Sevmek anı
Sevmeyi itiraf edemeden kendi
kendime
Doğduğum topraklara değil
Eşyaya en uzağa sözlendi ezberim
Gözlerimde fersiz dialoglarla
Gizemli İstanbul gizlenme
Derlediğim karşımı sevdim
Üzerine hafifçe arzu serpilmişini
Tepside kendi kendime itiraflarım
mı var?
Istıraplarım deniz aşırı idi.
En katlanılmaz fedakarlıklarla
İnsanca ölçüsüz, oransız sevdim
Sıradışı geceleri damgalayarak
değil
Haritanın kuzeyindeki şehir seni
de
Güzelim İstanbul nazlanma gel
Sözlerimde yarsız dialoglarla
Sana, en uzağa demirlendi
güzlerim
Doğduğum topraklara değil
Kendi kendime sevdiğim itiraf
ettim…
El treni
Ele avuca sığmaz
münasebetsizliklerdeyim
Katettiğim yağmur yanığı sokaklar
Yapayalnız, yolcusuz istasyona
çıkar
Peşinden koştuğum cam peron
bomboş
Çoktandır tanışıyorum bu derin
kayıtsızlıkla
İşin kötüsü sorgu geceleri
sarhoşuyum
Sancılı sabahlar yalana dolana
doğarken
Gece ile günün sevişirken ki
seslerini dinliyorum
Ismarlama eserler yontuyorum
Marmara mermerde
Kasten can sıkıntıma rengarenk
kostümler giydiriyorum
Ve gecikmiş mahremiyet treni
perona giriyor
Son on yılım gözlerimin önünde
resmi geçitte
Kırkıncı vagona öylesine tıkıp
sıvışıyorum
Ele avuca sığmazlığım mercek
altında.
Gizler gözlerin
Çalı çaldı çizik çizik
Kan ter içindeyim
Hislerimi.
Çırpındıkça yüreğim her yıldönümü
Tarabya sırtlarında yanar
Uzağı yakınlaştıran kandil
Kol demiri vurulu yarınlarıma
Yalar kırılan gönlümü yarınlar
Gizlerimi kavurur yalazlar
Çalı çırpıyla büyür yangınlar
Yersiz yurtsuz korkularıma
döndüm.
Tahta sıralı odada çocukluğuma
Hakkı yenmiş duygularımın sıcağı
Gözlerimi tutuşturur.
Göndere çekmişim oysa seni
Gözlerim yaşlı, kör, topal
Kan ter içindeyim
Tersine bakan dürbünde
Uluorta sevişiyor.
Hislerim.
Mektuplardayız
Mektuplar okudum sana
Gözlerin doldu.
Babandım.
Sıra sıra selviler yapraksız
Masada meltem
Ve bir tomar titrek el yazılı his
İzini sürdüm
Annendin.
Israrla öykünü okudum onlara
Gözleri doldu.
Utandım.
Ara ara seviştiler hilafsız
Kağıtlar hükümet malı
Daktilo yetersiz
Ve bir damar tıkandı yüreğimde
Elini öptüm,
Sormadın.
Seve seve sevgiler yıprandı.
İstanbul İstanbul olalı
Sokaklarında her dem matem
Ne birisi ne diğeri
Dudak dudağa
İnanmazdım
Mektuplaşırken gözlerimizle
gördük.
Virane çıkmazı
Eski bostan çıkmazında viraneler
Duvar sıvası dökük bir oda
Soğuk camlarında akşam ezanı
Yüreğimi ısıtıyor telefonun
ucundaki ateş
Plastik bardaktan tüten sensin
Ambulanslara gelesi gece ve
gündüzler
Afişlerim, posterlerim yandı
külsüz
Kitaplarımda ilk sayfa marazı
Metal çerçevede bıyıklı gazi
Sohbetler pürüzlü raflar, boş
klasör
Askılığa astım yürüyen şemsiyeyi
Pelerinlere gelesi karanlık kral
Mayısta bir gün şiir dinletisi var
Yaşamın iç yüzünde yüzüksüz düğüm
Efendiler yansımaya görsün virane
çıkmazına.
Şehir sarı yanar
Sarımsı bir ışıktasın
Çırılçıplak pürüzsüz, çizgili
çarşafta
Beyaz üstüne kırmızı dikine
dikine
Sokağın köşesinde o berbat naralar
Pencereye dolan çığlık, ta
ciğerime
Ta oralardasın, bodrumda
Yağladığım sırtında elime bulaşan
çillerdeyim
Eşofman altın bende, sen
gömleğimi giy
Herkesi yolculadım bu gece eşine
Cilalı bir eşikteyim yapayalnız
Bir adım sonrası ömrümü yiyen
şehir
Yediğin içtiğin senin olsun
Rüyana yolum düştüyse yaz bi
köşeye
Şişeyi savurduğun duvarlara anlat
Sıkıştım ve bir camii duvarı
buldum
Kiliseden dönme, kesme taş
sütunlu
Vatan caddesinin kıyıcığında
Ta buralara duacınım.
Gökpencereye savrulan çığlık
gırtlağımda
Caddenin bir ucunda o parlak
siren
Gömlek üstüne kırmızı yapış yapış
Çarçabuk, dürüstçe şehrin ta
gözüne
Sarımsı bir düşteyim.
Çarpılma anı
Yokluğunla korkutmasan beni
Saf mı görünüyorum çok?
Yoksa korkak
Filan
Kim düğümlenmişse boğazıma
En mahremi sensin
Ağaçla gölgesi gibiyiz göl
kıyısında
Ağaç dosdoğru inan göğe
Göl sahte, yalan
Gammaz üstü gammaz
gamsızlığındasın
Çok meyveni yedim
Hasat mevsimi hasarlı da olsa
Her uzvum bir kelime, bir hece
Sorunsuz beyitlerle halleşiyorum
El yokluğa alışmış evet
Ellere düğün ile bayram faslı
Sembolüm üç parça
Sef mi görüyorum, yok
Yoksa düş
Filan
Filan şehirde filan zaman
Korkunun öldüğü duvara çarptım
beynimi.
Değişken
Gençlik hayallerimden değişen ne
varsa
Dünyanın dört bi yanına sereserpe
dağılmış.
Çok sayıda kısır aşk yaşanmış
Ama hep o haşin koku uğruna.
Reddedilmek üzerine kurulu
ilhamla
Kör seyircilere savruk şiirler
okurum
Güneş susmuş, düşünceler uslanmış
o halde
Sadece karmakarışık duygular
kalmış elde
Çekici görüntüler hayal meyal
Tutku ötesi bir kır evi
bahçesindeyim.
Hiç beklenmedik fırtınalar
eşliğinde
Şölenler yaşanmış çok sayıda
Ama hep sofradan aç kalkılarak
Hırsla sürüklendiğim şehirler
ölmüş
Arzular sönmüş, düşler susmuş ve
de
Ölmüşler gençliğimle birlikte bi
kalemde
Hayaller girdabında tek çare
değişmek.
Hiç mutsuzluğu
Hiç paylaşılmamış duygular
saklıyorsun
Saklı kentin duygularında nazar.
Milyonlarca umut taşıyorken
Çekilince ayak sesleri
Zenginlik azar azar
Bir duygu var ki
Umutsuz, mutsuz, hudutsuz
Belki de balık gibi yaşanmış
Saklanmış taş kovuklarına can
Saçma sapan laflara inanılmış
Bir tatlı dil var ki
Çatılınca karakaşlar sertçe
Zenginlik susar, susar
Hiç söylenmemiş sözcükler
arıyorum
Sakar kentin kütüphanelerinde
yazarım
Tozlu raflarda saklı arızalar
Çekilince sürmeler, süsler,
boyalar
Güzellik artar, artar
Hiç görülmemiş duygular
sıcağından.
Hapı yutmak gibi
Uzun sarı saçlarında ıslanıyor
güneş
Durgun sulara ağır ağır soyunuyor
dünya
Münasebetsiz akşamlarda bekar
davetiyle
Bu şehrin benliği çalınmış,
zorlama
Muhitsiz dolaşmalar başka renk ve
kokulu
Korku gözlerden akıyor yaşayaşa
Karafade demlenir şelaleler sakin
ve uysal
Kutlanması gereken günler sıcağı
sıcağına
Gevşiyor düşünceler yarı uykulu
ve sarhoş
Seans seans duru yeşil gözlerde
hatıralar
İtiraflar, raflar dolusu yasaklar
Bir avuç şehir hapı daha vakit
varken …
Uyku damlası
Biricik yavruna sarılıp
yatmışsındır şimdi
Ve umuyorum ikinci uykundasın
Ben deliren yağmurlara nutuk
atıyorum
Bu gece upuzun ve nar rengi
Sarhoşladım sabaha karşı sahipsiz
rüyada
Güya ben sana, sen bana, dünya
aleme karşı
Biricik yavukluya sarılıp yatmak
haram bize
Ve sanıyorum ikinci baharımsın
Bir kez gönül rahatlığıyla
dokunamadığım
İçli bir şarkıya söylenen
nakaratsın
Biliyorum yavrum, sarım, sarı
gülüm
Kırk kere söylendi kucağıma adın
Biricik sevgiline sarılıp
yatamayacaksın
Ve umuyorum delirten yağmura inat
Tutuk başlayan güncenin naz
dengisin
Nar gibi kızarmış sarhoş sabahlar
yar
Yalnız yatan biri varsa eğer
günlerce
Güya ben sana, sen bana akan
gönüldük
Bir yağmur damlası olduk, erken
kuruduk
Sarhoşluğuna sarılıp uyuyacağım
şimdi.
Öyle ki
Öyle istedin diye
Sol memenden emdim
Tam gitmek üzereyken sen
Koca şehrin sarsak ışıklarını
Depremlere belendi yaz başı işte
Mis kokan gerdanda korkulu
yakarışlar
Uzakta bir hayat dile
Ben sağ memenden daha yakın
Kaçak şehrin sarımtırak
ışıklarından da
Dilenirken seni lodostan ısrarla
Öyle arzuladım ki delice
Sol memenden emmeyi
Tam ölmek üzereyken zaman
Doğanın en taze cevherine
Yaşamak adına tek çare içime
Kırmızı ışıklı kavşak çayır çimen
yoksunu
Beton grisi kokuyor çıplak
sokaklar
Kör, sağır ve dilsiz çatışması
Uzakta bir hayatı bile
Sol memenden emdim
Öyle istedin diye …
Menekşe gözlüm
Menekşe gözlüye kim aşık olmaz
Melekler körfezinde tuzağa
takılıp
İnsan olan nasıl düşmez.
Kıyılarını alev sarmış kördövüşün
Şimdi uyuyan güzeli öpme
zamanıdır.
Sen benimdin hani sonsuz gazabım
Şeffaf kulede tutkulu dokunuşlar
bitmesin
Artık vicdanımın sesi ikmale
kalmış çocuğun ki
Mor bulutların altındaki yuvasız
kadın
Yuvamı yaptın o kayıp günde
Yasemini güneşe tırmandırdın
öykülerle
Ve uykum kaçtı aşıkane
Bıkıp usanmadan nefesini dinledim
Göğsündeki iki göze aldırmadan
Gece yarısı fısıltılarına
armağanım olsun sesim
Uzun sözün kısası menekşe oldum
Buz dağları kıskacındayım,
kükreyemem
Eşsiz kütüphaneler kentinde
aşklar
Menekşe gözlerde çalıntı cilve
Estirenler köprüsünde ayrılık
hüznü var
Surlarda kusursuz kadın korkusu
Korkarım gün olur sana yetmem
Dolu dolu yaşayamadan
bağımlılığım biter
Menekşe gözlerine aşkla kimler
bakmaz.
Pera perisi
Günlerden pera
Peşpeşe
Dünde peraydı
Baş başa çıldırttık saatleri
Bugün tanışsak da
Seni yıllarca yine severdim
Allah’tan öncesi var
Ne sevişmiştik ama delicesine
deyip
Her hafta pera
Pürneşe
Dünyam peraydı
Peri masalları dinlerdik
saatlerce
Göğe sevdalı binaların dibinde
Kahve telvesiyle yazdım tabure
masaya
Seni yıllarca delice seveceğim
diye
Allah’tan incesin yar
Bende bende deyiverdin
Aşıklardan pera
Hergece
Aşkım peraydı
Gözgöze ışıttık deryayı
Bugün sarılmasak da
Senede bir gün olsun pera aşkına
Yarın pera.
Ellerin önünde
Ellerin nerelerde geceledi
Hayasız şehrin
Hangi aymaz sokağında
Kimin sıcağını avuçladı
Arkamda sarsak güneş
Önüm sıra sırıtıyor gölgem
Esiri olduğum sır eğri büğrü
gölgeli
Havasız şehrin
Elleriyle yaktığı kandil
kaidesinde
Sabah uykusu özür diliyorum
senden
Gecenin gözü ellerime geceledi
Yemin ederim kimsenin
görmediklerini gördüm
Ay şehrin üstüne ondörtlüsünü
boşaltırken
İstersen bulursun İstanbul
Hilafsız katilini.
Kadersiz
Bilinmeyen zevkleri uyarladım
kaderime
Parlak ve olgun ve şehvetli ve sıcak
Kırmızı kapıdan geçerken geçkin
bakire
Tekrarlar yaşıyor belleğim,
bedenim, elim
Kadınlar hapishanesinde tutsak
erim
Düşmüş aklımın bir köşesine
hürriyet aşkı
Açık açık geçmişe sitemkarım şu
an
İçimde guguk kuşu ötmekte acıyla
Dokunamadığım aşık capone kollu
Çiçekli elbisesinde sereserpe
güneş
Kaçmak istiyorum bu şehirden
hemen
Tanrıkent diye bir yer var
düşötesinde
Kadınım bekliyor kalbi titreşimde
Zor vedalaşırım ben kameradaki
yüzle
Her şeyin yitirildiği anda
uyarlama kader.
Şehr-i yar
Bu şehir sensin yavrum
Kavrulduğum hasret bu diyemeden
Şehir şehir gezelerim.
O şehirde sensin canım.
Canına can katamadığım canan
Kaç şehir oldu sensiz gecelerim.
Adını hecelerim denize, dağa taşa
Ay dönmüş şehrime yüzünü.
Pırıldayan o çehre sendin
güzelim.
Savrulduğum hayata dur diyemeden
Şehir şehir taşındın.
O şehirlerde benim canım.
Opal gemi
Aşikane repliklerle uyandı doğa
El ele oyalanırken el, elalem
Şen kahkahalar köprüsünde şenlik
Yok yok, ne ararsan köpürmekte
kümbette
Nekesçe yüzüyor onur sırılsıklam
Başkaldırmış şenliğin altında
şelale
Nakaratların peşinde anasonlu bir
oya gibi
İskeleye döndü yüzünü kırmızımsı
Taklit gemi paylanıyor oluruna
olmazına
Kendinden emin geçitlerde arsızca
Opal parlaklığında repliklerle
tersanede
Narin gövdesinde eksik yazılmış
bir duyuru
Duyan duymayan bir olsun
dillensin
Reddediyorum nadasa bırakılmış
aşkları diye
Parkama gizliyorum tartışılmaz
güneşi, eşimi
Itırlara boğuyorum nefsimi ese
ese estikçe esinti
Esenlikler dileğim aşikane
replikli
Esenler’de uyurken doğa,
uyanıyorum.
Nisan nişanı
Nisan yağmurlarıyla yolladım seni
Geceleri sırt çantana sığdırıp
Dağlarına pus vurmuş Sivas
Pusu kurarsan puştsun Garip’e
Yaktığın canlar yanmadı bilesin
İçimde ne naz ne de yas
Bir garip yolcuyadır gizli
gözyaşlarım
Aksulara vurmuşum geleceğimi
Döneceğini bile bile yüreğimi
dağlarım.
Dağlarında turna sürüleri türkünü
söyler
Sürgün vermiş nisan yağmurlarıyla
doğa
Doğayı sığdırıp sırt çantana
Bir gece vakti uğurladım Sivas’a
İçimde ne yaz ne de kış köşesi
Bir garip yolcuyadır gülçiçek
baharlar.
Şikayet
Bu şehrin taşına toprağına
sinmişsin
Mahallelerin yüreğine
Güneşin tepseren günlüğüne
Kapanmadan köprüler Galata’da
Müzmin yara gibi kanadıkça dünyam
Bir sahil kasabasından denize
bırakılan
Gün batımında açılan mektuplara
Okuryazarlık sonrası isyana
Sığmıyorsun sevda kokan sokaklara
Büyük boy yalnızlıklara da
Nakış nakış salınan düşlerin
açığına
İpuçları yüreğimde turluyorum
seni
Taşına toprağına sindiğin şehir
suretsiz.
Niyetsiz liman
Rüyalarımı ısıtıyor veda niyetine
Tabutlara gömülü limanlar
Her limanda yuvaya dönüş
şarkıları
Baştan çıkışın tutuklandığı gece
üşüyorum
Suskunluğun koğuşunda rüyalarımı
satacağım
Deniz kıyısı ıssızlığına
vedalarımı
Yüzler gölgelerin ardına
gizlenmiş
Güller ısıtıyor gönlümü aşk
niyetiyle
Taşlara mahkum limanlar
Yuvaya dönüş şarkılarını yutuyor
Baştan çıkışa tutulduğum gece
titriyorum
Sapkınlığın kovuğunda anılarımla
ısınacağım
Sahil boyu ıssızlıkta nidalarınla
Gizler gölgelerin eteğine
sarılmış
Yüzümde ayın parlayan aşığı
Rüyalarımdan sıyrılıyorum
niyetsiz edayla.
Acı kahve dili
Karşılıklı oturup sabahın köründe
Acı kahve dilinde
Duman duman tütüyoruz
Aç bakışlı ama tok
Sigara nemli, fincan sıcak
Hayra alamet değil de ne?
Düşman şehrimi bombalamış
fevkalade saygıyla
En üst basamaktan gıcırdıyorum
şehir yönüne
Yüzümüze çarpan çıplak kaval
yelleri açık
Ve ötmeden bakıyor acılı baykuş
Öylece oturmuşuz sabahın tahtına
körlemesine
Kulak kesilmiş ömrü biten gece
Acı kahve dilinde
Fısfıs her şeyleri gizliyoruz
ondan
Laf gamlı, lafazanlar sıcak
Hayra alamet değil de ne?
Nefessiz yaşıyoruz
Dudaklarının kırmızısında
bombalanmış şehir yanıyor
Karşılıklı oturup sabahın körüne
Kör sağır birbirimizi ağırlıyoruz
Düşman fevkalade saygılı
Şehrimin bacası dostluğa tütüyor
Acı kahve elimde
Darma dumanım en üst basamakta.
Baştan başa
Başın sağolsun, doğumda öldün
yine
Bu yaşlı şehir artık ağlamaz boş
yere
Gözlerinde buz gibi hayat tılsımı
Defalarca üşüsem de kalkarım
üşenmeden
O sessiz sokaklarını arşınlarım
boş yere
Başım kopsa da kurtulsam
düşüncelerden
Taş yağmurları ıslatıyor göğsümü
Bu yaşlı şehir yasımı tutmasın istiyorum
Yasaklar boğuyor düşlerimi
Başım sağolsun, doğum günümde
öldüm yine.
Bu sene bu şehirde kalamam gibi
Düştüğüm yerden bu kez
kalkamadım.
Züğürt sultan
Züğürt sultan alemi sırtladı
Boğazı enine geçti el aman
Kulaç kulaç, anaç balina tarzında
Dalgalar köpük köpük ağladı
tazeye
Kız Kulesi’nde karaya salladı
salı
Kıyıda dağlanmış dağılmalar
salınırken
Alem sırtlan, ziyafet yalan
Gürler enine geçilen boğaz gülle
gibi
Rekor rekor üstüne cimri
sofrasında
Self servis tepsisinde müşteriler
paylanır
Alanda satanda aldandı yok
pahasına
Züğürt sultan eline kına yaktı.
Güneşin oğlu
Karşıyaka Ragıp Haykır
Sahnesi’nde haykırır
Karakalpaklı kalpaklılar
Büyüklere oyunlar.
Güneşin oğlu kurtuluşa açtı
gözlerini
O kutsanmış savaş yeni bitti.
Dünyayı durdurdu o eşsiz armağan
“ Aynaya bak gör alınyazını “
dedi.
Derin izler taşır soğuktan
kavrulmuş yüzler
Küçüklere oyuncaklar
Güneşimin oğlu yumdu gözlerini
kurtuldu
O kutsal harcanış boşa gitti.
Dünyayı döndürdü o eşsiz çağlayan
Maziye bak gör Ege kışının
Karşıyaka’ya haykırışını.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder