30 Kasım 2011 Çarşamba

BELEDİYECİLİK VE KALDIRIM MÜHENDİSLERİ


Erdoğan Aksu  

BELEDİYECİLİK VE KALDIRIM MÜHENDİSLERİ


Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Belediyeyi, yeni belediyeciliği herkes biliyor. Kaldırım mühendisliği ise sözlüklere, meydanlara, laruslara girmiş en eski mesleklerden biridir. Üniversitesi, hayat üniversitesidir. Son yıllarda diğer üniversitelerden kaldırım mühendisliğine yatay geçiş yapmış nice meslek erbabı da vardır. Budalalar meclisinde susulur misali şimdilik susarlar, kaldırım mühendisleri.Demokrasi deyip batıya, ekonomi deyip doğuya yayılınca ülke, sıra dışı açılımlarla kaldırım mühendisliği de şekil değiştirdi. Ve müzmin bir kaldırım mühendisi olarak canımız sıkılmaya başladı.

BELEDİYECİLİK VE KALDIRIM MÜHENDİSLERİ

Belediyeyi, yeni belediyeciliği herkes biliyor. Kaldırım mühendisliği ise sözlüklere, meydanlara, laruslara girmiş en eski mesleklerden biridir. Üniversitesi, hayat üniversitesidir. Son yıllarda diğer üniversitelerden kaldırım mühendisliğine yatay geçiş yapmış nice meslek erbabı da vardır. Budalalar meclisinde susulur misali şimdilik susarlar, kaldırım mühendisleri. Demokrasi deyip batıya, ekonomi deyip doğuya yayılınca ülke, sıra dışı açılımlarla kaldırım mühendisliği de şekil değiştirdi. Ve müzmin bir kaldırım mühendisi olarak canımız sıkılmaya başladı.
Küresel finans sektörü yeniden yapılanma sürecine girince, öfke ile yoğrulup, azap ve gazap ateşiyle pişirilmiş sorunlarla boğuşur oldu dünyadaki yedi milyar insan. Yedi milyarın %80’i de geri kalmış-bıraktırılmış ülkelerde ve bölgelerde yaşayınca, gazap üzümleri bir bir dişlerini kırınca, egemenler kılık değiştirdi. Bizde de kaldırım mühendisliği sınıf atladı. Varımız yoğumuz avucumuzdaki delikanlılıktı o da elden uçtu gitti maalesef.
İki denizi birleştiren boğaz manzaralı yerleri hakkınca bilmeyiz ama iki İstanbul’u birleştiren orta yeri, nerdeyse doğduğumuzdan beri yaşadığımız Esenler’i iyi biliriz, severiz aşktan öte. Öğrenmeye engel olanların çeşit çeşit manevralarına rağmen araştırır ve öğreniriz gerçekleri. Aklı başında olanların bile gafilce avlandığı, pusulayı şaşırtan planların bir bir hayata geçirildiği şu günlerde tadımız kaçtı.
Çünkü kaldırım mühendisliğinin tadı kalmadı. Kaldırımları arşınlayan o dervişane bilgelik de paraya endekslendi. Mesleğiniz nedir sorusuna kaldırım mühendisi denilerek verilen en isyancı, en keskin, en alaycı ve en harbi cevap da anlamını yitirdi. İyi bir kaldırım mühendisi olmak için önce bir siyasi partiden belediye meclisi üyesi olmak gerekiyor artık. İktidar veya muhalefet fark etmez. Nasıl olsa prestij adına, iş görme-iş gördürme, paylaşma ve paslaşma adına, her yıl yenileniyor cadde ortası, sokak arası kaldırımlar. Böylece sahte kaldırım mühendisi kökenli meclis üyeleri, yerden bitme, yeni yetme müteahhitlere dönüşüyor tılsımlı sopa değince kaderlerine. Kederi halka kefareti bilmem kimlere kalıyor.
Yeni döşenmiş kaldırımlar şiddetli bir kışa veya ciddi bir sağanağa dayanamayacakmış kimin umurunda. Kısa sürede kaldırım kaldırımlıktan çıkacakmış ne problem. Sonra o kaldırımlar sökülür, yeniden döşenir nasılsa. Velhasılı kerem; Yeni kaldırımcı müteahhitler, eski sahte kaldırım mühendisleri,  baştan savmacı kaldırım ihaleleri ile dört çarpı dörde binerler milletin parasıyla. Araba yükü para kaldırırlar.
Tüm döşemeler mevsimliktir, yani bir yaz köşesi bir de kış köşesi vardır. Biz yazarız; mevsimlik kaldırım mühendisliği, evladiyelik müteahhitlik mertebesine terfi eder. Ye ye tükenmez mirasa savrulur çakıl taşları.  Taşların renkleri, desenleri ve şekli şemali uyduruldu mu tamam, geliversin çuval yükü hak edişler. Birazı mensubu bulunan partiye hibe-yardım, birazı kaldırım mühendisliğinden kurtulma bedeli olarak malumunuz. Birazı da ilerde rantsal dönüşüm uygulamaları ”deprem” bahanesiyle meşrulaştırılıp, yasallaşınca kullanılacak müteahhitlik sertifikası için ilgili mercilere. Kalanı ile ise sülaleyi talukat geçinir.
Bu kaldırım düzenleme bayramı etkinliklerinden kimse de şikâyetçi olmaz. Biz de şikâyetçi değiliz. Bir taş kırılması, bir taş sökülmesi ile başlayan her kaldırım sökülüşü bizim için yeni bir sıkıntı olmasına, ayrı bir külfet getirmesine rağmen. Alışmışız alıştırılmışız göbekten. Bu oynak taş pınarında yol iz bulmak başlı başına maceradır çünkü. Mazohistçesine macerayı severiz topumuz, toplumumuz. Kaldırımları söksünler taksınlar, başkaları gelse takmayacak mı sanki deriz sıkça. Ama asırlık kaldırım mühendisliğinin de mecrası değişiyorsa takarız bu meseleye. Her sokak arası kaldırım yenilemesi meclisli bir kaldırım mühendisinden, kaldırım müteahhitleri peydahlayacaksa işin suyu çıkar. Bu ışınlama yöntemiyle sokak zenginleri yaratmak işi bozar. O suyu da içmekten men ederiz kendimizi, Kerbela’daki gibi kavrulsak da.
Şu koca istanbul’da merkeze sıkışmış, sıkıştırılmış Esenler’de zavallı mahalleleri yeni rant merkezlerine dönüştürmek kimi kurtaracak belli. Nitelikli arazisi kalmayan şehrin orta yerinde deprem korkusu zerkedilerek araziler yaratılıp, bu arazilerin üzerine kondurulacak lüks sitelerde kimler oturacak acaba. Lüks site kentlerin kıyıcığına kondurulacak turistik tesislerde kimler ağırlanacak besbelli, aşikâr.
Kimsenin siyasi yelpazedeki yeri bizi ırgalamaz. Ama farklı görünüp ayni kaldırımdan nasipleniliyorsa, işgüzarlığın ucu ileride yaşama, doğaya, haklara ve örgütlülüğe müdahaleye varacaksa, bu kaldırım mühendisliğinin henüz yazılmamış kara kaplı kitabına sığmaz.

28.11.2011


Bu Yazı 405 Kez Okunmuş


KURULTAYIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…


Erdoğan Aksu  

KURULTAYIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…
 
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Kurultay, kılıçlar çekildi düello başladı diye açıldı. Ve bir dönem şimdilik kapandı. CHP’nin yeni söyleminin nasıl şekilleneceği, kimler tarafından resmedileceği belirsizliği ise blok listenin açıklanmasıyla son buldu. Sıra merkez yönetim kurulunun atanmasına geldi. CHP son iki kurultayıyla yapısal bir dönüşüm sağlayayım derken siyasal bir çatlamanın eşiğinden döndü…

KURULTAYIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…
Kurultay, kılıçlar çekildi düello başladı diye açıldı. Ve bir dönem şimdilik kapandı. CHP’nin yeni söyleminin nasıl şekilleneceği, kimler tarafından resmedileceği belirsizliği ise blok listenin açıklanmasıyla son buldu. Sıra merkez yönetim kurulunun atanmasına geldi. CHP son iki kurultayıyla yapısal bir dönüşüm sağlayayım derken siyasal bir çatlamanın eşiğinden döndü…
CHP bir olağan bir olağanüstü kurultay sonrası eski köye yeni adet yeni CHP oldu. Parti politikası üçüncü yol çizgisinde bütünleşti. Avrupa sosyal demokrat partilerinin on yıllar evvel yeniden yapılanma adına ortaya koyduğu tezler, yıllar sonra CHP’de hayat buldu. Yeni CHP’nin sade CHP’lisi olanlarla, üçüncü yolun dışında kalan tek yol devrim’cisi olanların seçim sonrasında kozlarını paylaşacağı bir süreç yaşanacak bu günden yarına.
CHP büyük değişim kurultayını yaptı diyenlerin bu görüşlerinden ne zaman çark edeceklerini bekleyip göreceğiz. Kırılma noktası hassas ne kadar değer varsa parti yönetiminde yer bulduğu bu kurultay umarız CHP’nin kaynama ve kırılma noktası olmaz. Farklı renkler olsun denilirken parti meclisinde farklı siyasi görüşten bir çeşniyi harmanlayan, vitrine süren yeni CHP’nin akıl hocaları ileride umarız pişman olmazlar. Herkes kendine CHP’de yer buldu heyecanıyla alkış tutanlar yarın vekil sıralamasında umarız hayali sükûta uğramazlar. Bu kadar geniş siyasi yelpazesi olan bir parti meclisi ilk defa oluştu CHP’de. Ve umarız merkez yönetim kurulu atamaları üst yönetimin tabanla bağını koparmayacak biçimde yapılır. Yapılmasına gayret edilir.
Liberallerin, ilahiyatçıların, terör ajanlarının, dünün ortada bugünün solda yer alan işkadını ve işadamlarının, yarı yarıya yer aldığı yeni CHP’nin üst yönetimi parti programı ve ilkelerini bakalım hangi yöntemlerle kamuoyuna aktaracak. Parti içi muhalefetin ülkenin seçime dönük yüzünde kara bir leke olmamak için sessizleştiği kurultay belki de son kurultay olacak ve olmalıdır. Adı herkesçe malum merkez sağ, liberal veya muhafazakâr partilerden gelen, oralara yolu uğramış, geziyorken bir uğradım döndüm diyen, ikamet belirsizleri, orta yolcu profesörler zıpkın gibi yeni CHP’li oldular.
Çözüm odaklı bir rekabet yaratmak niyetinde değiliz. Daima geçmişi gündeme getirerek de partiye yarar sağlanamayacağını bilenlerdeniz. Ancak CHP’nin gerçek yüzünü göstermeyen, gerçek yüzünü saklayan her türlü yönetsel oluşumun da partinin dengelerini bozacağını görenlerdeniz. Yersiz tartışmaların tarafı olmamak adına bir süreliğine CHP’nin sessizleri kervanına katılacağız. Sessiz geminin demir alma vakti gelmişse bu limandan biz mendil sallayanlar olacağız.
Yeni CHP ve yeni sosyal demokrat çizginin belirlenmesine katkı koyan bu kurultay, genel başkanın atama ve takdir yetkisini kullandığı son kurultay olabilecek mi acaba?...

22.12.2010 Bu Yazı 355 Kez Okunmuş

YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ


Erdoğan Aksu  

YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Kurban et bayramı, Ramazan şeker bayramı olalı beri dini bir ritüelden öteye gitmiyor bayramlar. İçi boşaldı onlarında, her şeyin içi boşaltıldığı gibi. Festival havasında geçen, tüketim çılgınlığını tetikleyen, kapitalizme koşut bir gelişmişlik veya gerileyiş hüküm sürüyor bu bayramlarda. Dostluk, paylaşım, yardımlaşma ve dayanışma en alt düzeye çekilmiş, dinin öngördüğü değerler ikincil plana itilmiş durumda. Sadece adı dini bayram…

YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ

           
            Kurban et bayramı, Ramazan şeker bayramı olalı beri dini bir ritüelden öteye gitmiyor bayramlar. İçi boşaldı onlarında, her şeyin içi boşaltıldığı gibi. Festival havasında geçen, tüketim çılgınlığını tetikleyen, kapitalizme koşut bir gelişmişlik veya gerileyiş hüküm sürüyor bu bayramlarda. Dostluk, paylaşım, yardımlaşma ve dayanışma en alt düzeye çekilmiş, dinin öngördüğü değerler ikincil plana itilmiş durumda. Sadece adı dini bayram…

            Cep telefonundan bir kısa mesajı bile, Türkçeyi hakkınca kullanarak yazamayanlar, bu bayramların baş itirafçısı, baş tenkitçisi olarak başköşedeler. Eskiden yaşanan o naifliği, “ Rengarenk resimli kartpostalların arkasına birkaç cümlecik tumturaklı bayram tebriği yazabilme güzelliğini “ yaşamayanlar bugün el öpüyorlar çıkar uğruna. Çıkarsamaları da o yüzden anlamsız ve çıkarcı. “ Yaşar ne yaşar ne yaşamaz “ hissiyatıyla anımsanacak bu bayramlar. Bayram tebriği biçareleri ne anlarlar namelerden. Kaderde tüm karanlıklara inat fasikül fasikül devirdikten sonra, çarık çürüklerle uğraşmak da varmış. Ne hikmetse gök pamuk tarlası yer demirden gülle ve sırat köprüsü.

            “ Kurban kesenler, Sırat Köprüsü’nü kazasız belasız geçebilmek için o kurbanlara binecekler “ derler engin bilgileriyle yaşar ne yaşar ne yaşamazlar. İyi de cehennem üzerinde kıldan ince kılıçtan keskin Sırat Köprüsü’nün varlığını vurgulayan ayet hükmü var mı ki. Sahte cennet bezirganlarıyla bir olunca havada uçuşur öngörüler. Büyükbaş ve küçükbaşlar kurtarıcı olur insanım diye geçinenlere. Allah akıl fikir versin şu yaşar ne yaşar ne yaşamazlara…

            Bu söylencenin kurban kesilmesini teşvikten öte bir gerçeklik içermediği apaçık belli. İlla ki kurban kesilecek, etinden tadılacak denilmesi de dini hüküm ve dayanağı net olmayan bir durum. Ayrıca kurban kesilecek diye islamda bir dinsel zorunluluğun olmadığını da dillendirenler var. Dilin ucundakileri yaşamaktan ne yaşar ne yaşamaz hale gelindiğini görmedikçe düzelmez hiçbir şey. Bayram seyran dinlemeden kurbanlıklar sırasına girilir.

            Çalınan hayatları, asırlık kızgınlıklarla görmezden gelenlerin ilahlaştırıldığı, bu kuru gürültü günlerinde bayramlar eski tadını yitirdi. Yıllarca gizli kalan, gizlenen gerçekler su yüzüne çıktıkça, ebabiller öter her celse ve dava bitmez, ahrete kalır. Maskaralıklar kara dolaplardan saçıldıkça yer gök efsaneden geçilmez. Eline su dökecekler sıraya dizilir ve o eline su dökülmez hilkat garibeleri övünür arsızca. Bayram keyfi böylece sürer gider.

            Bereket versin ki bayramların zengin ve geniş içeriğini bilip, sayıp, anıp, berber mızıkası çalmayacaklar da var, az da olsa. Patavatsız ahenk cambazları, angusu-angutu, yaşar ne yaşar ne yaşamazları, asmalı bahçelerde sarhoşlarken, sükseden uzak bayramlaşmalar da yapılır gül bahçelerde. Süssüz, mütevazi, sükseden uzak bayramlaşmalar bu bayram da, yine bize kaldı.

            Bayramları bayram yapan değerlere selam olsun…

             
17.11.2010

Bu Yazı 207 Kez Okunmuş

Millet Devlet Elele Tatile…


Erdoğan Aksu
 
Millet Devlet Elele Tatile…
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Kurban bayramı yıllardır uzayan, uzatılan tatil günleri nedeniyle, “Tatil” havasında geçiyor. Bayram havasını yitireli yıllar oldu. Daha yılın başında Ramazan ve Kurban ayında işe verilecek aralar inceleniyor, takvim yapraklarından. Bir telaşa, başlıyor şekillenmeye tatil programları. Oruçtur, kurbandır bir yana. Büyükleri, eşi dostu akrabayı ziyaret bir yana. Maddi ve manevi işler vekaletle halledilip yola düşülüyor. Büyüklere, eşe dosta, akrabaya, bayram ziyaretini bahane edip yola düşenlerle birleşince “tatil kervanı” hayat felç, kitleniyor koca ülke…

Millet Devlet Elele Tatile…
Kurban bayramı yıllardır uzayan, uzatılan tatil günleri nedeniyle, “Tatil” havasında geçiyor. Bayram havasını yitireli yıllar oldu. Daha yılın başında Ramazan ve Kurban ayında işe verilecek aralar inceleniyor, takvim yapraklarından. Bir telaşa, başlıyor şekillenmeye tatil programları. Oruçtur, kurbandır bir yana. Büyükleri, eşi dostu akrabayı ziyaret bir yana. Maddi ve manevi işler vekaletle halledilip yola düşülüyor. Büyüklere, eşe dosta, akrabaya, bayram ziyaretini bahane edip yola düşenlerle birleşince “tatil kervanı” hayat felç, kitleniyor koca ülke…
Hal böyle olunca, bayramların birleştirici, dayanışmacı, barışçı özelliğini yavaş yavaş yitirdiğini söylemek, pek de yanlış olmaz. Trafik canavarını sevindiren bu çılgınlık her yıl neden yaşanır, yaşatılır anlamak mümkün değil. Dünya’da bizimkine benzer bayram uygulamaları olduğunu sanmıyorum. İki ay arayla, yılı bölen bayramlar yok gibi. Madem bu bayramlar bize sunulmuş bari gereğini yapalım. Hava bayram süresince mevsim normallerinin üstünde seyredecek olunca, tatil günü de yeterli zaten, İstanbul yollara düştü yine. Hava, deniz, kara yolları tıkanma noktasında. Bu bayram göçerleri aslında, kendilerini keşmekeşin ortasına atıyorlar. Kalanlar rahatça İstanbul’un tadını çıkaracak ve bir güzel bayramlaşacaklar.
Bayram olur da hediyesi olmaz mı? Her bayram önü olduğu gibi; hükümet bir dizi açıklamayla, hediye bombardımanını başlattı. Artık bayram sonu görürüz; akla karayı, gerçek niyetlerini. Bayram cep harçlığı niyetine, esnafa, işverene ve işsizlere “bu gün bayram barışalım” mesajları gönderildi. “Seçim musluklarının” açılış startı kurban bayramı vesilesiyle verilmiş oldu böylece.
Kurban ayı bir de hac ayı. Yeni Diyanet Başkanının ilk beyanatını hac konusunda yapması iyi olur, hakkıyla yaparsa da durumu selefi gibi olur. Çünkü; İktidar partisi vekillerinin çoğu hacca gidince meclis toplanamamış. Devlet resmen  tatile çıkmış durumda. Aman canım toplanmasalar ne olacak, diyebiliriz bizler. İşlerimiz “Yaradana” kaldı diyenler de çıkabilir. İşini gücünü bırak, koş ibadete, ikinciye üçüncüye hacca, kitapta yeri var mı acaba öğreniriz bizler de.
Bizden de gidenler var. Genç yaşta hacca gitmek bize de nasip oldu diyen Belediye Başkanı ve yardımcılarından bir demet, haccı ikileme, üçleme ve tazeleme arzusuyla Mekke’ye uğurlandılar. Cuma akşamı itibariyle, bizde de devlet tatile çıktı. Kaymakam bey eşrafla bayramlaşmasını öğle saatlerinde yaptı. Tatilden yeni döndü kendileri, tekrar çıkmaz herhalde. O kalsın bari başımızda, dost var düşman var.
Halkı, devleti birlikte tatile çıkan, biricik ülkeyiz yeryüzünde, Allah’ın izniyle. Allah’ın gücüne gitmesin ama, “biz de tatile gitmek” isteriz. Şartları ve zamanı oluşunca hacca da…
Hayırlı bayramlar, cümlemize.
12.11.2010

Bu Yazı 214 Kez Okunmuş

CHP “ KAYGI İMPARATORLUĞU

,
Erdoğan Aksu
 
CHP “ KAYGI İMPARATORLUĞU “

Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Bu yazı, şimdilik son CHP yazısı olsun ve üçleme tamamlansın dileğindeyiz. Çıkılan kerevetleri görmezden gelerek zehir zemberek görüşler dillendirmek akılcı değil bu ara. Aşırı reaksiyon göstermek de köktenci solaklığımızla bağdaşmaz. Bir deli isyansa her daim alternatifi ortaya koymak “ O dağına göre kızılca kıyamet kopan asi “ olmaktan çekinmeyeceğiz nasılsa.



CHP “ KAYGI İMPARATORLUĞU “


            Bu yazı, şimdilik son CHP yazısı olsun ve üçleme tamamlansın dileğindeyiz. Çıkılan kerevetleri görmezden gelerek zehir zemberek görüşler dillendirmek akılcı değil bu ara. Aşırı reaksiyon göstermek de köktenci solaklığımızla bağdaşmaz. Bir deli isyansa her daim alternatifi ortaya koymak “ O dağına göre kızılca kıyamet kopan asi “ olmaktan çekinmeyeceğiz nasılsa.

            Yeni yönetimin en yetkilileri birbiri ardına beyanatlarla “ Suların durulduğunu, bundan böyle hep durgun kalacağını “ ortaya koysalar da politik çevrelerde “ Kaç vakte kadar bilinmez “ bir uzlaşı görüşü hakim. Örgütün başı partinin kapılarını açıyoruz dedi ve yürekleri bir nebze ferahlattı. Ancak biz, “ Koşulsuz destek vermeyenler “ kaygılanmaya başladık. Kısır tartışmaların ötesinde bir duruş sergileneceği söylenirken, yılların değerlerinin ötekileşmesi, ötelenmesi perde perde inen bir endişeyi yaşatıyor daralmış yüreklere. Yüzlerdeki anlık kibarlaşma, kanımıza nereden bulaştığı belirsiz bu virüsü, “ Ahde vefasızlık “ virüsünü yok edebilir mi acaba.

            CHP’de eski kafalar ayıklanıyor, CHP eski kafalardan kurtuldu sözlerini dillerine dolayanlar iyi bilmeli ki ilham perisi bir uğrayıp geçer. Eski köye yeni adet tutar mı bilemem ama; Biz de eski bir kırkbeşlik plak olarak, tuluatımsı dialogların ötesinde  “ Arşivde görüntüleri saklı “ söylediklerimizi yinelemekten korkmayız. Es kaza bir fırsat yakalarsak “ Pısırıklığı delilendirecek “ o eski marşın açık tuşlarına dokunuruz.

            O 78 eski vekilin Kılıçtaroğlu ve yeni yönetimine “ Koşulsuz destek “ açıklaması, açıkçası yüreğimizi burktu. Bre Müslümanlar dün nerelerdeydiniz. Muhalefet güçlü ve etkin olmalı, adı CHP olmalı diyenlere inat, “ Suflörün gözü kara, her sufle yanlış makamda “ deseydiniz ya. Mızrap çatladı vekillik yolu açıldı; hep birlikte hicaza değil mi. Kayıp kuşak 78’li, bir dinazor olarak sayınızdan utandım. Keşke bir eksik iki fazla olaydınız.

            Herkesin mazbata peşinde koşturduğu genel merkez koridorlarında; Anıtkabir’de reklam duruşlarına, Ayasofya’da sahte namaz feryatçılarına, dilenciler operası yönetip izleyenlere, tek mermilik çakmaklı tabancasıyla dur diyecek olanlar, ellerinde nar çiçekleri ne vakit CHP Genel Merkezi koridorlarında arzı endam edecekler acaba…

            Camlı köşklerde darbenin göbek bağı kesilmiş, kesilmesi ne de; özgürlük ve demokrasi bu konjoktürel zorlamayla dört duvar arası şenlik olur sadece. Söylemekten kaçınılsa da oluşan “kaygı imparatorluğu” bireyleri, yaşam zembereği boşalmışçasına saray kıvılcımlı sürgünlerden dönüyorlar. Bu dönüşler partide nasıl bir dönüşümü tetikleyecek izleyeceğiz ibretle.

            Parti genel sözcüsü “ Tüzük kurultayını genel seçimlerden hemen sonra yapacağız “ diyor. Genel kurultay yok, tüzükle idare edeceğiz. Anlaşılan bize yine hasret düşecek. Dallarına yeni yıl tünemiş düşüncelerimize baharı görmek yine yasak.

            Toplumu yarınlara taşıyacak cesaretli, dirençli, özgür beyinler piramidin en dibine.

10.11.2010

Bu Yazı 181 Kez Okunmuş

Beyaz Hoca Ve Toplumsal Kültürel Gelişim


Erdoğan Aksu
 
Beyaz Hoca Ve Toplumsal Kültürel Gelişim

Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Emre yazılı ömrümüzün son deminde, karamsar tabloya pırıltılı bir el değer mi diye beklemekten usandık. Çünkü İnsan ve doğal kaynak talanına, ata yadigarı değerlere, şark kurnazı çığırtkanlığıyla saldırılara yüreğimiz dayanmıyor artık. Yılan hikayeleri dinlemektense, diplomatik ve politik linçleri irdelemektense bugünlük, gidip Zekeriya Beyaz Hoca’yı dinleyelim dedik. Hoca kurmuş olduğu Toplumsal Kültürel Gelişim Derneğini, Esenler Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen müzikli bir toplantıyla kamuoyuna tanıttı. Biz de oradaydık.

Beyaz Hoca Ve Toplumsal Kültürel Gelişim

            Emre yazılı ömrümüzün son deminde, karamsar tabloya pırıltılı bir el değer mi diye beklemekten usandık. Çünkü İnsan ve doğal kaynak talanına, ata yadigarı değerlere, şark kurnazı çığırtkanlığıyla saldırılara yüreğimiz dayanmıyor artık. Yılan hikayeleri dinlemektense, diplomatik ve politik linçleri irdelemektense bugünlük, gidip Zekeriya Beyaz Hoca’yı dinleyelim dedik. Hoca kurmuş olduğu Toplumsal Kültürel Gelişim Derneğini, Esenler Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen müzikli bir toplantıyla kamuoyuna tanıttı. Biz de oradaydık.

            Beyaz Hoca, konuşmasında derneğin amaçları ve çalışma alanlarının yanı sıra ülkemizin değişik bir fotoğrafını da gözler önüne serdi. “ Gerekirse tokat gibi söz söyleriz “ diyerek; demokrasi ve özgürlüklerin tam olması konusunda uyarılarda bulundu. “ Mutlu olmak hakkımız “ diyerek Türkiye’nin coğrafik özellikleri, yer altı ve yerüstü kaynakları açısından çok zengin bir ülke olduğunu örneklerle tespit etti. “ Zengin toprakların fakir biçare bekçileriyiz “ sözüyle, böylesine zengin doğası olan bir ülkede hiç aç sefil olunur mu diye sordu. 20 milyon insanın fakirlik içinde verdikleri yaşam mücadelesine değinen Beyaz Hoca, “ Yaygın şekilde işsizlik var. Yatırım yapılmazsa sonuçta tabi ki işsizlik olur. Gözümüzü açmak zorundayız. Asla tembellik yapmamalıyız “ dedi.

            Milli ve manevi değerlerimizdeki zayıflamayı, 12 Eylül askeri darbesinden bu yana uygulanan eğitim sistemine bağlayan Beyaz Hoca, “ Okullar kadar dershane var. Dershanelere yapılan yatırımlar okullara yapılsaydı sorun çözülürdü. Ama işlerine gelmez. Bazı dershaneler çocuklarımızı, gençlerimizi kendilerine göre yetiştiriyor” saptamasında bulundu.

            Yabancı sermayenin, Türkiye’ye yerleşmesi ve bolca davet edilmesi, ülke değerlerinin dışarı akıtılması konusunda da özgün görüşlerini dile getirdi. “ Dünyaya kapalı değiliz ama bu işin bir dengesi olması gerekir. Şehrin merkezinde büyük ve yabancı alışveriş merkezleri olmaz. Bizdeki gibi olursa yerli esnafı yerli halkı iflasa götürür. Yurt dışına konferans vermek için gittiğimde; dün silah ile alamadığımız Türkiye’yi bugün paramızla alıyoruz, diyorlar. Satılıyoruz. Yabancılar yerli ortakları ile anlaşıyorlar. İşverenler bir işçi kadar vergi veriyorlar. Vergi vermemek için otuz yollu dolaplara başvuruyorlar. Bir tane Türk markası yerli otomobilimiz var mı yollarda. Yok. Fabrika var bizim değil. Karlarını da alıp götürüyorlar “ dedi.

            Ülkede devlete sövmenin marifet olduğunu vurgulayan Beyaz Hoca, savurganlık ve israfın ülkeyi batırmakta olduğunu ifade etti. “Televizyonlar başıboş, İşgal altında. Bilinçlenmek zorundayız” dedi. Gerçekten dikkatimizden kaçmış olabilecek nice konuya değinen Beyaz Hoca, yaklaşık kırk beş dakika süren konuşmasını “asıl savurganlık yaptığımız şey zamandır” diyerek tamamladı. “ Zamanımızı boşa harcamayalım. Okumayan bir millet bilinçlenemez. Zamanımızı öldürüyorlar. Okuyun, kitap okuyun. Bütün yaptığımız ve konuşmalarımız vatan millet adınadır. Davet bekliyoruz her davete gideriz “ diyen Beyaz Hoca Toplumsal Kültürel Gelişim Derneğine destek istedi, Esenler halkının katılımlarını beklediğini söyledi.

            Zekeriya Beyaz Hoca bir dernek kurdu, çıktı konuştu kapsamında düşünülmeyecek, basite indirgenemeyecek bir gün yaşadık. Çünkü bu oluşumun bir derinliği var gibi görünüyor. Köşemize aldığımız sözlerine bakıldığında bile tek başına, başlı başına uyarıcılık görevi üstlendiği apaçık ortada. Ya sütunlarımız dışına taşanlar ya da Hoca’nın henüz söylemedikleri; Açıkçası biz Hoca’yı bir süre takip etme dileğindeyiz.

Çünkü şu yaşamaya zorlandığımız, şah damarı çatlamış döngüde öğreneceğimiz varsa öğreniriz, bildiğimiz varsa paylaşırız.

 Saygılarımla, Erdoğan AKSU

08.11.2010

Bu Yazı 204 Kez Okunmuş

CHP “Sevgi İmparatorluğu”


Erdoğan Aksu  

CHP “Sevgi İmparatorluğu”
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Kim ne derse desin, İktidar olma şansı yine kaçtı CHP için. Yeni CHP’nin önümüzdeki genel seçimlerden bu yapıyla güçlü bir ana muhalefet olarak çıkması da zor gibi. Altı ay öncesi kurulan sevgi imparatorluğu, duygusu eksik kalınca korku imparatorluğuna dönüştü bir kalemde. CHP hiç hak etmediği ve CHP’ ye hiç yakışmayan bir biçimde ülkenin baş gündemi oldu. Yeni MYK üyeleri Yargıtay başsavcılığınca parti siciline kaydedildi diye suların durulduğunu söylemek pek akılcı değil galiba.






05.11.2010

Bu Yazı 168 Kez Okunmuş

CHP MANŞETLİK


ERDOĞAN AKSU

CHP MANŞETLİK
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Seçimlere 6-7 ay kala yeniden düğmeye basıldı. Yargıtay Başsavcısının ikazıyla başlayan süreç, CHP’yi yeni bir yol ayrımına getirdi. Ya tüzük kurultayı toplanacaktı, ya da tüzük gereği yeni MYK belirlenecekti. İşte bu aşamada kıyamet koptu. Birkaç günlüğüne de olsa CHP iki kutuplu yönetim yapısı sergiledi. Ve CHP’deki bu kriz, tüm basında manşete oturdu. İşin doğrusu gelişmeleri içimiz acıyarak ve yanarak izliyoruz. Çünkü Türkiye’de iki köklü kurum var ki; ne satılabilir ne de özelleştirilebilir. Hiçbir insani güç yetmez bu iki kurumu yok etmeye. Biri İş Bankası diğeri CHP’dir, bu iki kurum. Ancak siyasi hırslar ve deneyimsizlik umarız CHP’yi kayyum sürecine taşımaz. Kısa bir süre önce diğer bir partide yaşananlar CHP’de yaşanmaz.

CHP MANŞETLİK
   Seçimlere 6-7 ay kala yeniden düğmeye basıldı. Yargıtay Başsavcısının ikazıyla başlayan süreç, CHP’yi yeni bir yol ayrımına getirdi. Ya tüzük kurultayı toplanacaktı, ya da tüzük gereği yeni MYK belirlenecekti. İşte bu aşamada kıyamet koptu. Birkaç günlüğüne de olsa CHP iki kutuplu yönetim yapısı sergiledi. Ve CHP’deki bu kriz, tüm basında manşete oturdu. İşin doğrusu gelişmeleri içimiz acıyarak ve yanarak izliyoruz. Çünkü Türkiye’de iki köklü kurum var ki; ne satılabilir ne de özelleştirilebilir. Hiçbir insani güç yetmez bu iki kurumu yok etmeye. Biri İş Bankası diğeri CHP’dir, bu iki kurum.  Ancak siyasi hırslar ve deneyimsizlik umarız CHP’yi kayyum sürecine taşımaz. Kısa bir süre önce diğer bir partide yaşananlar CHP’de yaşanmaz.
   Belki de böylesi bir kaos sonradan yaşanacağına, baştan yaşanması iyi oldu. Taşlar çok zor görünse de ortak çabayla, yerli yerine oturtulabilir. Gözden kaçırılmaması gereken nokta şu aslında; CHP ne zaman iktidar kavgası yerine parti içi iktidar kavgası yapmaktan vazgeçecek. Veya her iktidar alternatifi olduğu, oy oranlarında artış gözüktüğü an çevrilen dolaplara aldanmayıp,  ne zaman işine bakacak. Beklentimiz partinin adam silme, karalama, karşılıklı atışma ortamından bir an evvel uzaklaştırılmasıdır. Rotasından sapmayan bir çizgiye, ortak akılla sabitlenmesidir.
   Elbette CHP kimsenin babasının malı değil, ama koltuklarda kimsenin evladiyelik malı değil, böyle algılanması gerek bu değişim. Ancak CHP ye yakışan tavır ve duruşun, uygulanış biçiminde ciddi sıkıntı var. Partide büyük olasılıkla önseçim yapılmayacak. Dert makam koltuk derdi olunca, vekil seçilmek veya yeniden vekil listelerinde yer almak olunca içten içe hissedilen kavga birden patladı. Ayyuka çıktı. İşte herkesin gizlemeye özen gösterdiği bütün mesele bu aslında. Listeleri belirleme ve düzenleme yetkisini, erkini elinde bulundurmak. Ancak CHP tüzüğü gereği “emeğe göre yükselmek esastır” ilkesi yerle bir ediliyor. Parti emekçileri bu gelişmelere ne diyecek, göreceğiz ilerleyen günlerde.
   Gelelim devrim, ihtilal, karşı devrim söylentilerine. Ortada ne devrim nede karşı devrim var. CHP’nin elbirliğiyle yıpratılması, küçültülmesi, parçalanması istek ve arzularını görmezden geliş var sadece. Biz bu ve benzeri filmleri daha önceden de izledik. En halledilmez sorunlarını bir çırpıda çözen bir siyasi birikime sahiptir CHP. Yapar bir seçimli kurultay toptan bitirir her şeyi. Çözer çözmesine de, bunca yıpranmışlığın, oluşacak kırgınlıkların, küskünlüklerin önü alınabilir mi, alınamaz tabiî ki. Seçime beş kala, yorgan gitti kavga bitti, barıştık denildiğinde halka inandırıcı gelir mi bu söylem; gelmez tabiî ki. O zaman kime yarar CHP’de yaşanan bu kriz;söylemeye ne hacet. Yazık oluyor beyler, çok yazık.
   O nedenle; derhal seçimli kurultay kararını almalıdır yeni MYK. Yenisi, eskisi, emektarları bu kurultayda son kez hesaplaşmalıdır. Artık şu savaş baltaları toprağa bir gömülsün bakalım, partinin ivmesi ne olacak. Dibe mi vuracak zirveye mi tırmanacak. Kurultaysız atamalarla bu sorun çözülmez. Herkesin güven tazelemesine gereksinim doğdu, dünden itibaren. Yarın geç olur, zamanın hızla aktığı bu dünyada. Delegeye akıl veren, CHP’ye yön tayin eden köşe yazarlarına gelince; Aklınızı sevsinler sizin. Çekin ellerinizi şu CHP’den artık. Şimdi yeni atamalara destek sunacak belde, ilçe, il başkanları olabilir, tam tersi destek vermeyenler de olabilir. Bunları üst yönetimin doğal ve makul karşılaması gerekir. Vurun kellesini, yanlışlığına düşmeden herkes kucaklanmalı bu süreçte. Yalnız bu destekçi veya destek vermeyen başkanlar sinsilisine de bir sözümüz var;  eğer 23.05.2010 tarihinden sonra atanmış iseniz, yani o tarihten sonra atamayla başkan olmuşsanız, bu gün için yasal olarak düşmüş olabilirsiniz. Yeniden atamanız yapılmalı, desteğiniz şimdilik örgütünüzü bağlamaz.
    Bize gelince; bu parti babamızın malı değil ama, doğuştan partisi. Koltukları babamızın hiç olmadı evet. Bizim de olacak gibi gözükmüyor bu gidişle. O değerli koltuklara oturanlara saygımız babadan yadigar. Bu nedenle saygı beklemek ve görmekte en doğal hakkımız diye düşünüyorum.
Saygılarımla, Erdoğan AKSU
04.11.2010
Bu Yazı 189 Kez Okunmuş

Varoluş Kapusu


Erdoğan Aksu  

Varoluş Kapusu
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Dile sus dedik başa gelmedik kalmadı. Kaleme usuldan haykır dedik “ Deniz Üçlemesi oldu, Esenlerin yolu oldu, kobranın gücü oldu, Esenler platformu oldu, Hayber Kalesi oldu. “ Ve Gazete Esenler doğdu. Gerçeğin kırılmaz, bükülmez, eğrilmez sözcüsü olma yolunda ilerliyor adım adım. Önce hiçti bir oldu, iki, üç oldu.



Varoluş Kapusu
Dile sus dedik başa gelmedik kalmadı. Kaleme usuldan haykır dedik “ Deniz Üçlemesi oldu, Esenlerin yolu oldu, kobranın gücü oldu, Esenler platformu oldu, Hayber Kalesi oldu. “ Ve Gazete Esenler doğdu. Gerçeğin kırılmaz, bükülmez, eğrilmez sözcüsü olma yolunda ilerliyor adım adım. Önce hiçti bir oldu, iki, üç oldu.
            Biliyoruz elbette; herkes başka başka renge boyanmış doğuştan. Biz bu renksel ahenge aklın, gönlün ve bilimin bildirisini sunacağız yılmadan. Kalıcı eserlerin bir bir kaybolmakta olduğu şu günlerde fikir özgürlüğünü yepyeni tutkulara bezeyeceğiz. Potin sesleri ile bölünmüş gecelerin altı cehennem üstü cennetini görmüşlerden ve yaşamışlardanız evelallah. Mum ışığının alevine gizlenmek derdinde olmadan çarpık kentin bakır beyazı kubbelerine nazlı hayat-canlı hayat çelişkisini motif motif işleyeceğiz. Şeker tadında ballandıracağız acıları, kaygıları. Çok yönlü aldanışlarla dolu tarih biliyoruz. Asla aldanmadan, şatafata kapılmadan, gerçeğe ayna tutarak yürüyeceğiz. Objektifimizin kadranından süzülecek ayna gibi gerçek.
            Kainatı döndüren her ne varlıksa, her yaptığımız her yazımız o devinime katkı olacak acizane. Kalemler hak ve hukuktan dem vurdukça şereflenir. Çünkü kalemin bıraktığı ıslak iz gönül borcudur, aklın izidir. Akla hükmedenlere ise uygun bir dille ceddine rahmet dileyeceğiz. Duygu dünyasını yönlendirir kalem biliyoruz. İnsan kendinden geçmeye görsün. Şaşırdı mı pusulayı bir kere, aymaz ayarsızlığı sedef kakma kapılar ardında biçimlendirir sıkılmadan. Kalemi kırıp kesinlikle onlardan ve onlarla olmayacağız, hesap divanına gün gelir çıkılacağına içtenlikle inanarak. Kalem aşınır, kağıt dinlenir, yazı “nesli tükenmişliğin” hazzıyla demlenir, değerlenir. O nedenle deniz ötesi kolonilere tumturaklı söylemlerle, methiyeler dizmeyeceğiz. Teneşirde etrafa göz kırpanlardan olmak değil ki niyetimiz.  
            Suskun dillerde, görmeyen gözlerde “ Aç gözüm seyreyle Esenler’i “ demektir, kalemin dilbazlığı. Büyük uyanışlara hazır yeryüzü açıkça görüyoruz. Kaleme dur desek, dil durmaz bundan böyle. Yanardöner kırmızı yeşil ışıklarda hakkıyla durmasını da biliriz, geçmesini de. Özgün yaşamanın anlaşılırlığından uzaklaşmadan, elyafı sert pırıltılar saçacağız gök tarlasına. Dileğimiz, müthiş yoksulluklar penceresini zenginleştirmek, sırf en alttakilere duyulan sevgiyle. Biliyoruz ki;  
            “ Koskoca demir gemilerle yarışır yunuslar, hiç korkmadan. “ 

01.11.2010
Bu Yazı 140 Kez Okunmuş

Kırklar Kapusu


Erdoğan Aksu  

Kırklar Kapusu
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Tarihin hafızasını yazı işletir. Sonra sanat olur, sonra hayat. Sonra durduk yerde hapislik olur. Ve tarih yeni baştan başlar. Sözlerin kaydıyla oluşur uygarlık. Her harfin bir resim, her resmin bir sembol olduğu günden bu güne, mahrem perdeler aralanır.




Kırklar Kapusu

     Tarihin hafızasını yazı işletir. Sonra sanat olur, sonra hayat. Sonra durduk yerde hapislik olur. Ve tarih yeni baştan başlar. Sözlerin kaydıyla oluşur uygarlık. Her harfin bir resim, her resmin bir sembol olduğu günden bu güne, mahrem perdeler aralanır.
     “ Kurşun gibi ağır, kırmızı gelin çiçekleri. Bir kor parçası, üfledi yüreğime üşüten soğuğunu, ayazını. Kürküne büründüğüm ebruli felsefe kuşatılmış. Gölgesine uzandığım demir kanatlı özgürlük nabzımda atıyor. Dolduramadığım çile ilaç gibi yutulmalık. Tarih boyunca ne haksızlıklar var acımsı, yasak savıcı benzer yasalar, titreyen dillerde biçimlenir.”
      Bakır ibriklerden dökülür büklüm büklüm güneş. Eski günlerdeki gibi saf ve temiz, ışık yelpazesi. İhale edilmiş ihraçlar ise ateşli sorgularda terler…
       Taşa, palmiyelere, papirüslere işlenmiş, karşıyakanın altın ışıklarında yankılanan, yüzyıllar-binyıllar öncesinin sırrı. Gönül sarayına, geçici dünya süsü zorlanmaz. Hiçbir şey eskisi gibi kalmaz asla. Başka dünyalar dolsun ciğerime diyerek, sürekli uç noktalarda seyirteceğim. Öleceğim güne dek, hayata dair ne varsa istifleyeceğim. Tarihe not düşmek adına, inatla hararetle.
        “ Pırıl pırıl bir güneş doğdu. Güne uçuşuyor güller, bülbüller. Berrak havayı görmeden kirlenen yarışlara koruyucu duvarlar örülmüş. Kıyamet yolculuğu kıymete binmiş zamanı ahirde. Kıyamete yakın afra tafraya karnımız tok. Kıyam da kıyıma isyanımız atadan beridir..”
        Bir varoluş sancısı bu sancı. Öykü sever gençlerin öykü kahramanına dönüştüğü. Yabancılaşan bir hayat çarparsa yüzlere, sonuç Donkişot sembolleşmesi. Eylem kuşuna dönüşmek evladır, hasbahçe balosunda olmaktansa. Tarihin belleğine kim kalıcı yer eder görülür, ileride.
        “ Cumhuriyet çalındı, viyaklayan dudaklara. Tek bir sıcak damla. Ay şehrinde nursuz bir gece cumhuriyeti alıp götürdüler. Ne ağız dolusu gülüşler kaldı, ne de ılık bir temas yüreklere. Ve artık resmigeçit izlemiyorum. Doğum gününde bandolar her seferinde, ölüm marşı çalacak korkusuyla.
        Tarihin hafızasını zayıflatır, ince ihmaller…   
      
01.11.2010
Bu Yazı 101 Kez Okunmuş

Sonsuzluk Kapusu…


Erdoğan Aksu  

Sonsuzluk Kapusu…
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Ateşin rengine içim cız etti. Ben o ateşe yandım. Bari bu günlere Ata’nın ilkeleri yanmasın. Anlıyorum duygusal bir gün ve ışık zerresine yazılı hakikat. Romantik eğilimli yoğunlaşmalar eşiğinde vakit. Ne engellemeler ne serbestiler önemsenir oldu güpegündüz. Kararsızlığı ise ancak tarih cezalandırabilir. Ceberut saltanatı sürenler değil. Kararlılığı ise tarih baba, altın yaldızlarla düşer altın yapraklarına.


Sonsuzluk Kapusu…
     Ateşin rengine içim cız etti. Ben o ateşe yandım. Bari bu günlere Ata’nın ilkeleri yanmasın. Anlıyorum duygusal bir gün ve ışık zerresine yazılı hakikat. Romantik eğilimli yoğunlaşmalar eşiğinde vakit. Ne engellemeler ne serbestiler önemsenir oldu güpegündüz. Kararsızlığı ise ancak tarih cezalandırabilir. Ceberut saltanatı sürenler değil. Kararlılığı ise tarih baba, altın yaldızlarla düşer altın yapraklarına.
     Yağmur bulutları fişekleyince zaferi, tek vücut olundu, kortej halinde cephe önü ve gerisinde. Bu direnişi görmek lazım, yaşamak ve hep bir ağızdan haykırmak. Çok ama çok gecikmiş iyi niyetle tek yürek olmak gerek.
      Bir tehlike başımızda, bin tehlike köşe başlarında. Bu ucu bucağı yok gidiş yolunda dönülecek yüzlerce köşe var. Unutmadan, tarih çeşmesinden bir avuç soğuk sudur; kutsal isyan. Uyku mahmurluğunu bir çırpıda yok eden. Ön bahçede ateşe kızan terk edilmişlik, arka bahçede bayram. Ne vecizler saçıldı toprağa zamanında, şimdi fidana durdu hayat. Ekin yanıyor baştanbaşa. Her yirmi dokuz ekimde her isyanda bir hikmet var. Ne yazıktır bu gün özgürlüğü taksitle ediniyoruz. Çünkü hayata bağlanmanın güneşi tutulmuş ay çaresiz. Nesepsiz gücenikliklerin tortusu dibe vurmuş ve sular bulanmış.
       Geride açıklanamaz önsezi eksiklikleri. Kızıla boyalı gökte bir çift kırlangıç. Kanatlarında ümit; kavgası yıllar önce verilmiş. Yeryüzünde dillenir nazlı al çiçekler, yerle göğün birleştiği yerde. Şanlı uğurlanışlar emanet millete. Bilmek gerek.
       Toprağın bağrında kurtarılamaz denilen rehin ülke. Uzun çileler tarlasında erken hasatla, çok geç kurtarıldı. Kol kola yürüyüşlerin sıcağında hep ayni nida; tek ses tek yürek. Yüreklerdeki lamba sönmüşse ve küstah karanlık, zeytin karalığında çökmüşse yağ gibi kayar zaman. Zeminsel travma hat boyunda. Sadece; yüreklerdeki deli ateş tekrarlar anıları, kol kanat gerer yaratılara. Eğer, çekirdeğinde asalet varsa ve kaldıysa.
         Önsözü olmayan el yazması kitabın son sayfasında, Ata’nın ateş gibi gözleri. O gözler ki hüzne boyalı. Kucak dolusu alev yakışır elbette yiğit ellere. Ateşin rengine yürek mi dayanır. Ben o renge yandım. Bari Ata’mın devrimleri yanmasın.
          Çileden başka mülkümüz de yok… 
31.10.2010
Bu Yazı 128 Kez Okunmuş

Recepsiyon Sonrası



Erdoğan Aksu  
Recepsiyon Sonrası
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Cumhuriyetin 87. Yılı kutlamaları, kötü rüyalar kapımızı çalmasın diye pek şatafatlı geçecek gibi görünüyor bu sene. Hayatı geriye sardığımızda cumhuriyetin ne zor şartlar altında ilan edildiğiyle karşılaşırız. Ahde vefa gereği, Sisler arasında büyüyen Türkiye’nin her bireyine düşen sorumluluk ise geçen yıllar içinde olduğu gibi gelecekte de cumhuriyeti korumaktır. Bu yılki resepsiyon sonrası bakalım temel değerlere kim ne kadar sahip çıkacak. Okyanus düşlerken maviden olmayalım yeter. Çünkü, Cumhuriyetin kurulduğu dönem şartlarından daha zor ve sıkı şartlarla karşı karşıya bırakılmış durumda ülke vatandaşları.

    Cumhuriyetin 87. Yılı kutlamaları, kötü rüyalar kapımızı çalmasın diye pek şatafatlı geçecek  gibi görünüyor  bu sene. Hayatı geriye sardığımızda cumhuriyetin ne zor şartlar altında ilan edildiğiyle karşılaşırız. Ahde vefa gereği, Sisler arasında büyüyen Türkiye’nin her bireyine düşen sorumluluk ise geçen yıllar içinde olduğu gibi gelecekte de cumhuriyeti korumaktır. Bu yılki resepsiyon sonrası bakalım temel değerlere kim ne kadar sahip çıkacak. Okyanus düşlerken maviden olmayalım yeter. Çünkü, Cumhuriyetin kurulduğu dönem şartlarından daha zor ve sıkı şartlarla karşı karşıya bırakılmış durumda ülke vatandaşları.
    Bol nasihatlı hikayelerle yoğrulmuş cumhuriyet sempatizanlığının, yoksulluğun nimet, günlük yaşam sürdürmenin velinimet sayıldığı bir anlayışa kurban gittiğini gördükçe, Ata’nın yüreği sızlayacak ebediyette. 1071, 1453 ve 1940’lara takılı kalmış siyasi parti anlayışlarıyla belediyeler,  bir dizi etkinliklerle geçmişten geleceğe kendi köprülerini kuruyorlar.  Oysa Cumhuriyetin vazgeçilmezleri arasındaki asıl köprüler çoktan bir kenara atılmış. Bu parçalanma kime ne fayda sağlayacaksa artık, fukara hevesi işte. Merkeze santim santim yolculuk başladığında, pembe-mor palavralarla kaçıncı cumhuriyetçi oldukları belli olmayanlar da “nutuk”çu kesilecekler. Ama iş işten geçmiş olacak.
    Bir tuhaflık var havada. Ekmek kavgası kadar sıcak, ekmek kadar kutsal ne varsa insanı insan yapan, vareden,  işte o değerler sıfırlanmaya çalışılıyor elbirliğiyle. Düdüklü dünyanın volkanı patladığında, bakalım can simidi yerine nelere sarılacağız. Yüz yılda bir gelen ve bin yılların enkazına pırıl pırıl bir fidan diken ceddimizin, ahını almadan göçmek kimlere nasip olacak bakalım. Ne madalya ne de nişan isteriz hazirundan. Başımızda bir çınar, bir dikili taşımız olsun kafi.
    Resepsiyon öncesi ve resepsiyon sonrası diye anılacak bu günden sonra 87.yıl kutlamaları. Nasıl boykot edesi damarı kabarıyor insanın, hayal ötesini yaşadıkça. Cumhuriyetin 100.yılına şurada ne kaldı ki. Bizim ömrümüz vefa etmese de olur, cumhuriyetin ömrü vefa etsin yeter. RÖ. neysek, RS.’da oyuz diyebilen kaç insan kaldı ki bu trende.
    Demirden korksaydık trene binmezdik…
26.10.2010
Bu Yazı 171 Kez Okunmuş

29 EKİM RECEP-SİYONU



Erdoğan Aksu  
29 EKİM RECEP-SİYONU
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Önümüzde “ Cumhuriyet Bayramı “ var. Peşinden Kurban Bayramı gelecek. 29 Ekim Resepsiyonu yani “ resmi bayramlaşma “ teke düşürülünce, iş karıştı. Türban- başörtüsü keşmekeşinde bitaraf olanlar, rahatsızlık duymayanlar, sıraya girip yüzlerde yapmacık sırıtışla bayramlaşacaklar. Bu resepsiyonu protesto edip katılmayanlar ise diğer bayramlarda, “gayri resmi kırmızı boyalı kurbanlıklar” olarak Cumhurun önüne atılacaklar. Afiyet olsun…


29 EKİM RECEP-SİYONU
           
            Önümüzde “ Cumhuriyet Bayramı “ var. Peşinden Kurban Bayramı gelecek. 29 Ekim Resepsiyonu yani “ resmi bayramlaşma “ teke düşürülünce, iş karıştı. Türban- başörtüsü keşmekeşinde bitaraf olanlar, rahatsızlık duymayanlar, sıraya girip yüzlerde yapmacık sırıtışla bayramlaşacaklar. Bu resepsiyonu protesto edip katılmayanlar ise diğer bayramlarda, “gayri resmi kırmızı boyalı kurbanlıklar” olarak Cumhurun önüne atılacaklar. Afiyet olsun…
            Ne mahir topraklardır bu topraklar her köşesinden zenginlikler fışkırır. Tabii ki Anlayana. İktidarı sürme keyfinin altın çağını yaşayanlar, kadife sıcaklığındaki başkaldırılara bile tahammülsüz artık. Kökü derinlerde bir geçmişe sahip olmakla övünmeye tezattır; bu zenginliği har vurup harman savurmak. Toprak Ana’ ya ihanettir alenen.
            Cumhuriyeti bağla kurbana, cumhuriyetçileri kurbanlık ilan et, şikayet et Cumhura, sonra devlet başa kuzgun leşe, fırkası-hırkası-fesi yan yana muhabbet. Ardından, Bereketli topraklarda dört başı mağrur, başkomutanlık eyle. Vira Bismillah, Allah kurbanınızı kabul eylesin.
            “İde”si olmayan limanlara uğramaz bu gemi. Tel tel dökülmelerin yaşandığı şu talihsiz ülkede, Başkomutan falan diye de tanınmaz, dibi delik gemi kaptanları. Arife tarif gerekmez. Hem köylü hem kentliyiz, hem gelenekçi hem çağdaşız. Linklerde şimdilik bir kopukluk yaşanıyor, yaşatılıyor olsa da; küsmeyiz asla pembe köşke…
            O köşk ki; yarın kimin ev sahibi, kimin konuk olacağı belli olmaz. Ukala elemanların sunduğu gümüş tepsilerden bu aralar, kanepeler yemesek, kızılcık şerbetleri içmesek de olur. Kabul törenleri, ziyafetleri bir başka bahara kalsın. Hem sorarlar insana “mal sahibi, mülk sahibi, kimdir bu köşkün ilk sahibi”… Diye.
            29 Ekim’de köşkün sıcağında üşüyecek cicili bicili, oyalı boyalı Cumhura ve ramsey, damat, sarar marka lacileri çekmiş vekillere mutlu-şen el sıkışmalar, hayırlı bayramlar. Köşk dışındaki Cumhur-u asil’in yüreği sıkışmış, perişanmış, tansiyon yükselmiş kimsenin umurunda değil. Ey ahali yakında seçim var, ger gerebildiğince…Gelsin oylar.
            1923’ten bu yana ulusa emanet 29 Ekim Resepsiyonu olmuş “ Recep-siyon.” Belki de kurban bayramına “gayri resmi kırmızı-yeşil boyalı kurbanlıklardan” sayılacağız bizde. Ancak Çankaya Köşkü’nün “ davetiyeli ayrımcılığı “ körüklemekteki ısrarcılığını da görmezden gelemeyiz.
            Ayrıca unutulmamalı ki “ Kel başı, körün taşı yarar.” …  
19.10.2010
Bu Yazı 248 Kez Okunmuş

Gülen Ayva Ağlayan Nar


Erdoğan Aksu  
Gülen Ayva Ağlayan Nar
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Bu toz duman ortamda, popülist kültür melankolisinden kaçınarak gündeme dair yazmak da gittikçe zorlaşıyor. Çünkü yazmak, incelikle planlanmış olsa da, her an illegal olabilecek bir eylem bütünlüğüdür. Asla legal korsan gösterilerle işi yoktur ve kafaya takmaz. Ayrıca; Gülünç yanılgıların ve yanılmaların yansımasına yanıt vermek de yazın serüveni değildir. Tüm medya ve köşeleri bu aymazlık içinde sürünse de kanmamak lazım, aydın olmanın gereği.


Gülen Ayva Ağlayan Nar
            Yerelden genele bir istifa ettirilme süreci yaşatılıyor. Eleştiriler ve polemikler, demir tavında dövüldü ve çeliğe su verildi. Bunun üzerine HSYK protestoyu bastı, mevziler boşaltıldı. Bir gözetleyicisi kaldı, onun da görmezden gelineceği aşikar. İşlem tamam, iktidar istedi bir göz, HSYK verdi iki göz. Bu doldur boşaltmalarla mekanizmalar bozuldu bozulacak. Tetiğin boşluğunu kim düşürecek bakalım, bekleyip göreceğiz. Satılacak ruh da kalmadı elde avuçta. Gelenler gideni aratacak gibi.
            Bu toz duman ortamda, popülist kültür melankolisinden kaçınarak gündeme dair yazmak da gittikçe zorlaşıyor. Çünkü yazmak, incelikle planlanmış olsa da, her an illegal olabilecek bir eylem bütünlüğüdür. Asla legal korsan gösterilerle işi yoktur ve kafaya takmaz. Ayrıca; Gülünç yanılgıların ve yanılmaların yansımasına yanıt vermek de yazın serüveni değildir. Tüm medya ve köşeleri bu aymazlık içinde sürünse de kanmamak lazım, aydın olmanın gereği.
            Boğaza nazır hayat yaşamıyoruz ki; durduk yerde sosyopatlığımız depreşsin. Son günlerde geçmişe ilişkin izli-gizli ne varsa ortaya dökülse de, oltaya takılmayacağız. Damıta damıta imbikten süzülenleri yazacağız, en zorlu yolu seçip. Bu kadar konu bolluğu olsa da, taşıma suyla değirmen dönmez biliyoruz. Değirmene gelen su kesilirse bir gün korkusuyla hiç yaşamadık ve yaşamayacağız. Çünkü Yel değirmenlerini de biliriz hakkıyla.
            Yaşamla boğuşmaktan, sahipli kelimelerle boğuşmaya dermanımız kalmadığındandır, cümlelerle iyi geçinmemiz. Sanılmasın ki, çaresiz ve umutsuzuz. Gözlerimizin önünden renkli mi renkli film kareleri uçuşuyorsa da, kıyamıyoruz ziyan etmeye. Çünkü Türkiye’nin aklı-fikri tutuklu, gözaltındayız bugünlerde. Sinemanın dilinden, fotoğrafın renginden, romanın, öykünün, şiirin gücünden yararlanmadıkça da yer sarsıntısı ve zemin kayması arttıkça artıyor. Tıkılıp kalıyoruz topyekun saç telleriyle-başörtüsü arasına.
            Yerelden genele bir baş eğme, boyun eğdirme süreci yaşatılıyor. Bu kargaşa ve temaşa potasında eritilmek rolü biçiliyor bize, hiç istemesek de. İnadına, Baş ve topuk selamı vermeden, kalemimize ısrarla protest çizgiler çizdirmeye devam edeceğiz. Çünkü katıksız sevilme ve popüler olma derdinde değiliz. Eğer öyle olsaydık her koşula ve her ortama uyardık. Enkazda yerimizi alırdık. Doğrusu Kırk yaşından sonra “ mizah “ biraz zor geliyor insana. Aklı yaşında ve başında olmayanların mizah anlayışına tebessüm etmemek ise elde değil.
            Güleriz ağlanacak halimize…
14.10.2010
Bu Yazı 399 Kez Okunmuş

ALTIN PORTAKAL ORDA KAL


Erdoğan Aksu  
ALTIN PORTAKAL ORDA KAL
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

10.10.10`da mutluluk ve özgürlükler ülkesi olamadıysak eğer, sinemacılar gibi ben de acizane suçluyum. 11.11.11 kombinasyonu `içerden çıkanlar kabadayılık yapmasınlar` diyenlerin gideceği, herkesi düşünenlerin geleceği günlerin başlangıcı olur mu Tanrı bilir. Ama iki yıl sonra bu özel günler bitecek. Eğer eski tas eski hamam devam ederse, 12.12.12`den itibaren `siyaseten` içeri girmenin hal çaresine bakacağım. Çıkınca da hala onlar var ise `esaseten kabadayılık` yapacağım.


ALTIN PORTAKAL ORDA KAL
     10.10.10`da mutluluk ve özgürlükler ülkesi olamadıysak eğer, sinemacılar gibi ben de acizane suçluyum. 11.11.11 kombinasyonu "içerden çıkanlar kabadayılık yapmasınlar" diyenlerin gideceği, herkesi düşünenlerin geleceği günlerin başlangıcı  olur mu Tanrı bilir. Ama iki yıl sonra bu özel günler bitecek. Eğer eski tas eski hamam devam ederse, 12.12.12`den itibaren "siyaseten" içeri girmenin hal çaresine bakacağım. Çıkınca da hala onlar var ise "esaseten kabadayılık" yapacağım.
      İşte bu özel günler hatrına, 7. sanat dalı ile ilgili bir kaç şey söylemek istiyorum. Bu yıl Antalya altın portakal film festivalinin 47.si yapılıyor. Nerdeyse ayni yaştayız altın portakalla. Son 35 kadarını bir sinemasever olarak yakından bilirim. Bu festivaldir sinemayı sevmeme neden. Türk filmlerini  izleme alışkanlığımın temelidir bu festival. Yeşilçam filmlerini de eleştirmeyişim bu yüzdendir. Ancak festival jüri başkanı Emir Kusturica nedeniyle gündeme başka biçim çöreklendi. Bazı yönetmen ve ekipler festivalden çekildi.  Başkanları protesto edenler ve edecekler hazırlıkta. Akay festivalin esenliği açısından bu jüri başkanıyla devam etmekten yana. Göreceğiz bakalım.
       Protestoların Antalya belediye başkanı CHP`li diye yapıldığını söyleyenler var. Eğer öyleyse yapılan, ayıbın dikalasıdır. Çünkü bu şahıs yaz ortası Bursa belediyesinin düzenlediği bir etkinliğe katılmış. Bursa`da AKP`li. Demek ki bu tantanalar gereksiz. Bu Emir Kusturica efendi Bosna katliamlarını zamanında alaysı bir dille olağan karşıladığını beyan eden bir kusma-kusturma tavrında bulunmuş. Canilere destek çıkmış aklısıra. Asla bir sanatçıya, sinemacıya yakışmayan ve affedİlmez bir tutum.
      Uluslararası mahkemeler Bosna`da yapılanları insanlık suçu ve soykırım diye mahkum etmişse, kusturica efendi külahı önüne koyup düşünecek. Gerçi durumu, izahı çok zor bir durum. Ancak Antalya`ya gelmesi eğer gelirse iyi olur. Bosna`da 92-95 yılları arası yaşanan o trajedinin,dramın unutulmaması unutturulmaması adına. Kadın, çoluk, çocuk beşyüzbine yakın insana reva görülen insanlık dışı her ne varsa bir daha yaşanmaması adına. Gelmesi iyi olur. hayatı sadece şovdan ibaret görenlere de iyi bir ders olur.
       Sinema, sanat olarak her daim siyasidir. Sinemacılar ve sinema sanatçıları siyasal ve toplumsal olaylara asla seyirci kalmazlar. Müdahil ve taraf olurlar. 47. altın portakal da bu kez seyirciler de bildik- bilindik seyirci olmayacaklar galiba. Umarız sanatın evrensel dili gereği konuşulur ve barış öne çıkar. Bu arada Kusturicanın çingeneler zamanı ve yeraltı filmlerini beğenerek izlediğimi ve sevdiğimi de söylemeliyim. Ben o filmlerde faşist ögeler göremedim. Emir Kusturicanın da kusturucu boyutta uslanmaz bir faşist  olduğunu düşünmek istemiyorum. Mikro milliyetçi sınırlarda yüzen sinemadan nefret ederim çünkü.
       Ancak Bosna Hersek`te bile siyasi kimliği yüzünden eleştiri alan ve siyasi kimliği sanatından önce konuşulan bir şahıstan sözediyoruz. Kimse filmlerine birşey demiyor. Üst kimliği tamam da alt kimlikleri biraz mide bulandırıcı. Eğer Türkiye boşnakları da Kusturicayı protesto ediyorsa veya edeceklerse bize saygı göstermek düşer. Ayrıca sırp-boşnak ayrımını da, geçmişte orada yaşananları da en iyi onlar bilir.
      05.05.05 tarihi de önemli. o tarihte Kusturica botez olmuş, ortodoksluğu seçmiş, ismini de değiştirmiş. Öncesini bilmem, hiç te araştırmadım,müslümanmıdır, sıpmıdır, boşnak mıdır diye. Ama artık bütün dünya biliyor. 05.05.05`ten sonra, 500 yıl öncesindeki gibi sırp ve ortodoks olduğu malum.
       Bize onun sanatçılığı lazım. Antalya Altın Portakal da Türkiye`ye...
10.10.2010
Bu Yazı 309 Kez Okunmuş

ALMANYA BİR - TÜRKİYE YÜZ


Erdoğan Aksu  
ALMANYA BİR - TÜRKİYE YÜZ
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

İnsanın içinden hiçbirşey gelmiyor. El kol bağlı, kelepçede sanki, gözlerde ise gözbağı. İstanbul un 87. kurtuluş yıldönümü törenlerinin, trafiği felç ettiği gün bir süreliğine Esenler dışına çıktım. Bıktım bu siyasi keşmekeşten, ayak oyunlarından, ahde vefaya ihanetten. iyi ki maç var. Almanyayı yeneceğimiz milli maçı izleyeceğim bir güzel. ertesi gün akşama kadar da maç analizi yapacağım vefalı dostlarımla.


     ALMANYA BİR -TÜRKİYE YÜZ
           İnsanın içinden hiçbirşey gelmiyor. El kol bağlı, kelepçede sanki, gözlerde ise gözbağı. İstanbul un 87. kurtuluş yıldönümü törenlerinin, trafiği felç ettiği gün bir süreliğ ine Esenler dışına çıktım. Bıktım bu siyasi keşmekeşten, ayak oyunlarından, ahde vefaya ihanetten. iyi ki maç var. Almanyayı yeneceğimiz milli maçı izleyeceğim bir güzel. ertesi gün akşama kadar da maç analizi yapacağım vefalı dostlarımla.
            Vatan dört bir yandan kuşatılmış sanki, işgal altında yaşıyoruz gibi söylentilere de kulak asmayacağım az biraz. Bana ne türban olayına kitlenmişse koskoca ülke. Benim başörtüsü sorunum mu var. Hanefi Avcı mummasından banane. Bu günlerde gündeme düşen Büyükerşen Hocanın cumhurbaşkanlığı çok mu önemli sanki. CHP Gündem yaratsın, AKP mega projeler açıklasın, biz de peşlerine takılalım yok öyle yağma, milli maç var. Bir haftalığına kapalıyız ülkecek. Bir çılgınlıktır almış başını gidiyor. Marmara Denizine ikinci boğaz, Türkiye nin üçüncü  büyük adası olacak kara parçası. Millet boğaz derdine düşmüş , Robinson C. hesabı günlük yaşama derdinde, kimsenin umurunda değil, saltanata devam. Issız ada masalları, yanına alınacak üç şey, çıldırmak içten değil, iyi ki milli maç var.
             İçim almıyor artık. Tıkanma noktasındayız ,cümbür cemaat. 12 Eylül işkencecilerinden birini CHP heyeti ziyaret ediyor, AKP beklemede  salvolayacağı zemini hazırlıyor. Silivri deki mağdur! " emniyet içinde cemaat yapılanması var " demiş. Boşyere çıldırık bir şaşkınlık. Yahu cemaat yapılanması nerede yok ki ,asıl şaşılası durum artık bu. Allahınızı  severseniz kendimize gelelim. Hafta sonu kürtçe-türkçe maç yayını yapacak TRT. Şeşi beş görmeye başladık gayri, iyi ki maç var. Yetmiş milyon izleriz artık zevklen. Futboldan medet umuyoruz artık" hoşgeldin 3F."
              Ülke gündemi böyle velhasıl. Esenler farklımı ki. Siyasi partilerde bir düzey düşüklüğü ki düşman başına. İlerde sırasıyla irdeleyeceğiz elbette.  Unutmadan SP,AKP,CHP ama öncelikle CHP den başlayarak. Oraya ilişkin duyumlarımız üst perdeden ve bunaltı verici boyutta. Millet ağız dalaşına düşmüş, belediye işlerini tıkır tıkır hallediyor. Meydan resmen boş kalmış. Kent konseyi, komisyon raporları, belediye meclisi toplantıları derken 125 milyonluk 2011 bütçesi de geçti, hayırlısı olsun. Olsun olmasına da ya sosyal belediyecilik, ya ihaleler. Özellikle halı saha ve kafeterya ihaleleri ne durumda acaba. Makamda kabagüç ve darba varan adam kayırmaların nedeni,kemer ihalesi kimlere İhale edildi. Oraya ilişkin duyumlarımız alt perdeden ve bunaltı verici boyutta.
              İnsanın içinden konuşmak da yazmak da gelmiyor. Sanılmasın bilmediğimizden. Herşeyi derinliğine biliyoruz bilmesine de bir süre cumhurbaşkanımız eşini dinleyeceğiz. Ne diyor birinci leydi "sessiz kalalım, iş hallolacak" bıktık artık bu işleri halleden, bitiren avam takımından. İyi ki milli takım var. Bari milli takım şu Alamanya dan rövanşı alsın da mutlanalım,umutlanalım. Unutalım çarkıfeleğin üzen dönüşlerini döndürülüşlerini...Feleğin çarkına çomak sokalım...
08.10.2010
Bu Yazı 166 Kez Okunmuş

ANAYASAL AYIP


Erdoğan Aksu  
ANAYASAL AYIP
Email: yerelgazeteci@hotmail.com

Türkiye’nin gündemine parça tesirli bir bomba düştü ama görmezden gelindi. Kör toplum olma yolundaki süreç ne güzel işliyor. Özgürlük ve demokrasi havarisi kesilen muhafazakarların samimi itirafları peş peşe ama aldıran yok. Oysa ki özgürlük ve demokrasi muhafazakarlığın doğasına aykırı. Mevsimler değişti, tabiat eski tabiat değil denilerek, şimdi sıra teklif dahi edilemez olanlara geldi galiba. hakkımızda hayırlısı...


ANAYASAL AYIP
            Türkiye’nin gündemine parça tesirli bir bomba düştü ama görmezden gelindi. Kör toplum olma yolundaki süreç ne güzel işliyor. Özgürlük ve demokrasi havarisi kesilen muhafazakarların samimi itirafları peş peşe ama aldıran yok. Oysa ki özgürlük ve demokrasi muhafazakarlığın doğasına aykırı. Mevsimler değişti, tabiat eski tabiat değil denilerek, şimdi sıra teklif dahi edilemez olanlara geldi galiba. Hakkımızda hayırlısı.
            Paralel kenar köşecileri, sözde evrensel hukuk kuralları çerçevesinde anayasa değiştirip, zenginleştirme yarışında ön grupta yer alarak yarışı tamamlama gayretindeler maaşallah. İpi göğüsleyenlere madalya takılacak.
            Hukukçu değilim, ahkam kesmekte şu bencileyin garibe düşmez. Ancak hukukçu olmayıp hukukun anasına hükmedenlerin başı, “ pozitif anlamda dokunmak”, meşrudur der ve düşmez. Anayasanın ilk üç maddesi kime göre pozitif, kime göre negatif bilinmez ama tartışmaya açar. Mesaj bir yerlere gider, istenen de budur sanki. Aslında bu üç maddeyi tartışmaya açacak en son kişi anayasa mahkemesi başkanı değil midir? Pes vallahi…
             Anayasa için bir referandum yapıldı da; sözde, halkın yüzde bilmem kaçı demokratikleşmeden yana oy kullandı ya demoklesin kılıcı dolaşsın bakalım ilk üç maddenin üzerinde. Referandumda da üç madde oylandı aslında şimdi de üç madde. Üç üç gidiyorlar Allah’ın hakkı üç hesabıyla. Aklını sevdiğim ülkem insanı; bu üç madde gitsin de gör bakalım, o gün bittiğin gündür…
            MADDE 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
            MADDE 2- T.C toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
            MADDE 3-      Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı İstiklal Marşıdır. Başkenti Ankara’dır.
            Evet, bu üç madde için “ Anayasanın ilk üç maddesi donarsa anayasayı dondurursunuz “ diyor başkan. Peşine de ekliyor: “ Vurgular ve yaklaşımlar içerik olarak zenginleştirilmek ve pozitif yönde geliştirilmek kaydıyla söz konusu edilebilir. “
            Şimdi ben çıksam, anayasanın ilk üç maddesini zenginleştirmek ve pozitif anlamda geliştirmek için dokunacak olsam, tümüne değil bu üç maddenin sadece birine hafifçe dokunacak olsam ve başkandan cesaretlendiğimi, güç aldığımı söylesem anayasal bir suç işlememiş mi olurum acaba? İlerici, devrimci, demokrat mı olurum yoksa. Bizim gençliğimizde öyle devrimci olmak kolay değildi. Biraz yürek işiydi. Şimdi devlet makamını doyasıya kullanan her zat devrimci demokrat olmuş, ortalık devrimci demokrattan geçilmiyor. Bu nasıl bir demokratlık ve nasıl bir devrimse artık ilgililerin dikkatine. Bize de sesi soluğu çıkmaz sosyal demokratlık kalmış, Allah yardımcımız olsun…
            Şimdi ben ilk üç maddenin bir yerine değişiklik atfeden sadece bir hece, iki harfli bir hece dokundursam Cumhuriyetin temel değerlerine ve değiştirilemez prensiplerine saldırmaktan suçlanmaz mıyım? Cumhuriyetin temel niteliklerinin değişmesini önermekten ve değiştirmeye çalışmaktan hüküm giymez miyim? Giyerim elbette. Öyleyse” Suçlu ayağa kalksın. “
            Yeni anayasa tartışmaları yapılırken, 2011’ deki seçimden sonra yeni anayasa çalışmalarına start verilecek iken, ana muhalefet eski tarzından uzaklaşmış ve uzlaşmacı bir çizgiye gelmiş ise, “dondurma-dokun” çıkışı kimse alınmasın ama beyin cıvıması gibi bir şey. Bu gidişle biz faşist darbe anayasasını arar hale geleceğiz sanki. Kimsenin konsensüs aradığı falan da yok ayrıca.
            İlk üç madde donarsa, anayasa donar. Dondurma, dokun, ateş topunu dokundur, pozitif erime gerçekleşsin, zenginleşmiş eriyiği geliştir, kanı donmuş gariplere içir. İçmezlerse gargara yapsınlar gayri…
            Emperyalizmi denize döküp bu ülkeyi zor bi hal kuranlara ayıp ediliyor…
“ Atam, Atam sen kalk da ben yatam. “
03.10.2010
Bu Yazı 221 Kez Okunmuş