1 Mart 2014 Cumartesi

SÜRECE SEYİRCİ KALMAK!

SÜRECE SEYİRCİ KALMAK!

SÜRECE SEYİRCİ KALMAK!

Süreç seçim süreci, yazı süreç yazılarından…

Bir süreci yönlendirme ve yönetme kararlılığında ve yeterliliğinde olduğunu göstermekle başlar her şey ama yetmez, emek ve cesaret ister. Yapıla gelen tüm toplanmalar ve toplantılar ayan beyan süreç sonundaki kayıplar saklı tutulmak kaydıyla elden geldiğince desteği ortaya koyar ama gerçekçi katılımı da engeller. Koşullu veya koşulsuz tüm ciddi katkı sağlamışlık aslında eleştirel bakışların bir süreliğine ertelenmesi ve sürecin seçimlik uzantısıdır.

Süreç herkesi bir başına, üzüntülerle ve özeleştirilerle baş başa bırakır. Boşa döğünmeler ve dövüşler masalsı kürsü anlatımlarının ötesinde bir gerçeklik taşır ve taşımalıdır da. Zaman doğrular doğrultusunda ve ışığında doğrultusu net olma net var olma zamanıdır. Sağlıksız toplanma mücadelesi verenlerin haklı çıkacağı haklı çıkarılacağı günler ve seçimler süreç sonuna dek sürer. Bu nedenle süreç olumlu olumsuz tüm eleştirilerin sürdürüleceği bir dönem olur ve maalesef iç kavgaların biteceği yapıcı ve yapıştırıcı bir dönemi  başlatma yönünde işlemez ve işletilemez.

Dönemler itibariyle bir türlü gerçekleşemeyen gerçekleştirilemeyen uyum ve başarı özenle çalışma inceliği olan sürecin işlevselleşmesi işlevselleştirilmesi ile gerçekleşir. Artık kendisine gelmesi gerekenlerin gerekeni yapması sürecidir kapıya dayanan ama işler yine kapalı kapılar ardında halledilir.

Süreç, aday adaylaşma ve liste hazırlığı kavgasında tercihler ve tercihleri yönlendirme noktasında zaafa uğrar ve uğratılır. Hep böyle olmuştur, oldukça da en büyük kayıpların en büyük nedeni ilerleyen süreçte durağanlığı aşamamak olarak kesinleşir. Bu yıkıcı durağanlık ciddi değerlendirmeler yapmayı da geciktirir. Hal böyle olunca kazanan ve kaybeden noktasında süreci iyi yönetmek ve yönetememek gerçeği dışlanır. Bu dışlanmışlığa ‘aykırılığın kaygısal duruşunun’ sürece seyirci kalması şeklinde eklenince yazgı netleşir.

Süreçte uygulanacak tüm aktivitelere katılanlar gerçek kimliklerini ortaya koyma cesareti gösterseler bile siyasi arenanın genel geçer kurallarından sayılan safsataları işletilince aktif rol oynamak da hayallerde bir resim olarak kalır.

Bu kimliksiz duruş aslında ortamın gereğince hazırlanamayışı neticesinde sürecin kendiliğinde işleyişinin sonucudur. Ortada sürecin bir işletilememe sorunu vardır. Sürece nasıl bir ağırlık koyulacağı koyulması gerektiğini bilemeyiş ilerlendikçe kestirilmesi güç başka problemleri de günceller. Bu muhtemel ama tahminsiz biçimleniş kim ne derse desin, neyi savunur ise savunsun yanlışta ısrarcılıktır ve geniş halk yığınlarının sürece katılımını da engeller. Yığınlara yeterince ulaşılamayışın yanı sıra, tartışmaların odağına halkı rahatsız eden değerleri, değer kaymalarını oturtmak ise süreci tersine çevirir.

Böylece derinden yıkılış, toplanma, bütünleşme ve başarma isteğini yer bitirir. süreç tam bitme tükenme noktasına evrilecek iken bir kımıldanış başlar. İçinde yepyeni dersler ve yepyeni başlangıçlar barındıran bir süreç daha açılır ve kapatılır.

Yönetme ve yönetilme derdi olmayan sadeliği sabırla karıştıran, en üstten en alta sıralanmış süreç belirleyicileri ise her zamanki gibi memnuniyet üzerine dem vururlar. Ancak rasyonel yönetsel yapıya kavuşma gereğini ve rahatlığını kademeleştirmeyi beceremezler.

Süreç kademe kademe hademeleşmeye kaydırılınca aslında sorunları gidermek esasına dayandırılmış olsa da harcanan çaba her yöne yayılmayı, yanılma ve yanıltma yönünde işler. Süreç bu işlik düzeyinde kalınca her şey gelenekselleşmiş yanlışları tekrardan doğrulama, doğrulatma düzleminde temelleri atılan temelsizliği tembihler.

Sürecin kurbanı olanlar temel görüş, düşünce ve proje bazında hata ararken  dönüp durup esas olan ne var ise görmezler veya görmezden gelirler. Denizi ararken gölde boğulmak hastalığı nükseder yine. Senelere varan, tepeler vuran çalışmalar ve yoğunlaşmadan yorgun düşenler veya aidiyetini donduranlar seyrettikçe eli ayağına dolaşır vitrindekilerin. Süreç şevk ve enerjiye duyulan ihtiyaçla, eleştiri savmaya, günü kurtarmaya ve yetki gidermeye yönelik savruk eylemselliğe savrulur.

Ancak süreç sıradan ve alışılagelmiş tartışmaların odağında ve çözümlerin uzağında süreci beğenmeyenleri sindirme ve korkutma uğraşı verenleri ileri sürse de haklılaştırmaz. Sakın ola ki süreci iyi veya kötü yönlendirme veya yönetme yeterliliğini ellerine geçirenler, yanlışta ısrarcılar ve mevcudu savunanlar çemberin dışına çıkmasınlar. Çıktıkları an her şeyi baştan kabul etmişlikten, direnmemişlikten doğan sıkıntı ve sinirlilik süreci sırların döküldüğü fırtınaya çevirir.

Yerel sürecin bu tutarsız ve arsız şekillenişine el pençe duranlar, yereli göz ardı ettiklerinden dolayı genel süreçte özel düşler göremezler, gördürmezler.

Çünkü süreç anında, tavında ve tamamında birileri çıkar ve her şeyi, tüm şikâyetnameleri ‘gülün sarı yaprağına’ Sürece Seyirci Kalmak’ yazısında olduğu gibi değil açık seçik yazar.
 

MEVCUT İLERLEYİŞ TRAVMASI VE SEÇİM LİSTELEMELERİ…

MEVCUT İLERLEYİŞ TRAVMASI VE SEÇİM LİSTELEMELERİ…

Mevcut ilerleyiş, gerileyişin sistematiğini tüm sitemlere karşın en geniş yelpazede alt-üst perdeden dayattıkça, yine aynileşen isimler, şaşırtıcı kimler ve cevazlı kimseler ön plana çıkarlar. Yarışsın veya yarışmasınlar, katılımcılığın sonudur, katılımın sınırıdır bu mevcut gidişe selam durmak.

Selamı sabahı kesmek ise mevcut işleyişin önüne geçemedikten sonra yeniden değerlenmeye ve yeniden değerlendirmeye, fişlere ve fişlemeye tabi kılar insanı ve değersizleştirir. İçeride ve dışarıda demokrasi işletilmedikçe oligarşinin şirretliğine boyun eğildikçe, naylon demokratlık geçerli olur çok uzun süre. Böylece nayloncu, laylaylomcu yığınlaşmalar ve poşetlik sistem palavracılığı üç beş yıllığına iş görür, işini görür tekrardan. İş bilenin kılıç kullananın martavalı içi boşaltılmışlığın kuşandığı bir zırhtır aslında. Ancak iktidarın ağır eleştirel yaklaşımlar bir yana, tartışılması ve tartıştırılmasının bile suç sayıldığı bir dönemde ve ortamda bu geriye gidişle kentlinin veya köylülerin eski ve geçmiş günleri arayacağı apaçık bellidir.

Köyler şehirleşmiş, şehirler köyleşmiş, geleceği büyük şehirlerde aramak ve geleceksizliği köylerde sürdürmek moda olunca başka bir sonuç beklemek ve bu kategorik yarışmayı iyi sonuçlara endekslemek de güçleşir. Emeklilik ve emeklemek, kaçgöç olgusu, yerinden yurdundan edilmek ve yeni yurtlar edinmek salgın hastalıkvari bir dürtüyle genel geçer gayeye kurban verilmiş ise her devrik listeleme gönülden istenmemeyi de oluşturur.

Bu tersine ve zıttına gelişme, gerinme ve etkileniş ortak bilince ve ortaklık kültürüne, birlikte yaşama gerçekliğine, beraber üretebilme ereğine ve değişime ve dahi dönüşüme engellerin engelini engereğin çıngırağını çıkarır. Aslında bu durum mevcut ilerleyişi savunarak gerileyişi hazırlayanların da en geniş yelpazede işine gelir.

İnsanlıkla ve mantık çerçevesinde sergilenemeyen neler ise koca koca kentlerde yeniden harmanlanarak sitemi unutturan bir sistemde yeniden kodlanacağa benziyor. Bu kod bozuluşu koca şehirlerde birbirinin aynısı, ama farklı gösterilen toplumsal ve kültürel yapıların öbek öbek yaşadığı, konuşlandırıldığı ve kotalandırıldığı yeni site kentleştirmelerine kaydırılıyor. Bu mekânsal ve mekanik barınma özelliği, hissedilemez incelik taşımasına karşın başkalaşmayı ve ötekileştirmeyi de sağlayan bir sistematiği raporluyor.

Yerel ve yöre sorunları ile yoğrulan ve boğulan, bilip kavrayıp çözme hünerini gösterecek, çözülmeyi önleme mahirliğindeki değerler ise travmatik dizinlerle güç kaybına uğratılarak mevcut ilerleyişin gerileştirme sistematiğinin önü açılıyor, önü temizleniyor. Bu travmaya koşut aktif katılım ve katılımcı şekilleniş ile değme ve dokunma cesaretinin yaşanılan her yerde yerleşmeyi ve yerelleşmeyi bir biçimde genellemelere tabi tutarak yok edilmesi de eklenince tutukluluk hali devam eder.

Bu menfi tutum veya tutukluluk hali en nihayetinde evrenselleşmeyi de pullaştırır, putlaştırır. Sonra demografik değişimlerin gözetilmediği bir eften püften yaratıya, yaratığı yakından gözlemleyen bir kentlilik ruhu kendi ruhundan üfler, üfler gider.

Bu ruh haliyle yerelden genele, genelden evrensele sağlıklı kararlar ve hezimet yaşatmayacak uygulamalar ortaya koymak o kadar güç olur ki; ilerleyişin dayanılmaz ağırlığını ve mevcut ilerleyişin önlenemez geriliğini ve ileri gericiliği engellemek de yalan olur. Ahbap çavuş, kafa kol ilişkileriyle, bölgecilik, yörecilik, yarencilik, dincilik, mezhepçilik, gölgecilik ve benzeri anti demokratik bağdaştırmalar bağnazca hayata geçirildikçe takoz olmak yerine gaza gelinir. Gün gelir bir gün bir yerde muhtaç olunan an mantıksızlığın mantosuna sarılır o ulvi seyahatçiler. Ve sözü emir, ricayı buyruk sayan ileri gericiler mevcut ilerleyişin gerileyişi hızlandıran boyutunda sunulan nimetlerden kendini kurtarma adına paylanarak yırtarlar.

O görünen, görülen ama beklenmeyen yıkılışı ise bu sundurma sunumları, iç dış demokrasi yerine içi dışına çıkmış dengelerin korunması kavramını koymak hazırlar. Beklentileri bu günden ileriye hiçleştiren ise içten içe ağır biçimde bozulmalar ve oligarşik tüm yöntemler kullanılarak en geniş yelpazede içerilerde bir yerlerde bir şeylerin ölmesine yataklık etmektir.

Ve ‘Mevcut İlerleyiş Travması ve Seçim Listelemesi ve Seçmen gerilemesi…’ sistematiği son tahlilde ve sol tahlilde yine helalinden sınıfta kalmaktır.

ASRİ TATİL



ASRİ TATİL
En ALLAH ‘ sız kavgalarda sağa sola savruldum. Hoyratça uykusuzluğa ve yollara. Ummazdım asla, umursamazdım gecelerin bedduasının bu kadar tutacağını, gelip geçenlere bahçemdeki biberleri göstererek, öylesine yeşil öylesine kırmızı, dualarını almayı. O eşine az rastlanır kavga büktü boynumu.
Boğaza karşı günaha bulandığım utançla başbaşayım şimdi. Boğaz o denli küsmüş ki bana, altın boynuzlarında dönüyor dünya. Dünya o eki halinde dünya değil. Boynuzlar battıkça kıçına gözleri faltaşı. Bir olmuşlar ve beni yargılıyorlar balçık sularda. Karanlığı denize emanet edip yüzmüyorum asla yıldızların parıltısında. Yıldızlar hala benim. Evet değiştim ve yaşlandım, yaşlanıyorum veya. En genç halimde hissedip yaşayamadığım o ince mütevazilikteyim. Nişanı hala bende saklı, nişanlı köprüde. Geçmek üzereyken geçemediğim. Hep iki oda, aynı tuzlu sular ve aynı değişmez ikili. Düşlerim hala o kaosa takılı. Huzuru özlüyorum, tıka basa hayatıma sokmayı. Bitkin gözlerinden öptüğüm uykulu geceleri, üstünü öptüğüm korkuyu, pişmanlığımı ve yüzemediğim denizi seviyorum. Seviyorum en canlı kanlı kavgaları. Canım seni istiyor, belki sende beni. Aynı kavganın tarafı hiç olmadık çünkü kavga bizdik, bilmiyorum, hiç bilmiyorum. Ezbere yaşadım kaç on yıl bilsen, yakışıyor desinler diye, öylece, nasıl olursa, sakınmadan. Test kitabında ıslandığımız gün yazılı ondan sonra neler neler. Dün gibi aklımda onca şey ama yeterince anlatamayacağımı biliyorum. Yeşil yeşil yansıyor aynalara yüzün kendiliğinden ve buğular içinde o gözlere takılıyorum, yeşil. Kıpkırmızı yanmış vücudun, dudağın kuru ve yarı açık. Hep o büyüleniş. Unutmak isteyip tam da unuttum derken bardaktan boşanırcasına yağıyorsun üzerime. Suç suç inliyorsun beynimin kıvrımlarında. Akıl gözüm test kitabını sürüyor önüme, testislerimde aç açık bir ağrı, ağrıyorum. Sensiz şehrin doğma büyüme hemşehrisiyim. Ne aranıyorum ne sorgulanıyorum. Kavgalarda ölmüş sen de. Canlı fasıl gecelerde, o uzak kır şehrinde elimi tutup meydana çekelediğin doğuyor içime. Tip bir kız kokusu da değişik deyip ardın sıra sürüklendiğimi. Üstü kontraplak bir açılır kapanır masa aldığımızı. Şimdi o masalardan var mıdır acaba. Çay bahçelerinin tahta masalarında canlandığımı, candan gülüşünle sandalyeme mıhlandığımı görüyorum. Sonra kara beyaz sakallı, kanser sarısı bir yüzle giriyor anılara, meyhane kuşu çarpılmışlığı sinmiş gözlerine ve görüntülerim siliniyor. Ama hayatı sende özlediğim gerçeğini bilmiyor, hissettirmiyorum ona.
Radyodaki o nihavent şarkı gece gündüz aklımda çalıyor. Kelepçesiz bağlıyım gecelere ve aramıza uyku yatıyor. Hınzırca sağına soluna dönenip bir seni bir beni süzüyor. Elimi süremiyorum sana, çırılçıplak düşler kızıyor ve canım yanıyor.
Bir yağmur alacasında buluyorum seni kaç yıl sonra bilemiyorum, şemsiyeden süzülen sular ensemden sıcak sıcak, hissetmiyorum. Senden ayrıldığımda sırtım üşüyor, üşüyorum. Titriyorum hatboyunda, boynundaki fuların desenlerini beynime kazımışım renk renk, şaşırıyorum. Sonra her akşam sen, alışverişi öğreniyorum senden, gönlünce gezip tozmayı, işten artan zamanın değerlendirilişini, özlemeyi, okuyorum o sıra başka birlikteliklerin sıradanlığını. Ve sıra çırılçıplak düşlere yatacağımız kıyılara vurmaya geliyor. Alelacele hazırlanıyorum, yıllar var yalnızım ve içimde özüm akıyor, Marmara dar geliyor, dağılıyorum Ege’ye Akdeniz’e. Uzun ve klas bir yolculuktan sonra bir sıcaklık vuruyor başıma, sen deneyimlisin bir gün süren yanılgımız yat gezisinde son buluyor. Bolca içiyor ve dans ediyorsun yıldızlarla. Yerlere saçılmış sevişmeleri izliyorsun, sevişemiyorsun. Yatma vakti geciktikçe gecikiyor. Su kemerlerine ılımış sular yürüyüşe geçecek yarın, biliyorsun. Hayal kırıklığı içinde seni kaybediyorum.
-          Dön arkanı soyunacağım !
Dönmektense sırtımı dışarı çıkarıyorum.
Soyunuyor, giyiniyor yeterli süre bekliyorum, ilk ayrılık. Yağmalanmış duygularla dönüyorum. Bilincim intiharın eşiğinde, istenmiyorsun. Parmaklarım tutuk acemi bende değişiyorum. Memleket kadar yorgun ve çaresizim, isteksiz ve karar değiştiren bir vaziyetteyim, yol yarenliğim baştan saçma geç anlıyorum. Denize dalıp gözlerimi dinlendiriyorum. Başka çare yok katlanmam gerek. Dalga dalga deliriyorsun ben sessiz sakin izliyorum.sana sarhoşluk bulaştı, suç üzerine suç işletiyor ben uyumalıyım. Şimdi karşıma çıkıp bu kaçıncı sarhoşluğumdu dersen söylemem. Ne ilk ne son derim, koynuma sızan lambalar sönmüş, güneşe sır vermek olmaz. Gittikçe gündüzüm gecem sana benziyor demek yeter. Çerçeveye sığmayan kalede çekilen tatlı gülüşün hala sıcacık. Donmuşsun dudağındaki ışıltıyla desem, o sarhoşlukta bana yeter. Pırlanta çocuk anası ve babası bu yaz masmavisin, maviye vurdun beni. Ismarlama beyaz bembeyaz dalgalarla alt alta üst üste. Sabaha ulaşırken masumiyet toz içinde bir yolculuk düşünmemiştim hiç. Beni aştı kıvrıla dökülen yollar. Bozdu dengemi sancı oturdu yüreğime, otel perdelerinde ağlaşıyor yabancılaşma, yürek o eski yüreğim değil. Denizin koyuluğu uyutuyor içimde çıldıran zamanı ve zaman ninnileniyor.
- Çık dışarı giyineceğim !
Bence seninde ilk sahiplenme arayışındı, telaşlısın. Hoşça kal demek üzereyken son bi gayret sessiz sulara dalmak istemişsin. Mavi derinliğe ulaşabilirsin ama. Bağışla beni aklımda aldırmazlık çiçeği. Göze alamadığın ayrılıklar tenini zorluyor apaçık belli. Islak uçuşlar nefesleniyor bedeninde kesik kesik. Dev ateşlere varacak bu yolun sonu. Karşı duramıyorsan eğer bırak isyan kumdan kalelerde bastırılsın. Rehineyim sanki şaşırıp kaldım. Kime ne için yaranayım bilemiyorum. Yazılmışım göreve biri kollarını uzatır diye. Aşksız zordur umuda yolculuk ama sevgiyle bakan rengarenk boyanacak tuvaller var. Canlanan tüm sırlar görünesi. Her zaman bütünüyle hazırlıklı ol ve yüzüne yansısın deniz, gökyüzünde bavulunu toplamış yıldızlar. Acayip bir yankı bu sanki yüzyıl beklenmiş. İnsanı ortak ediyor hemen içine katıyor sıkıntılı akşamüstlerinin günün son ışıkları kıpkızıl denize düşüp kaybolurken kurtulamıyorum sinsi ve kasvetli odada. Hiç tereddütsüz yaşayabileceğim hakimiyeti çoktan yitirmişim ışıl ışıl vitrinlerde. İlişkileri anımsatan uçuruma son sürat kıvrılarak inen o sözlere karşı koyamadım. Hala gözümüm önüne gelir dura kalka devam eden yolculuğumda yolun uçurumsuz yanındaki yosun yeşili kayalara tutunuşum. Düşen taşları görmezden gelir ve asla durmam. Karşılıklı homurdanmalar devri çoktan tehlikeyi farketmiştir ancak dışarı çıkmasam giyinemeyecek misin diye soramayacak kadar toydum. Ya da giyinip soyunmasına yardım edebilmeyi hissettiremeyecek kadar ilgisiz. En güzel filmleri görmüştüm evet, etkisinden kurtulamadığım nice filmde oynatmıştım kendimi. En iyi eleştirisi olan kitapları okumuştum. Sevda yüklü romanlara gömmüştüm kederimi, fiyaka ile pipo tüttürürdüm. Karikatür dergilerine, belgeli mecmualara bakardım. Adeta dünyamı yıkar yeniden kurardım ama o öyküye bir türlü başlayamadım. İliğime kemiğime kadar dayanan gergin onca gayret sarfıma rağmen terketti beni türkçe. Tek bildiğim dildi, tam bilmesem de yarım yamalak. Günlük konuşma düzeyim güven vericiydi ama temas kuramadım vefalı dostla. Anlardı müzikten sesi de fena sayılmazdı. Nerden çıktı bu pertev diyemeden aryalar sustu. Şarkı merakı muhatap aradı ve ilk çekilen fotoğrafa kaynadı. Filmlerin lüks banyolu sahnelerine köpük köpük dağıldı, başka sefalara satılmıştı çilingir sofraları. Karanlık basmıştı ve mayınlardan atlaya atlaya sefaletin kucağına varış başka sefere kalıyordu. Biliyorum cevaplama yetkisi ayrılıştan sonraya idi. Yinede yaşadıklarımız en iyi şiirim olacaktı. Eh iyisi ve söyleyecektim yaşamın bir noktasında geçmişimden söz eder gibi. Belleğimin karanlığında çakan bir pırıltıymışçasına. Oysa her kesişmenin anıları sarması ve günyüzüne çıkarmasıydı. Dönemsel kazaları, birden küllerini havaya savuran, denk düşünülmeyip değişilmeyen bedenlerdi. İçi boşalmıştı, acıyla sevda karışmıştı tene, o an ve durum kimin kimi beklediğine anlaşmaz, anlaşılmaz yanıtlar buluyordu uyarılmaz bedenlere.
Nefes nefeseydim asıl öykülerde. Dahası belleğimde sloganlar çırpınıyordu. Ne kadar alçak gönüllü idi yaşamı keyifle aktaran tarih. Karınca kararınca çevirmişim yüzümü nankör uğraşılara. Bizatihi kötü iz bırakmış anılara. Kırlara kaçtın, takip ettim, sanki sen de beni, kırmızı elbiseli iki parçadan oluşan ve hiç memesi yokmuş zannı veren bikiniliğini, kiraz dudağının kulağıma doluşunu unutamadım. Çekirdeği boğazıma takılmıştı, tek nefes tökezledim. Değerlendirilmeyi hak  eden bir neferdim bence. Tabi ki en yakın ve huysuz veya sevimsiz dostun. Satır satır yatırırken şimdi sarı yapraklara teşekkürlerimi, şöyle içerlerime saklanmış, sözcüklerle oynamayı sevişim ve kılıktan kılığa değişen sevişmeler çıkıyor duygu paralarcasına. Metnini yoğurmak alışılmadık dilde  kazara kucağıma alıp havalandırmak istiyorum yazıları. O yazı bol miktarda kuralsızlık serpiştirerek temposuna yeniden ve hıphızlı, yeniden yaşamak. İsyankar ama samimi bambaşka hülyalarla ama mantıkla. Kılavuzlar sokağından geçerken yine sen gözüme ilişesin, kulağıma küpe iltifatların dozu hiç önemli değil. Belli bir akışı olmasın olayların. Kaç çalkantı geçireceğini düşünmeden kafalardan tamamlansın ödül. Ne kadar suçlu olunduğu kendi kusurlarında saklıdır insanın. Çok şeyi sarsmadan insanı zaaf deyip uzun vadede ipuçları şimdiyi ve geleceği oluşturur savına inanılır. Bu yüzden bir araya gelemeyişler, başkalarına başkasının gözüyle anlatmalar, doğal bir patlamaymış. Karışık bir dağılmaymış gibi çok kişili tanık aramalar. Affetmez bir katılık dökülüyor yaşama dair yorumlardan. İşte o zaman kasırgalar güçlü ve şiddetli sırf duygulara vuruyor münasebetsizliğini. Ahlaki başkaldırı fazla yüzeysel ve bön sonuçlara gebe. Kimseleri fazlaca zorlamayan yalanlarla yüceliyor içiçeleşen mahremiyet. Bitişik nizam odalarda yükselen ses pınarı avluyu dolduruyor, yankılanıyor kuytu duvarlarda ve en ALLAH’ sız aşklar ve sevişmeler yaşamak isterdim diyemiyorum. Gel gelelim basit yaşamımın sınırını o gün aştığımı hiç kimseye itiraf edemedim. En ufak bir tepkiye göğüs geremezdim. Pişkinliğe vuruyor, duymuyor ve sallamıyordun. Geri dönüşü olmayan yolda hüzün bulaştı düşlerime, soğuk ve kirli bir ayrılık gölgesi düştü düş bahçeme. Ömrümün kalanını usulca başkalarının sevgilerine adadım ve o işi de beceremedim. Sayfalar boyunca pençesinden kurtulamadım düş macerasına dönüşen heveslerimin. Ufuk açayım derken yalpaladım, aslına bakarsanız onun çağrısına ayak uyduramadım. Oysa içine içine çekiyordu beni o ses. Pespayeliği silip atamadım bilincimi tam güzelliğiyle ipe serip. Kanımca bu sayede şimdi fazla iyilik etmeye kalkardım. Ama bütün iyiliklerin bedeli ödenmez, hesap açık kalır, kavanoz dipli çatlağında sevişmeler sessizliğe gömülür çünkü.
Her türlüsünden zevk verme ve alma ve sevgiyi sergileme düşü öteki yazlara kalmıştır. Olağanüstü yazı gücünden damlayan sevişmeler yapıtını üretirken yapanları yapıtsız bırakmıştır. Tarihin çöplüğünde takdir edilmeyi bekleyerek daha çok beklenecektir. Kağıttan kayıklara binbir çeşit hakediş dokundur ve serin, sığ lacivert sulara bırak, sırt üstü yüzen hayatı eksik yaşamış asla dönüp bakmayacaktır.o kendine rakı şişesinde balık hissetmektedir ve zıt kutbunda yaşar maceranın.
- Çıkıyorum soyunacaksan !
Üzerine basa basa sözcüklerin alıştım. Emir kipi saçmalıkları, dilek kipi çaresizliğe dönüştü. Varoluşumun sırrını sorgulamadım. Bu yüzden günahla sevabı apaçık öğrenemedim.bana düşen kapıyı vurup çıkmak sandım. Bu sorular hep duraksama anında soruldu. Oysa tatildi ve herşey mubahtı. Sevilmeye değer ne varsa hava, su, deniz, güneş kadar ihtiyaçtı. Acele etmek lazımdı. Açık saçık düşler kurarak seçkinci davranılan günler her yaşanan fırtınada ateşe atılacaktı. Besbelli hiç akla gelmeyecekti ter ve korku içinde çırpınmalar. Belki o parlak tüylü korku da yalandı ve okşanmak istiyordu. Alafranga bir rüya kendini en diri bulduğu bir gece yaldızlı çiçekli fuzuli yüklerinden sıyrıldı gözünü kırpmadan. Benden hiçbir şey istemedi. Çok gizli tuttu adresi, soramazdım.
Böyle böyle bir filozof olacakken kendimi öldürtmüşüm meğer. İşte odur burnumdaki öfke. Soluyorum her yenilenişte heyecandan yoksun. Bunca sene safça yaşamışım. Genzim yanıyor, utanmasam yana döne ağlayacağım. Çiçeklerim yere dağıldığında kırmızı çinili ve kırık aynalı banyoda şarabından bir yudum içeceğim. Saçlarında dolaşan ateşin çıtırtısına gözlerimdeki muzip pırıltıyı ekleyeceğim ve al yanağından gülerken ayıp olmasın korkusunu, bir yudum şarap daha ...
Ört bas edeceğim yemişlerin ortaya saçılışını. Ertesi gün ben uyurken odaya durmadan girip çıkışını, onca güzel izleyeceğim. Altın sarısı vücudunu    

DENEMEDEN ASLA

DENEMEDEN ASLA


Kevser suyundan içti iktidara geldim.
Efendiler sabah olunca kim ne yana dağılırsa dağılsın. Dengesi bozulmuş doğanın, üst tabakası yanmış, ölü bölgede yaşıyorum. Hafif kızarıklıklarla gün yüzüne çıkan sedef izi bırakıyor. Ve sen gelmiyorsun, içi su dolu irin dolu keselerle yaşamayı bileceksin. Hatta büzüşeceksin hiç kimsenin yaşamadığı topraklara, derin derin, ön yargıyı dikerek daima şüphe biçeceksin çayırdan. Akıllanmak ne dersen, akıllı görünebilme çabasından uzaklaşmak derim. Minicik mantosuna sarılmaktır ümidin. Etrafta imha edilişin bölük pörçük hatırlana ama asla hatırlanmak istenmeyen ipuçları var.bıraktığında kabuslara kaçışı, söz edersin doyasıya. Taleplerin iyice azaldığında ilişkinin çok normal olduğunu varsayarak, daha fazla ailevi neden ararsın. Bu direklerde sallandırılası hayat senindir ama aile başkasının. Diğer araç gereçlerle ikiye bölsen de dünyayı, bölünmemişlik kısır döngüye vatan olmuştur. Güncel denemeler kime yar olacaksa olsun artık kökeninde mülk sorunu var nasılsa. Ben kevser suyundan içtim, iktidardan oldum.
Doğruları korumak adına özür diliyorum. Sakın korktuğumu sanma. Yaralar nasıl sarılacak bilemiyorum. Af dileyişim ondan. Yılların ardından eski dost buluşması sevinçleri yaşamak istiyorum artık. Ne yapacağı belli olmayan meydan okur tavrı bitmiş, darbeci bira baş ağrısına tutulmuş dostlarımla kucaklaşmak. Geri döndüklerinde iktidardayım, hala ordayım demek. Müthiş dokunaklı bir söylevden sonra ilk askeri darbe ne zamandı diye sormak, sıra dışı devam etmek sonra; boş yere rahatsızlandım. Öksürüklerle tıkandım. Boğazım zedelendi. Sinirlerim gergin ucu iltihaplı, şurubumdan içtim, ilaç draje draje. Hemşireye delice bağlandım, güçlükle yürüyordum. Bir imsak vakti şehir şehir avare dolandım, zihnim yolculuğa çıktı. Sonra geri dönmeyişleri sorguladım. Cevaplar ıssız bir adadaydı. Kendimi ona adadım, vahşi ormanların güzalliğine, mavi göllerin gizemine hayran kaldım. Süs kabullendim erkek kılığında dolaşmayı. Gücenmeden, güçlük çekmeden üstesinden geldim güçlüklerin. Tuhaftı herşey, bu boyut bakırdı. Tarafsız gözle önümde uzayan vicdansızlığı izledim. Gözlerime katarakt indi, kulağım ağır işitiyor. Eşyanın tabiatına aykırı ama bir öğle vakti hiç ummazken başardım. Başımda ıslak bir ağrı kuru kuruya ağladım. Hatalardan dönüş altıma yattı, özür dilerim sizleri bulamadım.
Gül mevsimi belgratkapıdan yola çıktım. Şehrin bütün müzelerini gezdim. Arzuları kısıtlayıcı bir anahtar vardı elimde, emelim üç öğüde de katıksız uymaktı. Gençtim, güzeldim, acemiydim demedim afişler astım. Kasten yaşadım o geceyi, bilmeyen kalmasın. Umutsuzca direndim çünkü kendimi dışlanmış hissettim. Tasarım dışı bir güzelliğe uyandım, evet o an dostlarım acı çekmeye başladı, tarihte bugün ne var desen, uzun yıllardan beri diye başlarım. Ne hakimiyetler gördüm ve bağımsızlığa yamandım. Artık büyümüştüm, sevgime karşılık veremeyen dünyalar küçülmüştü. Olayları iyice hafife alan donmuş dünya, gelecekle ilgili umutlarını, egsoz dumanı kusan şehirlere bırakmıştı, kusursuz ama şımarık günlerdi. Geleneksel kavramları un ufak eden suçlulukla ilgili absürd bir komediydi havai mirasçımız. Öldürücü detaylarla övülen biyografiler döktürmekte ısrarcı gizli hayranlar çıktı ortaya birer birer. Canımı sıkan sahtekar iddialar fikrimi değiştirdi. Beklenmedik çapraşık üçlemeler, o günle olan garip bağımı kopardı. Çeviriler yaparak amaçsız, tüyle ürperten karanlığa dümen kırdım. Ağır ve tanımlanması zor devrin ihtişamı etkisini yitirmekteydi. Uydurmacaya işte o zaman son verdim. Kirli aldatmacalar su yüzüne yeni yeni çıkıyordu. Ayırt edilemez sahtecilik midemi bulandırdı. Doğum günümü hatırlayan bile yoktu. Eşsiz becerilerimi gösteremeden, yavaş yavaş göz yaşartıcı hikayelerin içinde ölüyordum. Herşey yolunda seyrederken ne olmuştu bize.
Çitlerden atladım. Peynir gemisini şen şakrak yürüten laflara kemik attım. Gemi söz denizine demirledi. Sindirimi zor vefatlarla yeniden doğdum. Gül mevsimi çifte gökkuşağının altında istilaya uğradı. Hiçbir şey insanoğlu kadar yükselemezdi ve alçalamazdı. Haberleştiğim dünyalar kasten izlerini karıştırdı. Antlaşmalar alakasız meşalelerin arkasından yürüdü. Meselelerle aleyhte uğraştı vasiler. Son bir sınavdı, sınav heyecanı hiç yaşanmadı, nane şekeri emilmedi. Ilık suyla gargara yaptım. Önce ağzımdaki yabancı şekerin boyası çıktı, tadı şekerden şeker oturdu kaldı mideme. O hizaya asla yükselemeyecektim, inandım ve mönüde ne varsa tatlı tatlı yaladım. Sahibi olduğum birkaç parça anı bile elimden alındı. Herşeyimle bu gidişi durdurmak isterken, tabiat için kolay lokma oldum. En nihayet görünmez bir kazada, duyularım sonrasını ve öncesini hatırlayamaz oldu. Oysa terketmeye hazırlanıyormuşum erkeği erkek yapan şeyleri. Esas aşağılanma ondan sonra bitirecekmiş bunca emeğimi. Hayret edilesi biçimde uyandım. Maruz kaldığım muameleler dünya utanılasıdır, dünya utanç içindedir. Adaletsizliğini vurdu yüzüme, kırkına yanaşmış bu kibar sessizlik, her dileğin hayatta olamayacağını ancak öğretmişti.aradaki uçurumu cesaretle atladım. İki yüzlü bir darbe daha yemeyecektim. Manşetlerde biriken kılık kıyafeti perişan umutsuzluğu bu sayede okumayacaktım.
Sorunlar arttıkça sana bağlılığım azaldı. Filizkıran fırtınalarına direncim de. Hizmetler sattım, hizmetler satın aldım. Dört yanım patates kafalarla kuşatılmıştı. Şahsi eşyalarım çantamın içindekilerden ibaretti. Beşiğim, kafesim, saksılarım paramparçaydı. Yerel yolculukların arefesinde alışkanlıklarımdan başka hiç eşyam kalmamıştı. Islah resminde yaşamaya mahkumdum sanki. Doğanın vicdansız doğası, bu dünyaya ilişkin büyük düşlerimi çalmıştı benden. Bozgunu atlatınca, ümidi yarım yolculuğumda kötü huylar edinmeden, en ayıp sundurmalara uzandım. Görgüsüzce yüklendim gizli sözlerin gizini çözmek için. Duymak için asla eşik gibi oturmadım. Önümde ne varsa yetindim, masa benden fakirdi. Kapı dinlemedim yani, şahidim vicdanım. İlkbahar yaz, sonbahar kış, dört mevsimi de zerafetle karşıladım. Huşu içinde varoluşumu sağlayanlara, a dan ataya kadar büyülenmişçesine dua ettim. Mevsimlerin gücünü, gülüşünü içime sindirerek hayat direnmeyi öğrendim. Bağlandığım azalma hangi mevsimleri nasıl yaşarsa yaşasın. Uyanış mevsimi açıldı dünyama, ayalma günlerim takip etti ayarsız duygularımı, şaşılası biçimde rahatlamıştım. Artık pek fazla gülemesem de içim ay aydınlıktı. Sırtıma konan tas küfesi, benimle aynı kaderi paylaşıyordu ama hoşnuttu. Hoş, bu dingin ve farklı öyküde, meselelerden toptan sıyrılmışlık da yok. Kimsenin kimseye bağışıklığı da yok. Uçurumdan aşağı itmeden önce tutkuyu, dokundurmalar var sadece.
Enfarktüse yakalanmışsam, damar sertliğim varsa, aruz vezniyle hece veznini harmanlamışsam, kolestrol oranım yüksekse, kahve, çay molasındaysam gün boyu şekersizinden, mezun olamamışsam hayattan, rüyalarım varsa gerçekleşmemiş, tertemiz hava şehit olmuşsa bu zalim şehirde, anmaya gün, yazmaya günce kalmadıysa seni, Türkçe resmi dil kabul edildiyse, her gençlik haftasında bir o kadar ihtiyarlamışsam, yerli haftasında bir o kadar yabancıysam, en kestirme yolu söyler misiniz bana? Kırk basamakla çıktığım teras katında ters yüzüm. Uyumak uyanmak, uyumak uyumamak istiyorum artık, yardım eder misiniz bana? Görüyorum semada şarap renkli sevdalar. Basit el kol hareketleriyle anlatın bana, sıra dışı müzisyenlerin çaldığı müzik eşliğinde. Çarpıcı görüntüler ekleyin en can alıcısına varıncaya kadar, duvar yazılarını da kullanın cezbedici. Mesajlarla tıka basa dolu mekanları da kullanın, tuhaf tipler serpiştirin oraya buraya, nükteci kisvesine bürünmüş kahramanlar da olsun. Ülkenin her köşesinden getirilmiş birer denek dursun karşımda, yalnız başına yolculuğu sevenlerden birkaç adet. Sevmeye, sevilmeye acıkmışları da unutmayın, çıplak durup ilk gün sevişmem diyenler de bulun, mağaza vitrinlerini sadece izlemekle yetinen bir grup daha, kabuğuna çekilmiş ama günü gelip gözünü kırpmadan kıracak bir kız, bir oğlan.
Daha ne olsun, bulun işte bulabildiğiniz kadar. Siz anlatmayı bırakın sonra. Onlar bana doğaçlamalarla anlatırlar. Biraz sohbet çekiyor canım. Yolu bir yerde bir şekilde kesişeceklerin ihaneti yada intikamı deyin veya ne derseniz deyin çekilin. Minik ressam, boya bakalım sevgiyi ne renk istersen. Ödün kopuyor fırçalarından. Korkma, en geniş ve en yumuşağını seç. Boya bakalım beni. Sizler anlatın faniler, boya çocuğum sen. Alçak masanda resim taslaklarının arasında bir zarf var, içinde bomboş dünyam, ne bir telkin, ne bir isyan. Sadece ısrarınla renklendir hasretimi. Minik ressam, göğsüme şarap renkli sevdalar çiz ve boya, durma ...
“ VEREN EL, ALAN ELDEN YÜCEDİR. “
Mevsimsiz soğuklara batmış denizim. İçin için kaynamakta üçlü buluşma. Yollar kesişmiş, yollar kesilmiş, mavi kandiller suikasta uğramış. Kıyıya demirlemiş gemi, denize sinmiş zırhlı, başarabilecekler mi? Karanlıkta yabancı gemi şarkısını taşır mevsimsiz rüzgarlar. Torpille öğretilmiş geceye, iki dakikada bir başa sarar duygular. Soğuk ama akılcı. Bu çelişki niyedir sorgulanmaz. Gerçek üstülük gülünçleşir ve o gün doğum günümdür. Sürpriz partiler istemem. Terfi etmişim gayet baştan çıkarıcı hapsoluşlara. Veririm, almam, yücelirim aksaklıklara, hatalara rağmen. Başıma silah dayanmıştır, aldırmam. Minik ressam nasıl olsa boyar ... 
Bu durgunlukta kim paylanmış. Asırlardır beklediğim kılınç, o keskin kılıç, ruhsuz bie ışıkla aydınlatılmış. Gerisin geri usta manevralarla savuşturulur öldürücü hamle. Kalkan parçalanmış. Gürzü indirdiğinde yoksulluk afallar. Kurtulduğun darbe bir sonrakini beklemektir. Türk evlerindeki sıkıntı aynı sıkıntı. Gönül evine sunduğun armağanlar, çam sakızı çoban armağanı, demir  kestanelerle yarışırsın da olmaz. En etkili seçim ne dersen, her gün yeniden doğmaktır derim. Bir gün anlarsın yorgun, yıpranmış görünüp üstelik kötüysem, geçimsiz biriysem, çekilmezsem kınama. Şahidim vatanım. Minik ressam, yoksulluğa karşı varsılı çiz renk renk , desen desen, bir bakışta anlaşılmaz biçimde boya. Boya ki yaşayayım. Varsay ki ölümü yaşıyor ve yaşamak istiyorum. Basit bir yaşam sürmeye davet edildiğimde sen yaşlardaydım. Farklı cinsler tanımamıştım daha. İnce duygu oyunlarının hiç farkında değildim. Toplumsal kurallara uymak zorunda hissederdim kendimi. Aşkın ve dostluğun deneyimini içimde saklı tuttuğumu asla bilmeden. Bir gün en etkileyici biçimde dışarı kaçıverdi bastırılmış arzularım, duygularım. Reşit olmadan daha en aykırı mahremiyetin sıcaklığında doğdum. Kusursuz çiftleşmenin hevesle peşinde dolanarak büyüdüm. Bir geceliğine de olsa yaşanacak başka hayatlar buldum. İşler iyice karıştı. Elimden gelse durgunluğumu paylaşmazdım.
İyi göründüğüme aldanma, iyi olduğuma inan yeter, inanın. Bugün neden bayram sorma. Fıkralar niye neşe saçar diye de. Derinlikli bira miras bu, kaderi yönlendirebilmeyi ele alıyor. Herşeye sırt çevirilerek iflastan kurtulunamayacağını ele veriyor. Dolambaçlı yolları, alakasız bağlantıları değil. Sınanan duygular tesadüfler eseri sevgiyi bulur, kaçamaklar ayrılmayı tetikleyiverir. Yollar bir kesişip, bir ayrılır, hayatlar aynen, bir daha asla o meyveye dokunmam çekingenliğiyle, hızlı ve zekice ama karakterli devam eder. Asla kötümserlik olmaz. Gecikmişim yoluna kurban, geçmiş gitmiş bizden ustam özgüveniyle duygular ifade bulur. Horto da doğmuş, asma kilitsiz kapısuzda ölmüş derler ve hemencek oraya defnederler. İşte fıkra bu kadar.
Defne yaprağı limon kabuğu takviyeli. Ne hazırladıysan yerim son nefeste bile. Öleceğimi öğrensem, şu vakit diye kabullenirim. Eşlik etmeni katıyyen istemem. Öldürücüyü, bir yaz başı kasvete kapılmadan, bir deniz sahilinde beklemek isterim. Güpe gündüz ve denizin kıvranışını seyrederek. Gece ölümleri bozara beni, yorar. Bedenimdeki izlerini bir bir yok ederim, çöküşünü hızlandırırım vücudumun. Kollarımda, bacaklarımda, el ve ayaklarımda uyuşmaların başlamasını önemsemem ama vahşiliğin yakamdan tutup, boşluğa iteceği beynimdeki uyuşmayı ve üşümeyi  asla istemem. En inanılmaz kaynaklara inanılır da, bu terkediş destanına güvenilmez. Kaç yıl yıkılmadan hüküm sürer ki şatafat. Yüz yılı bulan kaç kişidir allaseversen. Şatafatı bulmak için de, hükümdar kızıyla illa da evlenilmez ki. Şairler hep yalan söyler, inanın yalan. Latin harflerinin aslını da inkar etmesi boş. Alfabe asıl ehliyetsiz, liyakatsız ellerde bozulur. Şairle birlikte o da ölür. Kırılır karlı dağların beli. Söz cevheri yataklarında amele olunur. Cana yakın ve çarpıcı etki uğruna, ömürler heba edilir, doyumsuz ilişkilerle sallantının geçmesine duacı olunur. Üstelik varsayılan muhabbete ulaşamayınca uzuvlar, büsbütün kızılır. Hararetle dövülen demir o geceyi atlatmak üstüne, alet edavattır. Yolculuğun sonu başlanılan yere dönmektir.gencinden yaşlısına bu nankör oyun oynanır ve kadife perde usuletle iner. Yalan ne dersen en gerçek hazine derim. Dünya dolusu iyilik, güzellik, mücevherat, büyük İstanbul depreminde cenaze merasimi yapılmadan gömülen şiirler dipdiri. Şiir ne dersen, can derim, canan, ölüm ne dersen, şiir gibi yaşamak. Göğün altında ara sıra bulutları tıkanarak, denize karşı, düş tanrısının gözü içine, küçük kaçamakları gece yolculuğuna çıkararak, sevişmek, yeniden sevişmek, kucağında kelebekler, şölene gider gibi sevinçli, bu gök bana yetmez diyerek bekleme, sıfır noktasındasın, vakit yok, bahisler kapandı, masal treni son yolcusunu arıyor, güvenilmez öldürücü yanı başında.
Ortasına fıstıklı karışım konulan şekerpare tadında kurulmuşum. Ne söylerseniz kabulümdür. Ey şair söyle, minik ressam çiz, fıkracı güldür, öldürücü sen şöyle dur. Sözcük dünyasını fethinizi alkışlayayım, tablonuza en tumturaklı bravoyu çekeyim.katıla katıla güleyim sululuklara. Biliniz ki ellerim ikinci dereceden yanık, diş macunu sürmüşüm ellerime. Artık göremiyor, göremeyince de gülemiyorum. İşitmiyorum dilimin söylediğini.
Talaş böreği yiyorum telaşla. Yağsız dana etli. Kısık ateşte pişmiş, nemli tepsiye yerleştirilip üstüne yumurta sürülmüş ve orta ateşte fırına yerleştirilmiş, hayat işte bu dünyadaki işlevim tamam. Oysa kızım olursa şu ismi, oğluma bu ismi takacağım diye daha çocuklukta isimlerden isim beğenmiştim. Belleğimde el ele tutuşan iki çocuk, aynı seçtiğim isimleri bağırıyorlar ve beni çağırıyorlar. Gideceğim mekan şahsıma müjdelenmedi ama dünyayı önemseme, sırtına saracak kadar zenginlik yeter sana diye öğütlenmişti kulağıma. Öğüdü sıkı sıkıya tuttum, tuttuğuma inanıyorum, kabulümdür herşey. Gecikmeye kızgınım sadece. Evet, talaş böreğimi bitirir bitirmez yok olacağım, gittim gideceğim. Ellerim yanık demiştim ya o da senin sıcaklığının eseri, benimle yolcu. Balkonda duran bambu koltuğa şöyle iştah kabartarak yaslanacağım. Baharı daha bi sevin söz mü, sunduğu özel fırsatları yeniden gözden geçirin. Evinizi, odanızı renklendirin. Taksit taksit yaşamaktan vazgeçin. Zevkinize göre dilediğiniz rengi yaşayın, yaşayın ki baharlar küsmesin. Garantisi yok küçük evinize dolan sürprizlerin sürekliliğinin. Göz ötesindeki yaşamı keşfedin ve keşfettirin. Sanatsal seçicilik bir yana tümüyle fransız kalmayın bütünleşmeye. Bütün bütün en üst seviyede yaşayın ve yaratıcılığınızı kullanın, bir nebzede olsa hepimizin içinde var. Evet, bambu koltuğa yaslandım. Gelecek öldürücü dosta tok karnıma merhaba diyeceğim gözüm tok gitmek için.
Bir parça pamukla aklım tıkansın istemiyorum. Aksın suyum koya, denize. Selin önünde duramazdım ki bir başıma. Sayım suyum yok ama gelecek bahar hatırlanmak en baba dileğim. İstersen olurmuş, istiyorum. Yaz başı güneşlenmeyi telaşın bittiği günlerin sarı sıcağında her gölge altına sinerek sivriliyorum. Bir sivri dilli ölmüş diyecekler. Oldun varsın. Ev halkı ne derse desin iptalimi istiyorum çifte minarelerden. Taputumu havada asılı tutan hürmeti, kerevete sığmayan mahremiyeti. Adam olana çok bile.
Kevser suyundan içtim, iktidarı göremedim, itibarım zedeledim. Dostlarım cenaze görsün gözünüz. Efendiler ardımdan ne derseniz deyin. Sabah olunca kim ne yana düşer, dağılır anlarsınız. Dengesi bozulmuş doğanın renkleriyle harmanlanır çamlıklar ve bendeniz dört bi yana dağılmış yakarılarla, çiçek çiçek güneşe dönerim soluk yüzümü ...
“ SIFIR İKİ OTUZ
  YAŞ KEMALE ERMİŞ OTUZDOKUZ
  BEN VARIM
  SENLE BEN VARSAK BİLE YOKUZ
  KARIŞSA DA KOKULARIMIZ
  BAKIŞMALARIMIZ YASAK
  BEDENLERİMİZ KAVRULSA DA
  PARMAK UCU FELÇLİ
  SEN NARIM
  NARDENKLER SUNDUN YATAĞIMA
  YATAĞIMDA İLENÇ
  UÇ MAYIS BÖCEĞİ UÇ ... “

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder