemiler
paylanıyor oluruna olmazına
Kendinden emin
geçitlerde arsızca işgal.
Opal
parlaklığında repliklerle tersanede,
Narin gövdesinde
eksik yazılmış duyurular.
Duyan duymayan
bir olsun, dillensin
Reddediyorum
nadasa bırakılmış aşkları diye.
Parkama
gizliyorum tartışılmaz güneşimi, eşimi.
Itırlara
boğuyorum nefsimi, ese ese estikçe esinti.
Esenlikler
dileğim aşıkane replikli,
Esenler’de
uyurken doğa uyanıyorum.
Altı
yıl var altın renkli çizgiyi geçip,
Devrimin beşiğinde önsözü okuyalı,
Dalgalanan pankartlarda çocuksuluğumu.
Erken yaşlandım besbelli çok erken,
Yeğlediğim buluşmalar ziyaretçi
tutkusundan.
Manifestosunu çok geç yazdım aşkın.
Hapse yenik düşünce Mayıs başları
çepeçevre,
Katına ne girişimler sürdürdüm bilsen.
Tüm izlerin silinmiş, angaryalar
omzumda.
Kaygılı bir sürgünde ömrüm, kayıplarda
En ücra köşesinde konforun eksik
yaşanmışlıklar.
Sonsuzluğu ölçüyorum, ellerimde beynim.
Ödeyemeyeceğim borç yükü altında nefesim
Göz görebildiğince zenginlik aldatısı ve
yontusu.
Kırsalda bir kıvılcım çaktı sakince,
Kaç yıl var acıyla geçmiş saymadım.
Yer kabuğu sancıyla çatlar sensiz
Ayaklarım ayaklandı çekincesiz,
çotanaksız
Dalgalanan al bayrakta orak çekiç.
Len yoldaş in uyuyan ovalara dağlara
O vakit hevesle doğacak kızıl güneş,
SENEYE, SENELERCE
ÖTEYE
...
Boş bırakılıp da,
yaşanacak nice gün saklı
Sınırlı sayfalı
ajandamda
Ötenazi.
Göğsümde iki
kırık ok, ciğere ramak kaldı.
Tası tarağı
topladık geldik haftasına.
Tam altı ay tam
çektim
Sonrasında o
bitmez gam.
Gamzedeyim
rafımda tonlarca haber altı,
Artık
kaydetmeyeceğim almanağı çünkü
Ölümü gördüm
kafeste.
İlk üç satırı tam
bir yıl önce döşenmişim
Son dört dizeyi
de dileğimden başlayarak şimdi.
Az kalsın
gerçekleşecekmiş ötenazi.
Öz kıyım
pınarından içtiğim ışıkta.
İçimde nar gibi
kızarmış geciken sevda,
Evin boşluğunu
doldurduğum yakınlık sır.
Sarmışım kolumu
kızıla boyayan zona ile.
Zonklamış beynim
iki divana üyelikten,
Bir de seçim
atlattık bunca darlıkta, duble iks.
Zekat bile gayri
müslime verilebilirken,
Hep kendine
müslümanlar kazandı.
Savaş kapıda zili
çalıyor hararetle,
Dileğim;
Ablasının kömür
gözlerine,
Üçyüzaltmışbeş
küsur barış çubuğu tüteri.
İkibinüçten.
...
Atlantik’ten
And dağlarına
Deneme sınavı
örsesinde serçeler uçar.
Kara kaşlı matem,
kurşun zengini madem
Kimliğinde
gelişigüzel dolaşır yazılı.
Devrim düşüne
kurban arşivlerde Nurhak
Düzlenmiş künyesi
Everest yazılı.
Somut cümleler
günlüklere sızmış mertçe,
Günlük keşifler
insanca imalı.
Başı fırtınalı
efsaneler bebek yüzlü,
Denizaltında
yakın çekim batık sevdalar katmerli.
Boğulmak
esrarengiz tufanı kovalarken,
Balık pazarında
mavi buhran.
Kırmızıya para
basar kuklalar mızıklanarak.
Soru sürgünde,
parolası çiçek kokteyli
Purosu pasaportu,
kepi yaldızlı külçe.
Bir yıldız kaydı
dilek tutamadım.
And içtim
Atlantik’ ten dağlara.
Sloganları
unuttu.
Unuttuğundan
atamamıştı yani,
Yalan ne kelime!
Yumruğu havada
öylece.
Şarkıyı da.
Slaytlardan görüp
tanıdığı şairin
Şiirinden.
Şairi de.
Tablet tablet
yutmuştu oysa.
Korkmadan yazdığı
duvar yazılarını
Kuşlamalarıda,
Şaibeleri de
Amenna yuttuda
zokayı
Cebren ve
hileyle.
Çaktıda imzayı
Yatırıldığı
falaka, atıldığı hücre,
İşkence mişkence
falan
Acıtmadı yüreğini
tek kere.
Tütün tadında
bunca sene,
Sızlayan kemikler
çürüyen etler
İz bırakmadı
usunda,
Unuttukları için
hayıflandı sadece
Sloganları ve
şiiri ve şairi
Şarkılar şaibeli
Kanadı
yürek,dağıldı hafıza
Ve şarkıyı duydu.
Gerisi zırva...
Çocukluğumda
Dedem Korkut masalı denirdi.
Korkardım
masallar korkunçmuş diye.
Çocuklara bunca
korku niye şaşardım.
Büyüdükçe
anladım, masallar değil gerçekler korkunçmuş
Dedemin biri genç
yaşta şiir gibi süzüldü.
Biri geç yaşta
şirin, sevimli idi çözüldü.
Masallar
dinleyemedim onlardan ama,
Sakallısı ne
şahane maniler söylerdi nineme
Hatırlarım
karanfil kokulu dedemi
Cüssesini,
ceplerinde kekik buğusu cesareti
Birini tığ gibi
sadece siyah beyaz fotoğraflardan
Sararmış yüzünde
masal cesareti.
Biz ata dan
böyleyiz yani, beyaz lalem, ata dan.
Masal da
dinleriz, anlatırız da ve severiz.
Korkmayız ayrıca
itten, kopuktan, hayatta.
Soyumda
şair yok ki;
Kendi kendime
parolasız yazayım leylak rengini,
Ayağı sekili ata
binmiş dedemi.
Taraçadan mendil
sallayan yavukluyu,kavukluyu
Öbür dünya
karışık renkli, kokulu mektupla belki ama
İçinde şiir yok
ki;
Zorlu geçitlerde
korkusuzca okuyayım.
Mitolojik bir
çalgıyı fetheden ninemi
İlaveten
günlüklerin tutulduğu geceki öğütleri
Akıl yaşta değil
baştaymış diyerek uzaklara
Bir rakam sanıp
düşünerek o iletiyi,
Çok eski
zamanları anlatan deyimlerle.
Suyumda zehir yok
ki;
İçtikçe ince
urgana dolanayım çakırkeyf
Bir papağan gibi
aynı cızırtılı sesle tekdüze
CAN PARAMPARÇA
Paramparça beden,
Şarapnel parçaları ile civara dağılmış
umut
Evlerin damında, balkonlarda meraklı
gözlerde.
Gözlüğü ve kalemi kırık hatıra.
Duman tütüyor kitapların açılan
kapağından
Gözyaşı sel olmuş, Karadeniz de heyelan.
Karnesi iyi çocuklar huzursuz uyuyorlar
Yarım yamalak dalgınlıklar siliniyor
perdede.
Göz önünde gözler seyiriyor, acı haber
var!
Koskoca ateş topuna döndü, ayarsız zaman
Cehennem yer yüzüne indi, meleği
kucakladı.
Kontağı çevirten de ce tipi ameriko
yapımı cinayet
Uzaktan kumanda kahpelik vurdu
sırtından.
Susturamazsan ortadan kaldıracaksın
meçhullüğü ile
Memleket yerinden oynadı ama,
Asırlık çınarlara bir devrik delikanlı
daha.
Vitesi boşa alındı yerli dünyanın,
Gözler dolu dolu, doldu boşaldı, doldu.
Beden parça parça dokuz kat göğe,
Tanrı elini uzattı tuttu, karanfile can
üfledi
Kıpkırmızı idi Canan.
SEVGİ İLE BORAN
Sevgi
yoluna kar yağsa da tipi boran
Üşümesin yüreğin asla, üşümeyesin.
Sıcacık atsın yarınlara sırsıcak, durmayası.
Sevgi ile döküyor içini doğa inan,
sevginle
Yeryüzü alaca beyaz.
Güle gül sunan diller üşümüş öpülesi.
Yüreciğin sıcacık çarpsın sonsuza
Her an ve o an gelmeyesi asla.
Sarı sıcak bir ışık sevişiyor kar
bulutlarıyla
Şubat ayı ortası otuzdokuz derece
ateşteyim.
Ellerimde sönüyor sevgi feneri
fısıltıyla,
Bir sokak lambası pırıltısında yalnızlık
ağlıyor
Sevgi yoluna kar yağıyor tıpkı Behice.
Denizi tonlarca kara taş doldurulan
limanda
Kartal köprüsüne yetişmeyen yolda
acıyla.
Bir hiperaktif ve validesi ve hancı.
Limon ekşisi kör hayat özlemiyle
zehirlenmiş hap
Seviştiğim dalgalar dalga kıranda kırık
çökük.
Bayramı uğurladım al güllerle sema ya.
Ayrıldım sonra arkama bakmadan beyaz bi
gemiyle
Kalede topal bir siluet bırakarak.
Kime ait olduğu bilinmeyen koltukta
ağlıyor sıla,
Başkasından istemeden git çocuğum ballı
darıyı.
Sala lar okunuyor dinle bak minarelerden.
Elim yandı yazamadım ağıtları debboyda,
Yeşil gecede ki ilanı okuyamadım
Bir sarhoş müzik geldi yanıbaşıma,
uyduruk.
Arka sokaklarda bi haber yalnızlıklar
kılavuzsuz
Tonlarca kayayı taşıyor kar suyu
kuytulara.
Upuzun
pardösülü ben ve boş koltuklar
Deniz gözlerinde o sahilsiz liman kenti,
Bayramı görmeden gitmek varmış Memedim.
Denize doldurulan tonlarca taş yosun
kokuyor.
ÇİNLİ
BEBEK
Sarı
beyaz resimde sırıtan bebek
O ne gülüş len
öyle, yürekleri ısıtan.
Karı yazgıyı
ışıtan sabi güzelliği ile güzel olan
Kısık gözlerinde
neşe cinlik, kahkaha sel,
Pirinç tanesi kadar kutsal.
Siyamlı mısın ne? yoksa çinli mi?
Çekik seni.
Mao’nun bebek
haline benzersin sanki.
O musun bu musun,
be mübarek kimsin?
Sen perdeci
reklamı kartpostal çocuğu,
Duvarıma astığım
biricik çocuğumsun.
Sarı beyaz
fotoğrafı gülüşünle renklendiren.
Ana
gör ki devrilişimi,
Yavrum bak devrim
simli diyebilesin.
Ben doğurdum onu
ve bir daha doğurasın
Doğan da yeniden
ilk nefesimde,
Çocukluğumu ver
elime
Anacım muzipçe
çiğ sütünü
Siyah buğday
ekmeğini ve
Sapsarı mısır unu
bulamacını
Hayat
üniversitesindeki ölümsüzlüğü
Kazanımı, tüm
kaybedişler adına, adımı.
Serilmişim ayağına anam,
Sevmişim devlerin
tepe gözü ile çocuksu.
Gör ki böyle aşk
görülmeyesi
Devrilişler
yaşanmayası böyle
Ayağının altı
cennet köşesi.
Peyderpey
yattın içerde
Kırkbeşlik
plaklar dinlesin diye dostların,
Beş sene, biraz
da fazlası var.
Kırkbeş senede on
binlerce eser
Bir yel eser
hesapsız sabahlara pazarlıkla,
Türkülerden özür
diler işkence aletleri utançla.
Pişmanlık ne kelime zevkle
Yürüyüşü saz üstüne ince tellerde.
Mayısta kır
çiçekleri mahzun, bahar güdük sevdalı.
Yuh olsun örümceğe de, ağına da,
takılana da.
Top yekun sevgi kattın gönüllere,
nur ol aşık.
Bir peykede benim
yüreğim, gel dostum uzanasın.
Ben yaşadıkça sen
de yaşayacaksın,
Dilimdeki
kendiliğinden süzülen ezgilerle.
Sonrası sonsuzda
bir konser de buluşalım,
Sen çalacaksın
biz söyleyeceğiz Tanrı şahit.
O buluşma gününe aşığım gerekçesiz.
VOLGALI USTA
Volga
üstünde Nazım,
İçinde taşkın
tutku İstanbul
Paltosuna yatar.
Tasarımı çok yönlü hasat,
Tepede elektrik
ampulü ihbarı
Hat boyu yoldaş.
Buradan
daktiloyla yazar.
Orada benzin
sıkıntısı var
Parasızlık, onur
ve gurur iksirli
Rüşvet reddeden polise kol saati.
Ustam, zaman
durdu.
Volga üstünde Nazım,
Göğsünde sıcak
yuva özlentisi.
Yayla doğanı
siner soluna.
Kızıl ordu, kızıl
ordu!
Nazım nerde
durdu?
Durup ta
çemberden içeri
Dedi mi? size
merhaba, merhaba,
En halisinden
Türkçe’siyle emsalsiz
Volga üstünde
Nazım,
Anadolu’ da bir
köyde tapusuz
Tek başına yatar.
Başında ulu çınar
Taşsız koca bir
mezar.
Ustam hayali bile
güzel...
Volga üstünde
Nazım,
Suya şiir yazar, okur, yazar,
söyler.
O su bize akar, akar, akar, akar...
Duvardaki
çiviye asılı kırıp döktüğüm hayat.
Sıcak küllerinden
doğuyor benliğim,
Sıska gövdem kocaman koltukta bir
avuç köz.
Kucağımda okşadığım gök gürültüsü
kül rengi
Hendekte ölmemiş,
siyah beyaz resimdeki o mavi göz
Kaç yıl
önceydi? Nice yıl geçmiş ışıklar
kırılalı,
Yenibaştan acı,
izleri hala derin ve yakıcı
Baştan sağma baş
sallamalar balyoz gibi, sarsıcı.
Boğazını sıktığım
kader ölmemiş, soluğu zehirli.
Sırılsıklam
dünya, göğe çivilenmiş yağmur
Dinmiyor
sabahlara yağan ıstırap.
Ölüm
penceresindeki perde sensin, beni kayırdın
Aynalara
gizlediğim binlerce insan rastlantısı kayıp.
Günlerce ne
telefon, ne o, ne bu, ne sen?
Asıldığım gün
artık sesini duyamayacağım.
Suspus olmuş
günler devrilmiş çamura,
O melun çivide
takılı, kayıp sarımsı yağmurluğun.
Dağlarına yeni
yıl yağmış,
Köyümün kentimin
Bembeyaz ve bi
başka güzel
Sımsıcak ve özel.
Korkmadan sevgiyi
yazarken orada ayaz da
Utanmamışlığın
ocağında bal ormanı yanmış
Ve bir küçük
ahşap, ev önemli yarınlarda unutkanlıktan.
Bomboş ama
alabildiğince istif istif.
Dağlarına yeni
yıl yağmış,
Köyümün,
kentimin, mahlemin, meftamın
Bembeyaz ve bi
başka güzel
Sımsıcak ve özel.
Sarsmadan aksu da
yüzen kara yazgıyı
Bi başka nurlu ve
ay aydın tertemiz.
Gül ağacında üç
yeni yıl filizlenmiş saygıyla,
Gözlerini köyümün
kestaneliğine açmış bahar.
Kenarı yırtık bir
resmin esas duruşuyla.
Bi fındık kabuğu
dolusu yalnızlık baş köşede
Bir Ocak günü
lapa lapa yağmış dağlarıma yeni yıl.
İkiçiftsıfırüç’e
uğramadan geç sahte ölüm.
Damarlarımı
mühürlemiş köyümün muhtarı,
Bir garip imza
atılmış erkenden hepimiz için.
Köyümün kentimin,
Dağlarına yeni
yıl yağmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder