9 Haziran 2013 Pazar

TAKSİM YAZILARI...

TAKSİM YAZILARI...

İNSAN OLMAK VE TAKSİM GEZİ PARKINDA OLMAK…

İnsan nihayetinde insandır ve bazen çok görülmez yaptığı. Çok konuşmaya ne hacet bazen dağ fare doğurabiliyor işte. Ve bazen de aslan fareye boğdurulabiliyor. Tüm mesele ise kim ne derse desin dili tutamamak üzerine kurulu bir kazan. Kibirlenme ve kurumlanmanın neticesidir kıssadan hisse tüm gazlı, harlı yaşanılanlar. Bu dur işte İnsan olmanın gereği ve Taksim Gezi Parkında Dolaşmanın,Taksim Gezi Parkı’nı  “Taksim Gazi” parkına dönüştüren direnişintek sütunda izahı…

İnsan nihayetinde insan ve her insan başarılı olmak ister şu kör kuyu dünyada ve özellikle bu dik zamanda. Aşırı isteklenir çevresine bakınca ve motivasyonu tepe yapar kısa sürede. Donanımlara bakmadan, aldırmadan, kondisyonuna güvenir insan bu her-gece nöbetlerinde. Yapabilme ve gerçekleştirme gücü de civardan desteklenince performans arttıkça artar. O saatten sonra değerlendirme yapması, gelişmeleri değerlendirebilmesi güçleşir artık. Ve bata çıka kendini düzeltme fırsatı bulamadan yoluna devam eder. Budur işte tarihte yaşanmış tüm halk hareketlerinin özünde yatan gerçek. Ezilmişlik, bunalmışlık ve F tipi bir şeyler elbette doğal etkendir ama İnsan için artık yarın yoktur, bu gün vardır.

İnsan nihayetinde insandır. Ve insan tüm bu etkenlere kökünden yapışarak, giderek daha da etkinleşerek elini kolunu bağlayan bütün olumsuzlukları kökten yok etmek ister. Yıllarca ister istemez kabullenilmiş olan umutsuzluk, yarınsızlık, heyecansızlık, güvensizlik, eylemsizlik ve inançsızlığı hayatından, ciğerinden söküp atmak uğruna her yolu dener. Bu yolda her irkilişi her dirilişi mubah sayar. Böylesi bir psikoloji ile böylesine sert ve dengesiz şiddetin ayyuka çıktığı sosyolojik ortamda insanın birilerini kızdıran partizanca tavır takınmasından doğal bir seçim şansı da kalmaz elinde.

İnsan nihayetinde insan ve İnsanın işi olacak, karnı doyacak,  yiyecek, içecek, giyecek, barınacak ve kutsallarına da fazla dokunulmayacak. Bunları birilerine bizim çocuk diye emek yoksun uğraşsız sağlayan bir döner sistem oluşturulmuş ise diğerleri sandıktan çıkmadı ileri demokrasi mantığıyla ötekileştiriliyorsa, yoksulaştırılıyorsa, insandan uzun vadeli seçicilik sergilemesini beklemekte hayalcilik olur. Hayalcilik olur, beklemek olur yalnızca ve hiç beklenmedik F tipi bir şeyler olur özür dilenmesi gereken ve dalga dalga ülkeye yayılır hasret.

İnsan nihayetinde insan ve insan böylesi bir çıkmazın içinde ister insani olsun ister çapulcu olsun bam teline basıldı bir kere, kendi kurtuluşunu hazırlamaktan asla çekinmez. Mevcudun olumlu yanlarını kendi görüp, hissedip faydalanmasa da de över, över ama bir noktaya kadar. Kara delik aşıldığında ise olumluyu olumsuzu ayırmadan gömer bir fidan çukuruna. Aslında geniş bir pencereden gözlemlenip, veriler alt alta yazılsa gerçek tablo kendiliğinden ortaya çıkar. Fazla söze ne hacet, tek bir kelimenin anlamı-meali yeter olayı izaha; Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre Çapulcu: Çapul yolu ile başkasının malını alan, talancı, yağmacı, plâçkacıya deniyor Çapul ise:Yağma, talan, plâçka demek. Oldu mu şimdi yani beyler beyi.

İnsan nihayetinde insan ama insanın bilinçlenmesi, bilincin örgütlenmesi istenmeyip, engellenirse, ayrıca bilince, bilgi birikime sahipliğin artması on yıllarca önleniveriyor ise dışlanan insan köktenci bir mantıkla tüm kurumlaşmış değerleri yeniden kurgulamaya öncülük eder hiç umulmadık zamanda. Ve yıllarca en ciddi ve gerçek sorunlar devamlı öteleniyor veya hafifseniyor ise topluma yön verecek insan ve programlar asla sıradanlaşamaz. Adı sanı olmayan hiç duyulmamışlar bile, sıra dışı ve akıl ötesi vizyonla geçer sıranın başına kurtarıcılığa soyunur. Sözümüz mecliste dışarı, aslında tek cümleyle

Vitrine-rafa sadece yetersizlerin yetkinleştirilip çıkarılmasıyla yetinemeyişin neticesidir bu çapulculuk harekâtı. İşte o kadar…
Bunca yanlışların, yanlışlamaların doğrulaması ve güzellemesi ise her fırsatta seçimlerde alınmış oy oranlarına bağlanarak halledilmesi yeğleniyor ise gidiş çoktan başlamış da milletin haberi yok demektir…

İnsan nihayetinde insandır ve çok görülmemeli. Bunca ideolojik sapmalar ve kaymalar yoğunlaşmışken yolunu doğrultmaya çalışıyor çabalıyor aklınca. Misyonu ve izanı kaybetmişlik belki milyonlar getirir ama bu masal-gerçeğine aldırmadan İnsanca ilerliyor hedefe. Hem de kamuoyu oluşturma öngörüsünü takmayarak, ne gerek var diyerek, dayanışarak yürüyor ülkenin dört bir yanındaki gezi parklarına. Bunca yıllık yitirmişlik düzleminde son derece estetik duran ve saygınlığı hiç kaybetmeden insanca bir duruş bu yaşananlar. Bunca olumsuzlukların etkisiyle daralan ve küçülen dünyalarını kaybetmemek için gecikmiş protesto turu aslında tüm gayret.

İnsan nihayetinde bir insan ve insan rica minnet yeni menü listeye vekil yazılmak yerine baraja, barikata takılmayı göze alarak, toplumsal olaylara müdahale araçları-tomalarla tanışmaktır genç yaşlı. Asla şu üç beş günlük periyoda sığınmadan artık ne kadar sürecek ise sürer, süre bitene kadar insanlık onurunu diriltmek ve meydanlara sadece renk katmaktır halktan olmak halktan yana tavır almak. Keşik artık keşişleme yapmadan o insanları görmesi, duyması ve anlaması gerekenlerde gerçeğini dünya âleme duyurmaktır asıl olan.

Evet, insan da nihayetinde insan, çok görmemek lazım…

3 Haziran 2013 Pazartesi

F TİPİNDEN REALİST DEĞİŞİME SÜRECİ İYİ OKUYABİLMEK…

Gerçekçi ve realist insanlar yeri gelir tavır koyarlar. Siyasi gelecek endişesi taşımadan doğru bildiğince ve bilimsel verilere dayalı tavır geliştirirler. Politik önder niteliğinde yönlendirici olmaktan da asla çekinmezler.

Tabanın tavırlılığı üst yönetimlerce çok tatlı bir etken görülse de onlar buna kanmazlar. Realizmin gereği tabanla iç içe yaşarlar. Tavanı da gök kubbe olarak görürler ve kabul ederler. İdeoloji dışındaki her birlikteliğin de gelip geçici olduğuna inanarak bilimsel temel oturtmaya aşırı gayret ederler.

Ve benmerkezci anlayışın aynadan yansıyan yüzü asla olmazlar. Benmerkezci yüzlere uzun süre kanmazlar. Bir ara renkler karışsa-karıştırılsa bile ilkesizliğe hiç taviz vermezler. Böylesi bir bencillik toplum adına hem ayıp hem de günah diyebilecek yürektedirler. İşte o yüzden ideolojiye kitlenmeyen politik beraberliklerin uzun ömürlü olması da yine gerçekçi ve realist insanların tavrına bağlıdır. Siyasal ömrün uzaması, uzatılması konusunda onların deneyiminden azami faydayı sağlamak şarttır. Bir bakarsınız durduk yerde verilen tüm destek çekilir.

Hür irade ve demokrasi ölçüsündeki eylemliliklerde her bireyin vereceği zararı öngörmeden ve önemsemeden şiddet seviyesi kaçan önlemleri sıralamak ise kesinlikle din iman bir kenara hümanizme sığmaz. Sonra bu saldırıların devamı ise hiçbir haklı gerekçeye dayandırılamaz.

Ben yaparım olur, kimse işime karışamaz karıştırmam, giden gider mantığı ve göstermelik fevri çıkışlarla politika yaptığını sanmak ise en büyük aldanıştır. Toplumsal değer ve değerlendirmelerin önüne ciddi engeller ve engellemeler koymak ise en bariz yanılgıdır. Çünkü çoksesliliğin ve gür sesliliğin yok edilmesiyle iyice sahipsiz kalan toplum katmanlarının yeni umut arayışlarına yöneleceği bilimsel gerçeklik ve kaçınılmazdır. Ve Gün gelir o güne dek tüm eksiklik ve aksaklıklara göz yumanlar en haşin kadroları da peşinden meydanlara sürükler ve erezyon başlar.

Söylemlerin içini oldukça boşaltıp, sloganımsı saydırmalar ve uçuk kaçık projelerle politikalar gütmek belki başta hoş-iyi karşılanabilir. Ancak devamında ansızın oluşan sosyal patlamalar işin asıl rengini belirler. Söylediği ile yaptığı, teorisi ile pratiği uyumlu olmayanların devri-önü açık görünse de geçicidir ve yollar bir gün barikatlanır ve kapanır.

Haklı ve makul gerekçesi olmayan her eylem sonucunda eylemsizlikle özdeştir. Ancak ekmeğin partisinin olmayacağı görüldüğünde her eylemlilik başka bir boyut kazanarak haklılaşır. O nedenle gerçekçi ve realist insanlar demode olmuş bir yapılanmayı hissettiklerinde asıl hüviyetlerine bürünürler. O hüviyet ki dünyaya bedel tek kelimedir, hürriyet.

Takım tutarcasına partizanlık ne vakit ki tarihe gömülür bilimsel temellere oturmayan taraftarlıklar bile yolu yarılamışken geri basar. Basiretsizlikten kısır tartışma ve çatışmaların zemini oluşturulduğunda da politik gerçekliğin varacağı nokta yine o pek sevilmeyen gerçekçi ve realist insanlara bağlıdır. Yolu, yaşı, başı ve direnci ne olursa olsun, toplu topsuz kışlalar kurulsun kurulmasın her gittikçe büyüyen direniş iktidarları sallayan bir gerçektir.

Yer bir kere sarsılmaya başladı mı Biber gazı, su tazyiği ve benzeri inanılmaz müdahalelerle bu sallantı kolay kolay atlatılamaz…
İdealist insanların odur budur dayatmaları ile gelinen bu açmazda, gerçekçi ve realist insanların hepten bağımsız direnci ayakların altından toprağı bir anda kaydırıverir. Çünkü idealizmin F tipine uzanan köprüde, gönüllere taht kuracak bir model olması ve idealistlerin bu modele işlerlik kazandırabilmesi gelip geçici bir heves, karşılıksız bir sevdadır.

Ayrıca devamlı geçmişe eleştiri mekanizması işleterek yeniliğe açılacak yolları aramanın da gün gelir yanlışlığı anlaşılır. Özeleştiri de yok sayılınca bahaneci ve bananeci bir düzlemde mıntıka temizliği başlar. İşleri daha da güçleştiren ise uydu yöneticilikle uyduların uysun veya uymasın yönetilebileceği uydurmasıdır. İdealizmin kör ettiği gözleri ise gerçekçi ve realist bir anlayışın neferleri açar.

Meşhur açılım ustaları ise kimse kusura bakmasın ama bu üç beş günü iyi okuyamadıkları için o açıktan gerisin geri uçarlar. Çünkü yıllarca umudu boş söylemlerin satır aralarında aramaya mahkûm edilmiş halkın sabrı taşar.  İlmek ilmek işlenerek hazırlanan ve dayatılan egemenliği bireyselleştiren bu uyumsuzluk tablosu, anti demokratik ayarsızlıkla dünya ile barışıklığı da zedeler, Ülke barışını da.  

Sabır taşı da çatlayınca, taşmaya katkı değeri ispatlı toplumsal realiteye kayıtsız kalış da eklenince egemenliğin kayıtsız şartsız millette oluşu muhalif cenahlara kayar gider. İşte o an on yıllardır planlanan toplumsal dizayna son durak, son liman, son peron gözüyle bakanlar hiç anlayamadan çemberin dışında kalırlar.

Bu gün için çemberin içinde veya dışında kalarak F Tipinden kaynaklanan Realist Değişime katkı koyacakların bu eylemsel süreci doğru okumak gibi bir zorunlulukları da oluştu.  Nasıl okudukların izliyoruz ve izlemeye devam edeceğiz…

2 Haziran 2013 Pazar

ÜÇ YANI DENİZLERLE ÇEVRİLİ ADA DA DİRENÇ VE İLENÇ…

Üç yanı denizlerle çevrili umut adasında iktidarsız güneşsiz, suslatan yıllardan sıyrılıp gelmiş üç beş gün yaşandı İstanbul’un Taksim’lenmiş meydanında. Yakarışlara esir yarınsızlığı, gelecek kaygısını urlu kafalar ölümsüzlüğe sırıyınca gazlı sulu bombalı yallah tazyikli ve halen süren-sürdürülen büyük yanlışa gebe oldu memleket. Her gün diğer gece isyanlarını doğurunca da sıtkımız sıyrıldı.

Rüzgarsız, sevgisiz, sevgilisiz tepelerde, gençliğe, gençliğin güzelliğine düşmanlık prim yapar sanılınca o eski şarkılar solgun dökük uğultulara karıştı ve ülkenin meydanları doldu taştı. Olacak iş değil denilen işler olunca, gezi parkındaki orantısız zeka taşkınlığı da F tipinde bir şeylere eklenince kısa sürede cılız kıvılcımlar yangın yerine çevirdi yurdu.  Ve işin başındakilere yurt ötesi kafa dağıtma seferleri kaçınılmaz oldu, hariçten mesajlar için.

Gözaltılar, gözyaşı ve kan kısırdöngüsünde tüm hariçten gazeller ve ara nağmeler de kurur...

Herkes kendine Müslüman olunca maalesef, ten ve tin, din ve in, devlet ve demokrasi evrene ateist kalıverdi. Ve yoksulluk her daim yine o övündükçe övünülen bolluktan doğduğunda din iman para olur. Üç yanı denizlerle çevrili kalanı bilmem ne çevrili bu sevgi, saygı, barış, hoşgörü adasında alabalığa hasretlik gibi bir şey doğdu gezi parkında. Doğanın ak yüreğine pençe vuran o zenginlik arması gösterilerin arasında yitti gitti. Saraylarda başka masal, kondularda binbir hayal olsa da ‘özgürlük’ en eski lügatlarda bile en hakiki sözcük olarak yer bulur.

Çünkü var olan dövgü, sövgü ve törpüleme harekatı vakti zamanında İsa’ya reva görülen manyakça zulümden beter sarsar insanlık onurunu. Hal böyle olunca asıl zehri tattıran, suyu bulandıran, içi dışı yakan, milyonları ağlamaklı kılan, ayranı kabartanlar bile bu çağlayanın önünde duramaz, yalnızlaşır. Yalnızlıktır asıl mesele yanılmalar değildir. Yanıldıysan özür dilersin geçer, yalnızlaşırsan bir kere aman Allah, düşüş başlamıştır en harbisinden.

Sus, sustur suslanmışlık değirmeninde buğday öğütmektir zamana kıymak. Zaman o zaman, gezi parkından ülkeye adım adım yayılan F tipi bir şeylere isyandır aslında. Feleğin sillesidir ölüm kokan köprüde dört bir yöne hayat gözlüyü, dağıtan, savuran ve oralardan yardakçılara uzanan. Ayrıca tersyüz denize düşünce ar, alabora olur o ileri demokrasi. Ve karşılığında neler neler vaat eden o ileri demokrasi havarileri de sırattan düşünce sığınacak siper ararlar. Ve babasızlık daraltır yüreği en babasından, atılan gaz bombalarının kimyasal bileşikleri değil.

Kısa bir an olsa da geleceğe ışık tutacak metin ol ibaresi kazınır beyinlere. Bananecilik asla sarmaz ol beyinleri ve Karşıyakalı yürekleri. Ve çaresiz tükenmez kalem tükenecekse de adaleti, adiletsiz düzen mülkünün orta yerine saplar. O öyle bir enerji patlamasıdır ki hiçbir şiddet marifeti başarıya ulaşamaz. Değil mi ki insanlık tarihi maddi değerlerin üretimiyle biçimlenmiş ve âdemoğlunu günümüz uygarlık düzeyine ulaştırmıştır. Bu üst düzeylilik tektip maneviyatçılıkla tertiplenen iki cihanda  ölüme ve yalancı cennete de asla aldanmaz. İnsanca yaşamak için direnir Allah’ına kadar.

Veya üç yanı denizlerle çevrili şu yarım adada mahirlik adamdaki yarımlığı aramaktır, bulmaktır tamlamak için. Tarihsel gelişimin etkileyici ve yönlendirici gücünü, itici kaynağını, üretime direkt katılanları korkutmak, korkutabileceğini düşünmek, püskürtüp, sindirebileceğini sanmak tarih bilmezlere acı bir hatıra,  büyüklere masaldır. Emekçiler, geniş halk yığınları da olaya dâhil, üç yanı denizlerle çevrili adaya müdahil olursa kapital mapital de fayda etmez, bulvarlar kapitole uzanır.

İnsan beyni ve üretkenliğinin yarattığı şu teknolojik çılgınlık dünyasında insana değer vermeyi, insanlara katma değer üretmeyi en aza indirgerse ileri demokrasi, tel tel çıldırır, tel tel dökülür anayasa. Bu öyle bir dayanışmadır ki internetten piyasa fiyatına eylemlilik satın alır ve insanlar gece yarılarından sabahlara nöbet-turlar atarlar kentlerin ana arterlerinde. İnsanları gereksinimler panayırında, gereksizler fuarında meta manyağına dönüştürebileceğini sananlar ise pabucu yarım diye sokak oyunlarına davet edilirler.

Semirdikçe emir kuluna, sömürdükçe firavuna ulaşır ise mertebe en enler yaşanır…

Budur işte tüm sosyal mühendislik yöntemlerini üst seviyede kullanarak göz boyayıcı siyaset yapmanın sonu. Bilgisayar teknolojisini ve net ağını orta seviyede kullananlar bile F tipi bir şeylere cephe açınca, meydanlar göz doldurur.

Üç yanı denizlerle çevrili şu yarım ada da dünyanın en düşük maliyetiyle iktidarı daim kılmak güçleşince de, iktidar erkini ellerinden kaçırmamak için dinmez hırs devreye girer.

Ve o hırsla müdahaleler sertleştikçe, şiddetin dozu arttıkça da üç yanı denizlerle çevrili yarım ada da F tipi bir şeylere direnç daha da artar…      

1 Haziran 2013 Cumartesi

ILIMLI İSLAMIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI…

Ülkedeki iktidar Ilımlı İslam anlayışıyla gittiği yere kadar gider. Gidemediği an önü kesildiği zaman, neye dönüşür ılıman iklimlilik süreç işlediğinde anlayacak bu millet. Kanlı mı kansız mı günlerinden bu güne devşirilmiş sahte dervişliğin hangi boyutudur yaşanan işte o zaman anlayacak. Kim bilir ne zaman bitecek bu yangın.

Bilinen o dur ki; dine ve dinlere saygılı, eşitlikten ödün vermez, kültürel ve insan haklarını ulusal kardeşlik, doğal yurttaşlık savunusunda bütünleştiren her kim olursa ılımlı veya ılımsız siyasete dini katık etmişlere asıl cepheyi işte onlar açabilir. Bellidir bu günden her şey aslında. Tanrı korkusunu tanrı sevgisinin yeneceğine inanmakla başlar insana ve hakka hizmet. Gerisi malı götürmek maksatlı atılan latifedir, mülk Allah’ındır götürülemez ama ziynet bu.

Merkez sağı, liberali, milliyetçisi, ümmetçisi, devletçisi, derin devletçisi asla içlerine sığdıramazlar halkın arada bir kıpraşan gerçek sola açılan tutumluluğunu. Tüm tutkuların ötesinde çıkar için sahiplenmedir aslında akşamdan sabaha değişen. Ilımlı islama, radikal milliyetçiliğe, kafatası ırkçılığa, cemaat ve cemiyetlerin kaplansı yüzüne, gizlendikçe güçlenen hoca efendi fetihçiliğine kadar bel bağlamışlığın da mutlaka günü gelir pusulası şaşar. İşte o vakit tarikatların gücüne kanmışlık her türlü sonuca gebe olur. Dört duvar pazarlıkların ipliği de pazara çıkınca, tüm olumsuzlukları bünyesinde bulundurmasına karşın mahirane saklayan, sermayenin hamiliğine soyunanlar iktidar gücünü de onca din ve dinci desteğine rağmen ancak bir yere bir haddeye kadar kullanabilirler.

İşte o gün geldiğinde masaya oturup, lüzumsuzluk hissi veren akitlere imzaların atılması da din adına, mezhep namına denilse de, hatta din adına olsa bile artık zamanla halkoyunda, tarih önünde hesap verilecek hükümleri çağrıştırır yalnızca. Öylesine bir yalnızlaşmadır ki o gün yaşanacak olan yanıldık yalvar yakarışları da kurtuluş meclisine sokmaz hükümranlığı hükümdarlık ile karıştıranları.

Bir başka deyişle, hüküm sürmek için etmediğini bırakmamak, gazlı, cazlı, sulu, kurumlu, bombalı ve hazlı saydırmalara, en olmaz ortaklıklara ışık ve ampul yakanlar çözülmesi güç sorunlar bırakacaktır arkalarında. Ve arka toplayanlarda savrulup, kavrulup gittiğinde ise ılımlı çılgınlıklar düz duvara toslayacaktır canlı yayınlarda. Böyledir işte kısa zamanın tarihsel oyunu. Bu oyun bir çılgınlık ise eğer, çılgınlık ise ayni şeyi üst üste yapıp doğru sonuç alabilmektir. Sonuç eksi-sıfır ise daima, topluma geniş halk yığınlarına ılımlı veya alımlı diye keskin din, dil, ırk, mezhep kıskacını dayatanlardan kurtaracak geziler güncellenir.  Birilerince adı taşkınlık olsa da insanı insan yapacak evrensel değerlere sahip çıkmak günden geceye uzar. Ve bu değerlerin savunulması ve yerleştirilmesi de gerçek dindarların şafak vakti toplu yürüyüşe geçmesiyle gerçekleşir.

Gerisi tüm nutku tutuk, benzi soluk nutuklar da dâhil olmak üzere son çırpınıştır, ılımlılığı kaybetme aşamasına geçişin de göbekten göstergesidir. Zaten farkı fark yaratır. Farkları da çağdaş dünyadan esinlenen dini katiyen politika kazanına atmayan, dinciliği siyasi çıkarlara katık etmeyenler yaratır. Bu farklı yanları ortaya çıkaran ise basiretsiz idarecilik ve evrensel düzeyde söylemlerin ve beklentilerin gelişmişliğidir. Sadece dinsel motifli söylem çeşnisi ve çerçilik meseleyi işte bu noktalara taşır. Usulsüz park sonrasında ise meseleyi haklı yerine oturtmak artık kimsenin haddi değildir. Ağızlarla kuş tutulsa, izinler uzun tutulsa da kargalar güler bu kılavuzluğa.

Ancak ortaya birden atılıveren sloganımsı söylemlerle, iyice değerlendirilmeden, özümsenmeden öylesine parlayan değişim olgunlaşması, taban kitleyi derin uykusundan uyandıran her değişim işareti fişeği her hedefi on ikiden vurur. Böyledir işte bahar masallarıyla uyutulup gerçekliğe uyanmak ve bir anda belirir kahramanları. Toplumsal istemlere yanıt verecek biçimde düzenliliği ve ideolojisi bulunmasa da bu toplumsal hareket ivmelenince en baba dine dayalı sistemler bile çökmeye mahkûmdur. Dört bir yanımızda çökertildiği gibi.

Hedef kitlenin eli kolu, gözü ayağı olmaktan uzaklaşan ılımlıdan ılımsıza devrilen ayrıca emanete ve mirasa  dini ihtimam göstermeyen paranın sesine, zenginliğin suyuna akanlar tutunacak bir dal bile bulamazlar meydanlar ansızın doluverince. Meydanlar boş bırakıldığından uygulanmaya alışılmış insan doğasına ters tüm şiddetli yaptırımlar gerilim meydanlara sığmayınca da şıp diye kesilir.

Ilıman mutedil din düzleminde yönetmek ve yönetilmek neoculuğun göz bebeği sayılırken, hal böyle zuhur edince çok yakın zamanda bir anı olarak kalır akıllarda. Zihni öyle veya böyle bulandıran din simsarları ise yüce yaratanla baş başa kalırlar zemin kayınca, hava civa, hüküm tarih olunca. Asıl hesaba çekilme vakti ise işte o an başlar.

Konuda komşuda, işte asrın ve asırların ideolojisi budur denilip kurulan ve yıkılan, son ayakta kalanlarının yıkılmasına çalışılan dinsel-mezhepsel sistemlerin bu ülkeye en keskin ve dayatmacı mantıkla pazarlanması artık sonlandırılmalıdır. Yoksa Şer güçlerce gönülden İstenen ve bu ülke üzerine oynanan- tezgahlanan bu oyunu görmek istemeyenlerin o gün geldiğinde saçılan, ekilen ve serpilen tohumların olgunlaşıp ham meyveye dönüştüğünde çok geç kalındığını anlamalarının kendilerine dahi hayrı dokunmayacaktır.

O gün giyilecek mahşer elbisesini dincisi dinsizi, sağcısı solcusu, komünisti faşisti, yanar döneri, yandan hünerlisi birlikte prova edeceklerinden hiç kimse kuşku duymamalıdırlar. O halde özverileri hiçbir kalıba sığmayan liderlerin, partilerin, kitlelerin ölçülü, ılımlı İslam hevesine kapılmaları çokuluslu sermaye zihniyetinin emrine girmelerini kolaylaştırır, kolaylık güce dayandığında ise tüm hassasiyetler değişir.

Dini imanı para sözüne denk düşen bu hengâmede bir uçtan diğer uca yönetime katılma serbestisi tırpanlandığından, ileri demokrasi yelpazesini daraltan bu erk canbazlığı son çare sırça köşklere sığınır. Ateşi yükselenleri serinletmek yerine kanlarını beynine sıçratan hakkınca yönetemeyiş üç paraya satılıp, gittiğinde ise o sırça köşkler de tuz buz olur.

Bu değmez sistemde birileri gibi çoluğuna çocuğuna iyi bir gelecek hediye edemeyecekler sistemsizce çoğaldığında ise apansız belirir o kara nokta. Ve yutmaya başlar vatanı, milleti. Öyle bir illet musallat olur ki topluma iç karartan noktalara sürükler ülkeyi.

Bizim meselemiz ise aslında kendi çapında bir dindar olarak işte o kara deliğe kayıtsız kalamadığımızdan, şartsız koşulsuz uzlaşmayı da içimize sindiremediğimizden mezhepsizleşmemizdir sadece.

Bu günah bize yeter ve bu din bize hiç de ağır gelmez, ya ılımlı İslam’ın dayanılmaz ağırlığını taşıyamayanlar, onlar zemzem suyu ile yıkanmışlıktan olsa gerek toptan günahsız mı?


ATATÜRK, CUMHURİYET, DEMOKRASİ ÜÇGENİNE TAKILAN HATİPLER VE…

Ülkede tüm hatiplerCumhuriyet, Atatürk ve Demokrasi diyerek başlarlar söylevlerine. Bu söylev içeriği sağında ve solunda ile üç aşağı beş yukarı ayni seyreder. Ayniyle beyan bir devlet üçlemesidir bu…

Faşistinden şeriatçısına, komünistinden kapitalistine, sosyalistinden sosyal demokratına, Marksist’inden Maocusuna, ırkçısından ümmetçisine bu ülkede herkes yeri geldiğinde veya sıkıştıklarında sözümüz meclisten dışarı üçünü de severler. Veya sevmezler sevdiklerini söylerler. Yetmez demokrasi havarisi kesilirler, yetmez ileri demokrasi hayranlığı ile ayranları kabarır, yetmez Atatürk için ölürüm derler, yetmez cumhuriyetin cumbalı konaklarına kurulurlar.

Böyledir işte bu ülkede birkaç satırlık kürsü hâkimiyeti…

Solcular hem Kemalist hem de cumhuriyetçi olmak yüzünden, böyle bir zorunluluk varmış gibi kaybederler daima. Yeni demokrasi havarisi kesilenler bile Ata’ya şikâyet ederler bütün solcuları, kendileri gibi düşünmeyenleri. Mevcuda mevcudiyetten destekçi, alternatife melunluktan köstekçi köşe yazarları dahi köşeye sıkıştıklarında veya posaları çıkarılıp oyun dışı bırakıldıklarında Atatürk, demokrasi ve cumhuriyet üçlemesine, üçgenine övgüler dizerler sil baştan.

Atatürk dönemine her fırsatta saldıran neo bilmemneciler, tek parti faşizminden dem vuran izli-gizli faşistler kapılar Vahdettin ötesine açılınca gelmişine geçmişine övünmekten ve  dövünmekten bir çırpıda vazgeçerler. Kayda değer bulunmak, tanınmak, ilgilenilmek ve kısa süreliğine küpe indirmek için yapılan bu boşboğazlıklar bir yere kadar tutar. İnşallah, maşallah sonrası egemenlik kayıtsız şartsız milletindir düsturu ipe un ve bal serdiğinde sığınılacak liman desturlar arası yine devlet üçlemesidir.

Böyledir işte bu memleket ve memleketin hatip manzaraları…

Ülkede tüm hatipler başladıkları gibi asla bitiremezler. Ne halde olduklarına asla bakmaksızın, kürsüde, minberde, hutbede ve minderde halden anlamazca halleşmek için, yan çıkmak için an beklerler. Anılarla sabit, dikenli telleri ortadan kaldıracak denli tatlı sözler savrulur semaya ama sonuçta sermaye ne derse o olur, o biçim şekillenir hitaplar. Eşitlik, kardeşlik, özgürlük duygusu ağır basanlar sağcısı, solcusu, ırkçısı, ümmetçisi olmayan bir toplum düzenine özlemle hatiplikten vazgeçseler de ideoloji kurbanıdırlar bazı gözlerde. Demokrasi olmayınca memlekette herkesi kendisiyle eşit görme büyüklüğünü kaybedenler de değişmez asla bu art niyetlilik. Oysa kim olursa olsun kişileri küçük görmek dürtüsünün temeli en büyük korkaklıktır. Ve bu durumlarda ne hatipler, ne hutbeler ne nutuklar değişir âdemoğlu şaşar kalır bu işe.

Böyledir işte önce nutuklar sonra natıklar en sonra da memleket değişir…

Ve tüm hatipler halkçılık, ulusalcılık ve devletçilik demode olmuştur diye başlar söze ama sırtını dayarlar devlete. Bu üç ilke tarih olmadıkça bu yurda Demokrasi uğramaz, gelmez denir sık aralıklarla. Tarih yine bu ilkelilik üzerine yazılır. Atatürk halkçılığın yanına el yazısı ile demokrasi yazmıştır denilse de yarım ağız, aslında meselenin serbest fırka deneyimine bağlanması içindir bu kısa temas. Ve tüm yollar kapanır demokrasi adına. Ayıbı kaybı bir yana şafaktan şafağa süren bir operasyondur hitabetin gücünden faydalanmak.

Solun evrensel ilkelerine bağlı, demokratik sosyalizmi içselleştirmiş, içi dışı birler bile pasifist bir erdemlilikle bu nesepsiz hatiplerin hutbelerine arada sırada nasipsizce takılırlar. Sapla saman karışınca da sakla samanı gelir zamanını unuturlar. Unutkanlık kronikleşince de aynılaşır konuşmalar. Ayrılma vaktidir işte o an…

Oysa Denizlerden başlayan süreçtir ve onların savunmalarıdır referans. Ve hiçbir legaliteye aktif üye olmadan bir süre devam eder serüven. Pasif bir destekçi konumunda gel-gitler yaşanır, yaşanır ve hatiplik paçadan bulaşıverince bir daha iflah olunmaz. Velâkin o eski forumlardaki ajitasyonların tadını vermez hiçbir kürsü.

Böyledir işte memlekette özlü-sözlü hatipler sustuğunda katipler araya laf katar…

Yani vurdu mu ses getiren,  kürsü hakimiyete arşa dayanan, ama projeleri hayata geçirme noktasında tıkanan yelpaze solu tüm hatipler ile, sağdan sağdan gidip parsayı toplayan bütün hatiplere kadar ve arada kalıp yelpazelenenler de dâhil hepsi için gururlanılan tek noktadır yeri geldiğinde bu üçlemelere sığınmak ve afakanlar bastığında gelişigüzel saldırmak. Savunmak ise maalesef asla bu üçgenselliğe inanmayan, bu üçlemelerin dışında ideolojiye gönül vermişlere düşer.

Böyledir işte hatip, katip derken varılan noktanın takdim gayreti…

Bolşevikler ve Menşeviklerden bu yana en basmakalıp, en güdük ama en büyük kamplaşmadır bu gün ülkede yerleştirilmeye çalışılan. Bu kampların adı Atatürkçüler ve şeriatçılar soyadı ise memlekettir. Şimdilik hatipler söylevlerinde değinmeseler de açıktan açığa bütün mesele budur. Bu saflaşma kim ne söyler ise söylesin saf saf ülkeyi uçuruma sürükleyecektir.

İşte bu sürecin hatipliğine soyunanlar ile karşıtlığı giyinen hatipler bir an önce uyanmalıdır. Şeriata karşı Atatürk maskı takmak, Atatürk’e karşı şeriat cüppesi giymek soldan sağa, en sağdan en sola ülkenin tüm katmanlarına ve ağ tabakasına açıkça haksızlıktır, günahtır. Ilımlı dinsel yaklaşımlılığı diğer bir yazıda ele alacağız.

Dememiz odur ki; ülkedeki tüm hatipler, Atatürk, cumhuriyet ve demokrasi üçgenine laikliği de katıp, halkçılık, ulusalcılık ve devletçilik temelinde leyhte aleyhte lakırdıya devam ederler ise, simetrisi bozuk, geometrisi zayıf ve coğrafyası dalgalı bir ortama hizmet ederler ister istemez.

Böyledir işte, kürsüyle kavgalı nefis, itici konular bunlar deyip geçemez, hatiplik biter kâtiplik başlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder