Ne sen ne ben
Nen varsa hepsini ortaya çıkart
Utanma n’olur neşeli değişkenim
Bekle gelenekçi aynayı, güven ona
ve
Çingene pembesi uzun hırkanı da
sıyır sırtından
Fark etmez bu tercih bedeninle
örtüşür
Şeftali kokuyor sanki bütün
akşamlar
Sararan yapraklar isyancı
iddialardayken
Sen, nen var, mükemmel olmalısın
rahatla
Heyecanlı zamanların ta kendisi
gibi
Aynen orta halli hayallerin
çalımıyla
Tutkuyla bakan buğulu gözler
sokağında
İnce ışıltılı gülüşler gibi ışıt
inceden
Esin kaynağım o sıra dışı zevk,
durma çıkart
Tek omzu açıkta koyan bluzdan
kaçan
Yıllardan sonra bir çırpıda nen
kaldıysa
Sen olduğun için varsa yoksa
sadece sen
Utanma n’olur nen varsa her şeyi
ortaya.
Diz çöküş
Sezonluk aşklarla da aksıyor
yüreğim
Sadakat yeminleri ettirme ödeştik
Önünde diz çöktüğüm özlem çok
yıllık çok.
Bombalanmış unutamadığım düşlerim
Benden yapmak istediğin çocuk
iştahsız olur
Demir barikatlara çarptı
büyülenmişliklerim.
Beğeniyle ısınan gözlerde
gereksiz hırs var
Kraliçemin uykusuna hırsızlar
dadanmış
Konağın bekçisi seçici, giriş
holü kara zindan
Kapanmışım o ilk diz vurduğum
yere çaresiz
Huzursuzluğu tutmuş öpüyorum
kıskanarak
Nice hisler bastırmışım senden
uzak
Sarı yapraklara gizlenmiş
sırlarla ayan beyan
Artık benimde başım ağrıyor
ödeştik
Sezinlediğim alışkanlıklara hile
katıyor yüreğim.
Katran karası
Katran karası yarınları
Yüreğine demirlemiş kandiller
aydınlatsın
Pırıltısı silinmiş yağmura hiç
aldırmadan
Islanışlar süzülürken soğuk
gecelere
Her ürperişin seni sana anlatır
Yar deyip de sıcağını koynuna
katamadığında
Bir dalga çarpar aklına delice
Kararır içindeki süt liman deniz
İskeleyi ışıtır köpük köpük
yıldızlar
O asla yaşanamaz dediğin anılarla
Ve iyi ki, iyi ki yaşamışım
dersin
Katran karası yarınları
Çünkü yarınlar dün olmuştur
artık.
Dişim ağlıyor
Dişlerimin minesi döküldü pul pul
Yaşlanmak
İlk çene kemiğimden başladı
Mevsim sıcak mı sıcak
Sınırdışı edilmişim bu
Devamı olmayacak şehirden
Bugün dünya çevre günüydü.
Bol mineralli davetler boşuna
Başını unuttum devrimin
Dil tutsak göz yaşlı
Kuzey rüzgarlarını özlüyor kır
saçlarım
Aksilik bu ya arzularım hasta
Yuvarlak kemerli pencereler
rengarenk
İç avluda muhteşem serinlik
İçim titriyor kendi kendine
Mavi renk hakim ruhuma
Sükunetle eskiyorum.
Yeni evimde külüne hasretim
gençlik sızısının
Eskimiş yoğurt gibiyim
Kaymağım çalınmış.
Süzme akılla övüyorum dengimi
Hayat akıcı bir dil, ben,
Dengimi zorla
Resimlerim yerlerde dilleniyor
Yaşlanmak
Dişlerimin minesi söz söz
çözüldü.
Ege er
Aşk olsun sana ege
Uzatmışım egenin mavisine
düşlerimi
Kısık gözlerimde çırpınıyor güneş
Yanımda ebedi eş hayali
Poyraza dağılmış saçlarımda sen
Üstünde aşk desenli plaj havlusu
Sabahın köründe kör düğüm
Üşüyor nefeslerimiz.
Neler söylüyorsun neler
duymuyorum
Aklım bedenimin boğulduğu o güne
takılı
Takalarda geceden kalma
yalnızlıklara
Teninin dirilişini izliyorum
ufukta
Yatmışım egenin kıyısına düşlerle
Zeytinliklerden dağılan ıtır
yakıyor nefesimi
Kasıklarına çarpıyor göz kırparak
güneş
Yanı başımda ilahi eş hayali
Dalgalara binmiş suçlarımla sen
Beni orada da seçer misin
diyorsun, aşk olsun
Üzerimde aşk desenli gökyüzü
avlusu
Sen ışık böceğim Tanrı’dan
armağansın
Neler aydınlattın içimde neler
bilmiyorsun
Aklım bedeninin doyduğu o güne
takılı
Katmışım egenin mavisine
düşlerimi
Hiç söylenmemiş sözlerimden
utanıyor güneş
Kızarıyor kızarıyor poyraza karşı
kıpkırmızı
Üstümüzde aşkı resmediyor çifte
gökkuşağı
Aşk olsun sana ege…
Ses kutusunda sen
Aklıma her düşende sen üşenmem
Şu an evde değilim mesajını
dinlerim
Peşi sıra tuşlayıp yokluğunu bile
bile
Bilsen ne çok, ne çok kederliyim.
Deli miyim ne yoksa düşte miyim?
Gittin artık eminim bu yerlerden
Veda busen hala yanağımda sıcak
ve ıslak
Aklımı kurcalayan şu, şu soru
Kutuda hapis o cızırtılı ses
kimin
Ve de bu sen değilsen ben kimim
Bildiğim şu an evdeyim ve
sürprizlere açığım
Açım yana yakıla o eski duruşa
Kaç zaman oldu nerden bileyim
Belki upuzun belki de hiç
Hafızamda günler silindi, saatler
bıçak ağzı
Sadece gül sesin hakim benliğime
Şu an evde değilim deyiveren
kaçak
Ve peşi sıra o sırnaşık düdük
Ve dıt dıtlarla beliriveren
karanlık
Bilsen ne çok, ne çok boşluktayım
Nefesi kesilen anlar mahçup
Anlamazdan geldiğin dünya ıssız,
sessiz
Şu an inandım o mesajı tüküren
sensin
Aklıma her esende hiç üşenmeden
Şu an evde değilim, mesajını
dinleyense ben…
Macir
Muhacir torunu muhtaçlığı
benimkisi
Evhamlar öldürüyor sadeliğimi
Farzet ki duyumlar yalanmış yine
de
Tel örgüleri görünce etimi,
canımı
Bir sınırsız sahipleniş ısırıyor,
sorma niye
Toprağında benzersiz işgal
tafrası var
Bir papatya tarlasında çıplak
ayaklıyım.
Tavandan sarkan haberlere
ulaşamadan
Uydurma göçlerle tellenir cigaram
Zapt ettiğim sevgiyi övgülerle
öperim
Özlediğim muhacirliği en gizli
duyguyla
Tuhaf ama çok güzel, benimkisi
sadece evrim
Gerçeği açık sırtından öpmek
gibi.
Titrek ışıkta
Zevkten titriyorsun avuçlarımda
Uzaklaşmayan sıcak rüzgarlar
bilgiç bilgiç uzar
Sevgiyi harmanlayıp yapışmak var
ya umuda
İpek inceliğinde kayıyorsun
avuçlarımdan
Soluğun üstümde vardiyacı
Kadeh kadeh dibe çöküyorum
İçmeden ağlıyorum yıldızlara
Koca aşklar bocaladı, kocadı
avuçlarımda
Locada ne ayrılmalar yaşandı da
Ben hala seni özlüyorum düşlerde
de olsa
Titrek soluğun zevkten sıcak
rüzgarlar gibi
Avuçlarımda aynilik hüznü var
Yeşeriyor kırık dalga anılar
Bir kurnaz çıplaklık aynanın ön
yüzünde
Kadife yumuşaklığında yakıyorsun
avuçlarımı
Lavanta kokan özlem kül tabağında
basılı
Altın tozuna yatmış pul pul dünya
Buldum sandığım hazine kalp
Uzaklaşamayan zevk rüzgarı sıcak
sıcak azar
Yüzüme dön, yüzümde sevgi avuç
avuç iç.
Gece yarısı hikayesi
Yarın gelsem hayat hikayem
koltuğumda
Anlatsam bütün gece
Dinler misin?
Dudağında gök kırmızısı
serinliğiyle
Hikayeni içer misin benimle
Benle sabahın köründe
İster misin?
İçinden geçenler benim için sanki
Resmi geçit bütün ömür geçer
Hikayenin resmini poz poz
Siyah beyaz alt yazısız
Çeker misin?
Çelimsiz bir oğlanın yerli
yerinde aşkı bu
Kollarında kıyamadığı hikayesi
Sorsam bir akşam sağnağında
Meşru olsun olmasın
Gelir misin?
Hikayenin geçtiği şehir koca bir
yalan
Seyri zor ama eksik yaşanmış aşk
Gözler sahici yeşil
Öper misin?
Yarın veya daha yakın
Anlatacağım bütün herkese
Hayat hikayem yarım, yarın gel.
Yürek çarpıntısı
Çarpıntılar artıyor yüreğimde,
sonra
Derin derin soluklanmalar ve garip yorgunluk
Ne fetihler gördü bu gözler, ne
fayda
Misafir durdu duracak
Yolcu baş tacı edilmiş en özel
odada inzivada
Geceden kalma pas ağzımı
buruşturmuş
Kollarımda bıkkınlık uyumuş ağzı
açık
Dizlerim titriyor yeni toy aşık
gibi
Sigara dumanından çalıp duruyorum
seni
Her halkada bendeki tek resmin
beliriyor
Bira kutusundan, evde zoraki
sevişmelerdendir
Çarpıntılar yokluyor yüreğimi
sonra
Buyurgan soluklanmalar ve acayip
sızı
Aklım havada, düştü düşecek
Ne iktidarlar gördü bu gözler, ne
çare
Yolcu baş tacı edilmiş en özel
odada misafir
Geçmişte kalma yas gözümü
döndürmüş
Ağzın yarı açık uyuyorsun
kollarımda.
Hedefsiz aşk
Nasıl da özlemişim meğer
Pes yani,
Aşk bazen işte budur
Renkleri çalınmış tablonun gizemi
gibi
Dik dik bakan yeminli güneş
kızartısında
Belli belirsiz okşama sıcak
sıcacık kucakta
Uykulu, çilekar alınyazısı
tortusu, izli mermidir
Hayatın içine tek tük okuyan
bebenin eli
Cüzdanlardaki kapısız
anahtarlıklar
Tablodan çalınmış renkler evi
gibi
Kırık bacakla sahne alma
becerisidir.
Değme virtüözleri kıskandıracak
yeniyetme mükemmellikte
Pes yani,
Parçalanmış yürek çöplüğünden
güpgüzel mabede
Çekmecelerdeki mavi mürekkep
donatılı koleksiyonlar
Böyle olur suskunluğu mayıs
ortası gözünden öpmek
Mavi lacivert dillerden düşmezken
sazlarda yas
Sokaklara taşan yüzlerde gülen
nazdır
Aşk bazen işte budur
Pes yani
Nasıl da özlemişim meğer.
Göz yaşlarımı süsledin
mezartaşsız kent
Gözlerde yükselirsin
Yemyeşil dağlar Karadeniz’le
kucaklaşırken
Masmavi gözlerde yükselir
Ruhsatsız manzara, yasaksız
Anımsadığım çocukluk babamın
bıraktığı yerden
Annem dal gibi aşılı fidan
Yağmalanmış yıllarım sahil boyu
fındık bahçası
Her kavşakta toprağa düşen
binlerce sene yalan
Yemyeşil gözlerde yükselir
Mezartaşsız kent.
Yemyeşil dağlarla kucaklaşırım
Karadeniz kollarımda ağlar
Masmavi hülyalara dalar benliğim
Belimde ruhsatsız kitap yasaklı
Yatağım mezartaşsız
Annemin aşıladığı çam fidanına
Harcanmış yıllarım asılıdır.
Dönüş
Ceniğin sıcağına savurdum
dönemeçleri
Güpegündüz kararan denize fora,
vira
Maviliğin ortasına tek başına
yüzen yeşile
Kayanın gediğine, Gelintaşı’na,
Aksu’ya,
Kaledeki donuk anıta, dikine
inilen limana
Bıldırcınların selamı geldi,
kendileri değil
Gece gündüz yakılan dizelerle
yola naza
Çılgınca övüyorsam nedeni var
Çavuşoğlu
Güleryüzlü sohbetlerin içimi
sızlatan şehrini
Döneceğim, döneceğim de zamanı
var…
İstenen temas
Hüzünlü bir aşk şarkısısın
Dinlenilmesi zor bir şiir
İnanılmaz bir öykü
Müziği, sahnesi, perdesi,
fotoğrafı zor
Zor bir şehirsin aşkım
Ağıtlar merdivenlerde başlar
Hazırlan ey Istambul
Üstüne yazacağım binbir emek
Hafızamda hep eski görüntüler
Bu akşam seninim İstanbul
Anlaşılmaz fakirlikte
Veda busesi vermesen de kabul.
Ölü kent
Ölüler kentinde yandım
Geçmişim öldü gülücükler
dağıtarak
El eleyim kaleyi kuranlarla
gecenin yolsuzluğunda
Tuzlu bir soğuk, ıslaklık
avuçluyor anılarımı
Susuzluğum akla aykırı
şikayetlerde
Kadırgalar a sus a sus diye
denizle cilveleşirken
Boğuldum güneşin batışının
renginde
Doğmuşsam da Mars’ta bir yerlerde
Cancağızım yeniden ışıtır
samanyolları ölüleri
Yüzüğümdeki taşın feri söner
dalgalarda
Ve bir gece vakti savrulurum beş
yıldıza birden
Koysunlar arta kalanlarımı taş
lahitlere
Törensiz, özensiz, öylece çıplak,
çırılçıplak
Biliyorum ki sende öylece palas
pandıras
Sabah alacası tıklarken canımı, o
anını
Seninle ilerleyeceğim kırmızının
en derinine
Küçük kristal taşlara zevkle
yazacağım ölümsüzlüğü
Ve o kentte bekleyeceğim
yazlarca, taşlaşarak
Bedeninin her zerresini doyuran
su damlacıklarını kıskanarak
Çünkü göğsümün sol yanına o eşsiz
imzanı atmışsın
Kendimi öldüm sandım.
Uçmak uçmak
Tayyaresi düşen pilot ararsan
eğer
İstanbul’da doğmuşunu
Veda hutbesi elinde yazılısındanı
Bir ve üç adet üç sayılı
Büyüklüğü yaptıklarında saklısını
Dünyalarca kadın söylemi
sonrasında
İki eşit parçaya bölünmüşünden
Uçmaya kararlıyı, uçarısını
Kürsüler devrilir hitabetinden
Yolculuğun yarısında yere çakıldı
Sürprizi bir lokma korkaklıkla
Hilafsız yudumlanan ölüm şerbeti
Aramana değmez o hep yanında.
Arzu güvertesi
Her geminin bir arzusu
Dalgalanan ufkun sonsuza yanaşan
umutları
Ve benim denizden tarafa
itiraflarım var,
Sakın kaybolma etrafımdan
Bırak rüyalarımı doya doya
seyredeyim
Sular kıyıya yanaşıp silinceye
kadar yüzünü
Ve gözlerini başka tarafa çevirme
Uykusuz gecelere aldırmadım arzu
gemisinde
Dünyanın mavi gözleri Tanrı’yı
arıyor
Her gölgede önüme seriliyor son
günlerim
Yakında, çok yakınımda yaldızlı
sürgün
Ve bir kuş masalı dinliyorum
Zümrüdüanka’dan
Kafdağı’ndan başka diyarlara yüksünmeden
Her delinin başka masal kahramanı
var
Kanatlanan ömrün yaşanmışlıkları
Yükseğe uçan şeytan uçurtması
Ve benim çok uzakta denize atılan
çiçeklerim var
Bükülürken kuş evlerinde sonbahar
Sular akıyor yaşama dair dönüşsüz
Silmece dolu arzular güvertede.
Uğurlamadan kalan
Kaç yıldır içimi tutuşturuyor
sevdan
Umarım sayıklamam hırsızın ismini
Öpücük öpücük hikayelerde Kız
Kulesi’ni
Sahiden eylül akşamları esaret
dolu
Kimin arabasında isen tahrip
edici aşklar yolcu
Şavkı vurur üstüne şehrin
Ayıp mı kıran kırana yaşamak
Binbirgece masalları diyettir
bana
Alkışlarla uğurlandım uğruna
Kaç yıldır bir avuç kelimeye
tutkunum
Sevdan kaymış yıldızlarla
avucumdan
Kavgacıyım diye kayıtlara
geçmişim
Umarım denizden gelen kadın anar
ismimi
İpler kordonda gezintiye
çıkanların elinde
Ev ev koparım sersemleten
kokundan
Sil baştan o kader anına dönmemek
için
Sahiden kendini arayan adamım
Ve tanıksız tutuşmaların zamansız
sevdalarını
Ne cuntalar gördü bu tekleyen
gönlüm
İçinde aşklar gizli bu şehirde
Mutluluğa dönüşmeyen inleten
gülüşlerin gölgesinde
Çınaraltı’nda tutunuyorum gergin
ipine
Umarım kopmaz fırtınaların
diyarında
Kaç yıldır ciğerimi yakıyor
sevdan.
Limansız
Denizi tonlarca kara taş
doldurulan limanda
Bayramı sordum mavilere son defa
Kartal köprüsüne yetişmeyen yolda
acıyla
Bir hiperaktif ve validesi ve
hancı
Limon ekşisi kör hayat özlemiyle
zehirli hayat
Seviştiğim dalgalar dalgakıranda
kırık çökük
Bayramı uğurladım al güllerle
semaya
Ayrıldım sonra arkama bile
bakmadan beyaz bi gemiyle
Kalede bir topal silüet bırakarak
Kime ait olduğu bilinmeyen
koltukta sıla
Başkasından istemeden git çocuğum
ballı darıyı
Selalar okunuyor dinle bak
minarelerden
Elim yandı yazamadım manileri
Debboy’da
Yeşil gecedeki ilanı okuyamadım
Bir sarhoş müzik geldi yanıbaşıma
uyduruk
Arka sokaklarda bihaber
yalnızlıklar kılavuzsuz
Tonlarca kayayı taşıyor karsuyu
kuytuya
Upuzun pardesülü ben ve boş
koltuk
Deniz gözlerinde o sahilsiz liman
kenti
Bayramı görmeden gitmek varmış
Memedim
Denize doldurulan tonlarca taş
yosun kokulu.
Memleket yazıları
Memleketin kalesinde yatar
yazılarım
Kör topal mermer lahitte kara
taşa
Yazılar yazılar eksiksiz
konuşmalar
Cezaevine gönderilen
mektuplarımdır.
Oradan gelenler darmadağınık
Kafatasına isyanım yaşamanın
güzelliğidir.
Çevirmiş bahar çelenkleri yolumu
Sarı sıcak bir gökyüzüne vuruldum
Ölünceye süzülüyor hayat
güncelerime
Yaşanmış aykırılıklarım delirten
yoksullukta
Kaç yıldır ayni kavgayı yaşıyorum
İlk çağdan bu çağa yeni bir dünya
aranmış
Geriye kalanlar hava cıva
Memleketin birinde sular uyanıyor
Soruşturulan yazılar zalim
işkencede
Eksiksiz sızlar sevdalar
Nutuklar vicdanımı yalnızlığa
yuvarlar
Kapı önünde sen, çiçeğim hoşçakal
Ben memleketimin kalesinde ağlar,
yazarım
Bir başka denizde çıldırırken
taşralılığım
Ne kadar zamanım var alınyazımda
yazılıdır
Yol ayrımındayım sinirlerim
ölürken
Yazdım yazdım gün doğarken taş
duvarlara.
İstanbul yıldızı
Yıldızlar yağıyor obur
İstanbul’un başına
Deniz kabukları rüya gibi
İçlerinde anılar kırık ve sessiz
Yaşarken aşkı uzakta çaresiz
Acıyla dövünür öbür yanım.
Dostluğun son saatinde ızdırap
hep ayni
Yıldızlar yağıyor yedi tepenin
eteklerine
Fantezi laleleri altın gibi
Boşlukta eskiye ait işaretler ve
sırlar
Uzun sürmemiş bir hesaplaşma
yaşarken sabrım
Düşmanlığın kentinde isyanlar hep
ayni
Kuklalar resmi geçidine kar
yağıyor
Çıplak gece bölünür en sıradan
sesle bile
Sisler dağılır, can sıkıntısı
korkuyla başlar
Açılan gedikte kendini bulur
İstanbul
Başında tuhaf bakışlı demet demet
yıldızlar.
Bahar ahengi
Her bahar kucaklaşırım yeşille
Ağaç ki ne ağaçlar
Çalı çırpılarla envai çeşit
Sıcak güneş ve sapsarı kumlar
Ilıkça bir su masmavi, beyaz
köpüklü
Sevişirim ıslak ve kana kana
Unutmamaya çalışmanın faydası yok
Her kış sellenirim sana
Gölgelerin aktığı koyu kıyılara
Saklamışım bunca sene kendimi
İsteksizliğimi çarparım patikaya
Çizgiler keskin sert ve ahenkli
Kollayamadığım günler karşımda
Kafamda renksiz soru işaretleri
Gökte cansız yıldızlar, kapkara
bulutlar
Hatırlamayacağımı bile bile her
bahar
Bir zamanlar bir kadın vardı
üzgün bakışlı
Kırmızı dudağını öptüğüm yeşil
gözlü şehirde…
Fareli köprü
Köprü altında fareler cirit
atıyor
Uğraklar terk edilmiş
Yine de melodiler sınır tanımıyor
Kulağımda çınlıyor taş plaklar
Güle küskün rüzgara eyvallah
Söz verdim duvardaki resme
Çat kapı aşk yağmurlarıyla
seviştim
İyi geceler gurbet kadını
Tutkularımı kemiriyor
Yatağımın altında vahşi nehir
Ulaklar çok uzakta ölmüş
Köprü üstünde gelinler fink
atıyor.
Beyaz benekler
Bacağının beyaz beneklerini öptüm
Kararmış gözünü, yüzünü, üzümü
Gözü kara ayrıntılarını
yanağından
Tahta iskelede bizi izleyen
denizi yumuşacık
Sinirlerim uyuştu hazdan
Rüzgarlar eksiksiz taşıdılar
düşüncelerimi yarımadaya
Yanımda bitmiş bir rüyaydın
Karşıda sünepe midilli ışıkları
Delendi yalnızlığım aşkı dilendi
Ağaç oyması nazarlıklarda uyuyan
resmini
Artık her aklıma düşende
bakacağım hazinem var
Taş muskada güneş yanığı hislerin
eli
Taş taş üstüne koyamayacağım bile
bile
Rengarenk seni topladım
Kırmızıyı ipe serdiğim gün
Bacağımı beyaz kelebekler öptü
Kızarmış gözlerimden köpük köpük
dalgalar.
Vapur
Vapurla gidilecek yerler var
Pencerenin dışı seyir mavisi
Okunmuş eski kitapların içinde
gülle gibi
Nice yolculuklar Atlantik ötesine
Denizlikleri çiçeklerle süslü
ahşap evlerde ve
Memleket balkonunda ışıl ışıl Kız
Kulesi
Bir milletin namusu çalınmış
tezkerelerle
İskelet heykeli yontmuş yaşlı
usta kolayca
Özlem bir yana düşler güzel olsun
misali
Her uyanış memleket, her uyanış
bereket
Vapurla dönülecek limanda büyülü
çekicilik
Ayak basılmamış mahallelerde
kızıl çamur
Küçük parklarda fıskiyeli havuz
Vakurla söylenecek sözler var.
Yıkıntılar arasında
Duvar saati yanılttı belleğimi
Bambaşka heyecanlar arefesindeyim
Zaman durmuş sanki son seferde
Dört duvar yalnızlıklarım azar
azar
Kaçı kaç geçiveriyor sorma
hayatım
Som altından hatıralar beş paraya
Meydanlarda tek taraflı kavga
O zaman doldur saki içelim
Zamansız yıkıldı duvar birader.
Dicle dinle
Çağlar öncesini sürükler Dicle
Yapayalnız ararken
Türkülerle, halaylarla sular
seller gibi
Yekpare eğlenceyle
Yüzyılları öpmüş dudağından
ateşle
Ipıslak saçlarında dost havasını
Bronz heykeli vücutlar keyifli
Sözlerimi çevir tercüman,
diyeceklerimi
Tastamam utanmadan
Yorgun yolcular dinlesin
söylenceyi
Ayaklarını sürüyen kervanlar
Olağanüstü güzellikte
Sevilerle, dizelerle aşk meşk
gibi
Başbaşa anarken
Çağlar sonrasını dinle Dicle.
Yutturmaca
Renkten renge girdi mevsimler
Kaç elbise denedinse de dene
Olmadı İstanbul olmadı
En güzel halin yıllar önceydi.
Nurdan üniformayı çıkardığın gün
Beyaz gömlek göğsünü sıkıyordu
Mavi keten pantolonlu çukur
geceler
Kaç mevsim giyinirdi seni uzak
şehirler
En renkli halin hayalimdeki
resimdi
Tutmadı İstanbul yutmadım.
Söz üstüne söz verdiyse de deme
Kılıktan kılığa girdi renksiz
sevgiler.
Ahşap anılar çürüyor
Güneşe uzayan yolun ahşap binası
duruyor
Yıkılmamış ama satılık yani,
“satlık”
Bahçesi viran, kapısında asma
kilit
Tahtaları çürümüş, teneke çakılı
pencereleri de
Aynı filmler oynuyor yine afişsiz
İki katlı kırık anıları olan
sefilanede karakış
Güneşin ışıklarında kavgacı
gölgeler
Hep kendini savunarak yürü
kendince
Göbek marul, taze soğan kokuyor
sokaklar
Atlayarak yağmur
birikintilerinden yukarı
Çukurçarşı’da o eski tezgahlar
yok artık
Satılmamışlar ama yıkılmış, yani
“ yıkık “
Güneşe uzanan yolun ahşap binası
duruyor.
Çıldırma
Çilekeş anımda sen olsaydın
En keş, kalleş zamana inat
Çilerseydik devasa koruda
Korkmadan, kavga çiçeğim
Yaseminli tütsüler diyarında
Solusaydık o hikayeyi
O hayatın tükendiği şehri hiçe
sayıp
Unutalım deyip unutsaydık alev
buklelerini
Çarpılmışım hummalı sokaklara,
sorma
Dalmışım kırkambarlı manzaraya
O tek kareye aşıkmışım, aşıkmışız
meğer
En çilekeş anımda sen yoktun.
Eskici
Gün aşırı yeni bir kent
Her gün bir başka uykulu liman
Kendine özgü
Benimsenmişler reddettiğimdi
zorlama
Abartılı bakışlarda yeterince
küslük
Unutulmaz bir dünya mirası
Üstelik büyülü
Misafirperverliğim en şık
semtlerde
Keyifli bir akşam sofrası sefası
Kadehlerin buğusunda güzellik
sarhoşluğu
Mezuniyet mönüsü özeniyle bana en
yakın
Yelpazelendikçe kara sıcak seni
yaksın
Bu baharı bu kent zor çıkarır
Gün aşırınca kenti eskidik.
Okursun ileride
İleride okurum selim
Bu yaz ayrılığın ilk yazı
olacak’ı
Gözaltımda duruyor.
Ve gözlüyorsun.
Biliyorum masmavi kanat takmışsın
Ellerimle tutuyorum salını.
Ve özlüyorum.
Eğer ayrılık denirse bu
yaşadığıma
Bu yaz ayrılığımın son yazı
olacak
İleride yazarım halim.
Bilinçaltımda doğuyor
Ve gözlüyorum.
Hissediyorum buz mavisini,
kenetlenmişim takıntıya
Ellerimde tütüyorsun sanki
Ve öpüyorum
Ey ayrılıklarla öpüştüğüm şehir
Dudağından Allah’a ısmarladıklar
çözdüğüm
Yedi tepe tepelendiğim dostluk
Sevişirken enselendiğim
Seni seviyorum
Bu şehirde her gece yarısı ölürüm
Yazdıklarımı sallarım
gözetleyenlere
Bu yaz ayrılığın ilk yazısı
yazılacak
İleride okursun selim.
Basgitar
Su şıpırtılarına sarkıttım
kendimi
Açık havada iskeleler apaçık
yatıyordu
Mavi gözlerinden öptüm denizi
uykusunda
Bir şilep böldü özlem rotasını,
öldüm
Alaturka vaatler sarmış kumsalı
Beyaz peynir, Çengelköy hıyarı ve
rakı
Malum anılar deniz kabuklarında
yaşar
Dalga sesli çok eski bir şarkıda
Hey yavrum hey, ne façetalı
düşler kurdum
Düş oldum düştüm peribacasından
içeri
Basgitar tınılamalı bir geceydi
şarkılarla
Martı kıpırtılarına bilgiler
serptim aşkla
Uçuk mavi gözlerinde bas git
yaşları
Damla damla doldum boğazımdan
aşağı sen
Açık denizlere arıttırdım
kendimi.
Kesik
Elektrik kesik
Mum arıyorum eramin imalindenini
Siyaha dönmüş içim bu gece
Nazlı nazlı açılıyor perde
Alt katta karı koca kavgasıyla
Biliyorum sende uyuyamıyorsun
Yakıyorum mumu yüreğimin ateşiyle
Titreyen alevin ucunda sen
bakıyorsun
Buz tutmuş ellerimde nabzın
Kesik kesik atıyorsun sımsıcak
Üflüyorum yarı aydınlığı ve
kararıyorsun
Göğsüne akıyorum delice
Muma dönüyorsun, mum sapsarı
Dumanı kahve kokuyor gecenin
Üzerime seriliyorsun sarhoş gibi
Uyluklarımda kahrolası sızı
Öğrettikçe sana öğreniyorum seni
Bu koca şehir unuttuklarım için
yaşıyor
Elektrik geldi…
Darbukatör
Darbukalar huzura erişti
Ezik büzük, notasız
Kıvırtmalar baş döndürücü renkte
Alı al mora yeşil
Mermer sütunlar arasında kısır
akşamüstleriydi
Evli bir kadınla ilişkide koca
kent
Kent kadına küstü
Davullar ağlıyor sokaklarında
Notasız kırık dökük
Çiftetelliler insanların
yalnızlığını çalkalamakta
Umut, uçurumların kıyısında
misafir
Umduğuyla değil bulduğuyla dans
ediyor isyanlar
Tezeneler orta yerinden çatlarkene
Kulağımda eşsiz ahenk çınlıyor
Ah çekerek inleyen nağmeler ipsiz
sapsız
Ne darbuka ne davul sesi kaldı
Klarnetin lakırdısında huzura
eriyorum
Huzurlu yarınlara es damgalı
damgalı
Eğri büğrü gözükse de zamanla
Dosdoğru, dimdirek, dik
Evli kadın yaşlı bir kent
doğuruyor
Darbuka, davul ve klarnet
eşliğinde.
Zilliyet
Zelzelenmiş kentten geçtim
Sana kavuşurken zillerle
Senden geçemedim hiç
Kapalı durak yüreğim
Avcılara vurulmuş karacaların
Ayağında zincirler
Zincirlenmiş garip
Kendimden geçtim kız
İki yarım dünya önümde
Gönül alamadım hiç
Pullarla yetim
Birleyemedim.
Zelzeleler vurdu kentimi.
Etiketin üstü
Uyarına gelirse uyaklarla
Bağlarım seni İstanbul’um
Etiket etiket sabırsız yarınlara
Ve yazarım akılsızca
Önce göğe sonra denize ama
kahırla
Kördüğümsün yüreğime,
çözemiyorum.
Marmara’da çıkmış yoldaşım
fırtınalar
Dalga dalga çağlarsın yanıbaşıma
En sevgililerinden öte okşarım
sırtını
Öpmeye kıyamadığım için
korktuğumdan veya
Ağlarım sana İstanbul’ um
Adalet adalet diye sızlanışına da
Ve kaçarım sessizce.
Volkan patlaması gibi döneceğim
kucağına
Başımı okşar mısın annem gibi
Öper misin kıyamadığım ateş
dudağınla
Korkma bu son buse de olsa
hatırlayacağım
Bağlandım sana İstanbul’ um
Eziyet eziyet üstüne, suçsuzum
Ve direnirim delikanlıca
Önce göze sonra söze vurdu
yalnızlıklarım
Ayrılıklarda bütünleşirim kokunla
Güldüğümsün yüzüne bakamadığımda
Bak davullar çalınıyor, zurna
peşrevde
Pertevde seni ararım İstanbul’ um
Yanarım ateşine yanarım.
Karagöz
Herkesin bir anısı süzülür
Gecelerin içinde yıldız yıldız
Gelecekse gelsin fark edilmeden
ölüm
Beş yıldızlı tatillere hasretim
Bedenim sevgiliye çıkılan
merdivende
Çıktığım ilk gün dibe çakıldım
Kendi kendine titriyor baharlar
Bakar mısın aşk ilan ediyor
delice
Siyah pardesülü vamp kadına
aşığım
Güzel mi güzel, güpgüzel akıyor
gökyüzü
Gecelere her gece gecelerce
Hem doğudan hem batıdan inatla
Bir batında nice yıldız doğuyor
Herkesin anısından süzülen
Gönlümün karanlığına çadır kurmuş
cennet
Yaylalarda devasa kamp ateşleri
yakılır
Keşfedilmemiş anılarım üzülür
sığınağında
Hangi koyda rotalanmışsa mavi
yolculuklar
Yıldız yıldız dökülür ipuçsuz
koynuma
Üstüme her gece karabasan baskını
Gelecekse gelsin fark etmeden ben
Karagözlü ölüm ansızın.
Haytalık
Çakır gözlü bir haytayım işte
Arnavut hanımı pudralara saran
Rezaletin her çeşitine bulaşmışım
işte
Haylazlık üç onluktan sonra can
kattı canana
Yolun yarısından sonra iyice
palazlandı acuze
Güpegündüz gümüş mühür haydut
elindeyken
Suçum çok büyük, toyluk
hafifletici sebep elaman
Vallahi günahım yok suçsuzum safi
Cimle aleme teşhir etmeyin kafi
Elimde fener düşmüşüm yollara
zaten
Yoluna kurban dillere destan
Bu geceki fasıl aynalı ve tangolu
Aynada kırmızı çengi deli divane
eşlikçi
Bir dilberle halvetlenmişliğim
yıllar varken
Aynavut hanımı ihya etmiştim
yorganı çekip
Muhteşem bir çiçek buketi
ellerimde çığlığımsı
Bir mahçup meşaleyle aydınlandı
tarih
Arka yüzde çağın boşaldığı
çarpışma faslı
Şakadan referanslar arnavut
kaldırımlı mahleden
Zihnimden geçenlere çarpıldım o
anda
Bal şehrime ulaşmışım kırk
numarayla
Çakır gözlü gör, hastayım işte.
Yalan zula
Zulamda aşk var
Kıyıda kuytuda boynuma borç
yaşadığımca
Tadı balı meğer çalmak varmış
Geçmişin sırlarını aralamak
Gerekir diye gün gelip saklamak
Şehrin eteğine dökülmüş rastgele
saplantıları da
Gecelerce tüyler ürpertici fonda
Aramak arayışları güncelleştirip
Zulamda meşk var
Hafızamda karanlık bir oda ve
ortasında tabure
Diğer ürkütücü keyiflerle
kıyaslayamayacağım
Buzdan beden erirken kulede
Korkunç fısıltılar avuçlarımda
yalvar yakar
Sokaklara dalmış hayalin fermuarı
açık
Her sayfada şehir ayaklanır ve
ben ölürüm
Oysa yeminsiz, yasaksız yaşamak
benim de hakkım
Yalan sarılmalar yer döşeğinde
yanar
Aşklar meşkler yaladı ruhumu,
fitilimi ateşledi
Şehri sol baştan sol başa
yürüyerek utandım
Her taşında bir başka musalla
Cenazemi aşıklarım çoktan
kaldırmış
Zulamda üşüyen hafızam var.
Son vermek zor
İlk kez bol ünlemliydi sesin
İçime kapandığımı anlamış mıydın
ne?
Bohçası elinde kaçıyor gelinlik
kızlar
Gelir miydin ben kepçe İstanbul
kazan ışığım
Kazancı yokuşundan aşağı savruldu
aşığım
Kopçası elimde kalıyor damatlık
oğlanın
Güler miydin ben külçe altın sen
Ağlarım son günlerdeki hatalarıma
Dinle yine aynı ses bol soru
işaretli
İstanbul içine kapandı anlıyorum
vedasından
Son kez söylüyorum üzer miyim hiç
seni
Terazidere’ de iniyorum goncasını
sevdiğim
Bu İstanbul bi başka İstanbul
oldu
Üzerime dağılıyor bul kepçe.
İlişkiler şehri
Tehlikeli umutlar açıyor her
bahar
Gecenin kadınları aşk sarhoşu
Dumanlanmış şehirde hasat
hikayeleriyle
Kumara verilmiş mayıs tarlaları
Meyhanelerde dölsüz fesat ölümler
sarhoş
İklimler değişmiş, başkalaşmış
sanki
Sevgililer, kırmızılılar ve
gururla
Pusulalar uğurlanıyor uçuruma
Tepelerde delişmen uçurtmalar
Taşralarda topluca dirilişler
Ergen bahçelerde gizli uyanışlar
Büyük yolculukları öğütüyor
değirmenler
Gecelik aşklar mavili şehirleri
Her bahar açarım umutla penceremi
Tehlikeli imiş gece aşkları
sarhoşlukları
Banane…
Renk renk İstanbul
Hangi renk çıkış rengindir
İstanbul
İçimi gıcıklıyorsun sarkık memeli
İstanbul
İçip içip içleniyorum sora
Kırmızı yandı, durdum
Yeşilde geçtim gittim
Sarı sarı yanıyorsun İstanbul,
hazırlıksızım
Orta renk çılgınlığındayım daha
Bu kadar oynama benle, kışkırtma
Aynamda denize nazır sefalarım
var
Kimbilir, kim bakar ve görür o
anımı
Anlarsa anam anlar, gerisi boşa
direnir
Biliyor musun dokunmak istiyorum
dalgalanan
Dalga dalga kalçalarına, sarkık
memeli İstanbul
Şehvetli dudaklarını da ıslat
Adalarına çizeyim resmimi
Mavi mavi dolanayım içindeki bene
Dolup dolup taşıyorum sorma
Kırmızı da sürgünüm
Yeşilde yaşadım, öldüm
Sarı sarı saçlarını savur yıkık
surlara İstanbul
Orta yaş bunalımındayım anla
Moralimi bozuyorsun koca memeli
İstanbul
Yeni yetmeliğimden beri beni hiç
emzirmedin
İçin için yanıyorum sütüne
Kırmızıyı, sarıyı ve yeşili
karıştırdım İstanbul
Hangi renk çıkarsa rengindir
İstanbul.
Çarpışma anı
Dalgakırana çarptım hergele
şiirler eşliğinde
Hiç belli olmaz içine çekerim
seni
Belleğimin kenarındaki rehavete
De ki Çengelköy yakıştırması
İnsan çekirdeği tek cümledir
Zamansız patlayıp denize
dönüşendir
Zirvelerden dökülen sözcük sözcük
Sarsıcı bir kirpi sevişmesi
yaşadım hali
Kendiliğinden, çekinmeden,
hergelece
Teşhirci imgeleri seyrediyorum
dokunmadan
Zaten kovulmuşum aklımda
şiirlerle aşk çölüne
Şehrin aynasında mahrem
görüntüler var
Ahdım var tiryakiliğimi bitireceğim
evvelden
Tepeden tırnağa sergilediğim cana
çarptım.
Viyadük
Vitrinler ılım ışık ama yorgun
Dünyanın her yerinde aynı saat
Makine insanlar bozuk, sakat
Büyük kentlerin yaşama şekli ölü
Ölü doğmuş sabahlar sabaha karşı
Rahminde hayat durmuş sözün
sualin
Hiç beklenmedik mucizeler kapıda
Dünyanın her yanında ayni umut
Kabarık arzular aç, sefil,
perişan
Bil ki sen mutluluksun iflas
etmişinden
Minicik ellerinde arkadan vuran
hançer
Güzüm kamaşıyor sokak lambasından
Gelgeç rüzgarlara sarılıyor
hatalarım
Gelgitlere çığlık çığlığa koca
şehirde
Ilık ılık akıyor yorgun bedenim
vira.
Mahya
Mahyasında ateşli resimler yok
artık
Mahya iki minare arası ışıl ışıl
Asacaksın kandilleri sırayla ipe
Yakacaksın ağırlıkları
hesaplayarak
Mesajına kurban kutsal mabet
onurlanacak
Yelkenlilere binip uzaklaşacağım
bu kentten
De ki Kız Kulesi’nin açıklarında
dibe vurmuşum
Ezgi ezgi dolaşayım kırmızı
dudaklarında
Seyredeyim gitti gider hayatımı
tozpembe
Nasıl muhteşem bir mahyadır aklım
Asılmış gitmiş direkler arasına
Mahyasında bir müddet salınsın
sloganım
Sandukada kat kat sıralı
emanetler
Asacaksan mahyaları sırayla as
Celladın resmini çizmeden asla
Yanacaksın estetik düşler
sokağında
Gecenin kara eli yakalamış yakasından
mahyanızı
Bebek yüzlü bir adam ağlıyor
aslında
Mahya iki minare arası ışık ışık
Mahyasında ateşli sözler
sallanıyor, bak artık.
Doğum isim soyum
Aksuları çekilende İstanbul
yapayalnızdır.
Aslında sordum anama
Tam günü saati gelende vakitli
doğmuşum
Hastanede Haseki heralde
Olum, deprem oldu doğduğun gece
derdi
Ve doktor kontrolünde
Adımı da Erdoğan koymuşlar
Anamı doğurtan doktorun adıymış
ya
Öyle er doğduğumdan falan değil
yani
Yine de sordum anama
Tam günü saati dakkası dolanda
vakitli doğmuşum
İstanbul Haseki’ de, mart kışıyla
Adımı Erdoğan koydunuz evet
doktorun adı
Ya doktor Ayşe, Fatma olaydı
Olum deprem oldu, kıştı, marttı,
mart sonu
Çetin koyacaktık baban Garaca
dese de
Göbek adım Çetin Garaca demek ki
Nüfusa Erdoğan diye verilmişim
Oysa tam günü saati dakkasında
vakitliyim
Kıçıma saplağı yediğimde
Çavuşoğluyum
Aslında sormam gerek pedere,
sordum
Soyda Çavuşoğluluk da var ama
niye
Delilik belli yaştan sonra derdi
Haseki’de başladı yolculuk, halen
devam eder
Çetin Garaca Erdoğan Aksu
etiketim
Aslında tam günü saati dakkasında
doğmuşum.
Ağaca gece naziresi
Cılız ve az yapraklı ağacın
gölgesi yapışmış duvara
Devasa bloklar arasında cüceyim
Gökyüzü kan değiştiriyor gırla
Sıfır eraş negatif bulut desenli
Gölge al zeminde siyah beyaz
titriyor
Er mi yaman bey mi yaman hocam?
Er oğlan diş fırçalıyor beyaz
gecede
Savruluyor gecikmiş uyku panter
gibi
Giysilerdeki nefes ayni sen gibi
Cilalanmış beyinler satranç
masasında
İpeksi düşler yürek yakıyor her
bahar
Desene milom, uyku bize yine
haram
Helalleşmeden çıktığım bu nice
ölüm karnavalı
Tavanda asılı mavi boncuğa
binlerce nazar
Esen yelde koca kent
jurnalleniyor
Cılız ve az yapraklı ağaç gölgesi
duvara ağlarken.
Katarakt
Öğleden sonra ikiden üçe yarım
saat
Aklım sende kaldı senin ki evde
Balkondaki çamaşırları topladık
Yağmur yağıyor anne
Eski takvime göre mayıs onu
Cep telefonumun no tuşu takılı
kaldı
Aşağı gurabiyedesin bacımla
Ciğerim yanıyor anne.
Sağ gözündeki perde hafif
aralanmış
Solunda Aksuya vurmuş sinsice
Baş ağrını silemiyormuş haplar,
iğneler
Beynim çatlıyor anne
Çırılçıplak giyinmişsin ameliyat
önlüğünü
Asansör çalışmamış, yürümüşsün
Sandalyeye çıkıp yatmışsın
sedyeye
Ağarıma gidiyor anne
Sabahın kör saati yapayalnızsın
Bir yanın Sivas diğer yanın
Giresun’da
İstanbul yoruyor anne
Gecenin yağmurla didişen saatinde
Eski takvimce mayısın onu
Bacımlasın aşağı Gurabiye’ de
Gözün acıyor anne
Gözüne kurban olduğum, benim de
yüreğim
Diyeceğim o ki seni çok seviyorum
Anne yağmur yağıyor
Bereket damla damla kucaklıyorsun
özünü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder