SÜRECE SEYİRCİ KALMAK!
SÜRECE SEYİRCİ KALMAK!
Süreç seçim süreci, yazı süreç yazılarından… Bir süreci yönlendirme ve yönetme kararlılığında ve yeterliliğinde olduğunu göstermekle başlar her şey ama yetmez, emek ve cesaret ister. Yapıla gelen tüm toplanmalar ve toplantılar ayan beyan süreç sonundaki kayıplar saklı tutulmak kaydıyla elden geldiğince desteği ortaya koyar ama gerçekçi katılımı da engeller. Koşullu veya koşulsuz tüm ciddi katkı sağlamışlık aslında eleştirel bakışların bir süreliğine ertelenmesi ve sürecin seçimlik uzantısıdır. Süreç herkesi bir başına, üzüntülerle ve özeleştirilerle baş başa bırakır. Boşa döğünmeler ve dövüşler masalsı kürsü anlatımlarının ötesinde bir gerçeklik taşır ve taşımalıdır da. Zaman doğrular doğrultusunda ve ışığında doğrultusu net olma net var olma zamanıdır. Sağlıksız toplanma mücadelesi verenlerin haklı çıkacağı haklı çıkarılacağı günler ve seçimler süreç sonuna dek sürer. Bu nedenle süreç olumlu olumsuz tüm eleştirilerin sürdürüleceği bir dönem olur ve maalesef iç kavgaların biteceği yapıcı ve yapıştırıcı bir dönemi başlatma yönünde işlemez ve işletilemez. Dönemler itibariyle bir türlü gerçekleşemeyen gerçekleştirilemeyen uyum ve başarı özenle çalışma inceliği olan sürecin işlevselleşmesi işlevselleştirilmesi ile gerçekleşir. Artık kendisine gelmesi gerekenlerin gerekeni yapması sürecidir kapıya dayanan ama işler yine kapalı kapılar ardında halledilir. Süreç, aday adaylaşma ve liste hazırlığı kavgasında tercihler ve tercihleri yönlendirme noktasında zaafa uğrar ve uğratılır. Hep böyle olmuştur, oldukça da en büyük kayıpların en büyük nedeni ilerleyen süreçte durağanlığı aşamamak olarak kesinleşir. Bu yıkıcı durağanlık ciddi değerlendirmeler yapmayı da geciktirir. Hal böyle olunca kazanan ve kaybeden noktasında süreci iyi yönetmek ve yönetememek gerçeği dışlanır. Bu dışlanmışlığa ‘aykırılığın kaygısal duruşunun’ sürece seyirci kalması şeklinde eklenince yazgı netleşir. Süreçte uygulanacak tüm aktivitelere katılanlar gerçek kimliklerini ortaya koyma cesareti gösterseler bile siyasi arenanın genel geçer kurallarından sayılan safsataları işletilince aktif rol oynamak da hayallerde bir resim olarak kalır. Bu kimliksiz duruş aslında ortamın gereğince hazırlanamayışı neticesinde sürecin kendiliğinde işleyişinin sonucudur. Ortada sürecin bir işletilememe sorunu vardır. Sürece nasıl bir ağırlık koyulacağı koyulması gerektiğini bilemeyiş ilerlendikçe kestirilmesi güç başka problemleri de günceller. Bu muhtemel ama tahminsiz biçimleniş kim ne derse desin, neyi savunur ise savunsun yanlışta ısrarcılıktır ve geniş halk yığınlarının sürece katılımını da engeller. Yığınlara yeterince ulaşılamayışın yanı sıra, tartışmaların odağına halkı rahatsız eden değerleri, değer kaymalarını oturtmak ise süreci tersine çevirir. Böylece derinden yıkılış, toplanma, bütünleşme ve başarma isteğini yer bitirir. süreç tam bitme tükenme noktasına evrilecek iken bir kımıldanış başlar. İçinde yepyeni dersler ve yepyeni başlangıçlar barındıran bir süreç daha açılır ve kapatılır. Yönetme ve yönetilme derdi olmayan sadeliği sabırla karıştıran, en üstten en alta sıralanmış süreç belirleyicileri ise her zamanki gibi memnuniyet üzerine dem vururlar. Ancak rasyonel yönetsel yapıya kavuşma gereğini ve rahatlığını kademeleştirmeyi beceremezler. Süreç kademe kademe hademeleşmeye kaydırılınca aslında sorunları gidermek esasına dayandırılmış olsa da harcanan çaba her yöne yayılmayı, yanılma ve yanıltma yönünde işler. Süreç bu işlik düzeyinde kalınca her şey gelenekselleşmiş yanlışları tekrardan doğrulama, doğrulatma düzleminde temelleri atılan temelsizliği tembihler. Sürecin kurbanı olanlar temel görüş, düşünce ve proje bazında hata ararken dönüp durup esas olan ne var ise görmezler veya görmezden gelirler. Denizi ararken gölde boğulmak hastalığı nükseder yine. Senelere varan, tepeler vuran çalışmalar ve yoğunlaşmadan yorgun düşenler veya aidiyetini donduranlar seyrettikçe eli ayağına dolaşır vitrindekilerin. Süreç şevk ve enerjiye duyulan ihtiyaçla, eleştiri savmaya, günü kurtarmaya ve yetki gidermeye yönelik savruk eylemselliğe savrulur. Ancak süreç sıradan ve alışılagelmiş tartışmaların odağında ve çözümlerin uzağında süreci beğenmeyenleri sindirme ve korkutma uğraşı verenleri ileri sürse de haklılaştırmaz. Sakın ola ki süreci iyi veya kötü yönlendirme veya yönetme yeterliliğini ellerine geçirenler, yanlışta ısrarcılar ve mevcudu savunanlar çemberin dışına çıkmasınlar. Çıktıkları an her şeyi baştan kabul etmişlikten, direnmemişlikten doğan sıkıntı ve sinirlilik süreci sırların döküldüğü fırtınaya çevirir. Yerel sürecin bu tutarsız ve arsız şekillenişine el pençe duranlar, yereli göz ardı ettiklerinden dolayı genel süreçte özel düşler göremezler, gördürmezler. Çünkü süreç anında, tavında ve tamamında birileri çıkar ve her şeyi, tüm şikâyetnameleri ‘gülün sarı yaprağına’ Sürece Seyirci Kalmak’ yazısında olduğu gibi değil açık seçik yazar. |
MEVCUT İLERLEYİŞ TRAVMASI VE SEÇİM LİSTELEMELERİ…
MEVCUT İLERLEYİŞ TRAVMASI VE SEÇİM LİSTELEMELERİ…
Mevcut ilerleyiş, gerileyişin sistematiğini tüm sitemlere karşın en geniş yelpazede alt-üst perdeden dayattıkça, yine aynileşen isimler, şaşırtıcı kimler ve cevazlı kimseler ön plana çıkarlar. Yarışsın veya yarışmasınlar, katılımcılığın sonudur, katılımın sınırıdır bu mevcut gidişe selam durmak.
Selamı sabahı kesmek ise mevcut işleyişin önüne geçemedikten sonra yeniden değerlenmeye ve yeniden değerlendirmeye, fişlere ve fişlemeye tabi kılar insanı ve değersizleştirir. İçeride ve dışarıda demokrasi işletilmedikçe oligarşinin şirretliğine boyun eğildikçe, naylon demokratlık geçerli olur çok uzun süre. Böylece nayloncu, laylaylomcu yığınlaşmalar ve poşetlik sistem palavracılığı üç beş yıllığına iş görür, işini görür tekrardan. İş bilenin kılıç kullananın martavalı içi boşaltılmışlığın kuşandığı bir zırhtır aslında. Ancak iktidarın ağır eleştirel yaklaşımlar bir yana, tartışılması ve tartıştırılmasının bile suç sayıldığı bir dönemde ve ortamda bu geriye gidişle kentlinin veya köylülerin eski ve geçmiş günleri arayacağı apaçık bellidir.
Köyler şehirleşmiş, şehirler köyleşmiş, geleceği büyük şehirlerde aramak ve geleceksizliği köylerde sürdürmek moda olunca başka bir sonuç beklemek ve bu kategorik yarışmayı iyi sonuçlara endekslemek de güçleşir. Emeklilik ve emeklemek, kaçgöç olgusu, yerinden yurdundan edilmek ve yeni yurtlar edinmek salgın hastalıkvari bir dürtüyle genel geçer gayeye kurban verilmiş ise her devrik listeleme gönülden istenmemeyi de oluşturur.
Bu tersine ve zıttına gelişme, gerinme ve etkileniş ortak bilince ve ortaklık kültürüne, birlikte yaşama gerçekliğine, beraber üretebilme ereğine ve değişime ve dahi dönüşüme engellerin engelini engereğin çıngırağını çıkarır. Aslında bu durum mevcut ilerleyişi savunarak gerileyişi hazırlayanların da en geniş yelpazede işine gelir.
İnsanlıkla ve mantık çerçevesinde sergilenemeyen neler ise koca koca kentlerde yeniden harmanlanarak sitemi unutturan bir sistemde yeniden kodlanacağa benziyor. Bu kod bozuluşu koca şehirlerde birbirinin aynısı, ama farklı gösterilen toplumsal ve kültürel yapıların öbek öbek yaşadığı, konuşlandırıldığı ve kotalandırıldığı yeni site kentleştirmelerine kaydırılıyor. Bu mekânsal ve mekanik barınma özelliği, hissedilemez incelik taşımasına karşın başkalaşmayı ve ötekileştirmeyi de sağlayan bir sistematiği raporluyor.
Yerel ve yöre sorunları ile yoğrulan ve boğulan, bilip kavrayıp çözme hünerini gösterecek, çözülmeyi önleme mahirliğindeki değerler ise travmatik dizinlerle güç kaybına uğratılarak mevcut ilerleyişin gerileştirme sistematiğinin önü açılıyor, önü temizleniyor. Bu travmaya koşut aktif katılım ve katılımcı şekilleniş ile değme ve dokunma cesaretinin yaşanılan her yerde yerleşmeyi ve yerelleşmeyi bir biçimde genellemelere tabi tutarak yok edilmesi de eklenince tutukluluk hali devam eder.
Bu menfi tutum veya tutukluluk hali en nihayetinde evrenselleşmeyi de pullaştırır, putlaştırır. Sonra demografik değişimlerin gözetilmediği bir eften püften yaratıya, yaratığı yakından gözlemleyen bir kentlilik ruhu kendi ruhundan üfler, üfler gider.
Bu ruh haliyle yerelden genele, genelden evrensele sağlıklı kararlar ve hezimet yaşatmayacak uygulamalar ortaya koymak o kadar güç olur ki; ilerleyişin dayanılmaz ağırlığını ve mevcut ilerleyişin önlenemez geriliğini ve ileri gericiliği engellemek de yalan olur. Ahbap çavuş, kafa kol ilişkileriyle, bölgecilik, yörecilik, yarencilik, dincilik, mezhepçilik, gölgecilik ve benzeri anti demokratik bağdaştırmalar bağnazca hayata geçirildikçe takoz olmak yerine gaza gelinir. Gün gelir bir gün bir yerde muhtaç olunan an mantıksızlığın mantosuna sarılır o ulvi seyahatçiler. Ve sözü emir, ricayı buyruk sayan ileri gericiler mevcut ilerleyişin gerileyişi hızlandıran boyutunda sunulan nimetlerden kendini kurtarma adına paylanarak yırtarlar.
O görünen, görülen ama beklenmeyen yıkılışı ise bu sundurma sunumları, iç dış demokrasi yerine içi dışına çıkmış dengelerin korunması kavramını koymak hazırlar. Beklentileri bu günden ileriye hiçleştiren ise içten içe ağır biçimde bozulmalar ve oligarşik tüm yöntemler kullanılarak en geniş yelpazede içerilerde bir yerlerde bir şeylerin ölmesine yataklık etmektir.
Ve ‘Mevcut İlerleyiş Travması ve Seçim Listelemesi ve Seçmen gerilemesi…’ sistematiği son tahlilde ve sol tahlilde yine helalinden sınıfta kalmaktır.
Mevcut ilerleyiş, gerileyişin sistematiğini tüm sitemlere karşın en geniş yelpazede alt-üst perdeden dayattıkça, yine aynileşen isimler, şaşırtıcı kimler ve cevazlı kimseler ön plana çıkarlar. Yarışsın veya yarışmasınlar, katılımcılığın sonudur, katılımın sınırıdır bu mevcut gidişe selam durmak.
Selamı sabahı kesmek ise mevcut işleyişin önüne geçemedikten sonra yeniden değerlenmeye ve yeniden değerlendirmeye, fişlere ve fişlemeye tabi kılar insanı ve değersizleştirir. İçeride ve dışarıda demokrasi işletilmedikçe oligarşinin şirretliğine boyun eğildikçe, naylon demokratlık geçerli olur çok uzun süre. Böylece nayloncu, laylaylomcu yığınlaşmalar ve poşetlik sistem palavracılığı üç beş yıllığına iş görür, işini görür tekrardan. İş bilenin kılıç kullananın martavalı içi boşaltılmışlığın kuşandığı bir zırhtır aslında. Ancak iktidarın ağır eleştirel yaklaşımlar bir yana, tartışılması ve tartıştırılmasının bile suç sayıldığı bir dönemde ve ortamda bu geriye gidişle kentlinin veya köylülerin eski ve geçmiş günleri arayacağı apaçık bellidir.
Köyler şehirleşmiş, şehirler köyleşmiş, geleceği büyük şehirlerde aramak ve geleceksizliği köylerde sürdürmek moda olunca başka bir sonuç beklemek ve bu kategorik yarışmayı iyi sonuçlara endekslemek de güçleşir. Emeklilik ve emeklemek, kaçgöç olgusu, yerinden yurdundan edilmek ve yeni yurtlar edinmek salgın hastalıkvari bir dürtüyle genel geçer gayeye kurban verilmiş ise her devrik listeleme gönülden istenmemeyi de oluşturur.
Bu tersine ve zıttına gelişme, gerinme ve etkileniş ortak bilince ve ortaklık kültürüne, birlikte yaşama gerçekliğine, beraber üretebilme ereğine ve değişime ve dahi dönüşüme engellerin engelini engereğin çıngırağını çıkarır. Aslında bu durum mevcut ilerleyişi savunarak gerileyişi hazırlayanların da en geniş yelpazede işine gelir.
İnsanlıkla ve mantık çerçevesinde sergilenemeyen neler ise koca koca kentlerde yeniden harmanlanarak sitemi unutturan bir sistemde yeniden kodlanacağa benziyor. Bu kod bozuluşu koca şehirlerde birbirinin aynısı, ama farklı gösterilen toplumsal ve kültürel yapıların öbek öbek yaşadığı, konuşlandırıldığı ve kotalandırıldığı yeni site kentleştirmelerine kaydırılıyor. Bu mekânsal ve mekanik barınma özelliği, hissedilemez incelik taşımasına karşın başkalaşmayı ve ötekileştirmeyi de sağlayan bir sistematiği raporluyor.
Yerel ve yöre sorunları ile yoğrulan ve boğulan, bilip kavrayıp çözme hünerini gösterecek, çözülmeyi önleme mahirliğindeki değerler ise travmatik dizinlerle güç kaybına uğratılarak mevcut ilerleyişin gerileştirme sistematiğinin önü açılıyor, önü temizleniyor. Bu travmaya koşut aktif katılım ve katılımcı şekilleniş ile değme ve dokunma cesaretinin yaşanılan her yerde yerleşmeyi ve yerelleşmeyi bir biçimde genellemelere tabi tutarak yok edilmesi de eklenince tutukluluk hali devam eder.
Bu menfi tutum veya tutukluluk hali en nihayetinde evrenselleşmeyi de pullaştırır, putlaştırır. Sonra demografik değişimlerin gözetilmediği bir eften püften yaratıya, yaratığı yakından gözlemleyen bir kentlilik ruhu kendi ruhundan üfler, üfler gider.
Bu ruh haliyle yerelden genele, genelden evrensele sağlıklı kararlar ve hezimet yaşatmayacak uygulamalar ortaya koymak o kadar güç olur ki; ilerleyişin dayanılmaz ağırlığını ve mevcut ilerleyişin önlenemez geriliğini ve ileri gericiliği engellemek de yalan olur. Ahbap çavuş, kafa kol ilişkileriyle, bölgecilik, yörecilik, yarencilik, dincilik, mezhepçilik, gölgecilik ve benzeri anti demokratik bağdaştırmalar bağnazca hayata geçirildikçe takoz olmak yerine gaza gelinir. Gün gelir bir gün bir yerde muhtaç olunan an mantıksızlığın mantosuna sarılır o ulvi seyahatçiler. Ve sözü emir, ricayı buyruk sayan ileri gericiler mevcut ilerleyişin gerileyişi hızlandıran boyutunda sunulan nimetlerden kendini kurtarma adına paylanarak yırtarlar.
O görünen, görülen ama beklenmeyen yıkılışı ise bu sundurma sunumları, iç dış demokrasi yerine içi dışına çıkmış dengelerin korunması kavramını koymak hazırlar. Beklentileri bu günden ileriye hiçleştiren ise içten içe ağır biçimde bozulmalar ve oligarşik tüm yöntemler kullanılarak en geniş yelpazede içerilerde bir yerlerde bir şeylerin ölmesine yataklık etmektir.
Ve ‘Mevcut İlerleyiş Travması ve Seçim Listelemesi ve Seçmen gerilemesi…’ sistematiği son tahlilde ve sol tahlilde yine helalinden sınıfta kalmaktır.
ASRİ TATİL
ASRİ TATİL
En ALLAH ‘ sız kavgalarda sağa
sola savruldum. Hoyratça uykusuzluğa ve yollara. Ummazdım asla, umursamazdım
gecelerin bedduasının bu kadar tutacağını, gelip geçenlere bahçemdeki biberleri
göstererek, öylesine yeşil öylesine kırmızı, dualarını almayı. O eşine az
rastlanır kavga büktü boynumu.
Boğaza karşı günaha bulandığım
utançla başbaşayım şimdi. Boğaz o denli küsmüş ki bana, altın boynuzlarında
dönüyor dünya. Dünya o eki halinde dünya değil. Boynuzlar battıkça kıçına
gözleri faltaşı. Bir olmuşlar ve beni yargılıyorlar balçık sularda. Karanlığı
denize emanet edip yüzmüyorum asla yıldızların parıltısında. Yıldızlar hala
benim. Evet değiştim ve yaşlandım, yaşlanıyorum veya. En genç halimde hissedip
yaşayamadığım o ince mütevazilikteyim. Nişanı hala bende saklı, nişanlı
köprüde. Geçmek üzereyken geçemediğim. Hep iki oda, aynı tuzlu sular ve aynı
değişmez ikili. Düşlerim hala o kaosa takılı. Huzuru özlüyorum, tıka basa
hayatıma sokmayı. Bitkin gözlerinden öptüğüm uykulu geceleri, üstünü öptüğüm
korkuyu, pişmanlığımı ve yüzemediğim denizi seviyorum. Seviyorum en canlı kanlı
kavgaları. Canım seni istiyor, belki sende beni. Aynı kavganın tarafı hiç
olmadık çünkü kavga bizdik, bilmiyorum, hiç bilmiyorum. Ezbere yaşadım kaç on
yıl bilsen, yakışıyor desinler diye, öylece, nasıl olursa, sakınmadan. Test
kitabında ıslandığımız gün yazılı ondan sonra neler neler. Dün gibi aklımda
onca şey ama yeterince anlatamayacağımı biliyorum. Yeşil yeşil yansıyor
aynalara yüzün kendiliğinden ve buğular içinde o gözlere takılıyorum, yeşil.
Kıpkırmızı yanmış vücudun, dudağın kuru ve yarı açık. Hep o büyüleniş. Unutmak
isteyip tam da unuttum derken bardaktan boşanırcasına yağıyorsun üzerime. Suç
suç inliyorsun beynimin kıvrımlarında. Akıl gözüm test kitabını sürüyor önüme,
testislerimde aç açık bir ağrı, ağrıyorum. Sensiz şehrin doğma büyüme
hemşehrisiyim. Ne aranıyorum ne sorgulanıyorum. Kavgalarda ölmüş sen de. Canlı
fasıl gecelerde, o uzak kır şehrinde elimi tutup meydana çekelediğin doğuyor
içime. Tip bir kız kokusu da değişik deyip ardın sıra sürüklendiğimi. Üstü
kontraplak bir açılır kapanır masa aldığımızı. Şimdi o masalardan var mıdır
acaba. Çay bahçelerinin tahta masalarında canlandığımı, candan gülüşünle
sandalyeme mıhlandığımı görüyorum. Sonra kara beyaz sakallı, kanser sarısı bir
yüzle giriyor anılara, meyhane kuşu çarpılmışlığı sinmiş gözlerine ve görüntülerim
siliniyor. Ama hayatı sende özlediğim gerçeğini bilmiyor, hissettirmiyorum ona.
Radyodaki o nihavent şarkı gece
gündüz aklımda çalıyor. Kelepçesiz bağlıyım gecelere ve aramıza uyku yatıyor.
Hınzırca sağına soluna dönenip bir seni bir beni süzüyor. Elimi süremiyorum
sana, çırılçıplak düşler kızıyor ve canım yanıyor.
Bir yağmur alacasında buluyorum
seni kaç yıl sonra bilemiyorum, şemsiyeden süzülen sular ensemden sıcak sıcak,
hissetmiyorum. Senden ayrıldığımda sırtım üşüyor, üşüyorum. Titriyorum
hatboyunda, boynundaki fuların desenlerini beynime kazımışım renk renk,
şaşırıyorum. Sonra her akşam sen, alışverişi öğreniyorum senden, gönlünce gezip
tozmayı, işten artan zamanın değerlendirilişini, özlemeyi, okuyorum o sıra
başka birlikteliklerin sıradanlığını. Ve sıra çırılçıplak düşlere yatacağımız
kıyılara vurmaya geliyor. Alelacele hazırlanıyorum, yıllar var yalnızım ve
içimde özüm akıyor, Marmara dar geliyor, dağılıyorum Ege’ye Akdeniz’e. Uzun ve
klas bir yolculuktan sonra bir sıcaklık vuruyor başıma, sen deneyimlisin bir
gün süren yanılgımız yat gezisinde son buluyor. Bolca içiyor ve dans ediyorsun
yıldızlarla. Yerlere saçılmış sevişmeleri izliyorsun, sevişemiyorsun. Yatma
vakti geciktikçe gecikiyor. Su kemerlerine ılımış sular yürüyüşe geçecek yarın,
biliyorsun. Hayal kırıklığı içinde seni kaybediyorum.
-
Dön arkanı soyunacağım !
Dönmektense sırtımı dışarı çıkarıyorum.
Soyunuyor,
giyiniyor yeterli süre bekliyorum, ilk ayrılık. Yağmalanmış duygularla
dönüyorum. Bilincim intiharın eşiğinde, istenmiyorsun. Parmaklarım tutuk acemi
bende değişiyorum. Memleket kadar yorgun ve çaresizim, isteksiz ve karar
değiştiren bir vaziyetteyim, yol yarenliğim baştan saçma geç anlıyorum. Denize
dalıp gözlerimi dinlendiriyorum. Başka çare yok katlanmam gerek. Dalga dalga
deliriyorsun ben sessiz sakin izliyorum.sana sarhoşluk bulaştı, suç üzerine suç
işletiyor ben uyumalıyım. Şimdi karşıma çıkıp bu kaçıncı sarhoşluğumdu dersen
söylemem. Ne ilk ne son derim, koynuma sızan lambalar sönmüş, güneşe sır vermek
olmaz. Gittikçe gündüzüm gecem sana benziyor demek yeter. Çerçeveye sığmayan
kalede çekilen tatlı gülüşün hala sıcacık. Donmuşsun dudağındaki ışıltıyla
desem, o sarhoşlukta bana yeter. Pırlanta çocuk anası ve babası bu yaz
masmavisin, maviye vurdun beni. Ismarlama beyaz bembeyaz dalgalarla alt alta
üst üste. Sabaha ulaşırken masumiyet toz içinde bir yolculuk düşünmemiştim hiç.
Beni aştı kıvrıla dökülen yollar. Bozdu dengemi sancı oturdu yüreğime, otel
perdelerinde ağlaşıyor yabancılaşma, yürek o eski yüreğim değil. Denizin
koyuluğu uyutuyor içimde çıldıran zamanı ve zaman ninnileniyor.
- Çık dışarı
giyineceğim !
Bence seninde
ilk sahiplenme arayışındı, telaşlısın. Hoşça kal demek üzereyken son bi gayret
sessiz sulara dalmak istemişsin. Mavi derinliğe ulaşabilirsin ama. Bağışla beni
aklımda aldırmazlık çiçeği. Göze alamadığın ayrılıklar tenini zorluyor apaçık
belli. Islak uçuşlar nefesleniyor bedeninde kesik kesik. Dev ateşlere varacak
bu yolun sonu. Karşı duramıyorsan eğer bırak isyan kumdan kalelerde
bastırılsın. Rehineyim sanki şaşırıp kaldım. Kime ne için yaranayım
bilemiyorum. Yazılmışım göreve biri kollarını uzatır diye. Aşksız zordur umuda
yolculuk ama sevgiyle bakan rengarenk boyanacak tuvaller var. Canlanan tüm
sırlar görünesi. Her zaman bütünüyle hazırlıklı ol ve yüzüne yansısın deniz,
gökyüzünde bavulunu toplamış yıldızlar. Acayip bir yankı bu sanki yüzyıl
beklenmiş. İnsanı ortak ediyor hemen içine katıyor sıkıntılı akşamüstlerinin
günün son ışıkları kıpkızıl denize düşüp kaybolurken kurtulamıyorum sinsi ve kasvetli
odada. Hiç tereddütsüz yaşayabileceğim hakimiyeti çoktan yitirmişim ışıl ışıl
vitrinlerde. İlişkileri anımsatan uçuruma son sürat kıvrılarak inen o sözlere
karşı koyamadım. Hala gözümüm önüne gelir dura kalka devam eden yolculuğumda
yolun uçurumsuz yanındaki yosun yeşili kayalara tutunuşum. Düşen taşları
görmezden gelir ve asla durmam. Karşılıklı homurdanmalar devri çoktan tehlikeyi
farketmiştir ancak dışarı çıkmasam giyinemeyecek misin diye soramayacak kadar
toydum. Ya da giyinip soyunmasına yardım edebilmeyi hissettiremeyecek kadar
ilgisiz. En güzel filmleri görmüştüm evet, etkisinden kurtulamadığım nice
filmde oynatmıştım kendimi. En iyi eleştirisi olan kitapları okumuştum. Sevda
yüklü romanlara gömmüştüm kederimi, fiyaka ile pipo tüttürürdüm. Karikatür
dergilerine, belgeli mecmualara bakardım. Adeta dünyamı yıkar yeniden kurardım
ama o öyküye bir türlü başlayamadım. İliğime kemiğime kadar dayanan gergin onca
gayret sarfıma rağmen terketti beni türkçe. Tek bildiğim dildi, tam bilmesem de
yarım yamalak. Günlük konuşma düzeyim güven vericiydi ama temas kuramadım
vefalı dostla. Anlardı müzikten sesi de fena sayılmazdı. Nerden çıktı bu pertev
diyemeden aryalar sustu. Şarkı merakı muhatap aradı ve ilk çekilen fotoğrafa
kaynadı. Filmlerin lüks banyolu sahnelerine köpük köpük dağıldı, başka sefalara
satılmıştı çilingir sofraları. Karanlık basmıştı ve mayınlardan atlaya atlaya
sefaletin kucağına varış başka sefere kalıyordu. Biliyorum cevaplama yetkisi
ayrılıştan sonraya idi. Yinede yaşadıklarımız en iyi şiirim olacaktı. Eh iyisi
ve söyleyecektim yaşamın bir noktasında geçmişimden söz eder gibi. Belleğimin
karanlığında çakan bir pırıltıymışçasına. Oysa her kesişmenin anıları sarması
ve günyüzüne çıkarmasıydı. Dönemsel kazaları, birden küllerini havaya savuran,
denk düşünülmeyip değişilmeyen bedenlerdi. İçi boşalmıştı, acıyla sevda
karışmıştı tene, o an ve durum kimin kimi beklediğine anlaşmaz, anlaşılmaz
yanıtlar buluyordu uyarılmaz bedenlere.
Nefes
nefeseydim asıl öykülerde. Dahası belleğimde sloganlar çırpınıyordu. Ne kadar
alçak gönüllü idi yaşamı keyifle aktaran tarih. Karınca kararınca çevirmişim
yüzümü nankör uğraşılara. Bizatihi kötü iz bırakmış anılara. Kırlara kaçtın,
takip ettim, sanki sen de beni, kırmızı elbiseli iki parçadan oluşan ve hiç
memesi yokmuş zannı veren bikiniliğini, kiraz dudağının kulağıma doluşunu
unutamadım. Çekirdeği boğazıma takılmıştı, tek nefes tökezledim.
Değerlendirilmeyi hak eden bir neferdim
bence. Tabi ki en yakın ve huysuz veya sevimsiz dostun. Satır satır yatırırken
şimdi sarı yapraklara teşekkürlerimi, şöyle içerlerime saklanmış, sözcüklerle
oynamayı sevişim ve kılıktan kılığa değişen sevişmeler çıkıyor duygu
paralarcasına. Metnini yoğurmak alışılmadık dilde kazara kucağıma alıp havalandırmak istiyorum
yazıları. O yazı bol miktarda kuralsızlık serpiştirerek temposuna yeniden ve
hıphızlı, yeniden yaşamak. İsyankar ama samimi bambaşka hülyalarla ama
mantıkla. Kılavuzlar sokağından geçerken yine sen gözüme ilişesin, kulağıma
küpe iltifatların dozu hiç önemli değil. Belli bir akışı olmasın olayların. Kaç
çalkantı geçireceğini düşünmeden kafalardan tamamlansın ödül. Ne kadar suçlu
olunduğu kendi kusurlarında saklıdır insanın. Çok şeyi sarsmadan insanı zaaf
deyip uzun vadede ipuçları şimdiyi ve geleceği oluşturur savına inanılır. Bu
yüzden bir araya gelemeyişler, başkalarına başkasının gözüyle anlatmalar, doğal
bir patlamaymış. Karışık bir dağılmaymış gibi çok kişili tanık aramalar.
Affetmez bir katılık dökülüyor yaşama dair yorumlardan. İşte o zaman kasırgalar
güçlü ve şiddetli sırf duygulara vuruyor münasebetsizliğini. Ahlaki başkaldırı
fazla yüzeysel ve bön sonuçlara gebe. Kimseleri fazlaca zorlamayan yalanlarla
yüceliyor içiçeleşen mahremiyet. Bitişik nizam odalarda yükselen ses pınarı
avluyu dolduruyor, yankılanıyor kuytu duvarlarda ve en ALLAH’ sız aşklar ve
sevişmeler yaşamak isterdim diyemiyorum. Gel gelelim basit yaşamımın sınırını o
gün aştığımı hiç kimseye itiraf edemedim. En ufak bir tepkiye göğüs geremezdim.
Pişkinliğe vuruyor, duymuyor ve sallamıyordun. Geri dönüşü olmayan yolda hüzün
bulaştı düşlerime, soğuk ve kirli bir ayrılık gölgesi düştü düş bahçeme.
Ömrümün kalanını usulca başkalarının sevgilerine adadım ve o işi de
beceremedim. Sayfalar boyunca pençesinden kurtulamadım düş macerasına dönüşen
heveslerimin. Ufuk açayım derken yalpaladım, aslına bakarsanız onun çağrısına
ayak uyduramadım. Oysa içine içine çekiyordu beni o ses. Pespayeliği silip
atamadım bilincimi tam güzelliğiyle ipe serip. Kanımca bu sayede şimdi fazla
iyilik etmeye kalkardım. Ama bütün iyiliklerin bedeli ödenmez, hesap açık
kalır, kavanoz dipli çatlağında sevişmeler sessizliğe gömülür çünkü.
Her
türlüsünden zevk verme ve alma ve sevgiyi sergileme düşü öteki yazlara
kalmıştır. Olağanüstü yazı gücünden damlayan sevişmeler yapıtını üretirken
yapanları yapıtsız bırakmıştır. Tarihin çöplüğünde takdir edilmeyi bekleyerek
daha çok beklenecektir. Kağıttan kayıklara binbir çeşit hakediş dokundur ve
serin, sığ lacivert sulara bırak, sırt üstü yüzen hayatı eksik yaşamış asla
dönüp bakmayacaktır.o kendine rakı şişesinde balık hissetmektedir ve zıt
kutbunda yaşar maceranın.
- Çıkıyorum
soyunacaksan !
Üzerine basa
basa sözcüklerin alıştım. Emir kipi saçmalıkları, dilek kipi çaresizliğe
dönüştü. Varoluşumun sırrını sorgulamadım. Bu yüzden günahla sevabı apaçık öğrenemedim.bana
düşen kapıyı vurup çıkmak sandım. Bu sorular hep duraksama anında soruldu. Oysa
tatildi ve herşey mubahtı. Sevilmeye değer ne varsa hava, su, deniz, güneş
kadar ihtiyaçtı. Acele etmek lazımdı. Açık saçık düşler kurarak seçkinci
davranılan günler her yaşanan fırtınada ateşe atılacaktı. Besbelli hiç akla
gelmeyecekti ter ve korku içinde çırpınmalar. Belki o parlak tüylü korku da
yalandı ve okşanmak istiyordu. Alafranga bir rüya kendini en diri bulduğu bir
gece yaldızlı çiçekli fuzuli yüklerinden sıyrıldı gözünü kırpmadan. Benden
hiçbir şey istemedi. Çok gizli tuttu adresi, soramazdım.
Böyle böyle
bir filozof olacakken kendimi öldürtmüşüm meğer. İşte odur burnumdaki öfke.
Soluyorum her yenilenişte heyecandan yoksun. Bunca sene safça yaşamışım. Genzim
yanıyor, utanmasam yana döne ağlayacağım. Çiçeklerim yere dağıldığında kırmızı
çinili ve kırık aynalı banyoda şarabından bir yudum içeceğim. Saçlarında
dolaşan ateşin çıtırtısına gözlerimdeki muzip pırıltıyı ekleyeceğim ve al
yanağından gülerken ayıp olmasın korkusunu, bir yudum şarap daha ...
Ört bas
edeceğim yemişlerin ortaya saçılışını. Ertesi gün ben uyurken odaya durmadan
girip çıkışını, onca güzel izleyeceğim. Altın sarısı vücudunu
DENEMEDEN ASLA
Kevser suyundan içti iktidara
geldim.
Efendiler sabah olunca kim ne
yana dağılırsa dağılsın. Dengesi bozulmuş doğanın, üst tabakası yanmış, ölü
bölgede yaşıyorum. Hafif kızarıklıklarla gün yüzüne çıkan sedef izi bırakıyor.
Ve sen gelmiyorsun, içi su dolu irin dolu keselerle yaşamayı bileceksin. Hatta
büzüşeceksin hiç kimsenin yaşamadığı topraklara, derin derin, ön yargıyı
dikerek daima şüphe biçeceksin çayırdan. Akıllanmak ne dersen, akıllı
görünebilme çabasından uzaklaşmak derim. Minicik mantosuna sarılmaktır ümidin.
Etrafta imha edilişin bölük pörçük hatırlana ama asla hatırlanmak istenmeyen
ipuçları var.bıraktığında kabuslara kaçışı, söz edersin doyasıya. Taleplerin
iyice azaldığında ilişkinin çok normal olduğunu varsayarak, daha fazla ailevi
neden ararsın. Bu direklerde sallandırılası hayat senindir ama aile başkasının.
Diğer araç gereçlerle ikiye bölsen de dünyayı, bölünmemişlik kısır döngüye
vatan olmuştur. Güncel denemeler kime yar olacaksa olsun artık kökeninde mülk
sorunu var nasılsa. Ben kevser suyundan içtim, iktidardan oldum.
Doğruları korumak adına özür
diliyorum. Sakın korktuğumu sanma. Yaralar nasıl sarılacak bilemiyorum. Af
dileyişim ondan. Yılların ardından eski dost buluşması sevinçleri yaşamak
istiyorum artık. Ne yapacağı belli olmayan meydan okur tavrı bitmiş, darbeci
bira baş ağrısına tutulmuş dostlarımla kucaklaşmak. Geri döndüklerinde
iktidardayım, hala ordayım demek. Müthiş dokunaklı bir söylevden sonra ilk
askeri darbe ne zamandı diye sormak, sıra dışı devam etmek sonra; boş yere
rahatsızlandım. Öksürüklerle tıkandım. Boğazım zedelendi. Sinirlerim gergin ucu
iltihaplı, şurubumdan içtim, ilaç draje draje. Hemşireye delice bağlandım,
güçlükle yürüyordum. Bir imsak vakti şehir şehir avare dolandım, zihnim
yolculuğa çıktı. Sonra geri dönmeyişleri sorguladım. Cevaplar ıssız bir
adadaydı. Kendimi ona adadım, vahşi ormanların güzalliğine, mavi göllerin
gizemine hayran kaldım. Süs kabullendim erkek kılığında dolaşmayı. Gücenmeden,
güçlük çekmeden üstesinden geldim güçlüklerin. Tuhaftı herşey, bu boyut bakırdı.
Tarafsız gözle önümde uzayan vicdansızlığı izledim. Gözlerime katarakt indi,
kulağım ağır işitiyor. Eşyanın tabiatına aykırı ama bir öğle vakti hiç ummazken
başardım. Başımda ıslak bir ağrı kuru kuruya ağladım. Hatalardan dönüş altıma
yattı, özür dilerim sizleri bulamadım.
Gül mevsimi belgratkapıdan yola
çıktım. Şehrin bütün müzelerini gezdim. Arzuları kısıtlayıcı bir anahtar vardı
elimde, emelim üç öğüde de katıksız uymaktı. Gençtim, güzeldim, acemiydim
demedim afişler astım. Kasten yaşadım o geceyi, bilmeyen kalmasın. Umutsuzca
direndim çünkü kendimi dışlanmış hissettim. Tasarım dışı bir güzelliğe uyandım,
evet o an dostlarım acı çekmeye başladı, tarihte bugün ne var desen, uzun
yıllardan beri diye başlarım. Ne hakimiyetler gördüm ve bağımsızlığa yamandım.
Artık büyümüştüm, sevgime karşılık veremeyen dünyalar küçülmüştü. Olayları
iyice hafife alan donmuş dünya, gelecekle ilgili umutlarını, egsoz dumanı kusan
şehirlere bırakmıştı, kusursuz ama şımarık günlerdi. Geleneksel kavramları un
ufak eden suçlulukla ilgili absürd bir komediydi havai mirasçımız. Öldürücü
detaylarla övülen biyografiler döktürmekte ısrarcı gizli hayranlar çıktı ortaya
birer birer. Canımı sıkan sahtekar iddialar fikrimi değiştirdi. Beklenmedik
çapraşık üçlemeler, o günle olan garip bağımı kopardı. Çeviriler yaparak
amaçsız, tüyle ürperten karanlığa dümen kırdım. Ağır ve tanımlanması zor devrin
ihtişamı etkisini yitirmekteydi. Uydurmacaya işte o zaman son verdim. Kirli
aldatmacalar su yüzüne yeni yeni çıkıyordu. Ayırt edilemez sahtecilik midemi
bulandırdı. Doğum günümü hatırlayan bile yoktu. Eşsiz becerilerimi
gösteremeden, yavaş yavaş göz yaşartıcı hikayelerin içinde ölüyordum. Herşey
yolunda seyrederken ne olmuştu bize.
Çitlerden atladım. Peynir
gemisini şen şakrak yürüten laflara kemik attım. Gemi söz denizine demirledi.
Sindirimi zor vefatlarla yeniden doğdum. Gül mevsimi çifte gökkuşağının altında
istilaya uğradı. Hiçbir şey insanoğlu kadar yükselemezdi ve alçalamazdı.
Haberleştiğim dünyalar kasten izlerini karıştırdı. Antlaşmalar alakasız
meşalelerin arkasından yürüdü. Meselelerle aleyhte uğraştı vasiler. Son bir
sınavdı, sınav heyecanı hiç yaşanmadı, nane şekeri emilmedi. Ilık suyla gargara
yaptım. Önce ağzımdaki yabancı şekerin boyası çıktı, tadı şekerden şeker oturdu
kaldı mideme. O hizaya asla yükselemeyecektim, inandım ve mönüde ne varsa tatlı
tatlı yaladım. Sahibi olduğum birkaç parça anı bile elimden alındı. Herşeyimle
bu gidişi durdurmak isterken, tabiat için kolay lokma oldum. En nihayet
görünmez bir kazada, duyularım sonrasını ve öncesini hatırlayamaz oldu. Oysa
terketmeye hazırlanıyormuşum erkeği erkek yapan şeyleri. Esas aşağılanma ondan
sonra bitirecekmiş bunca emeğimi. Hayret edilesi biçimde uyandım. Maruz
kaldığım muameleler dünya utanılasıdır, dünya utanç içindedir. Adaletsizliğini
vurdu yüzüme, kırkına yanaşmış bu kibar sessizlik, her dileğin hayatta
olamayacağını ancak öğretmişti.aradaki uçurumu cesaretle atladım. İki yüzlü bir
darbe daha yemeyecektim. Manşetlerde biriken kılık kıyafeti perişan umutsuzluğu
bu sayede okumayacaktım.
Sorunlar arttıkça sana
bağlılığım azaldı. Filizkıran fırtınalarına direncim de. Hizmetler sattım,
hizmetler satın aldım. Dört yanım patates kafalarla kuşatılmıştı. Şahsi
eşyalarım çantamın içindekilerden ibaretti. Beşiğim, kafesim, saksılarım
paramparçaydı. Yerel yolculukların arefesinde alışkanlıklarımdan başka hiç
eşyam kalmamıştı. Islah resminde yaşamaya mahkumdum sanki. Doğanın vicdansız
doğası, bu dünyaya ilişkin büyük düşlerimi çalmıştı benden. Bozgunu atlatınca,
ümidi yarım yolculuğumda kötü huylar edinmeden, en ayıp sundurmalara uzandım.
Görgüsüzce yüklendim gizli sözlerin gizini çözmek için. Duymak için asla eşik
gibi oturmadım. Önümde ne varsa yetindim, masa benden fakirdi. Kapı dinlemedim
yani, şahidim vicdanım. İlkbahar yaz, sonbahar kış, dört mevsimi de zerafetle
karşıladım. Huşu içinde varoluşumu sağlayanlara, a dan ataya kadar
büyülenmişçesine dua ettim. Mevsimlerin gücünü, gülüşünü içime sindirerek hayat
direnmeyi öğrendim. Bağlandığım azalma hangi mevsimleri nasıl yaşarsa yaşasın.
Uyanış mevsimi açıldı dünyama, ayalma günlerim takip etti ayarsız duygularımı,
şaşılası biçimde rahatlamıştım. Artık pek fazla gülemesem de içim ay
aydınlıktı. Sırtıma konan tas küfesi, benimle aynı kaderi paylaşıyordu ama
hoşnuttu. Hoş, bu dingin ve farklı öyküde, meselelerden toptan sıyrılmışlık da
yok. Kimsenin kimseye bağışıklığı da yok. Uçurumdan aşağı itmeden önce tutkuyu,
dokundurmalar var sadece.
Enfarktüse yakalanmışsam, damar
sertliğim varsa, aruz vezniyle hece veznini harmanlamışsam, kolestrol oranım
yüksekse, kahve, çay molasındaysam gün boyu şekersizinden, mezun olamamışsam
hayattan, rüyalarım varsa gerçekleşmemiş, tertemiz hava şehit olmuşsa bu zalim
şehirde, anmaya gün, yazmaya günce kalmadıysa seni, Türkçe resmi dil kabul
edildiyse, her gençlik haftasında bir o kadar ihtiyarlamışsam, yerli haftasında
bir o kadar yabancıysam, en kestirme yolu söyler misiniz bana? Kırk basamakla
çıktığım teras katında ters yüzüm. Uyumak uyanmak, uyumak uyumamak istiyorum
artık, yardım eder misiniz bana? Görüyorum semada şarap renkli sevdalar. Basit
el kol hareketleriyle anlatın bana, sıra dışı müzisyenlerin çaldığı müzik
eşliğinde. Çarpıcı görüntüler ekleyin en can alıcısına varıncaya kadar, duvar
yazılarını da kullanın cezbedici. Mesajlarla tıka basa dolu mekanları da
kullanın, tuhaf tipler serpiştirin oraya buraya, nükteci kisvesine bürünmüş
kahramanlar da olsun. Ülkenin her köşesinden getirilmiş birer denek dursun
karşımda, yalnız başına yolculuğu sevenlerden birkaç adet. Sevmeye, sevilmeye
acıkmışları da unutmayın, çıplak durup ilk gün sevişmem diyenler de bulun,
mağaza vitrinlerini sadece izlemekle yetinen bir grup daha, kabuğuna çekilmiş
ama günü gelip gözünü kırpmadan kıracak bir kız, bir oğlan.
Daha ne olsun, bulun işte
bulabildiğiniz kadar. Siz anlatmayı bırakın sonra. Onlar bana doğaçlamalarla
anlatırlar. Biraz sohbet çekiyor canım. Yolu bir yerde bir şekilde
kesişeceklerin ihaneti yada intikamı deyin veya ne derseniz deyin çekilin.
Minik ressam, boya bakalım sevgiyi ne renk istersen. Ödün kopuyor fırçalarından.
Korkma, en geniş ve en yumuşağını seç. Boya bakalım beni. Sizler anlatın
faniler, boya çocuğum sen. Alçak masanda resim taslaklarının arasında bir zarf
var, içinde bomboş dünyam, ne bir telkin, ne bir isyan. Sadece ısrarınla
renklendir hasretimi. Minik ressam, göğsüme şarap renkli sevdalar çiz ve boya,
durma ...
“ VEREN EL, ALAN ELDEN YÜCEDİR.
“
Mevsimsiz soğuklara batmış
denizim. İçin için kaynamakta üçlü buluşma. Yollar kesişmiş, yollar kesilmiş,
mavi kandiller suikasta uğramış. Kıyıya demirlemiş gemi, denize sinmiş zırhlı,
başarabilecekler mi? Karanlıkta yabancı gemi şarkısını taşır mevsimsiz
rüzgarlar. Torpille öğretilmiş geceye, iki dakikada bir başa sarar duygular.
Soğuk ama akılcı. Bu çelişki niyedir sorgulanmaz. Gerçek üstülük gülünçleşir ve
o gün doğum günümdür. Sürpriz partiler istemem. Terfi etmişim gayet baştan
çıkarıcı hapsoluşlara. Veririm, almam, yücelirim aksaklıklara, hatalara rağmen.
Başıma silah dayanmıştır, aldırmam. Minik ressam nasıl olsa boyar ...
Bu durgunlukta kim paylanmış.
Asırlardır beklediğim kılınç, o keskin kılıç, ruhsuz bie ışıkla aydınlatılmış.
Gerisin geri usta manevralarla savuşturulur öldürücü hamle. Kalkan parçalanmış.
Gürzü indirdiğinde yoksulluk afallar. Kurtulduğun darbe bir sonrakini
beklemektir. Türk evlerindeki sıkıntı aynı sıkıntı. Gönül evine sunduğun
armağanlar, çam sakızı çoban armağanı, demir
kestanelerle yarışırsın da olmaz. En etkili seçim ne dersen, her gün
yeniden doğmaktır derim. Bir gün anlarsın yorgun, yıpranmış görünüp üstelik
kötüysem, geçimsiz biriysem, çekilmezsem kınama. Şahidim vatanım. Minik ressam,
yoksulluğa karşı varsılı çiz renk renk , desen desen, bir bakışta anlaşılmaz
biçimde boya. Boya ki yaşayayım. Varsay ki ölümü yaşıyor ve yaşamak istiyorum.
Basit bir yaşam sürmeye davet edildiğimde sen yaşlardaydım. Farklı cinsler
tanımamıştım daha. İnce duygu oyunlarının hiç farkında değildim. Toplumsal
kurallara uymak zorunda hissederdim kendimi. Aşkın ve dostluğun deneyimini
içimde saklı tuttuğumu asla bilmeden. Bir gün en etkileyici biçimde dışarı
kaçıverdi bastırılmış arzularım, duygularım. Reşit olmadan daha en aykırı
mahremiyetin sıcaklığında doğdum. Kusursuz çiftleşmenin hevesle peşinde
dolanarak büyüdüm. Bir geceliğine de olsa yaşanacak başka hayatlar buldum.
İşler iyice karıştı. Elimden gelse durgunluğumu paylaşmazdım.
İyi göründüğüme aldanma, iyi
olduğuma inan yeter, inanın. Bugün neden bayram sorma. Fıkralar niye neşe saçar
diye de. Derinlikli bira miras bu, kaderi yönlendirebilmeyi ele alıyor. Herşeye
sırt çevirilerek iflastan kurtulunamayacağını ele veriyor. Dolambaçlı yolları,
alakasız bağlantıları değil. Sınanan duygular tesadüfler eseri sevgiyi bulur,
kaçamaklar ayrılmayı tetikleyiverir. Yollar bir kesişip, bir ayrılır, hayatlar
aynen, bir daha asla o meyveye dokunmam çekingenliğiyle, hızlı ve zekice ama
karakterli devam eder. Asla kötümserlik olmaz. Gecikmişim yoluna kurban, geçmiş
gitmiş bizden ustam özgüveniyle duygular ifade bulur. Horto da doğmuş, asma
kilitsiz kapısuzda ölmüş derler ve hemencek oraya defnederler. İşte fıkra bu
kadar.
Defne yaprağı limon kabuğu
takviyeli. Ne hazırladıysan yerim son nefeste bile. Öleceğimi öğrensem, şu
vakit diye kabullenirim. Eşlik etmeni katıyyen istemem. Öldürücüyü, bir yaz
başı kasvete kapılmadan, bir deniz sahilinde beklemek isterim. Güpe gündüz ve
denizin kıvranışını seyrederek. Gece ölümleri bozara beni, yorar. Bedenimdeki
izlerini bir bir yok ederim, çöküşünü hızlandırırım vücudumun. Kollarımda,
bacaklarımda, el ve ayaklarımda uyuşmaların başlamasını önemsemem ama
vahşiliğin yakamdan tutup, boşluğa iteceği beynimdeki uyuşmayı ve üşümeyi asla istemem. En inanılmaz kaynaklara
inanılır da, bu terkediş destanına güvenilmez. Kaç yıl yıkılmadan hüküm sürer
ki şatafat. Yüz yılı bulan kaç kişidir allaseversen. Şatafatı bulmak için de,
hükümdar kızıyla illa da evlenilmez ki. Şairler hep yalan söyler, inanın yalan.
Latin harflerinin aslını da inkar etmesi boş. Alfabe asıl ehliyetsiz,
liyakatsız ellerde bozulur. Şairle birlikte o da ölür. Kırılır karlı dağların
beli. Söz cevheri yataklarında amele olunur. Cana yakın ve çarpıcı etki uğruna,
ömürler heba edilir, doyumsuz ilişkilerle sallantının geçmesine duacı olunur.
Üstelik varsayılan muhabbete ulaşamayınca uzuvlar, büsbütün kızılır. Hararetle
dövülen demir o geceyi atlatmak üstüne, alet edavattır. Yolculuğun sonu
başlanılan yere dönmektir.gencinden yaşlısına bu nankör oyun oynanır ve kadife
perde usuletle iner. Yalan ne dersen en gerçek hazine derim. Dünya dolusu
iyilik, güzellik, mücevherat, büyük İstanbul depreminde cenaze merasimi yapılmadan
gömülen şiirler dipdiri. Şiir ne dersen, can derim, canan, ölüm ne dersen, şiir
gibi yaşamak. Göğün altında ara sıra bulutları tıkanarak, denize karşı, düş
tanrısının gözü içine, küçük kaçamakları gece yolculuğuna çıkararak, sevişmek,
yeniden sevişmek, kucağında kelebekler, şölene gider gibi sevinçli, bu gök bana
yetmez diyerek bekleme, sıfır noktasındasın, vakit yok, bahisler kapandı, masal
treni son yolcusunu arıyor, güvenilmez öldürücü yanı başında.
Ortasına fıstıklı karışım
konulan şekerpare tadında kurulmuşum. Ne söylerseniz kabulümdür. Ey şair söyle,
minik ressam çiz, fıkracı güldür, öldürücü sen şöyle dur. Sözcük dünyasını
fethinizi alkışlayayım, tablonuza en tumturaklı bravoyu çekeyim.katıla katıla
güleyim sululuklara. Biliniz ki ellerim ikinci dereceden yanık, diş macunu
sürmüşüm ellerime. Artık göremiyor, göremeyince de gülemiyorum. İşitmiyorum
dilimin söylediğini.
Talaş böreği yiyorum telaşla.
Yağsız dana etli. Kısık ateşte pişmiş, nemli tepsiye yerleştirilip üstüne
yumurta sürülmüş ve orta ateşte fırına yerleştirilmiş, hayat işte bu dünyadaki
işlevim tamam. Oysa kızım olursa şu ismi, oğluma bu ismi takacağım diye daha
çocuklukta isimlerden isim beğenmiştim. Belleğimde el ele tutuşan iki çocuk,
aynı seçtiğim isimleri bağırıyorlar ve beni çağırıyorlar. Gideceğim mekan
şahsıma müjdelenmedi ama dünyayı önemseme, sırtına saracak kadar zenginlik
yeter sana diye öğütlenmişti kulağıma. Öğüdü sıkı sıkıya tuttum, tuttuğuma
inanıyorum, kabulümdür herşey. Gecikmeye kızgınım sadece. Evet, talaş böreğimi
bitirir bitirmez yok olacağım, gittim gideceğim. Ellerim yanık demiştim ya o da
senin sıcaklığının eseri, benimle yolcu. Balkonda duran bambu koltuğa şöyle
iştah kabartarak yaslanacağım. Baharı daha bi sevin söz mü, sunduğu özel
fırsatları yeniden gözden geçirin. Evinizi, odanızı renklendirin. Taksit taksit
yaşamaktan vazgeçin. Zevkinize göre dilediğiniz rengi yaşayın, yaşayın ki
baharlar küsmesin. Garantisi yok küçük evinize dolan sürprizlerin
sürekliliğinin. Göz ötesindeki yaşamı keşfedin ve keşfettirin. Sanatsal
seçicilik bir yana tümüyle fransız kalmayın bütünleşmeye. Bütün bütün en üst
seviyede yaşayın ve yaratıcılığınızı kullanın, bir nebzede olsa hepimizin
içinde var. Evet, bambu koltuğa yaslandım. Gelecek öldürücü dosta tok karnıma
merhaba diyeceğim gözüm tok gitmek için.
Bir parça pamukla aklım
tıkansın istemiyorum. Aksın suyum koya, denize. Selin önünde duramazdım ki bir
başıma. Sayım suyum yok ama gelecek bahar hatırlanmak en baba dileğim. İstersen
olurmuş, istiyorum. Yaz başı güneşlenmeyi telaşın bittiği günlerin sarı
sıcağında her gölge altına sinerek sivriliyorum. Bir sivri dilli ölmüş
diyecekler. Oldun varsın. Ev halkı ne derse desin iptalimi istiyorum çifte
minarelerden. Taputumu havada asılı tutan hürmeti, kerevete sığmayan
mahremiyeti. Adam olana çok bile.
Kevser suyundan içtim, iktidarı
göremedim, itibarım zedeledim. Dostlarım cenaze görsün gözünüz. Efendiler
ardımdan ne derseniz deyin. Sabah olunca kim ne yana düşer, dağılır anlarsınız.
Dengesi bozulmuş doğanın renkleriyle harmanlanır çamlıklar ve bendeniz dört bi
yana dağılmış yakarılarla, çiçek çiçek güneşe dönerim soluk yüzümü ...
“ SIFIR İKİ OTUZ
YAŞ KEMALE ERMİŞ OTUZDOKUZ
BEN VARIM
SENLE BEN VARSAK BİLE YOKUZ
KARIŞSA DA KOKULARIMIZ
BAKIŞMALARIMIZ YASAK
BEDENLERİMİZ KAVRULSA DA
PARMAK UCU FELÇLİ
SEN NARIM
NARDENKLER SUNDUN YATAĞIMA
YATAĞIMDA İLENÇ
UÇ MAYIS BÖCEĞİ UÇ ... “
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder