15 Mart 2014 Cumartesi

SİYASETTE YİRMİBEŞ YIL

SİYASETTE YİRMİBEŞ YILA VE SEÇİME; “NATO MERMER, MER…

Seçime endekslendik ve şu yerel seçim gelip çatınca, anımsadık aktif siyasetle dolu dolu geçen tamı tamına yirmi beş yılımızı…

Kaş göz arası yitip giden 26 yıl da, dolayısıyla anlatılacak cakalı bir durum yok ortada. Küçük kurşun asker olmaya talip politize vekillerin ve şaşkın adayların arzı endam ettiği, seçim bildirgelerinin havalarda uçuştuğu, dar gündemli ortamda, az güvenli dünyada eğilmeden dimdik savrulan bir yarı ömür…

Bu velvelede tek bir günü de kendimize ayırdığımızda, haddimiz olmayarak mutlanmak yeter günlerinden yıllar silsilesi, nasıl da uçmuş, bitmiş onca yıllar. Narası duyulmayan, sırdaş akademililer ortamında son dersimizi de aldıktan 25 yıl sonra hangi onur belgesi ile ödüllendirileceğimiz belirsiz bir orta yaş salvosu o siyasi yıllar.

Şimdi siyasetin hangi penceresinden baksak, uçurtması tellere takılan, balonu sönen, plastik topu patlatılan bir çocuk hüznü büyür gözlerimizde. Yıllar geçtikçe anlayacakmışız demek siyasetle geçen hayatın değerini veya yitip giden gençliğimizin önemini. Zenginlik adına Tanrı üç şey bahşetti bize bu yaşımıza kadar;

En birincisi; önümüze çıkan maddi manevi her türlü yakışıksız ve eşitliksiz fırsatı, dürüstlük süzgecinden geçirip ret etme ve değerlendirmeme yeteneği veya yeteneksizliği.

İkincisi; Bu kadar kötü gidişle, yağma yıkmaya karşın, iktidar olma şansı ikibin yirmiüç sonrasına kalmasına uğraşılan bir partinin 25 yılı bitmiş parti emekçiliği ve sempatizanlığı.

Üçüncüsü de onca yoksulluğa rağmen babamızın yiğitliğiyle aldığımız eğitim, bizi her daim gururlandıran ve onurlandıran Pertevniyallilik ve Yüksek Ticaretlilik. Son yıllarda geç de olsa dörtledik hazinemizi, hayatta bir dikili ağacımız olmasa da küçük Deniz’den başka, Deniz ve Tanrının bahşettikleri yetiyor bize, bize yeter bu değerler.

Deyim Yerindeyse yitik kuşak hikâyelerine devrimci bir insan-politik bir duruş olarak katma değer ekledik bolca. Azami ilkelerden, ilkelilikten asgari aktarımlarla iması bol, edinilen imajı dehşet, ekosu zayıf forumların, egosu sağlam üniformasızları olduk hiç gocunmadan, asla korkmadan.

Şu yerel seçim anımsattı ki, hiç fark etmeden yıllarca neler yaşamışız meğer. Bireysel başarıya ve toplumsal mutluluğa gönül verdiğimizden bu yana ne emek harcamışız ne ömür tüketmişiz, neler vermişiz kendimizden boşa giden boşa çıkan.

Siyasi hayattan gerçekçi kareleri havaya ve suya yazdık belki ama tadımlık güzelliklerde yaşamadık değil, yaşadık vicdanı temiz sakıncalılıkta. Çoktan hesaplaştık hayatımızın o karmaşık bölümleriyle, değişken evreleriyle. Gerekmedikçe başkanların, genel başkanların ve şürekâsının peşlerine takılmadık hiç. Yine başladığımız noktadayız gerçi ama 25 yıl ne de çabuk geçmiş gitmiş anlamak mümkün değil.

Yıllardan sonra baktığımızda artık fiziken genç olmadığımız bir gerçek, doğru. Lider siyasal haberci haberdarlığını eşimiz, dostumuz ve çocuklarımız aracılığı ile sağladığımız da doğru. Ama bilinmeli ki devrimci denizyıldızı ufkumuzu hala aydınlatıyor. Yumruğumuzu sıkıp yıldızlara hala biz savurabiliriz çekinmeden. Deniz yolundaki, Yolculuğundaki son baskıya bu günden yarına zor yetişebileceğiz belki; ancak hiçbir şey için geç olmadığını anlattı bize bu seçim süreci...

O güne ölene kadar tıknefes çıkacağız merdivenleri olsun, Ölüm kalım meselelerinden fırsat buldukça, direneceğiz çünkü sıradan insanlar kurtarıcı olur ise “nato mermer-mermer nato” olur…
  
Aslında eski siyasi arkadaşlarla bir araya gelince ayan beyan ortaya çıkar, senato boyutundaki eşsiz sözlü dalaşmalar, özlü icraatler. Bir çırpıda belgesel kesitleri, bölgesel realistler olarak güncel haberler, yerel siyaset sirkine çevirenleri yerle bir ederiz, o güç hala var hepimizde. Ördekleri korkutamıyorsak, ürkütemiyorsak da eldekinden olmadan, seslerimizi duyuramıyorsak da soluğumuzu ense köklerinde hissettiremez miyiz? Ölümsüzlük baş gösterdiğinde başlarına ateş topları yağdırılacak çünkü. Sımsıkı örtülemeyen nice çelişkiler, çekişmeler var ama günü olur biter.

Dolayısıyla 25 yılı doldurduktan sonra anlatabileceğimiz cakalı bir durum hala yok ise ortada;

“ Üç beş faydacı zihniyetli ülkeyi karanlık girdaba katmışlar hala haklı çıkmaya çalışıyorlar. Siyah zift koyuluğunda akıyor ak ırmakları. Suça hiç karışmamış olanlara bile ilham kaynakları oluyorlar sıkılmadan. Tüm olayları kara paraların tetiklediği ve zararı halkın çektiği çekeceği bir yığın sürpriz sayılamayacak gelişmeyle karşılaşıyoruz Allah’ın her günü. Hem de hiç hak edilmeyen, izan irfanla anlaşılır olmayan, temel dayanağı belirsiz acı sürprizler yaşıyoruz. Kaidesi kuralı olmayan bir yıkım peşinde at koşturuyorlar. Halkı seçim sonrası ateş çemberine çeken bir saldırı sürdürülüyor iktidar eliyle. Farklı ve gizli amaçlara yönelik ne hisleri varsa olsun varsın, sonu gelir elbet. Yasama, yargı ve yürütme kendi çaplarında kaşla göz arası yürütüyorlarsa, kanun yoksa kral çoksa, tok az, aç çoksa, zengini kayıp, fakiri sokaklardaysa, çalan çırpan beyefendi, dürüstlük demode ise durum çok ama çok vahimdir hala.

Halay başı çeken emperyalistler ve hevesi kursağında kalmış yandaşların cephaneleri artık bir atımlık barut, ama duymayan kulaklar duymuyor. İstihbarat merkezlerinde verilen eğitimler, tahsisi edilmiş üslerde üst baş yenilemeler ile de olmuyor, kuzu kuzu kanılıyor hala yalan rüzgârına. Tam bir diz çökme anı yaşıyoruz, tapınak şövalyeleri hala iş başında. Yerle bir edildik çünkü bozulmamış toplumların bozulmamış bireyleri veya bozulmuş toplumların bozulmamış bireyleri toptan suçlu olur, suçlu görülür. Mezar hazineler gömülü sanki siyaset çöllerinde.

Kontrolü çok zor günler yaşıyoruz ipler başkalarının ellerinde. İki hafta sonra rahat bir nefes alırız artık, ülkemiz de rahatlar belki. Dünyadan bir haber, gelişmelerden yeterince haberdar edilmeden yaşayan, yaşatılan her kesim her değerini şimdilik yerel seçime bağlamışlara basar mührü ve sonrasına bırakırlar emellerini. Zaten Zihin paraya yöneldiğinde her daim tutarsız öğelerle zenginleştirilmiş demokrasi masalları anlatılır bol keseden.

Ve “nato mermer mermer nato” derdik gençliğimizde kendimizi ve fikirlerimizi anlatamadıkça veya karşımızdakiler sabit fikirde körü körüne direndikçe. 25 yıldan sonra maalesef ayni noktadayız; “nato mermer mermer nato”.

Ancak dünyayı güzelleştirip, düzeltmek hala bizim gibi abdallara düşer…

EKONOMİ VE DARBELER TARİHİ, İYİ HOŞ GÜZEL DE...

EKONOMİ VE DARBELER TARİHİ, İYİ HOŞ GÜZEL DE...

Cumhuriyet dönemi boyunca ülke ekonomisi tarihsel yanlışlar ve tarifsiz yanılgılarla doludur. Dönem dönem irdelenerek ele alındığında yıllar yılı izlenen ekonomi politikaların günü kurtarmaya yönelik kısa vadeli önlemlerle yüklü olduğu görülür. Ancak bu ekonomik tedbirlerin uygulanacağı zemini hazırlayan faşist darbelerin izleri ise yıllar yılı artan şekilde hissedilir. Yani birilerine kısacık bir nefes uğruna nice nefesler kesilir dört mevsim, dört bir yan, dört bir yön şu garip memlekette.

Özellikle 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül faşist darbesi hala izleri silinemeyen acılar yaşatmıştır şu garip ülkeye ve vatansever evlatlarına…

Darbeler sonrası altyapısız, zamansız dışa açılmanın ve vurgun süreci başlatmanın ülkede şu günlere gelinirken hala uyduğu rota ortada. Tüm yapılanlara karşın ekonomik çıkmazların çözümsüzlüğü de taşınmıştır geleceğe. Belki de büyük sermaye tarafından istenen odur, ekonomik kaos ve çaresizlik. Peşinden kukla iktidarlar tezgahlamak ve yangından malı kurtarmak. Cumhuriyet tarihi boyunca var olan her daim yaşanan bu ekonomik buhran ve darbe kardeşliği sadece , siyasilerin, siyaset bilimcilerin ve ekonomistlerin harfiyen bildiği ancak neden ise topluma pek yansıtılmayan acı reçetesel gerçeklerde saklıdır aslında.

Ülke ekonominin kronolojik açılımı 1923-1950 arası uygulanan planlı dönem ile başlamıştır. 1950-60 arası ekonomide sözde bir patlama yaşanmış nihayetinde 60 darbesi patlak vermiştir. 1960-70 yılları arasında ikinci planlı dönem uygulanmıştır. Planlara yeterince uyulmayınca 1970-1980 arası irili ufaklı askeri muhtıralar ve faşist darbe girişimleri ve de 12 Eylül darbesi ile sonuçlanmıştır. Bu döneme ilişkin denilecek tek şey ekonomik bunalımın siyasal ve toplumsal süreci çok yakından negatif etkilediği ve ülkeyi toptan kargaşaya sürüklediğidir. 1980-90 arası ise dışa dönük denilerek tam göbekten dışa bağımlı bir ekonomik model hayata geçirilmiştir. Bu neo-liberal açılım 1990 sonrasından bu güne ekonomik krizlerle bezeli ve muhtıraların çağ atlamış şekilleriyle sürdürüle gelmiştir. 2000 sonra ise sıfırdan yeni yapay iktidarlar çıkaran ekonomik anarşizm süreci ülkenin önüne kısa zamanda sivil darbe yapacak cüretkarlıkta bir saltanat çıkarmıştır.

İzlenmiş tüm siyasal süreçlere ait en güvenli sonuçlara cumhuriyet dönemi ekonomisinin tümüyle değerlendirilmesi, araştırılması ve incelenmesi ile ulaşılabilir. Dönem dönem birbirinden çok farklı ve zıt modeller izlenmesi nedeniyle ayrı ayrı tahliller yapılabilir ama unutulmaması gereken tüm tedbirlerin askeri vesayet eliyle dayatılmasıdır. Böyle olunca her dönem kendi içinde farklı bir tablo barındırsa da, faşist darbelere dayanan olağanüstü halliği ekonomik önlemlerin haklılığa kavuşmasını kafadan engeller.

Aslında ilk dört ekonomik dönem sırasıyla bir birini doğurmuştur. ekonomik dönemlerde muhtıraları ve darbeleri. Öyle veya böyle, eğrisi doğrusuyla 1980’lere gelinmiştir. Bu süreçlerden çıkarılacak dersler elbette pek çoktur. Öyle ki ülke 12 eylül faşizminin gölgesinde öceden temelleri atılmış belki de 80 darbesini hazırlayan 24 Ocak kararlarını bir güzel hayata geçirmiştir. Ülke kara kapkara öyle bir dönem yaşamıştır ki tüm siyasal ve ekonomik geçmişi tek başına bastırır.

Bu dönemdeki uygulamalar tüm katmanlarıyla ülkeyi yıkıma uğratmış karanlığa hapsetmiştir. 12 mart muhtırasına minnet okutacak denli kıyımlar yaşanmıştır, yaşatmıştır. Üretilen ve icat edilen liberal yöntemlerle egemen sınıflar para denizinde yüzdürülür iken orta tabakalar sosyo-ekonomik bir erezyona sürüklenmiştir. Ülke insanı ilerleyen yıllarda işe, aşa muhtaç bırakılmıştır. Ülkenin geleceği evlatları, gençler hunharca katledilmiştir. Sadece bir kesim kayırılmış ve korunmuştur, ileride ülkeyi onlar ile inşa ederiz art niyetiyle ki iddialara göre gerçek olmuştur.

Halkın her soluklanışında tepesine binilerek ülkenin ekonomik çıkmazları görmezden gelinerek, devasa boyutlara ulaşmış açmazlar önlenmeyerek sadece büyük sermayeye efendi köle silsilesi içinde hizmet edilmiştir. Yıllar yılı enflasyon, gelir dağılımı adaletsizliği, istihdam, dış ticaret dengesi açığı, mali yapı sorunları, kamu maliyesi problemleri, bütçe açıkları artarken ve büyürken seyirci kalınmıştır.

Böylece devletin 1960 sonrası her on yılda bir faşist darbelerle öldürülen siyasi yapısına koşut ekonomik yapısı da uluslar arası sermayeye mahkum edilmiş, köleleştirilmiştir. Ve gelen geçen tüm siyasiler köklü reformlarla değil gittiği kadar gider mantığıyla uzaktan kumanda kapitalizm dayatması istikrar paketleriyle ülke ekonomisini patlatmışlardır. O kadarla da kalmayıp içini boşaltmışlardır.

Yani ekonomik dönemler itibariyle ülkede uygulanan iktisadi politikalar ve bu politikaları uygulayanlar bellidir. Ülkenin halen yaşadığı açmazları da bellidir. Ve bu güne değin uygulanmış ekonomik modellerin çözüm olmadığıda açıkça malumdur. O halde yapılması gereken ekonomi lieratüründe yer almasına karşın bu ülkede hiç uygulanmamış bir sistemin uygulanmasıdır demek de şimdilik ütopyadır ama son on yıla bakılınca başka da çare yok gibi.

Velakin şu son on yılda nasıl bir ekonomik model uygulandığı bambaşka bir muamma, bir başka muhteşem manzara . Nasıl bir ucube olduğu maalesef yeni yeni ortaya çıkıyor. Gelmiş geçmiş tüm uygulanan ekonomik modellere taş çıkartır bir ince hesaplılık var bünyesinde. Köklü bir çözüm uygulanacak, hırsızdan yolsuzdan hesap sorulacak vaatleriyle gelinen, kamuoyuna yansıyan biçimiyle on yılda hesap sorulacak hale gelmiş bir muazzam ekonomi yönetimi. Beğenilmese de varolan bir sistemi sistemsizliğe mahkum ederek, on yılların birikimleri bir çırpıda nasıl iç edilir, siyasi erk bu dahlin neresindedir tarih baba sorgular ancak ayıp kaçtı biraz delikanlılık raconuna son haller.  1950’lilerden bu yana ne çekti bu ülke bu sağlak tiplerden ve anlayamadı gitti vesselam… 

Ülkenin ekonomi ve darbeler tarihine bakıldığında bir ekonomik yıkım bir darbe, bir finansal kriz bir muhtıra, 12 Mart. Bir iktisadi bunalım bir faşist darbe, 12 Eylül diye sürer gider parasal akış tablosu. Önce paket sonra resmi darbe…

Milenyumdan sonra değişti bu ekonomik çöküş götürüş hiyerarşisi, yerine önce bir sivil darbe ve? Bir mim koyup sonraya havale edilecek bir konu bu…

Ez cümle; “Ve? Cümbür cemaat parayı koyacak yer bulamıyorlar”…

ADAYLAŞMA, ADAY VE RESTLEŞME MANEVRALARI…

ADAYLAŞMA, ADAY VE RESTLEŞME MANEVRALARI…

Siyasi gerçekliktir, tabandan başlayarak tabanın onayına sunulmamış her adaylaşma yaşanan süreçte her şeyi istisnasız, koşulsuz kabullenmeyi şartlar. Bu şartlama başta iyi ve makul görülebilir, ağır gelmeyebilir. Ancak aşama aşama demokratlıktan uzaklaşan, iş bitsin de gidelim dermansızlığına varan bir tavra sürüklenir bu tip adaylaşmalar.  Bu ben merkezli dayatmacılık sonunda demokrasi havarisi kesilmeyi çağrıştırsa da kongreci uzmanlık pek kanmaz bu ruh değişimine…

Gözleyen ve gözlemleyenler yıllardan beri kimlerin ne için ve neler uğruna hangi noktalarda uzlaşıldığını ve hangi mertebelere ulaşıldığını ortaya koysalar da adaylaşma dönemleri travmalar yaşatır en sağlam duruşlu siyasilere bile. Tabandan tavana her siyasi rol model nasibini alır bu kılcal kanamadan. Bu deliriş ve devrilişin siyasi partisi de yoktur ayrıca, hepsinde ayni minval üzere dilbazlar çıkar ve minareleri yıkarlar.

Yerelden genele var olma üzerine planlanan ve azami siyasi pay çıkarma temelinde inşa edilen her medeni cesaret göstereni cepheye süren aday olma ve adaylaşma furyasında takdiri zor olumsuzlukların yaşanmasının muhtemel olduğuna da bir bakmak gerek. Ülke sathında ide ile değil, bi dene ile biçimlendirilen beş yılda bir gelen yarışlarda tabanın sesine kulak kesilinmez ise yatay örgütlenme modelini çalanlar oyları da toyları da çalar giderler.

Sadece yapay güç, görüntü, vizyon, vitrin ve güçlendirme ile orantılı temsil etme ve temsil edebilme yeterliliği bu çalkantılı atmosferde örgütsel değerleri hiç manasına getiriyorsa, yok sayıyorsa biraz ayıp kaçar. Yalnızca ayıp kaçsa iyi, birileri mevkii ve makamları alıp kaçar, elde yine sıfır kalır. Böylece tüm adaylaşma, adaylaştırma yöntem ve yönlendirmeleri en küçük bir yenilgide dahi yeni kırgınlıkların, yıpratma ve yıpranmaların nedeni olur ve de sil baştan yenilenmenin, kadrosal değişimin önünü keser.

Zaten yıllardan beri yöntemler aynı kaldıkça adaylaştırma ve adaylaşma olgusu da üç aşağı beş yukarı aynı kalır. Aynı isimler üzerinde ila nihaiye anlaşılır gerçeği bazen işlemese de, benzer hallerde işleyen her daim taban ile gereksiz zıtlaşmalardır. Hep ikizkenar sorunlar doğdukça da herkes yenilenmeli, yenilenişe açık olmalı ve değişim başlamalı iyi niyetliliği büyüklere masal olarak kalır. Olağanı bekler iken olağanüstü prosedürü işleterek, tüzüksel yelpazede düşünce genişlemesini önceleyip tabana aykırı adaylaştırmalarla adam kayırmak akılcı, sevecen, yapıcı, inatçı ve yürekli kadroların önünü kapadığı gibi, eylemciliğini de sınırlar.  Bu durum sınır tanımaz siyasetçiliğin belki önünü açar ama maalesef bir yarıştan daha kopulur ve uzaklaşılır…

Afiyetle yiyelim derken zafiyet baş gösterince peşinden mağduriyet ve küçük kızılca kıyamet anında kopar. Aktivitelerin bin bir türlüsüyle bile dirilişi ve yenilenişi sağlamak güçleşir. Dayatılan koşullar her koşulda yitirişleri, zayileri düşürüyor ise hane hesabına beklemek ile üretmek arasında bocalatılan her kadroya da yazık olur. Taban tavan çelişkileriyle biçimlendirilmiş adaylarla, adaylaşma adaylaştırma boyutunu hiç irdelemeden yollara düşülmesini beklemek ise kolaycılık ve kalaycılık olur. Bu yarışa sürülme alaycılığı yeni sürgünler yaratsa da direnmek esastır. Ancak ortak bir reddediş ve red ediliş keskinliği yaşatılınca tabana, inisiyatif geçici olarak icazet alanlara geçer. Ama zamanla onlara da bomboş meydanlar dar gelmeye başlar. Çünkü küskünlük can yakar, yeni patrona Haliller türer ve türemişler yeni fırsatların üzerine atlarlar. Özenle ve dikkatle uygulamaya konulmuş ne varsa artık onlar için hükümsüzdür. Üreten beynin ortaya çıkması çıkarılması artık büyük bir suçtur.

Böylece her adım adaylaşma, adaylaştırma ve aday zemini desteklenmeyen, derdi içinde saklı geleceğin istenen rotada kotarılamayacağı ve açıkça katlanılamayacak günleri yakınlaştırır. Örgüt gereğini yapar salvosu da kurtarmaz bu yakın plan çekimleri. Yer çekimsiz, bir sürece dayanır idealler ve…

Hiçbir telkine, örgüt gerekliliğine, önemseme ve değerlendirmeye önem vermeden kulak asmadan belirlenmiş isimlerle vicdanının sesini dinle ve hallet demek en kolaycı yaklaşımdır ve o isimlere de yapılmış en baba haksızlıktır. Oysa onaylamak ve onamak merciindekiler kime neyin kazandırıldığını fakat nelerin kaybedileceğini iyi hesaplamaları gerekir. Düşünce iyi ve diri olabilir ama pratikte dirlik kalmayınca bin kez düşünsen de nafile ve boştur. O hengâmede de birileri boşuna çalışır ve birileri de küpleri doldurmaya çalışır.

Boşluk ve yokluk edebiyatıyla takımları kurup alternatif çekirdeğin oluşmasına engel olmak nereye güç verildiğini veya verilebileceğini de gözden kaçırmaktır. Bu öngörüsüzlük ile emektar seslere ve yüzlere yenisi lazım modasıyla kapılar kapandıkça her şey her yer ters yüz olur. Artık ne olursa olsun diyerek paçayı sıyırmak da tutmaz. Başarı veya başarısızlık çizelgesinde payı olanlar her kim olursa olsun günü geldiğinde  hesabı verme cesaretini göstermelidir.

Susmak ve suskunluk yerine hala pay üleştirmeyi seçenler, eski alışkanlıklarından geri durmayanlar, ilerisi gerisi birlikte elden giden her şeyin suçunu da üstlenmelidirler. Üretelim ve hep beraber paylaşalımdan öte hiçbir fikre hayatında yer vermeyenler, en basit şekliyle adanmışlıklar hiçe sayıldığından düzen şaşar.  Aday peşinde koşmakla ve adaylaşma adaylaştırma manevralarıyla süslenen ve özdeşleşilen tarz siyasi işçilik değil siyasi patronluğa soyunmaktır. Ve bu kabuk değiştirme sanatı daima restleşme saltanatına kayar, özünde taban tavan çelişkileri ile yön verilen adaylaşma adaylaştırma ince hesapları da işin mantığını mantarlaştırır.

Adaylaşma, adaylaştırma, aday ve restleşme manevralarını izleyen ve üzülenler ise hepten zayıf düşmemek için, tarihi sulandırmamak adına tek cümle ile umutlarını ve cesaretlerini korurlar.

Bu yazı herşeye rağmen umutlarını ve cesaretlerini kaybetmeyenlere ithaftır…

8 MART, DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN…

8 MART, DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN…

Zor ülkeydi bu ülke şimdi daha da zor bir ülke. Bu ülkede kadın olmak zordu şimdi ise daha da zor. Deyim yerindeyse Ülke kadın hakları açısından uçurumun eşiğinde. Kara bulutlar dolaşıyor ileri demokrasimizin üzerinde ve en çok ezilen yine kadınlarımız oluyor. Ortaçağ karasından beter kara pelerinler-peçeler biçiliyor her bir kadınımıza rengarenk, renk renk.

O Kadınlarımız ki; “Kırda çiçek, gergefte nakış olanlar. Dilde türkü, yarına umut olanlar. Tarlada çapa, fabrikada şalter olanlar. Halayda zılgıt, kavgada kıvılcım olanlar. Yolda yoldaş, evde ana olanlar kadınlar, kadınlarımız”…

Yaşlı dünya erkek ise güneş olan kadınlarımız. Analarımız, bacılarımız, kızlarımız. Hayatımızı ışıtan, can veren kan veren, el veren yön veren güneşlerimiz…

Miskin akıllar eser ise 8 Martta öylesine, zoraki bir güncük bir gülcük ve yarım gülücük anımsanan, Gelecek 8 Marta kadar unutulan can yoldaşlarımız, yıldızlarımız, kadınlar. Kadınlarımız…

Ve dünya yaşamla buluştuğundan beri süregelen ama Yaklaşık yüz elli yıldır var olan en etkileyici ve yanık türkü 8 Mart.

Yıllar evvel, Doksan küsur yıl önce kağnı arabalarında, sırtlarınızda var ettiğiniz, ölmüşken dirilttiğiniz, el bebek gül bebek ninnilediğiniz, üzerine titrediğiniz öz yavrunuz bu vatanda bu gün, al bayrak dalgalanıyorsa en zirvede oda sizin eseriniz.
Alasından en güzel sizin elinize yakışır o al sancak…

Bir Yüz elli yıl önce 8 Mart’ta korkmadan salladığınız gibi, şimdi de sallayın korkmadan, çekinmeden, allayın sallayın...

“8 Mart 1857 tarihinde Nivyork’ta şanlı bir direniş başlattınız. Tutup o günü bu günlere günümüze taşıdınız. Kadın dokuma işçileri olarak eşit işe eşit ücret istediniz. 16 saatlik çalışma süresinin on saate indirilmesi için örgütlendiğiniz o eşsiz dayanışmada, O bitmeyen kavgada 115 ay yüzlü şehit verdiniz.

Kavgayı haksızlığa, sömürüye, ezilmişliğe karşı 8 Mart 1908’de yeniden ateşlediniz. Bu kez toprağa 129 gelincik çiçeği diktiniz. 1910 yılında Klara Zetkin önerince 2. Sosyalist enternasyonal hemen kabul etti.  Ve 8 Martı “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlama hakkı kazandınız.

Elli yıllık mücadelenin sonunda tırnaklarınızla elde ettiğiniz zaferinizi perçinlediniz. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”…

Yüz yıllar boyunca emperyalizme, kapitalizme, savaşlara,  savaşların her türüne karşı koydunuz. Savaşlarda en çok ızdırabı yine siz kadınlar analar, çektiniz. Faşizme, cinsiyet ayrımcılığına, cinsel, sınıfsal, ırksal ulusal, töresel baskılara en ön saflarda direndiniz. Kadının köleliğine köleleştirilmesine,  erkek egemen topluma, erkeksi dünyaya ve ikinci sınıf insan dayatmalarına pamuk yumuşaklığında ama çelikten sert barikatlar kurdunuz.

BM kararıyla 1975 yılında dünya emekçi kadınlarının bu günü “8 Mart Dünya Kadınlar Gününe” dönüştürülüp içi boşaltılınca bile gocunmadınız. Tek bir gün olsa da kadın olmak, kadın kalmak, kadınca haykırmak için rıza gösterdiniz.

Asla yılmadınız yorulmadınız, özünde kadının paralelinde toplumun kurtuluşunu, beyinlerdeki ve yüreklerdeki tutsaklık zincirinin kırılması gerektiğini hiç çekinmeden haykırdınız. Mutlu bir dünya kurulması özlemiyle verilen mücadelede” kadınlarda var, kadınlarda var olmalıdır” diye, her sekiz martta duymayan kulaklara görmeyen gözlere inat, coşkuyla birleştiniz, örgütlendiniz.

Yolsuzluklarla yoldan çıkarılan bu ülkeye Şimdi kadın elinin, Anadolu’ya şimdi ana elinin değmesi gerekiyor…

Dürüstler için çok zor bir ülke oldu bu ülke. Bu ülkede kadın olmak dürüst olmak gerekirse hepten zor.

Bir garip ülke, Öyle bir ülke ki; Oldu bittilerle özelleştirmeye, çetelerle susturmaya, sürgünlerle kadrolaşmaya, kapılar aralandı. Aralanan kapılardan hiç te adil olmayan bir anlayış süzüldü içeri avarel ve paralel. Baskılara, sürgünlere, kıyımlara, yargısız infazlara, gözaltılara, sebepsiz tutuklanmalara duyarsız, sahte kalkınmaya tepkisiz, yalana talana kulaksız, çalıp çırpmaya kaldırıp götürmeye sessiz bir toplum biçimlendirildi ey kadınlar, analar, bacılar.

Öğretimde eğitimde yok denilip alınan katkı payı ile kara cahilliğe, dersaneleri kapatmayla başarısızlığa, insanca ve hakça bir yaşam yerine köleliğe, sendikasızlaştırarak sahipsizliğe, örgütsüzleştirerek yalnızlığa, anayasa ve yasalarla bilinçli oynamalarla sonsuzluğa, kurum ve kuruluşlarla çatışarak zayıflığa, delilsiz belgesiz iddianamelerle müebbete, olmayacak dualara amin dedirtilerek ebediyette hezimete sürükleniyor bu ülke ey bacılar, analar.

Fakir Ülke yeşillenmiş kartellere, öz kaynaklar küreselcilere, üretim alanları ve dağıtım kanalları tekellere, haksız haram paylaşım işbirlikçilere ihale edilmiş. Devlet bütçesi rantiyeye, sınır ötesi yaşananlara, okyanus ötesi talimatların sanal âlem dünyasına ve orta doğudaki kirli oyunlara endekslenmiş. 

Mağdur emekçilerin emeği, ücretleri, iş güvencesi, sağlıklı yaşam koşulları, çalışma şartları taşeronlara, Emeklilerin hali Allah’a emanet edilmiş. Para serbest piyasaya, ekonomi vahşi kapitalizme hediye edilmiş. Aydınlık Ülkenin geleceği çocuklarınız, evlatlarınız, gençler sokakta işsiz güçsüzlüğe terk edilmiş, bağımlılık batağındakiler çaresizliğe savrulmuş, iki arada bir derede kutular doldurulmuş.

Genç kızlarımız töre cinayetlerine, küçük kızlarımız çocuk evliliklere kurban verilmiş, intihara itilmiş. Dağdakine, bağdakine, yoldakine, sınırdakine, içerdekine, dışarıdakine, zindandakine, voltadakine, gurbettekine sıladakine, yerdekine göktekine yüreğiniz yanarmış, ciğeriniz parelenirmiş, aklınız daralırmış, yüreğiniz teklermiş kime ne, menzilde yeşil faşizmin cilalı ayak sesleri ey analar, bacılar, kadınlar...

Peşi sıra Seçimler yaklaştıkça, partizanlar üslup değiştirmiş, fakir propaganda batağında boğulmuş, denetimin ucu kaçmış hırsızlık doğmuş, dengesizlik oluşmuş, yanaşmalar ve yandaşlar arsızca sosyal devlet olgusunu kemiriyormuş, semiriyormuş kime ne.

Sizden başka “Gören yok, Dur diyen yok” analar, bacılar. Ey kadınlar, insan gibi insan, adam gibi adam bulmak zor. Artık yeter…

Evet, bu ülke her daim zordu. Bu ülkede kadın olmak da her daim zordu. Evet şimdi daha da zor. Ancak zor oyunu bozar. Bu derin ve engin güç kadınlarımızda var. Elinin tersiyle itmeye görsün analar, bacılar, “8 Mart falan dinlemezler”, dünya yerle yeksan olur. İşte o vakit vay haline ülke düşmanlarının, vay haline kadın düşmanlarının…

"Şu tersine gerisingeriye değişen dünyada asla değişmem, Anamı, eşimi, bacımı ve kızımı zinhar dünyalara değişmem, dünyalar kadar severim onları, onlar için varım ve dahi değişmem"…

8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder