2 Mart 2014 Pazar

GÖZLERİMDE MÜEBBET 8





Ne sen ne ben

Nen varsa hepsini ortaya çıkart
Utanma n’olur neşeli değişkenim
Bekle gelenekçi aynayı, güven ona ve
Çingene pembesi uzun hırkanı da sıyır sırtından
Fark etmez bu tercih bedeninle örtüşür
Şeftali kokuyor sanki bütün akşamlar
Sararan yapraklar isyancı iddialardayken
Sen, nen var, mükemmel olmalısın rahatla
Heyecanlı zamanların ta kendisi gibi
Aynen orta halli hayallerin çalımıyla
Tutkuyla bakan buğulu gözler sokağında
İnce ışıltılı gülüşler gibi ışıt inceden
Esin kaynağım o sıra dışı zevk, durma çıkart
Tek omzu açıkta koyan bluzdan kaçan
Yıllardan sonra bir çırpıda nen kaldıysa
Sen olduğun için varsa yoksa sadece sen
Utanma n’olur nen varsa her şeyi ortaya.

Diz çöküş

Sezonluk aşklarla da aksıyor yüreğim
Sadakat yeminleri ettirme ödeştik
Önünde diz çöktüğüm özlem çok yıllık çok.
Bombalanmış unutamadığım düşlerim
Benden yapmak istediğin çocuk iştahsız olur
Demir barikatlara çarptı büyülenmişliklerim.
Beğeniyle ısınan gözlerde gereksiz hırs var
Kraliçemin uykusuna hırsızlar dadanmış
Konağın bekçisi seçici, giriş holü kara zindan
Kapanmışım o ilk diz vurduğum yere çaresiz
Huzursuzluğu tutmuş öpüyorum kıskanarak
Nice hisler bastırmışım senden uzak
Sarı yapraklara gizlenmiş sırlarla ayan beyan
Artık benimde başım ağrıyor ödeştik
Sezinlediğim alışkanlıklara hile katıyor yüreğim.

Katran karası

Katran karası yarınları
Yüreğine demirlemiş kandiller aydınlatsın
Pırıltısı silinmiş yağmura hiç aldırmadan
Islanışlar süzülürken soğuk gecelere
Her ürperişin seni sana anlatır
Yar deyip de sıcağını koynuna katamadığında
Bir dalga çarpar aklına delice
Kararır içindeki süt liman deniz
İskeleyi ışıtır köpük köpük yıldızlar
O asla yaşanamaz dediğin anılarla
Ve iyi ki, iyi ki yaşamışım dersin
Katran karası yarınları
Çünkü yarınlar dün olmuştur artık.

Dişim ağlıyor

Dişlerimin minesi döküldü pul pul
Yaşlanmak
İlk çene kemiğimden başladı
Mevsim sıcak mı sıcak
Sınırdışı edilmişim bu
Devamı olmayacak şehirden
Bugün dünya çevre günüydü.
Bol mineralli davetler boşuna
Başını unuttum devrimin
Dil tutsak göz yaşlı
Kuzey rüzgarlarını özlüyor kır saçlarım
Aksilik bu ya arzularım hasta
Yuvarlak kemerli pencereler rengarenk
İç avluda muhteşem serinlik
İçim titriyor kendi kendine
Mavi renk hakim ruhuma
Sükunetle eskiyorum.
Yeni evimde külüne hasretim gençlik sızısının
Eskimiş yoğurt gibiyim
Kaymağım çalınmış.
Süzme akılla övüyorum dengimi
Hayat akıcı bir dil, ben,
Dengimi zorla
Resimlerim yerlerde dilleniyor
Yaşlanmak
Dişlerimin minesi söz söz çözüldü.

Ege er

Aşk olsun sana ege
Uzatmışım egenin mavisine düşlerimi
Kısık gözlerimde çırpınıyor güneş
Yanımda ebedi eş hayali
Poyraza dağılmış saçlarımda sen
Üstünde aşk desenli plaj havlusu
Sabahın köründe kör düğüm
Üşüyor nefeslerimiz.
Neler söylüyorsun neler duymuyorum
Aklım bedenimin boğulduğu o güne takılı
Takalarda geceden kalma yalnızlıklara
Teninin dirilişini izliyorum ufukta
Yatmışım egenin kıyısına düşlerle
Zeytinliklerden dağılan ıtır yakıyor nefesimi
Kasıklarına çarpıyor göz kırparak güneş
Yanı başımda ilahi eş hayali
Dalgalara binmiş suçlarımla sen
Beni orada da seçer misin diyorsun, aşk olsun
Üzerimde aşk desenli gökyüzü avlusu
Sen ışık böceğim Tanrı’dan armağansın
Neler aydınlattın içimde neler bilmiyorsun
Aklım bedeninin doyduğu o güne takılı
Katmışım egenin mavisine düşlerimi
Hiç söylenmemiş sözlerimden utanıyor güneş
Kızarıyor kızarıyor poyraza karşı kıpkırmızı
Üstümüzde aşkı resmediyor çifte gökkuşağı
Aşk olsun sana ege…

Ses kutusunda sen

Aklıma her düşende sen üşenmem
Şu an evde değilim mesajını dinlerim
Peşi sıra tuşlayıp yokluğunu bile bile
Bilsen ne çok, ne çok kederliyim.
Deli miyim ne yoksa düşte miyim?
Gittin artık eminim bu yerlerden
Veda busen hala yanağımda sıcak ve ıslak
Aklımı kurcalayan şu, şu soru
Kutuda hapis o cızırtılı ses kimin
Ve de bu sen değilsen ben kimim
Bildiğim şu an evdeyim ve sürprizlere açığım
Açım yana yakıla o eski duruşa
Kaç zaman oldu nerden bileyim
Belki upuzun belki de hiç
Hafızamda günler silindi, saatler bıçak ağzı
Sadece gül sesin hakim benliğime
Şu an evde değilim deyiveren kaçak
Ve peşi sıra o sırnaşık düdük
Ve dıt dıtlarla beliriveren karanlık
Bilsen ne çok, ne çok boşluktayım
Nefesi kesilen anlar mahçup
Anlamazdan geldiğin dünya ıssız, sessiz
Şu an inandım o mesajı tüküren sensin
Aklıma her esende hiç üşenmeden
Şu an evde değilim, mesajını dinleyense ben…

Macir

Muhacir torunu muhtaçlığı benimkisi
Evhamlar öldürüyor sadeliğimi
Farzet ki duyumlar yalanmış yine de
Tel örgüleri görünce etimi, canımı
Bir sınırsız sahipleniş ısırıyor, sorma niye
Toprağında benzersiz işgal tafrası var
Bir papatya tarlasında çıplak ayaklıyım.
Tavandan sarkan haberlere ulaşamadan
Uydurma göçlerle tellenir cigaram
Zapt ettiğim sevgiyi övgülerle öperim
Özlediğim muhacirliği en gizli duyguyla
Tuhaf ama çok güzel, benimkisi sadece evrim
Gerçeği açık sırtından öpmek gibi.

Titrek ışıkta

Zevkten titriyorsun avuçlarımda
Uzaklaşmayan sıcak rüzgarlar bilgiç bilgiç uzar
Sevgiyi harmanlayıp yapışmak var ya umuda
İpek inceliğinde kayıyorsun avuçlarımdan
Soluğun üstümde vardiyacı
Kadeh kadeh dibe çöküyorum
İçmeden ağlıyorum yıldızlara
Koca aşklar bocaladı, kocadı avuçlarımda
Locada ne ayrılmalar yaşandı da
Ben hala seni özlüyorum düşlerde de olsa
Titrek soluğun zevkten sıcak rüzgarlar gibi
Avuçlarımda aynilik hüznü var
Yeşeriyor kırık dalga anılar
Bir kurnaz çıplaklık aynanın ön yüzünde
Kadife yumuşaklığında yakıyorsun avuçlarımı
Lavanta kokan özlem kül tabağında basılı
Altın tozuna yatmış pul pul dünya
Buldum sandığım hazine kalp
Uzaklaşamayan zevk rüzgarı sıcak sıcak azar
Yüzüme dön, yüzümde sevgi avuç avuç iç.

Gece yarısı hikayesi

Yarın gelsem hayat hikayem koltuğumda
Anlatsam bütün gece
Dinler misin?
Dudağında gök kırmızısı serinliğiyle
Hikayeni içer misin benimle
Benle sabahın köründe
İster misin?
İçinden geçenler benim için sanki
Resmi geçit bütün ömür geçer
Hikayenin resmini poz poz
Siyah beyaz alt yazısız
Çeker misin?
Çelimsiz bir oğlanın yerli yerinde aşkı bu
Kollarında kıyamadığı hikayesi
Sorsam bir akşam sağnağında
Meşru olsun olmasın
Gelir misin?
Hikayenin geçtiği şehir koca bir yalan
Seyri zor ama eksik yaşanmış aşk
Gözler sahici yeşil
Öper misin?
Yarın veya daha yakın
Anlatacağım bütün herkese
Hayat hikayem yarım, yarın gel.

Yürek çarpıntısı

Çarpıntılar artıyor yüreğimde, sonra
 Derin derin soluklanmalar ve garip yorgunluk
Ne fetihler gördü bu gözler, ne fayda
Misafir durdu duracak
Yolcu baş tacı edilmiş en özel odada inzivada
Geceden kalma pas ağzımı buruşturmuş
Kollarımda bıkkınlık uyumuş ağzı açık
Dizlerim titriyor yeni toy aşık gibi
Sigara dumanından çalıp duruyorum seni
Her halkada bendeki tek resmin beliriyor
Bira kutusundan, evde zoraki sevişmelerdendir
Çarpıntılar yokluyor yüreğimi sonra
Buyurgan soluklanmalar ve acayip sızı
Aklım havada, düştü düşecek
Ne iktidarlar gördü bu gözler, ne çare
Yolcu baş tacı edilmiş en özel odada misafir
Geçmişte kalma yas gözümü döndürmüş
Ağzın yarı açık uyuyorsun kollarımda.

Hedefsiz aşk

Nasıl da özlemişim meğer
Pes yani,
Aşk bazen işte budur
Renkleri çalınmış tablonun gizemi gibi
Dik dik bakan yeminli güneş kızartısında
Belli belirsiz okşama sıcak sıcacık kucakta
Uykulu, çilekar alınyazısı tortusu, izli mermidir
Hayatın içine tek tük okuyan bebenin eli
Cüzdanlardaki kapısız anahtarlıklar
Tablodan çalınmış renkler evi gibi
Kırık bacakla sahne alma becerisidir.
Değme virtüözleri kıskandıracak yeniyetme mükemmellikte
Pes yani,
Parçalanmış yürek çöplüğünden güpgüzel mabede
Çekmecelerdeki mavi mürekkep donatılı koleksiyonlar
Böyle olur suskunluğu mayıs ortası gözünden öpmek
Mavi lacivert dillerden düşmezken sazlarda yas
Sokaklara taşan yüzlerde gülen nazdır
Aşk bazen işte budur
Pes yani
Nasıl da özlemişim meğer.
Göz yaşlarımı süsledin mezartaşsız kent

Gözlerde yükselirsin

Yemyeşil dağlar Karadeniz’le kucaklaşırken
Masmavi gözlerde yükselir
Ruhsatsız manzara, yasaksız
Anımsadığım çocukluk babamın bıraktığı yerden
Annem dal gibi aşılı fidan
Yağmalanmış yıllarım sahil boyu fındık bahçası
Her kavşakta toprağa düşen binlerce sene yalan
Yemyeşil gözlerde yükselir
Mezartaşsız kent.
Yemyeşil dağlarla kucaklaşırım
Karadeniz kollarımda ağlar
Masmavi hülyalara dalar benliğim
Belimde ruhsatsız kitap yasaklı
Yatağım mezartaşsız
Annemin aşıladığı çam fidanına
Harcanmış yıllarım asılıdır.

Dönüş

Ceniğin sıcağına savurdum dönemeçleri
Güpegündüz kararan denize fora, vira
Maviliğin ortasına tek başına yüzen yeşile
Kayanın gediğine, Gelintaşı’na, Aksu’ya,
Kaledeki donuk anıta, dikine inilen limana
Bıldırcınların selamı geldi, kendileri değil
Gece gündüz yakılan dizelerle yola naza
Çılgınca övüyorsam nedeni var Çavuşoğlu
Güleryüzlü sohbetlerin içimi sızlatan şehrini
Döneceğim, döneceğim de zamanı var…

İstenen temas

Hüzünlü bir aşk şarkısısın
Dinlenilmesi zor bir şiir
İnanılmaz bir öykü
Müziği, sahnesi, perdesi, fotoğrafı zor
Zor bir şehirsin aşkım
Ağıtlar merdivenlerde başlar
Hazırlan ey Istambul
Üstüne yazacağım binbir emek
Hafızamda hep eski görüntüler
Bu akşam seninim İstanbul
Anlaşılmaz fakirlikte
Veda busesi vermesen de kabul.

Ölü kent

Ölüler kentinde yandım
Geçmişim öldü gülücükler dağıtarak
El eleyim kaleyi kuranlarla gecenin yolsuzluğunda
Tuzlu bir soğuk, ıslaklık avuçluyor anılarımı
Susuzluğum akla aykırı şikayetlerde
Kadırgalar a sus a sus diye denizle cilveleşirken
Boğuldum güneşin batışının renginde
Doğmuşsam da Mars’ta bir yerlerde
Cancağızım yeniden ışıtır samanyolları ölüleri
Yüzüğümdeki taşın feri söner dalgalarda
Ve bir gece vakti savrulurum beş yıldıza birden
Koysunlar arta kalanlarımı taş lahitlere
Törensiz, özensiz, öylece çıplak, çırılçıplak
Biliyorum ki sende öylece palas pandıras
Sabah alacası tıklarken canımı, o anını
Seninle ilerleyeceğim kırmızının en derinine
Küçük kristal taşlara zevkle yazacağım ölümsüzlüğü
Ve o kentte bekleyeceğim yazlarca, taşlaşarak
Bedeninin her zerresini doyuran su damlacıklarını kıskanarak
Çünkü göğsümün sol yanına o eşsiz imzanı atmışsın
Kendimi öldüm sandım.

Uçmak uçmak

Tayyaresi düşen pilot ararsan eğer
İstanbul’da doğmuşunu
Veda hutbesi elinde yazılısındanı
Bir ve üç adet üç sayılı
Büyüklüğü yaptıklarında saklısını
Dünyalarca kadın söylemi sonrasında
İki eşit parçaya bölünmüşünden
Uçmaya kararlıyı, uçarısını
Kürsüler devrilir hitabetinden
Yolculuğun yarısında yere çakıldı
Sürprizi bir lokma korkaklıkla
Hilafsız yudumlanan ölüm şerbeti
Aramana değmez o hep yanında.

Arzu güvertesi

Her geminin bir arzusu
Dalgalanan ufkun sonsuza yanaşan umutları
Ve benim denizden tarafa itiraflarım var,
Sakın kaybolma etrafımdan
Bırak rüyalarımı doya doya seyredeyim
Sular kıyıya yanaşıp silinceye kadar yüzünü
Ve gözlerini başka tarafa çevirme
Uykusuz gecelere aldırmadım arzu gemisinde
Dünyanın mavi gözleri Tanrı’yı arıyor
Her gölgede önüme seriliyor son günlerim
Yakında, çok yakınımda yaldızlı sürgün
Ve bir kuş masalı dinliyorum Zümrüdüanka’dan
Kafdağı’ndan başka diyarlara yüksünmeden
Her delinin başka masal kahramanı var
Kanatlanan ömrün yaşanmışlıkları
Yükseğe uçan şeytan uçurtması
Ve benim çok uzakta denize atılan çiçeklerim var
Bükülürken kuş evlerinde sonbahar
Sular akıyor yaşama dair dönüşsüz
Silmece dolu arzular güvertede.

Uğurlamadan kalan

Kaç yıldır içimi tutuşturuyor sevdan
Umarım sayıklamam hırsızın ismini
Öpücük öpücük hikayelerde Kız Kulesi’ni
Sahiden eylül akşamları esaret dolu
Kimin arabasında isen tahrip edici aşklar yolcu
Şavkı vurur üstüne şehrin
Ayıp mı kıran kırana yaşamak
Binbirgece masalları diyettir bana
Alkışlarla uğurlandım uğruna
Kaç yıldır bir avuç kelimeye tutkunum
Sevdan kaymış yıldızlarla avucumdan
Kavgacıyım diye kayıtlara geçmişim
Umarım denizden gelen kadın anar ismimi
İpler kordonda gezintiye çıkanların elinde
Ev ev koparım sersemleten kokundan
Sil baştan o kader anına dönmemek için
Sahiden kendini arayan adamım
Ve tanıksız tutuşmaların zamansız sevdalarını
Ne cuntalar gördü bu tekleyen gönlüm
İçinde aşklar gizli bu şehirde
Mutluluğa dönüşmeyen inleten gülüşlerin gölgesinde
Çınaraltı’nda tutunuyorum gergin ipine
Umarım kopmaz fırtınaların diyarında
Kaç yıldır ciğerimi yakıyor sevdan.

Limansız

Denizi tonlarca kara taş doldurulan limanda
Bayramı sordum mavilere son defa
Kartal köprüsüne yetişmeyen yolda acıyla
Bir hiperaktif ve validesi ve hancı
Limon ekşisi kör hayat özlemiyle zehirli hayat
Seviştiğim dalgalar dalgakıranda kırık çökük
Bayramı uğurladım al güllerle semaya
Ayrıldım sonra arkama bile bakmadan beyaz bi gemiyle
Kalede bir topal silüet bırakarak
Kime ait olduğu bilinmeyen koltukta sıla
Başkasından istemeden git çocuğum ballı darıyı
Selalar okunuyor dinle bak minarelerden
Elim yandı yazamadım manileri Debboy’da
Yeşil gecedeki ilanı okuyamadım
Bir sarhoş müzik geldi yanıbaşıma uyduruk
Arka sokaklarda bihaber yalnızlıklar kılavuzsuz
Tonlarca kayayı taşıyor karsuyu kuytuya
Upuzun pardesülü ben ve boş koltuk
Deniz gözlerinde o sahilsiz liman kenti
Bayramı görmeden gitmek varmış Memedim
Denize doldurulan tonlarca taş yosun kokulu.

Memleket yazıları

Memleketin kalesinde yatar yazılarım
Kör topal mermer lahitte kara taşa
Yazılar yazılar eksiksiz konuşmalar
Cezaevine gönderilen mektuplarımdır.
Oradan gelenler darmadağınık
Kafatasına isyanım yaşamanın güzelliğidir.
Çevirmiş bahar çelenkleri yolumu
Sarı sıcak bir gökyüzüne vuruldum
Ölünceye süzülüyor hayat güncelerime
Yaşanmış aykırılıklarım delirten yoksullukta
Kaç yıldır ayni kavgayı yaşıyorum
İlk çağdan bu çağa yeni bir dünya aranmış
Geriye kalanlar hava cıva
Memleketin birinde sular uyanıyor
Soruşturulan yazılar zalim işkencede
Eksiksiz sızlar sevdalar
Nutuklar vicdanımı yalnızlığa yuvarlar
Kapı önünde sen, çiçeğim hoşçakal
Ben memleketimin kalesinde ağlar, yazarım
Bir başka denizde çıldırırken taşralılığım
Ne kadar zamanım var alınyazımda yazılıdır
Yol ayrımındayım sinirlerim ölürken
Yazdım yazdım gün doğarken taş duvarlara.

İstanbul yıldızı

Yıldızlar yağıyor obur İstanbul’un başına
Deniz kabukları rüya gibi
İçlerinde anılar kırık ve sessiz
Yaşarken aşkı uzakta çaresiz
Acıyla dövünür öbür yanım.
Dostluğun son saatinde ızdırap hep ayni
Yıldızlar yağıyor yedi tepenin eteklerine
Fantezi laleleri altın gibi
Boşlukta eskiye ait işaretler ve sırlar
Uzun sürmemiş bir hesaplaşma yaşarken sabrım
Düşmanlığın kentinde isyanlar hep ayni
Kuklalar resmi geçidine kar yağıyor
Çıplak gece bölünür en sıradan sesle bile
Sisler dağılır, can sıkıntısı korkuyla başlar
Açılan gedikte kendini bulur İstanbul
Başında tuhaf bakışlı demet demet yıldızlar.

Bahar ahengi

Her bahar kucaklaşırım yeşille
Ağaç ki ne ağaçlar
Çalı çırpılarla envai çeşit
Sıcak güneş ve sapsarı kumlar
Ilıkça bir su masmavi, beyaz köpüklü
Sevişirim ıslak ve kana kana
Unutmamaya çalışmanın faydası yok
Her kış sellenirim sana
Gölgelerin aktığı koyu kıyılara
Saklamışım bunca sene kendimi
İsteksizliğimi çarparım patikaya
Çizgiler keskin sert ve ahenkli
Kollayamadığım günler karşımda
Kafamda renksiz soru işaretleri
Gökte cansız yıldızlar, kapkara bulutlar
Hatırlamayacağımı bile bile her bahar
Bir zamanlar bir kadın vardı üzgün bakışlı
Kırmızı dudağını öptüğüm yeşil gözlü şehirde…

Fareli köprü

Köprü altında fareler cirit atıyor
Uğraklar terk edilmiş
Yine de melodiler sınır tanımıyor
Kulağımda çınlıyor taş plaklar
Güle küskün rüzgara eyvallah
Söz verdim duvardaki resme
Çat kapı aşk yağmurlarıyla seviştim
İyi geceler gurbet kadını
Tutkularımı kemiriyor
Yatağımın altında vahşi nehir
Ulaklar çok uzakta ölmüş
Köprü üstünde gelinler fink atıyor.

Beyaz benekler

Bacağının beyaz beneklerini öptüm
Kararmış gözünü, yüzünü, üzümü
Gözü kara ayrıntılarını yanağından
Tahta iskelede bizi izleyen denizi yumuşacık
Sinirlerim uyuştu hazdan
Rüzgarlar eksiksiz taşıdılar düşüncelerimi yarımadaya
Yanımda bitmiş bir rüyaydın
Karşıda sünepe midilli ışıkları
Delendi yalnızlığım aşkı dilendi
Ağaç oyması nazarlıklarda uyuyan resmini
Artık her aklıma düşende bakacağım hazinem var
Taş muskada güneş yanığı hislerin eli
Taş taş üstüne koyamayacağım bile bile
Rengarenk seni topladım
Kırmızıyı ipe serdiğim gün
Bacağımı beyaz kelebekler öptü
Kızarmış gözlerimden köpük köpük dalgalar.

Vapur

Vapurla gidilecek yerler var
Pencerenin dışı seyir mavisi
Okunmuş eski kitapların içinde gülle gibi
Nice yolculuklar Atlantik ötesine
Denizlikleri çiçeklerle süslü ahşap evlerde ve
Memleket balkonunda ışıl ışıl Kız Kulesi
Bir milletin namusu çalınmış tezkerelerle
İskelet heykeli yontmuş yaşlı usta kolayca
Özlem bir yana düşler güzel olsun misali
Her uyanış memleket, her uyanış bereket
Vapurla dönülecek limanda büyülü çekicilik
Ayak basılmamış mahallelerde kızıl çamur
Küçük parklarda fıskiyeli havuz
Vakurla söylenecek sözler var.

Yıkıntılar arasında

Duvar saati yanılttı belleğimi
Bambaşka heyecanlar arefesindeyim
Zaman durmuş sanki son seferde
Dört duvar yalnızlıklarım azar azar
Kaçı kaç geçiveriyor sorma hayatım
Som altından hatıralar beş paraya
Meydanlarda tek taraflı kavga
O zaman doldur saki içelim
Zamansız yıkıldı duvar birader.

Dicle dinle

Çağlar öncesini sürükler Dicle
Yapayalnız ararken
Türkülerle, halaylarla sular seller gibi
Yekpare eğlenceyle
Yüzyılları öpmüş dudağından ateşle
Ipıslak saçlarında dost havasını
Bronz heykeli vücutlar keyifli
Sözlerimi çevir tercüman, diyeceklerimi
Tastamam utanmadan
Yorgun yolcular dinlesin söylenceyi
Ayaklarını sürüyen kervanlar
Olağanüstü güzellikte
Sevilerle, dizelerle aşk meşk gibi
Başbaşa anarken
Çağlar sonrasını dinle Dicle.

Yutturmaca

Renkten renge girdi mevsimler
Kaç elbise denedinse de dene
Olmadı İstanbul olmadı
En güzel halin yıllar önceydi.
Nurdan üniformayı çıkardığın gün
Beyaz gömlek göğsünü sıkıyordu
Mavi keten pantolonlu çukur geceler
Kaç mevsim giyinirdi seni uzak şehirler
En renkli halin hayalimdeki resimdi
Tutmadı İstanbul yutmadım.
Söz üstüne söz verdiyse de deme
Kılıktan kılığa girdi renksiz sevgiler.

Ahşap anılar çürüyor

Güneşe uzayan yolun ahşap binası duruyor
Yıkılmamış ama satılık yani, “satlık”
Bahçesi viran, kapısında asma kilit
Tahtaları çürümüş, teneke çakılı pencereleri de
Aynı filmler oynuyor yine afişsiz
İki katlı kırık anıları olan sefilanede karakış
Güneşin ışıklarında kavgacı gölgeler
Hep kendini savunarak yürü kendince
Göbek marul, taze soğan kokuyor sokaklar
Atlayarak yağmur birikintilerinden yukarı
Çukurçarşı’da o eski tezgahlar yok artık
Satılmamışlar ama yıkılmış, yani “ yıkık “
Güneşe uzanan yolun ahşap binası duruyor.

Çıldırma

Çilekeş anımda sen olsaydın
En keş, kalleş zamana inat
Çilerseydik devasa koruda
Korkmadan, kavga çiçeğim
Yaseminli tütsüler diyarında
Solusaydık o hikayeyi
O hayatın tükendiği şehri hiçe sayıp
Unutalım deyip unutsaydık alev buklelerini
Çarpılmışım hummalı sokaklara, sorma
 Dalmışım kırkambarlı manzaraya
O tek kareye aşıkmışım, aşıkmışız meğer
En çilekeş anımda sen yoktun.

Eskici

Gün aşırı yeni bir kent
Her gün bir başka uykulu liman
Kendine özgü
Benimsenmişler reddettiğimdi zorlama
Abartılı bakışlarda yeterince küslük
Unutulmaz bir dünya mirası
Üstelik büyülü
Misafirperverliğim en şık semtlerde
Keyifli bir akşam sofrası sefası
Kadehlerin buğusunda güzellik sarhoşluğu
Mezuniyet mönüsü özeniyle bana en yakın
Yelpazelendikçe kara sıcak seni yaksın
Bu baharı bu kent zor çıkarır
Gün aşırınca kenti eskidik.

Okursun ileride

İleride okurum selim
Bu yaz ayrılığın ilk yazı olacak’ı
Gözaltımda duruyor.
Ve gözlüyorsun.
Biliyorum masmavi kanat takmışsın
Ellerimle tutuyorum salını.
Ve özlüyorum.
Eğer ayrılık denirse bu yaşadığıma
Bu yaz ayrılığımın son yazı olacak
İleride yazarım halim.
Bilinçaltımda doğuyor
Ve gözlüyorum.
Hissediyorum buz mavisini, kenetlenmişim takıntıya
Ellerimde tütüyorsun sanki
Ve öpüyorum
Ey ayrılıklarla öpüştüğüm şehir
Dudağından Allah’a ısmarladıklar çözdüğüm
Yedi tepe tepelendiğim dostluk
Sevişirken enselendiğim
Seni seviyorum
Bu şehirde her gece yarısı ölürüm
Yazdıklarımı sallarım gözetleyenlere
Bu yaz ayrılığın ilk yazısı yazılacak
İleride okursun selim.

Basgitar

Su şıpırtılarına sarkıttım kendimi
Açık havada iskeleler apaçık yatıyordu
Mavi gözlerinden öptüm denizi uykusunda
Bir şilep böldü özlem rotasını, öldüm
Alaturka vaatler sarmış kumsalı
Beyaz peynir, Çengelköy hıyarı ve rakı
Malum anılar deniz kabuklarında yaşar
Dalga sesli çok eski bir şarkıda
Hey yavrum hey, ne façetalı düşler kurdum
Düş oldum düştüm peribacasından içeri
Basgitar tınılamalı bir geceydi şarkılarla
Martı kıpırtılarına bilgiler serptim aşkla
Uçuk mavi gözlerinde bas git yaşları
Damla damla doldum boğazımdan aşağı sen
Açık denizlere arıttırdım kendimi.

Kesik

Elektrik kesik
Mum arıyorum eramin imalindenini
Siyaha dönmüş içim bu gece
Nazlı nazlı açılıyor perde
Alt katta karı koca kavgasıyla
Biliyorum sende uyuyamıyorsun
Yakıyorum mumu yüreğimin ateşiyle
Titreyen alevin ucunda sen bakıyorsun
Buz tutmuş ellerimde nabzın
Kesik kesik atıyorsun sımsıcak
Üflüyorum yarı aydınlığı ve kararıyorsun
Göğsüne akıyorum delice
Muma dönüyorsun, mum sapsarı
Dumanı kahve kokuyor gecenin
Üzerime seriliyorsun sarhoş gibi
Uyluklarımda kahrolası sızı
Öğrettikçe sana öğreniyorum seni
Bu koca şehir unuttuklarım için yaşıyor
Elektrik geldi…

Darbukatör

Darbukalar huzura erişti
Ezik büzük, notasız
Kıvırtmalar baş döndürücü renkte
Alı al mora yeşil
Mermer sütunlar arasında kısır akşamüstleriydi
Evli bir kadınla ilişkide koca kent
Kent kadına küstü
Davullar ağlıyor sokaklarında
Notasız kırık dökük
Çiftetelliler insanların yalnızlığını çalkalamakta
Umut, uçurumların kıyısında misafir
Umduğuyla değil bulduğuyla dans ediyor isyanlar
Tezeneler orta yerinden çatlarkene
Kulağımda eşsiz ahenk çınlıyor
Ah çekerek inleyen nağmeler ipsiz sapsız
Ne darbuka ne davul sesi kaldı
Klarnetin lakırdısında huzura eriyorum
Huzurlu yarınlara es damgalı damgalı
Eğri büğrü gözükse de zamanla
Dosdoğru, dimdirek, dik
Evli kadın yaşlı bir kent doğuruyor
Darbuka, davul ve klarnet eşliğinde.

Zilliyet

Zelzelenmiş kentten geçtim
Sana kavuşurken zillerle
Senden geçemedim hiç
Kapalı durak yüreğim
Avcılara vurulmuş karacaların
Ayağında zincirler
Zincirlenmiş garip
Kendimden geçtim kız
İki yarım dünya önümde
Gönül alamadım hiç
Pullarla yetim
Birleyemedim.
Zelzeleler vurdu kentimi.

Etiketin üstü

Uyarına gelirse uyaklarla
Bağlarım seni İstanbul’um
Etiket etiket sabırsız yarınlara
Ve yazarım akılsızca
Önce göğe sonra denize ama kahırla
Kördüğümsün yüreğime, çözemiyorum.
Marmara’da çıkmış yoldaşım fırtınalar
Dalga dalga çağlarsın yanıbaşıma
En sevgililerinden öte okşarım sırtını
Öpmeye kıyamadığım için korktuğumdan veya
Ağlarım sana İstanbul’ um
Adalet adalet diye sızlanışına da
Ve kaçarım sessizce.
Volkan patlaması gibi döneceğim kucağına
Başımı okşar mısın annem gibi
Öper misin kıyamadığım ateş dudağınla
Korkma bu son buse de olsa hatırlayacağım
Bağlandım sana İstanbul’ um
Eziyet eziyet üstüne, suçsuzum
Ve direnirim delikanlıca
Önce göze sonra söze vurdu yalnızlıklarım
Ayrılıklarda bütünleşirim kokunla
Güldüğümsün yüzüne bakamadığımda
Bak davullar çalınıyor, zurna peşrevde
Pertevde seni ararım İstanbul’ um
Yanarım ateşine yanarım.

Karagöz

Herkesin bir anısı süzülür
Gecelerin içinde yıldız yıldız
Gelecekse gelsin fark edilmeden ölüm
Beş yıldızlı tatillere hasretim
Bedenim sevgiliye çıkılan merdivende
Çıktığım ilk gün dibe çakıldım
Kendi kendine titriyor baharlar
Bakar mısın aşk ilan ediyor delice
Siyah pardesülü vamp kadına aşığım
Güzel mi güzel, güpgüzel akıyor gökyüzü
Gecelere her gece gecelerce
Hem doğudan hem batıdan inatla
Bir batında nice yıldız doğuyor
Herkesin anısından süzülen
Gönlümün karanlığına çadır kurmuş cennet
Yaylalarda devasa kamp ateşleri yakılır
Keşfedilmemiş anılarım üzülür sığınağında
Hangi koyda rotalanmışsa mavi yolculuklar
Yıldız yıldız dökülür ipuçsuz koynuma
Üstüme her gece karabasan baskını
Gelecekse gelsin fark etmeden ben
Karagözlü ölüm ansızın.

Haytalık

Çakır gözlü bir haytayım işte
Arnavut hanımı pudralara saran
Rezaletin her çeşitine bulaşmışım işte
Haylazlık üç onluktan sonra can kattı canana
Yolun yarısından sonra iyice palazlandı acuze
Güpegündüz gümüş mühür haydut elindeyken
Suçum çok büyük, toyluk hafifletici sebep elaman
Vallahi günahım yok suçsuzum safi
Cimle aleme teşhir etmeyin kafi
Elimde fener düşmüşüm yollara zaten
Yoluna kurban dillere destan
Bu geceki fasıl aynalı ve tangolu
Aynada kırmızı çengi deli divane eşlikçi
Bir dilberle halvetlenmişliğim yıllar varken
Aynavut hanımı ihya etmiştim yorganı çekip
Muhteşem bir çiçek buketi ellerimde çığlığımsı
Bir mahçup meşaleyle aydınlandı tarih
Arka yüzde çağın boşaldığı çarpışma faslı
Şakadan referanslar arnavut kaldırımlı mahleden
Zihnimden geçenlere çarpıldım o anda
Bal şehrime ulaşmışım kırk numarayla
Çakır gözlü gör, hastayım işte.

Yalan zula

Zulamda aşk var
Kıyıda kuytuda boynuma borç yaşadığımca
Tadı balı meğer çalmak varmış
Geçmişin sırlarını aralamak
Gerekir diye gün gelip saklamak
Şehrin eteğine dökülmüş rastgele saplantıları da
Gecelerce tüyler ürpertici fonda
Aramak arayışları güncelleştirip
Zulamda meşk var
Hafızamda karanlık bir oda ve ortasında tabure
Diğer ürkütücü keyiflerle kıyaslayamayacağım
Buzdan beden erirken kulede
Korkunç fısıltılar avuçlarımda yalvar yakar
Sokaklara dalmış hayalin fermuarı açık
Her sayfada şehir ayaklanır ve ben ölürüm
Oysa yeminsiz, yasaksız yaşamak benim de hakkım
Yalan sarılmalar yer döşeğinde yanar
Aşklar meşkler yaladı ruhumu, fitilimi ateşledi
Şehri sol baştan sol başa yürüyerek utandım
Her taşında bir başka musalla
Cenazemi aşıklarım çoktan kaldırmış
Zulamda üşüyen hafızam var.

Son vermek zor

İlk kez bol ünlemliydi sesin
İçime kapandığımı anlamış mıydın ne?
Bohçası elinde kaçıyor gelinlik kızlar
Gelir miydin ben kepçe İstanbul kazan ışığım
Kazancı yokuşundan aşağı savruldu aşığım
Kopçası elimde kalıyor damatlık oğlanın
Güler miydin ben külçe altın sen
Ağlarım son günlerdeki hatalarıma
Dinle yine aynı ses bol soru işaretli
İstanbul içine kapandı anlıyorum vedasından
Son kez söylüyorum üzer miyim hiç seni
Terazidere’ de iniyorum goncasını sevdiğim
Bu İstanbul bi başka İstanbul oldu
Üzerime dağılıyor bul kepçe.

İlişkiler şehri

Tehlikeli umutlar açıyor her bahar
Gecenin kadınları aşk sarhoşu
Dumanlanmış şehirde hasat hikayeleriyle
Kumara verilmiş mayıs tarlaları
Meyhanelerde dölsüz fesat ölümler sarhoş
İklimler değişmiş, başkalaşmış sanki
Sevgililer, kırmızılılar ve gururla
Pusulalar uğurlanıyor uçuruma
Tepelerde delişmen uçurtmalar
Taşralarda topluca dirilişler
Ergen bahçelerde gizli uyanışlar
Büyük yolculukları öğütüyor değirmenler
Gecelik aşklar mavili şehirleri
Her bahar açarım umutla penceremi
Tehlikeli imiş gece aşkları sarhoşlukları
Banane…

Renk renk İstanbul

Hangi renk çıkış rengindir İstanbul
İçimi gıcıklıyorsun sarkık memeli İstanbul
İçip içip içleniyorum sora
Kırmızı yandı, durdum
Yeşilde geçtim gittim
Sarı sarı yanıyorsun İstanbul, hazırlıksızım
Orta renk çılgınlığındayım daha
Bu kadar oynama benle, kışkırtma
Aynamda denize nazır sefalarım var
Kimbilir, kim bakar ve görür o anımı
Anlarsa anam anlar, gerisi boşa direnir
Biliyor musun dokunmak istiyorum dalgalanan
Dalga dalga kalçalarına, sarkık memeli İstanbul
Şehvetli dudaklarını da ıslat
Adalarına çizeyim resmimi
Mavi mavi dolanayım içindeki bene
Dolup dolup taşıyorum sorma
Kırmızı da sürgünüm
Yeşilde yaşadım, öldüm
Sarı sarı saçlarını savur yıkık surlara İstanbul
Orta yaş bunalımındayım anla
Moralimi bozuyorsun koca memeli İstanbul
Yeni yetmeliğimden beri beni hiç emzirmedin
İçin için yanıyorum sütüne
Kırmızıyı, sarıyı ve yeşili karıştırdım İstanbul
Hangi renk çıkarsa rengindir İstanbul.

Çarpışma anı

Dalgakırana çarptım hergele şiirler eşliğinde
Hiç belli olmaz içine çekerim seni
Belleğimin kenarındaki rehavete
De ki Çengelköy yakıştırması
İnsan çekirdeği tek cümledir
Zamansız patlayıp denize dönüşendir
Zirvelerden dökülen sözcük sözcük
Sarsıcı bir kirpi sevişmesi yaşadım hali
Kendiliğinden, çekinmeden, hergelece
Teşhirci imgeleri seyrediyorum dokunmadan
Zaten kovulmuşum aklımda şiirlerle aşk çölüne
Şehrin aynasında mahrem görüntüler var
Ahdım var tiryakiliğimi bitireceğim evvelden
Tepeden tırnağa sergilediğim cana çarptım.

Viyadük

Vitrinler ılım ışık ama yorgun
Dünyanın her yerinde aynı saat
Makine insanlar bozuk, sakat
Büyük kentlerin yaşama şekli ölü
Ölü doğmuş sabahlar sabaha karşı
Rahminde hayat durmuş sözün sualin
Hiç beklenmedik mucizeler kapıda
Dünyanın her yanında ayni umut
Kabarık arzular aç, sefil, perişan
Bil ki sen mutluluksun iflas etmişinden
Minicik ellerinde arkadan vuran hançer
Güzüm kamaşıyor sokak lambasından
Gelgeç rüzgarlara sarılıyor hatalarım
Gelgitlere çığlık çığlığa koca şehirde
Ilık ılık akıyor yorgun bedenim vira.

Mahya

Mahyasında ateşli resimler yok artık
Mahya iki minare arası ışıl ışıl
Asacaksın kandilleri sırayla ipe
Yakacaksın ağırlıkları hesaplayarak
Mesajına kurban kutsal mabet onurlanacak
Yelkenlilere binip uzaklaşacağım bu kentten
De ki Kız Kulesi’nin açıklarında dibe vurmuşum
Ezgi ezgi dolaşayım kırmızı dudaklarında
Seyredeyim gitti gider hayatımı tozpembe
Nasıl muhteşem bir mahyadır aklım
Asılmış gitmiş direkler arasına
Mahyasında bir müddet salınsın sloganım
Sandukada kat kat sıralı emanetler
Asacaksan mahyaları sırayla as
Celladın resmini çizmeden asla
Yanacaksın estetik düşler sokağında
Gecenin kara eli yakalamış yakasından mahyanızı
Bebek yüzlü bir adam ağlıyor aslında
Mahya iki minare arası ışık ışık
Mahyasında ateşli sözler sallanıyor, bak artık.

Doğum isim soyum

Aksuları çekilende İstanbul yapayalnızdır.
Aslında sordum anama
Tam günü saati gelende vakitli doğmuşum
Hastanede Haseki heralde
Olum, deprem oldu doğduğun gece derdi
Ve doktor kontrolünde
Adımı da Erdoğan koymuşlar
Anamı doğurtan doktorun adıymış ya
Öyle er doğduğumdan falan değil yani
Yine de sordum anama
Tam günü saati dakkası dolanda vakitli doğmuşum
İstanbul Haseki’ de, mart kışıyla
Adımı Erdoğan koydunuz evet doktorun adı
Ya doktor Ayşe, Fatma olaydı
Olum deprem oldu, kıştı, marttı, mart sonu
Çetin koyacaktık baban Garaca dese de
Göbek adım Çetin Garaca demek ki
Nüfusa Erdoğan diye verilmişim
Oysa tam günü saati dakkasında vakitliyim
Kıçıma saplağı yediğimde Çavuşoğluyum
Aslında sormam gerek pedere, sordum
Soyda Çavuşoğluluk da var ama niye
Delilik belli yaştan sonra derdi
Haseki’de başladı yolculuk, halen devam eder
Çetin Garaca Erdoğan Aksu etiketim
Aslında tam günü saati dakkasında doğmuşum.

Ağaca gece naziresi

Cılız ve az yapraklı ağacın gölgesi yapışmış duvara
Devasa bloklar arasında cüceyim
Gökyüzü kan değiştiriyor gırla
Sıfır eraş negatif bulut desenli
Gölge al zeminde siyah beyaz titriyor
Er mi yaman bey mi yaman hocam?
Er oğlan diş fırçalıyor beyaz gecede
Savruluyor gecikmiş uyku panter gibi
Giysilerdeki nefes ayni sen gibi
Cilalanmış beyinler satranç masasında
İpeksi düşler yürek yakıyor her bahar
Desene milom, uyku bize yine haram
Helalleşmeden çıktığım bu nice ölüm karnavalı
Tavanda asılı mavi boncuğa binlerce nazar
Esen yelde koca kent jurnalleniyor
Cılız ve az yapraklı ağaç gölgesi duvara ağlarken.

Katarakt

Öğleden sonra ikiden üçe yarım saat
Aklım sende kaldı senin ki evde
Balkondaki çamaşırları topladık
Yağmur yağıyor anne
Eski takvime göre mayıs onu
Cep telefonumun no tuşu takılı kaldı
Aşağı gurabiyedesin bacımla
Ciğerim yanıyor anne.
Sağ gözündeki perde hafif aralanmış
Solunda Aksuya vurmuş sinsice
Baş ağrını silemiyormuş haplar, iğneler
Beynim çatlıyor anne
Çırılçıplak giyinmişsin ameliyat önlüğünü
Asansör çalışmamış, yürümüşsün
Sandalyeye çıkıp yatmışsın sedyeye
Ağarıma gidiyor anne
Sabahın kör saati yapayalnızsın
Bir yanın Sivas diğer yanın Giresun’da
İstanbul yoruyor anne
Gecenin yağmurla didişen saatinde
Eski takvimce mayısın onu
Bacımlasın aşağı Gurabiye’ de
Gözün acıyor anne
Gözüne kurban olduğum, benim de yüreğim
Diyeceğim o ki seni çok seviyorum
Anne yağmur yağıyor
Bereket damla damla kucaklıyorsun özünü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder