29 Haziran 2013 Cumartesi

KALPAKLILAR...


                                              İÇİNDEKİLER

 

 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


“ KALPAKLILAR


 

 

 


İstanbul’ da  doğdum.

 

Anamdan yirmi yıl sonra, anam kırkdörtlü, babamdan. İyi okullarda okudum. Oruçgazi, Pertevniyal, Marmara İşletme, onca yoksulluğa rağmen. Oniki eylülden önce de sonra da.  Belki ondan, hayata dilediğimce atılamadım sanki. Dikbaşlılıktan veya tecrübesizlik de.

  

  Şiirler yazdım, öyküler ve roman aklımda hazır. Kitapsızım Allah’ ına kurban, öyle işte.

                      

        Dert etmiyorsam namerdim bitmiş seyahatlerimi. Epey geciktim, ne yazık ki vapur o limana uğramıyormuş; Karşıyaka’ ya. Tren raylarında karar vermişliğin rengi sırlı. O sırra erişemedim hani; gün olur belki...

 

İstanbul’ da yaşadım.

 

        Doğduktan bu güne, bu saate, bu cümlelere, dizelere. Şehirli romantiklerden olamadım hiç. Koca bir köyde tek başımayım yani. Solumda ince hasar, mutsuzum demeli miyim? Ama sarışın severim, hem mavi göz ve bir çift can veren söz. Yeşiline uzandığım cennet vatandayım. Ata evinde yalnız. Ödüllere boğulmuş yüreğimde sürgün. Çavuşoğlu’ yum Aksu da yüzen, güneş dahi doğmadan er vakit...

 

Giresun da ölebilirim.

 

 


 

İtiraflarımı yazıyorum çocukça, duvarlara,

Mülteci’ yi çalsın orkestralar ay ışığın da.

Bol yankılı öyle bir şarkı bestelenmiş olsun ki;

Gayri meşru  çocuğum tek notadan doğmuşçasına,

Kaderinden kaçan bir sıkışmanın eseri gibi.

Korkuyu uyandıran terk edilmişlik kendi yoluna sel

Ardına yeni yetme hevesiyle sürüklendim.

Sorularda pembemsi suçluluklar provası,

Değişmeyecek bir yaşamı yanıtlıyorum

Bir sandık dolusu ajandaya yazılmış umursamazlıkla.

Kitlenmiş mekanlarda beğenisi arızalı yanışla,

Akıl çelen isyanlar taşıyorum kucağımda.

Israrla kızıl saçlı sürgün kızı anıyorum:

Arayışlarım estetik kaygılı,tatlı,sert,mahirce,

Can çekişin iğrenç soluğu yüzüme yapışmış.

Ölümü reddedişimin üzerinden kaç aşk geçti,

Ömür boyu İstanbul fonunda keşif günlüğünde.

Ağlama modundan kaçarken büyünür, a çocuk

Mutluluk delisi çocuğa ağlıyorum mülteci ile.

 

 

 


 

Kara kalpaklı sarı bıyıklı şiirimi yaz,

Sonra çizilmişinin önünde oku.

İçinde kızgın lavlar aksın dağlardan dağlara,

Önündeki bende çarpsın donsun.

Çatmışım kaşlarımı korkmadan,

Gözlerimin yeşilinde kızıl ötesi ışık

Kara dalgalarda kavrulsun viran vapur,

Acı düdüğünden memleket uyansın.

Nasılsa biz herkesçe kendince hatırlanırız

Sen bizi bizce hatırlat zor da olsa.

Çekilmişinden çizilmişin önünde okuyacağın

Kara kalpaklı,sarı bıyıklı şiirimi yaz.

Arka fonu kızıla boya,

Çatsın kaşlarımı dolu fırçalar.

Onca zahmete değmemiş dünya; ya memleket?

Gözlerimdeki ışığı kör edici şekle büründür

Gerçeği görenler belli, onlara yol gösterir

Foyası ortadalar zaten kör, onlar yanacaklar.

Elimde mavzer soğuğu, yüzyıldır çıplak Anadolu.

Yılanlar kör, yalanlar kor.

Resmime bakanlar değmezmişsiniz.

Bıyıklı,kalpaklı bir resmimi çiz...

 

 

 


 

Bütün mutluluklar çalışma masamda karmakarışık.

Nur seli inmiş cesaretime pranga gibi,

Bağımsızlığıma açılan kapılar kapalı.

Ben sana kavuşmaya tutkun.

Merasimler asılmış gerdanına pırlanta gibi

Balıkçıl kuşlar ölür,ben kör kalırım.

Suni solunumlarda solak şehir.

Büyük gürültülerle yaklaşıyor korku  salı

Zehri dilimin ucunda şeker gibi; horoz şekeri

Didişmekten yorgunum ve uzaktayım.

Rüzgara hasret yel değirmeni modunda dumanlı

Oksijen ve temiz hava garibiyim.

Bütün umutlarım çalışma masamda ulu orta.

Çiçek toplamayı ve resmetmeyi öğrenicem çarçabuk

Bu salak şehir kavgada yenildi çünki.

Kapıvermişsin beni görgüsüzce incindim,

Dost seçerken dikkatliyim de;

Ah dostum düşmanımı seçemem ki.

Bir gece boyu tuza yatırılmış mumum sanki,

Islak bir sabun dolaşır vücut dokumu şimdiden

Bilsen nelere gebeyim üçten dokuza.

Nerede o asil kavganın şehlası, şehir alacası

Dokun da bin ah işit ey çalışma masam.

 

 


 

Anadolu’ dan başladı ise ateş,

İstanbul’ u da yalar yutar.

Kollarımda ölmüşse de Vatan

Küllerinden doğar inan.

İşgale uğramış limanda bir çift mavi yürek.

Kuklalar yüklenmiş gümüş gemilere,

Martıların şaşkınlığı kanatlarında gizli

Kıyıya vuran dalgalar rüya rüya.

Kara örnekler istemiyorum artık,

Baştan çıkarıcı iğreti tabirleri de.

Devrilmişim öz evladımın kucağına

Şakağıma dayalı öpüşler kupkuru.

Anadolu’ ya başladı ise yolculuk,

İstanbul’ dan akan sular,yollar

Kollarımda ölmüşse de sevdan

Karadeniz den çağlar topal topal.

 

 

YOLCULUĞUM GECİKTİ


 

Ortalama elli yıl yaşansa

Giresun’da Muhammed’e ulaşırım şansa,

Kırşehir’de İsa’ya, sırada Musa var.

Yaranmak adına değil ki ağlamak canım,

Cennet göğsümde saklı, cehennem de.

Başıma saldığın iki kırık henüz kaynamadı,

Nemrut’ da güneş batmış fırtınalar eşliğinde

Hazır değilim öldükten sonraki ölümsüzlüğe

Ben doğru dürüst Afyon’ u bile gördüm diyemem.

Belki tohum Çukurova’ da ekilecek toprağa

Bir nebze daha uzaklaşılacak yarınlardan.

Henüz zihnime dayamadım kalemimi

Yolculuk Kırklareli’ nden Hakkari’ ye

Zülfikara rastlamazsa bol damarlı boynum

Şimdilik doğan yok benden başka sinsilede.

Gelişigüzel yaz akşamlarında yazıyla Karşıyaka’ ya

Fener alaylarında kolkola sırat provasına,

Sabah ezanı okunuyor yine bet bir sesle.

Ertelenmezse eğer elli yıl sonra mola.

 

İLENÇ DUVARI


 

Rodrigo’ nun gitar konçertosu aşığı demli çay isteyecek,

Her zamanki giyinişiyle dimdik, etkili,  yiğitler yiğidi.

Sırf olaya tanıklık edecek dostlar da hazır

İlaçla ayakta duruyor garipler,uyuşmuşlar.

Devrimci de ölür, devrimci gibi diyecekler,

Ölür ama geleceği umutla yazmıştır not defterine.

İşlemiştir gönülden, doyasıya, hayatı ilmek ilmek.

Yağlı urgan yığınla kağıdı buruşturamaz,

Sadece düşüncenin boynu kırılır solgun yüzlerde

Tarih yanılmaz,affeder,ilenç duvarı yıkılır.

Ünlü konçerto kulağına çalınır, dudakta uçlu cigara

Mutluluk gelmiş kapına dayanmış ebedi kavga taze.

İstersen açma, şimdi biraz istirahat, ranzalar boş

Veysel’ in türküsü gece gündüz uzun ince yolda.

İşte böyle, beyaz ölüm gömleğini giymeden geleceğe,

Festival onuruna cellatı siktir ederek

Evet onu da, olur ya, yarın boşa konuşur diye.

Vasiyetler tek sayfalık mektup, o anda

İzin olursa böyle gideceğim inançla bağırılan  bu yolda,

Rodrigo’ nun gitar konçertosu eşliğinde yolcu yolunda gerek.

 

        

DAR AĞACINDA TATLI SÖZ


 

Çocuksu mavi gözlerinde inanç ve masumiyet pırıltısı

Kimseyi peşinden sürüklemeyecek sanılan türden,

Ama liderlik için doğmuş erkenden.

Acı çektiği madalyası hücre duvarına tebeşirle

Bu uğurda aceleye gelmiş kramp yüzünde

Gülümsüyor azap içinde üzgün, işbirliği paylanıyorken.

Savunmasız  biri daha düştü kurtlar sofrasına

Acıklı yanlış anlamalarla zil zurna ölüme

İnsancıl bir duruşla yüceldi...

Yeni düşüncelerle, yatkınlık çağında ecelsiz

Sonra ölüme sebebiyetten.

Gençlik vücudunu terk ediyor belli belirsiz

O da gizlenmişliklerle karşı karşıya.

Beylik kahroluşlar pazarında iddialı oyun tezgahında

Artık seyirciler oyunu beğenmiyor izlese de zorla.

Alçak gönüllü tanımaların kucağında güvensizlik

Berbat bir diktatör dikta ediyor, terbiyesizce usa,

Sözüm meclisten dışarı, çocuksu mavi gözlerin masumiyeti asılıyor.

İnanç hepsinden öte cana candeğer,

Darağacında sözü tatlıya bağlayan kötü bir parti üyesi.

O tatlı söz ne ola ki, çocuğum bilemem.

 


 

Ordular kesse de yolu

Kolluk kuvvetleriyle kesişse de patikalar

Orda kese de bir ev var.

Ahalisini fikirler yönetir, kitaplar.

Sevimsiz geceler intikam kusar ve kızılca kıyamet,

Üzerine harfler kazılı ağaçlar devrilir

Bedava sayılan yıldızlar küser sırayla

El ayak çekilir kara gözlü dünyadan kasten

Bütün kaybım birkaç kitaptan ibarete sevinilir.

Hayatım, hayatına inan sevdana

Çünki deniz derya zafer kazanılmış vizesiz

Yine de İstanbul haram bize.

Orda kese de bir ev var ya!

Ahalisini fikirlerin yönettiği, kitapların

İşte o kesedeki evin yamacına gömün,

Eğer kesik kesik yağan mermilere değerse başım.

Vurulduğum yer neresi olursa olsun, oraya...

 


 

Avluyu ısıtan voltacı çocuğun hızı arttı.

Dudağındaki ıslıkta anasına yolladığı ağıt,

Kar yağıyor efil efil, dünya bağlantılı ışık söndü.

Evrene sövmekle birebir rastlantı, heyhat

Bi haber yavukludan ne oldu lu , nasıl lı?

Kara haber ovalara tez ulaştı.

Asılmayı bekleyen yüzünde kız maskı,

Sesinde olgunlaşmamış erkin erliği,

Seyrek sakalında jilet izi, kızıl sevgi,

Gözlerindeki heyecan yoluk kirpi kibiri.

Duvarlarda telli kafesli utanç, bam telsiz saz.

Darağacındaki yadigar çingen mahmo ağlamaklı

Dikenler üstüne çömeltildi, ince dal dikine,

Pencerelerde gözü kara sırıtışlı mal, gönlü dar

Yukarı açılan ellerde yakarı kırık, Tanrı aciz

Hafif şiş mor ayaklar tırpan üstünde, sırat nazlı.

Ekin biçmeye daha ermedi yaş, zaman narin dal

İskemleye bir darbe aniden, onikiden

Eylül sabahlarında iç burkan hüzün kışa döndü.

Karaltılar arasında ışık yüzlü voltacı çocuk.

 

Kemik sayımı daha bu gün geldi, ne hız, azıttınız...

 

   


 

Aşıkane repliklerle uyandı doğa.

El ele oyalanırken elalem

Şen kahkahalar köprüsünde şenlik.

Yok yok, ne ararsan köpürmekte kümbette.

Nekesçe yüzüyor onur, sırsıklam

Başkaldırmış şenliğin altında şelale

Nakaratların peşinde anasonlu bir oya gibi,

İskeleye döndü yüzünü, kırmızımsı.

Taklit gemiler paylanıyor oluruna olmazına

Kendinden emin geçitlerde arsızca işgal.

Opal parlaklığında repliklerle tersanede,

Narin gövdesinde eksik yazılmış duyurular.

Duyan duymayan bir olsun, dillensin

Reddediyorum nadasa bırakılmış aşkları diye.

Parkama gizliyorum tartışılmaz güneşimi, eşimi.

Itırlara boğuyorum nefsimi, ese ese estikçe esinti.

Esenlikler dileğim aşıkane replikli,

Esenler’de uyurken doğa uyanıyorum. 

 


 

Altı yıl var altın renkli çizgiyi geçip,

Devrimin beşiğinde önsözü okuyalı,

Dalgalanan pankartlarda çocuksuluğumu.

Erken yaşlandım besbelli çok erken,

Yeğlediğim buluşmalar ziyaretçi tutkusundan.

Manifestosunu çok geç yazdım aşkın.

Hapse yenik düşünce Mayıs başları çepeçevre,

Katına ne girişimler sürdürdüm bilsen.

Tüm izlerin silinmiş, angaryalar omzumda.

Kaygılı bir sürgünde ömrüm, kayıplarda

En ücra köşesinde konforun eksik yaşanmışlıklar.

Sonsuzluğu ölçüyorum, ellerimde beynim.

Ödeyemeyeceğim borç yükü altında nefesim

Göz görebildiğince zenginlik aldatısı ve yontusu.

Kırsalda bir kıvılcım çaktı sakince,

Kaç yıl var acıyla geçmiş saymadım.

Yer kabuğu sancıyla çatlar sensiz

Ayaklarım ayaklandı çekincesiz, çotanaksız

Dalgalanan al bayrakta orak çekiç.

Len yoldaş in uyuyan ovalara dağlara

O vakit hevesle doğacak kızıl güneş,

Öpecek dudağından altın renkli çizgiyi seçip.

 

SENEYE, SENELERCE ÖTEYE

...

Boş bırakılıp da, yaşanacak  nice gün saklı

Sınırlı sayfalı ajandamda

Ötenazi.

Göğsümde iki kırık ok, ciğere ramak kaldı.

Tası tarağı topladık geldik haftasına.

Tam altı ay tam çektim

Sonrasında o bitmez gam.

Gamzedeyim rafımda tonlarca haber altı,

Artık kaydetmeyeceğim almanağı çünkü

Ölümü gördüm kafeste.

İlk üç satırı tam bir yıl önce döşenmişim

Son dört dizeyi de dileğimden başlayarak şimdi.

Az kalsın gerçekleşecekmiş ötenazi.

Öz kıyım pınarından içtiğim ışıkta.

İçimde nar gibi kızarmış geciken sevda,

Evin boşluğunu doldurduğum yakınlık sır.

Sarmışım kolumu kızıla boyayan zona ile.

Zonklamış beynim iki divana üyelikten,

Bir de seçim atlattık bunca darlıkta, duble iks.

Zekat bile gayri müslime verilebilirken,

Hep kendine müslümanlar kazandı.

Savaş kapıda zili çalıyor hararetle,

Dileğim;

Ablasının kömür gözlerine,

Üçyüzaltmışbeş küsur barış çubuğu tüteri.

İkibinüçten.

...

 


 

Atlantik’ten And dağlarına

Deneme sınavı örsesinde serçeler uçar.

Kara kaşlı matem, kurşun zengini madem

Kimliğinde gelişigüzel dolaşır yazılı.

Devrim düşüne kurban arşivlerde Nurhak

Düzlenmiş künyesi Everest yazılı.

Somut cümleler günlüklere sızmış mertçe,

Günlük keşifler insanca imalı.

Başı fırtınalı efsaneler bebek yüzlü,

Denizaltında yakın çekim batık sevdalar katmerli.

Boğulmak esrarengiz tufanı kovalarken,

Balık pazarında mavi buhran.

Kırmızıya para basar kuklalar mızıklanarak.

Soru sürgünde, parolası çiçek kokteyli

Purosu pasaportu, kepi yaldızlı külçe.

Bir yıldız kaydı dilek tutamadım.

And içtim Atlantik’ ten  dağlara.

 


 

Sloganları unuttu.

Unuttuğundan atamamıştı yani,

Yalan ne kelime!

Yumruğu havada öylece.

Şarkıyı da.

Slaytlardan görüp tanıdığı şairin

Şiirinden.

Şairi de.

Tablet tablet yutmuştu oysa.

Korkmadan yazdığı duvar yazılarını

Kuşlamalarıda,

Şaibeleri de

Amenna yuttuda zokayı

Cebren ve hileyle.

Çaktıda imzayı

Yatırıldığı falaka, atıldığı hücre,

İşkence mişkence falan

Acıtmadı yüreğini tek kere.

Tütün tadında bunca sene,

Sızlayan kemikler çürüyen etler

İz bırakmadı usunda,

Unuttukları için hayıflandı sadece

Sloganları ve şiiri ve şairi

Şarkılar şaibeli

Kanadı yürek,dağıldı hafıza

Ve şarkıyı duydu.

Gerisi zırva...

 


Çocukluğumda Dedem Korkut masalı denirdi.

Korkardım masallar korkunçmuş diye.

Çocuklara bunca korku niye şaşardım.

Büyüdükçe anladım, masallar değil gerçekler korkunçmuş

Dedemin biri genç yaşta şiir gibi süzüldü.

Biri geç yaşta şirin, sevimli idi çözüldü.

Masallar dinleyemedim onlardan ama,

Sakallısı ne şahane maniler söylerdi nineme

Hatırlarım karanfil kokulu dedemi

Cüssesini, ceplerinde kekik buğusu cesareti

Birini tığ gibi sadece siyah beyaz fotoğraflardan

Sararmış yüzünde masal cesareti.

Biz ata dan böyleyiz yani, beyaz lalem, ata dan.

Masal da dinleriz, anlatırız da ve severiz.

Korkmayız ayrıca itten, kopuktan, hayatta.

 


 

Soyumda şair yok ki;

Kendi kendime parolasız yazayım leylak rengini,

Ayağı sekili ata binmiş dedemi.

Taraçadan mendil sallayan yavukluyu,kavukluyu

Öbür dünya karışık renkli, kokulu mektupla belki ama

İçinde şiir yok ki;

Zorlu geçitlerde korkusuzca okuyayım.

Mitolojik bir çalgıyı fetheden ninemi

İlaveten günlüklerin tutulduğu geceki öğütleri

Akıl yaşta değil baştaymış diyerek uzaklara

Bir rakam sanıp düşünerek o iletiyi,

Çok eski zamanları anlatan deyimlerle.

Suyumda zehir yok ki;

İçtikçe ince urgana dolanayım çakırkeyf

Bir papağan gibi aynı cızırtılı sesle tekdüze

Altın kafesimde bülbül yok ki;

 

CAN PARAMPARÇA

 

Paramparça beden,

Şarapnel parçaları ile civara dağılmış umut

Evlerin damında, balkonlarda meraklı gözlerde.

Gözlüğü ve kalemi kırık hatıra.

Duman tütüyor kitapların açılan kapağından

Gözyaşı sel olmuş, Karadeniz de heyelan.

Karnesi iyi çocuklar huzursuz uyuyorlar

Yarım yamalak dalgınlıklar siliniyor perdede.

Göz önünde gözler seyiriyor, acı haber var!

Koskoca ateş topuna döndü, ayarsız zaman

Cehennem yer yüzüne indi, meleği kucakladı.

Kontağı çevirten de ce tipi ameriko yapımı cinayet

Uzaktan kumanda kahpelik vurdu sırtından.

Susturamazsan ortadan kaldıracaksın meçhullüğü ile

Memleket yerinden oynadı ama,

Asırlık çınarlara bir devrik delikanlı daha.

Vitesi boşa alındı yerli dünyanın,

Gözler dolu dolu, doldu boşaldı, doldu.

Beden parça parça dokuz kat göğe,

Tanrı elini uzattı tuttu, karanfile can üfledi

Kıpkırmızı idi Canan.


 SEVGİ İLE BORAN

 

Sevgi yoluna kar yağsa da tipi boran

Üşümesin yüreğin asla, üşümeyesin.

Sıcacık atsın yarınlara sırsıcak, durmayası.

Sevgi ile döküyor içini doğa inan, sevginle

Yeryüzü alaca beyaz.

Eller buz gönüller ayaz

Güle gül sunan diller üşümüş öpülesi.

Yüreciğin sıcacık çarpsın sonsuza

Her an ve o an gelmeyesi asla.

Sarı sıcak bir ışık sevişiyor kar bulutlarıyla

Şubat ayı ortası otuzdokuz derece ateşteyim.

Ellerimde sönüyor sevgi feneri fısıltıyla,

Bir sokak lambası pırıltısında yalnızlık ağlıyor

Sevgi yoluna kar yağıyor tıpkı Behice.

 


 

Denizi tonlarca kara taş doldurulan limanda

Bayramı sordum mavilere son defa,

Kartal köprüsüne yetişmeyen yolda acıyla.

Bir hiperaktif ve validesi ve hancı.

Limon ekşisi kör hayat özlemiyle zehirlenmiş hap

Seviştiğim dalgalar dalga kıranda kırık çökük.

Bayramı uğurladım al güllerle sema ya.

Ayrıldım sonra arkama bakmadan beyaz bi gemiyle

Kalede topal bir siluet bırakarak.

Kime ait olduğu bilinmeyen koltukta ağlıyor sıla,

Başkasından istemeden git çocuğum ballı darıyı.

Sala lar okunuyor dinle bak minarelerden.

Elim yandı yazamadım ağıtları debboyda,

Yeşil gecede ki ilanı okuyamadım

Bir sarhoş müzik geldi yanıbaşıma, uyduruk.

Arka sokaklarda bi haber yalnızlıklar kılavuzsuz

Tonlarca kayayı taşıyor kar suyu kuytulara.

Upuzun  pardösülü ben ve boş koltuklar

Deniz gözlerinde o sahilsiz liman kenti,

Bayramı görmeden gitmek varmış Memedim.

Denize doldurulan tonlarca taş yosun kokuyor.

 

ÇİNLİ BEBEK


 

Sarı beyaz resimde sırıtan bebek

O ne gülüş len öyle, yürekleri ısıtan.

Karı yazgıyı ışıtan sabi güzelliği ile güzel olan

Kısık gözlerinde neşe cinlik, kahkaha sel,

           Pirinç tanesi kadar kutsal.

           Siyamlı mısın ne? yoksa çinli mi? Çekik seni.

Mao’nun bebek haline benzersin sanki.

O musun bu musun, be mübarek kimsin?

Sen perdeci reklamı kartpostal çocuğu,

Duvarıma astığım biricik çocuğumsun.

Sarı beyaz fotoğrafı gülüşünle renklendiren.

 

 


 

Ana gör ki devrilişimi,

Yavrum bak devrim simli diyebilesin.

Ben doğurdum onu ve bir daha doğurasın

Doğan da yeniden ilk nefesimde,

Çocukluğumu ver elime

Anacım muzipçe çiğ sütünü

Siyah buğday ekmeğini ve

Sapsarı mısır unu bulamacını

Hayat üniversitesindeki ölümsüzlüğü

Kazanımı, tüm kaybedişler adına, adımı.

           Serilmişim ayağına anam,

Sevmişim devlerin tepe gözü ile çocuksu.

Gör ki böyle aşk görülmeyesi

Devrilişler yaşanmayası böyle

Ayağının altı cennet köşesi.

 


 

Peyderpey yattın içerde

Kırkbeşlik plaklar dinlesin diye dostların,

Beş sene, biraz da fazlası var.

Kırkbeş senede on binlerce eser

Bir yel eser hesapsız sabahlara pazarlıkla,

Türkülerden özür diler işkence aletleri utançla.

           Pişmanlık ne kelime zevkle

Yürüyüşü  saz üstüne ince tellerde.

Mayısta kır çiçekleri mahzun, bahar güdük sevdalı.

           Yuh olsun örümceğe de, ağına da, takılana da.

           Top yekun sevgi kattın gönüllere, nur ol aşık.

Bir peykede benim yüreğim, gel dostum uzanasın.

Ben yaşadıkça sen de yaşayacaksın,

Dilimdeki kendiliğinden süzülen ezgilerle.

Sonrası sonsuzda bir konser de buluşalım,

Sen çalacaksın biz söyleyeceğiz Tanrı şahit.

           O buluşma gününe aşığım gerekçesiz.


VOLGALI USTA

  

Volga üstünde Nazım,

İçinde taşkın tutku İstanbul

Paltosuna yatar.

          Tasarımı çok yönlü hasat,

Tepede elektrik ampulü ihbarı

Hat boyu yoldaş.

Buradan daktiloyla yazar.

Orada benzin sıkıntısı var

Parasızlık, onur ve gurur iksirli

           Rüşvet reddeden polise kol saati.

Ustam, zaman durdu.

Volga üstünde Nazım,

Göğsünde sıcak yuva özlentisi.

Yayla doğanı siner soluna.

Kızıl ordu, kızıl ordu!

Nazım nerde durdu?

Durup ta çemberden içeri

Dedi mi? size merhaba, merhaba,

En halisinden Türkçe’siyle emsalsiz

Volga üstünde Nazım,

Anadolu’ da bir köyde tapusuz

Tek başına yatar.

Başında ulu çınar

Taşsız koca bir mezar.

Ustam hayali bile güzel...

Volga üstünde Nazım,

           Suya şiir yazar, okur, yazar, söyler.

           O su bize akar, akar, akar, akar...

 


 

Duvardaki çiviye asılı kırıp döktüğüm hayat.

Sıcak küllerinden doğuyor benliğim,

           Sıska gövdem kocaman koltukta bir avuç köz.

           Kucağımda okşadığım gök gürültüsü kül rengi

Hendekte ölmemiş, siyah beyaz resimdeki o mavi göz                  

Kaç yıl önceydi?  Nice yıl geçmiş ışıklar kırılalı,

Yenibaştan acı, izleri hala derin ve yakıcı

Baştan sağma baş sallamalar balyoz gibi, sarsıcı.

Boğazını sıktığım kader ölmemiş, soluğu zehirli.

Sırılsıklam dünya, göğe çivilenmiş yağmur

Dinmiyor sabahlara yağan ıstırap.

Ölüm penceresindeki perde sensin, beni kayırdın

Aynalara gizlediğim binlerce insan rastlantısı kayıp.

Günlerce ne telefon, ne o, ne bu, ne sen?

Asıldığım gün artık sesini duyamayacağım.

Suspus olmuş günler devrilmiş çamura,

O melun çivide takılı, kayıp sarımsı yağmurluğun.

 

 


 

              Dağlarına yeni yıl yağmış,

Köyümün kentimin

Bembeyaz ve bi başka güzel

Sımsıcak ve özel.

Korkmadan sevgiyi yazarken orada ayaz da

Utanmamışlığın ocağında bal ormanı yanmış

Ve bir küçük ahşap, ev önemli yarınlarda unutkanlıktan.

Bomboş ama alabildiğince istif istif.

Dağlarına yeni yıl yağmış,

Köyümün, kentimin, mahlemin, meftamın

Bembeyaz ve bi başka güzel

Sımsıcak ve özel.

Sarsmadan aksu da yüzen kara yazgıyı

Bi başka nurlu ve ay aydın tertemiz.

Gül ağacında üç yeni yıl filizlenmiş saygıyla,

Gözlerini köyümün kestaneliğine açmış bahar.

          Dallarına yeni yıl tünemiş düşüncelerimin,

Kenarı yırtık bir resmin esas duruşuyla.

Bi fındık kabuğu dolusu yalnızlık baş köşede

Bir Ocak günü lapa lapa  yağmış dağlarıma yeni yıl.

İkiçiftsıfırüç’e uğramadan geç sahte ölüm.

Damarlarımı mühürlemiş köyümün muhtarı,

Bir garip imza atılmış erkenden hepimiz için.

Köyümün kentimin,

Dağlarına yeni yıl yağmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder