DEMİR AĞLARLA ÖRDÜK...
Öyle yetiştirildi milletin öz evladı; 'Demir ağlarla ördük, vatanı dört baştan...' Ve ilmek ilmek örüldü iradesi; 'Tersine dönse dünya, dönmeyiz yolumuzdan. Göğsümüz tunç siperi...' Yeteriz dünyaya...
O yüzden demirden korkmadı hiç cumhıriyet çocukları. Sevgiyle trene bindiler. Çünkü öğrendiler ve bildiler ki: kağnılar ve karadumanlı trenler lojistiğinde kurtuldu bu fakir millet. Kuruldu bir türlü yıkılamayan bu devlet. Hem de on yılda...
El alem önünde eğiliyor bu küllerinden doğuşun. Kuruluşun. İlk on yılda başarıya ulaşan bu inanılmaz kalkınma hamlesinin. Hele de girilen her savaştan muzaffer çıkmanın gururu. On beş milyon vatansever genç yetiştirmenin erdemi. Realist bir yaratının silbaştan sistemlenmesinin. Ysni cümle alemin gıpta ettiği bir devrimci dönüşüm bu. Ve en başta Başkumandan milletin Ata'sı.
Vatanın dört baştan demir ağlarla örülmesinin yanı sıra dört bir tarafta peribacası gibi yükselen fabrika, kombine bacaları. Tek dişli medeniyeti yakalamak adına nice seferberlik girişimi.
On yılı yüzyılda yakalanamayacak zorlu bir yolculuk. On yıllar sonra elde kalan ise emanetçiliğinin bile hakkınca yerine getirilemeyişi.
Getirilemez elbette. Çünkü her koşulda, en zor anlarda bile doğruları söylemekten asla çekinmeyen, cesaret içmiş yutmuşların, bağımsızlık gönüllüsü yurtseverlerin işiydi onca atılım. Binbir türlü atılımı onlar gerçekleştirdi. Hem de memleketin dört bir yanı işgalden yeni kurtarılmışken. Ya şimdi. Geriletmek üzere kurgulanmışların işi değil ki demir ağların hakkını vermek.
Unut ki unuttur dünyası. Kağnılar ve yük vagonlu yabancı işletmecili trenlerle bir memleket bir millet kurtuldu. Demir adamlar sayesinde. Çelik iradeli vatanseverler öncülüğünde. Kime ne. Ver sinyali silinsin hafızalar...
Ayrıca olaylar durulunca, zamanı geldiğinde raylar kutsanmış; 'Demir ağlarla ördük, vatanı dört baştan...' Banane. Kutsallık yaeirıştırma bahaneleri. Ver sihri uyuşsun hafızalar..
Bütün uydurmalara, uyumalara şartlı refleks; Bakınız Onuncu Yıl Marşı. Sonra nice marşlar eklendi şu fakir milletin başarı hikayesine. Her şeyi en iyi yine o anlattı. Düşmanları da korkuttu. Ve zihinlere demirağlar örgüsü yerleşti. Ve hala korkutuyor. Çünkü mısralarına Ata eli değdi...
Yüz yıla üç beş kala memleket sinyalizasyon hatasına uğradıkça uğradı. Uğratıldı. Üstelik makas da değiştirildi. Demir ağlarla örülen Anayurt kılavuzsuz kaldı. Kılavuz lokomotif girmeyeceği yerlere girdi. Kaza üstüne kaza yayıldı. Ve çarpıcı çarpışmalarla kumanda merkezi karıştı. Sanki bu demirağlar bölümü yüzünden ilk on yıla ve sonrasına, son yıllardaki çirkin atıfların ceremesi çekiliyor.
Sanki idareyi merkez edinenler sözaltı oldular bir kalemde. Tutuştular.
Yani son on küsur yılın o övünülen muhteşem ilerlemesi geldi geldi demiryollarına çakıldı. Sanki bir türlü raylara uğramamış o ileri düzeydeki gelişmişlik. Her sene peş peşe nice ray faciası.
Demek ki en başta Başkumandan milletin Ata'sı boşuna yazmamış o satırları. Sanki bu günleri görerek tarihe not düşmüş; 'Demir ağlarla ördük, vatanı dört baştan...' Dikkat.
On yedi yıldır memleketi tek başına dört dörtlük yönettiğini iddia edenler ve öyle yönetildiğini sanıp iddiada direnenler o kılavuz lokomotifi oraya kim koydu bilemiyorlar. Sinyalizasyon ne alemdedir söyleyemiyorlar.
Demir yolu kılavuzu kara karga olmuş gibi. TCDD ise Cumhuriyeti düşmüş DDT gibi olmuş. Dört baştan ölüm kusuyor. Hiç bir kazanın nedeni belli değil. Belirsizlik siren olmuş. Canhiraş çalınıyor.
Bu işte bütün günah vebal ise yakında yine bir yerlere havale edilir. Suç da günah da; 'Demir ağlarla ördük, vatanı dört baştan...' diyenler ile o yolculuğu inatla devam ettirenlerin.
Ve keşkeler keşik şaşırır. Bu eşik de atlanır; Keşke yunan kazansaydı. Keşke yedi düvele karşı kazanıpta demir ağlar örmeselerdi, dört bir köşeye demiryolu kurmasalardı, on yılda on beş milyon genç yetiştirmeselerdi.
Böylece bu demir ağlara bunca kurban verilmezdi...
SARI KANARYA...
Üç puanlı lige başlandığından bu yana namı değer 'Sarı Kanarya' ilk defa böylesine düşme potasına hapsoldu. Birinci devre bitti. Şimdilik cetvelde düşmeye ikinci aday. Ve de yürek yakan ateşi en yakından hissetmeye başladı. Peki düşer mi? Düşmez elbette...
Evet düşmez. İkinci yarı yeni bir hoca ile bir kaç transfer yaparak toparlanma süreci yaşar ve tarihe kara talih olarak geçen bu süreç makul bir sırada tamamlanır. Yani Kanarya mutlaka bu girdaptan kurtulur...
Değişik kurgulamalara hiç gerek yok. Bu facianın sorumluları aslında en başından belli. Şimdi şu bu diyerek arenayı pazar akşamlarının zerzavat pazarına döndürmemek gerekir. Goygoyculuk da yapmamak. Ama epeyce geç kalındığı aşikar.
Gecikildi çünkü memleket futbolunu maddeten ve mânen taşıyan, piyasada dönen rakamın yarısına yakınını kotaran bir camiadan söz ediyoruz. Yani bu hale düşmemeliydi. Daha önceden önlem alınmalıydı.
Diğer yandan 'Kanarya ile Aslan' olmadan, biraz da 'Kartal' sadece diğerleriyle bu lig yürümez. Futbol üçü olmadan kalkınmaz. Hele de futbol şehirleri hariç, öyle geçmişi belediye olan takımlarla futbol endüstrisi hiç bir yere varamaz.
Durum derinlemesine değerlendirildiğinde görülür ki; Kanarya memleket demek. Cumhuriyet demek. Memleket kötülerse o da kötüler. Memleket darboğaza düşerse o da düşme hattında soluklanır. Sonunda futbol tanrıları korusun, umulmadık bir neticeye duğru yolculanırsa memleketin bütün takımları da belli oranlarda zarar görür. Demek ki zararın neresinden dönülse herkesin faydasına.
Evet ilk devre bitti. Şimdi yönetim düğmeye basar. Beter tablonun suçluları tek tek ayıklanır. Takımı diriltecek, yukarıya taşıyacak, performansı artıracak aktörler devreye sokulur. Ve kendini göstermenin, kendine gelmenin ince yolları bulunur. Ayar çekilir. Zor da olsa ikinci devre düzelme olur. Olmalı da.
O yüzden sezonun ikinci yarısı, ilk yarısı daha oynanmamış gibi sıfırdan başlanarak devam ettirilmeli. Artık cesur yüreklilik nereye götürürse oraya. Yani yeni ve makul bir yol haritası belirlenirse, iddiaların tersine, koordineli bir çalışma ile dar alanda kısa paslaşmalar biter ve çıkışa geçilir. Malum durum bertaraf edilir.
Şüphesiz memleket futbolu adına ezeli rekabetin tarafları dahil tüm futbolseverler, taraftarlar Kanarya'dan bu dirilişi bekliyor. Bu geri dönüşü gerçekleştirmesini arzuluyor.
Ancak futbola siyasi perspektiften bakan ve yemlenen bir avuç güruh başka hayaller peşinde. Ve onların yönlendirmeleri ile bu kötü gidişat başka noktalara taşınmak isteniyor. Özellikle Başkan üzerinden eleştiri ve yıpratmalarla Sarı Kanarya'nın değeri düşürülmeye çalışılıyor. Sanki futboldan çıkılıp, iş Başkan ile geçmişte kalan bir hesaplaşmaya dönüştürülüyor. Böyle giderse cümleden daha da büyük kayıplar yaşanabileceğini ise düşünen yok.
O halde Başkan ve ekibinin başa gelen bu krizi birde bu açıdan da değerlendirmesi gerekiyor...
Evet yapılması gereken köklü bir değişimdi. Bu girişim sportif yönden sarpa sardı. Dibe vurulduğuna göre radikal kararlar vererek günü kurtarma eğiliminin bir kenara bırakılması lazım. Bu arada on ikinci adam da takımı dizayn etme hevesinden vazgeçmeli.
Ayrıca üç puanlı lige başlandığından beri her zora düşüldüğünde, üç puanlı ligde herşey olur safsatasına namıdeğer 'Sarı Kanarya' sempatizanları
asla kapılmamalı.
Kapılmamalı çünkü vaziyet ortada...
PARAPOLİTİK RÜZGAR...
Politikada para vazgeçilmez bir etkendir. Değil diyenlere yanıt; hiç değilse itici bir kuvvettir. Politik pazarlama rüzgarı estirebilmek için de lazımdır. Seçmek için de. Seçilmek için de...
Yani politika kim ne derse desin açıkça paraya endeksli bir arenada yapılandır. Cüzdan herdem sağlam olmalıdır. Kabarık durması dahi yetmez. Politika aynı zamanda, uzun zaman dilimi içerisinde uğraşanlarına maddi ve manevi mağduriyet de yaşatır. Bir zamanların deyimiyle yüksek mertebeden memuriyet te...
Politikaya zaman ayırmanın yolu da sırf parayla açılır. Para varsa yolculuk uzun sürer. Şans bir gün güler beklentisiyle zaman kazandırır. Çünkü parapolitik süreç daima çeşitli versiyonlarla göz boyar. Göze girmek babında eğer nakit sıkışıklığı aşılamaz ise başka mekanizmaların adamı olmak gerekir. Yani kredisi yüksek kanallar bulmak gerekir. O da yoksa hep ambargo yenir. Özel olmak da yetmez.
Yetmez çünkü yukarı çıkış yüksek dozda deneyim, birikim ve kalite gerektirmez. Yüksek rakamlı hesaplar gerektirir. Para varsa makam mevki kazanılır, para yoksa eninde sonunda dip yapılır.
Diğer yandan parapolitik kazanımlarla fikir birliği de bozulur. Dirlik de. İşte tam o aşamada alınacak tedbir, yaş da kemale ermiş ise aktif politikayı bir an evvel bırakmaktır. Hem daha fazla batmamak için hem de hedef kitlenin motive gücü iyice azaldığı için.
Azı çoğu tartışılır ama politika için uzun soluklu denilir. Eğer bütçe zayıfsa yıllar boyu proje odaklı eylem adamı olmak bile yetmeyebilir. Politikanın yaklaşık yüz yıldır temellendirildiği rekabetçi gelenek tarzına ayak uydurmak zorunludur. Peki bu zorunluluk nasıl yerine gelir; parayla. Sözün özü parayı bulmadan yapılacak iş değildir politika.
Dünya genelinde politikada bir yerlere gelmek program ortağı olmak ile doğru orantılıdır. Politika oralarda da zordur ancak hiç bir şey imkansız değildir. Şu fakir memleket üzerinde ise zenginlik politikada belli noktalara gelmenin yegane ölçüsüsüdür. Yani her aşamasına para girer ve politika bozulur. Parapolitik bir düzenek işler.
Parapolitik bir sürecin taşıyıcıları da bir şekilde bir yerlere
taşınır. Çünkü parapolitika kulvarı para cinsinden kurgulandığından yapılmayacak şeyler asla yoktur. Hep vardır. Yani her yükümlülük paraya bağlı, gönüllülük bile paraya bağımlıdır.
Öyle ki; parapolitik değerlemeler ve parasal limit kalkacağına günden güne yerleşir ve artar. Yaygınlaşır. Ve parapolitik değerlendirmede hep aynı kişilere geçer not verilir. Hep aynı yüzler başkaları yokmuşçasına her mevkiye veri tabanı oluşturur. Kıymet, kıymetli kağıtlar ile teyit edildiğinden hep onlar seçilir. Her yere onlar namzetlenir. Parayla yol açma kolaylaşır. Kolaylaştırılır. Yok canım denir ama paralı politikistler için maliyetler anında düşer. Rakamlar indirilir. Makamlar beğendirilir. Parasızlıktan kıvranan politik figürler yarışmaya özyaşam öyküsünü sunup başvurduğunda ise aracı, kiracı, danışman ve taşıma tarifesi eklenir. Yani onlar için her makam ve mevki transit uygulamalardır. Gelip geçicidir. Parapolitik döngünün taraftarı olmayı uzun süre götüremezler. Hizmet ve faaliyet kapsamında para bağları zayıf olduğundan kalıcı olamazlar. Çoğunlukla da yok olur giderler.
Demek ki politika maddi manevi varsıllık gerektiren profesyonel meşgaledir. Yıllarca, on yıllarca politik kulvarda yarışanlar politika üzerinden paralanmadılar ise aksine cüzdanlarından parçalandıysalar bu yarışı asla önde tamamlayamazlar. Yani yerelde genelde, belediyede devlette politika ekseninin sunduğu bazı paradokslardan tasarrufa gidemeyenler parlayamazlar. Parlatılmazlar.
O yüzden on yılların emeğine karşılık para, pul, makam zaten yoksa hele de yaş hay huy arasında ilerlediyse ortak akıl gereği aktif politikayı bırakma zamanı gelmiş de geçmiş demektir.
Yani politik bilançonun aktif ve pasifi belli zamandan sonra hakla hukukla denklenemez. Kar zarar cetveli hep zarar yazar. Belki parapolitik rüzgarın daha fazla teneffüsü bedavadır ama panzehiri çok para eder.
İşte o parapolitik rüzgar da adam olan adamı kahreder...
KÖPRÜLERİ ATMA-YAKMA EĞİLİMİ...
Muhalefet kırk dakikalık makam buluşmasında köprüleri atma eğilimi yerine, kişisel angajmanlara girmeme noktasında uzlaştı. Aynıyla beyan bu. Ve ortaya umut büyütelim lafı çıktı. Ortak paydada buluşularak, yirmi bir Büyükşehir Belediyesi üzerinde işbirliği yapma kararı netleşti. Ayrıca diğer il ve ilçelerde birliktelik imkanlarının da gözden geçirilmesi kararlaştırıldı...
Bu kırk dakikalık üst makam buluşması ve varılan sonuç sanki köprüleri yakma eğilimini de ateşledi. Üstün körü geçilse de ufak bir kıvılcım yangına dönüşebilir. Çünkü hummalı çalışmalara girmeden, hurra umut büyütme eğilimi nihai noktada ne kadar başarı getirir belli değil. Olabilecekler iyice hesaplanmıştır muhakkak. Ki yirmi bir büyükşehir bir bir paylaşılmış. Net olmamakla birlikte diğer iller ve büyük ilçelerde paylaşılacak. Ve mevcut iktidar bu kırk dakikalık oturumla yerelden başlayarak devrilecek. Devrilsin bakalım. Bu kaçıncı geldikleri yerden giderler hikayesi...
İyi güzel de bu işbirliği için iki tarafta da taban sesi dinlendi mi? Öneriler alındı mı? İnce duyarlıklar gözetildi mi? Hele hele memleket kuran Partinin siyasal geleceği zerre önemsendi mi? Herhalde tüm değerlendirmeler enikonu yapıldı ki her şey kırk dakikada oldu bitti.
Oysa on küsur yıldır demirden korksak trene binmezdik lafazanlığıyla nice kazalarla yüzleşildi. Bazıları ucuz atlatıldı. Bazıları memleketi rotasından etti. Birliktelik, ittifak denildi başkanlık kaybedildi. Meclis dendi raydan iyice çıkıldı. Şimdi yerelde bu kırk dakikalık şey, eldekinden olmayalım düz mantığı ile sittin sene kayıp görünmeyen illerde de kayıp getirebilir.
Yani yine halk adına, millet adına iyi bir sonuç elde edilmeyebilir. Diğer yandan bu ikilinin zaten ezelden beri bir doku uyuşmazlığı var. Bu besbelli. Öylesine bir karma girişimle, arzulanan neticeye ulaşılamadığında hesabı kim verecek? Hiç belli değil. Umduğunu bulamayanlar kulübü olarak yine inzivaya mı çekilecek herkes. Orası da burası da karmakarışık. Çok bilinmeyenli, çok soru işaretli. Muamma.
Köprüleri atma eyleminin öncüsü olmak tamam da ana muhalefette doğabilecek örgütsel deformasyon nasıl giderilecek. Çözülmeler yaşanırsa nasıl halledilecek. Hele Ege'de, Karadeniz'de toptancı çekilmeyi, orada siyaset yapanlar nasıl içlerine sindirecek. Yoksa yine tıpışvari yasaklar mı koyulacak? Olası taban isyanları hangi yöntemlerle bitirilecek. Ucu açık soru çok.
Demek ki bu kırk dakikalık makam anlaşması yaklaşık yüz yıllık Partiye pek çok şeyi kaybettirebilir. Hepten yıkım demek de olabilir. Veya bu anlaşma iddianın en baştan yitirildiğini de tescilleyebilir. Bir yıllık Parti için ise geçenki gibi yine geniş çaplı bir kazanım yaratabilir. Nereden bakılırsa bakılsın bu kez de tabansız bir çatı girişiminden öteye geçmeyecek gibi.
İyi niyetli görünse de bu birlikteliğin tarihte nasıl yer alacağını ise yerel seçim sonuçları belirleyecek. Makamların uyuşması değil...
Şimdi sorumluluk alıyormuş gösterip, geçmişte yaşananlardan ders çıkarmadan aynı savunu ile bu şekil muhalefet etme yöntemi hangi manzaraya oturtulur; işte onun izahı zor.
Bu uzlaşı ya hep ya hiç mantığıyla, sık gitti geldiler yaşanmadan yapılmışsa, hiç şık olmaz. Eğer gerekenler yerine getirilmiş ise neden kamuoyu ile paylaşılmadı. Böyle memleketi bölge bölge kırk dakikalık oldu bittiye hapsetmek nasıl bir aklın ürünü. Gerçekten anlamak güç. Hele ortak akıl değilse eyvah ki eyvah. Sonunda yine kötü rüyalar görülebilir.
Zaten ana muhalefet bazında iyi yönetilmeyiş yüzünden karşılaşılan kayıplar alt alta sıralansa, ortaklık ile gelenlerin daha acı ve yıpratıcı olduğu görülür. Tuhaf şekilde yine benzer modda, moda işbirliklerine gitmek yeniden bir tren faciası yaşamak gibi bir şey. Yine hatalı sinyalizasyon. Değerli bir iş yapılıyor gösterisine rağmen, seçimlere kalmadan kapılar açılmamak üzerede kapanabilir.
O nedenle köprülerin atılmadığı bu üst makam anlaşmasında, taban düzeyinde köprüleri yakmak veya köprüden geçmek ikilemi daha çok baş ağrıtır...
EKONOMİK PRANGA...
Yeni yılın hemen öncesinde ekonomistler; 'sektörel bazda değişim oranları irdelendiğinde yıl sonundan itibaren beklenenden daha yüksek bir enflasyon ve dış denge açığı görünüyor' diyor. Buna karşılık yetkililer fiyatlarda köpük gidecek, durum düzelecek derken alınan tedbirlerin makro düzeyde bir iyileşme sağlamadığı da açık. Ayrıca 'Tıkanan süreçte eğer çare olacak ciddi önlemler bulunamaz ise statik bir ekonomik yapı hayata geçer' diye de ekliyorlar...
Elbette yeni yılda yerel seçimlerin yapılacak olması enflasyon verilerini bir nebze de olsa uysallaştırır. Ancak kırılgan tablonun düzeleceğini beklemek iyi niyetliliktir. Hatta ekonomistler bu beklenti için 'hayalcilik olur' noktasında birleşiyorlar.
Bakıldığında kur dalgalanması aşırı kıvraklığını kaybedecek görüntüsü verse de bir sıçrayıp bir inmesiyle fiyat istikrarının sağlanamayacağı da bir gerçek. Diğer taraftan kur ve faizlerdeki artış olası ekonomik gerilemenin müsebbibi olarak ileri sürülebilir. Çünkü gerilemeyip yerinde saysa bile normalleşme düzeyine çekilemeyecek bir piyasa söz konusu.
Hele tartışmalı para politikaları ile periyot hepten kilitlenebilir. Ekonomiye işte o vakit pranga vurulmuş olur. Ve açıklanan milyar dolarlık hedefler tutmayabilir. Bu yalın tutkunun devam ettirilmesi ile birlikte ekonomik büyüme ve gelişmelere göre ayar çekilemeyen para politikası ve kısıtlı döviz arzı neticesinde ödeme zorluğu hat safhaya ulaşabilir.
Böylece yatırıma yönlenen veya bekle gör politikası güden üretim ekonomisi daha yüksek faizle baş başa kalabilir. Darlık varlıktan yemeye başlar. Bu yüzden ekonomistler yeni yılda; 'üretim ve istihdam düşer, reel sektör ciro tutturmak için zararına çalışır ve piyasada ciddi dengesizlikler belirir' uyarısı yapmayı da ihmal etmiyorlar.
Doğrusu küresel manada borç kaynak kullanabilme vadelerinin düşmesi faizi iyice artırır. Sonuçta piyasa, açmazını gidermek ve yeni kaynak aktarımları için yüksek dozda faiz ödemeye mahkum olur. Mecburen katlandıkça katlanan borca girer. Çarkın dönmesi için türlü bütçe operasyonları dener. Günü, yılı kurtaralım derken iyice batağa düşer.
Yani yeni yıl arefesinde tüm çevrelerce zorlu geçeceği bilinen yıla ilişkin öngörüler böyle. Haliyle vaziyet pek iç açıcı değil.
Dört koldan, topyekün ekonomik mücadele reçeteleri ve ek tedbir mesajları açıklanıyorsa da sıkıntılara ve beklentilere mikro ve makro düzeyde çözüm sunabilecek bir program yok. Zaten hepten daralan ekonomi bir kez daha her iki yılda bir yapılan seçimlerde olduğu gibi yine seçime kilitlendi. Zaten duruma duyarlı bir yapıda yok. Toplum da. Herşeyi devletten bekleyen bir egemen anlayışın hakimiyetiyle bu kadar. Devlet benim mantığıyla da bu kadar.
Ayrıca yeni yılda ki yerel seçimlerde yüksek ticaret ve endüstriyel sanayinin konuşlandığı ve şekillendiği büyük şehirleri tekrar mevcut iktidar çoğunlukla kazanırsa, iktisadi anlamda ve idari anlamda bir kırılma yaşanmaz.
Ekonomistler; 'yerel seçimleri iktidar partisinin ağırlıkla kazanması halinde yaşanan ekonomik pranga öncelenecek bir seçime dek sürer...' kanaatindeler.
Demek oluyor ki; mevcut iktidarın yerelde kazanımına bağlı bir ekonomi politikası sürecek. Yani kazanılırsa erken veya zamanında yapılacak keyfe keder seçimlere kadar ayni minvalde gidilecek.
Olası bir kayıpta ise; ekonomi hangi minvalde seyredecek?
Hep beraber seyredilecek...
9 Aralık 2018 Pazar
MENEKŞE BAHÇESİ
duvarların ötesi de.
Sessizce.
Denize kaç yol inerse
kaç şoseden gidilirse
hepsi.
Çıplak uçurumlar saklar dağları
dorukları kar.
Kararında.
Mavi yüzüyor Karadeniz’in kucağında.
İç çekişleri duyuluyor gökyüzünün
günden geceye
ayni fonda.
Bahar bin bir renk
kışlar ak.
Kim bilir ne zamana dek.
Kilitli kapılar ağlıyor çocukça
kapıların ötesi de.
Eriyen kar da.
Kar beyazı deniz yolcusu.
Deniz izini sürüyor
kaçak mal yüklü sandalların
takalar da hamsi.
Hamsi hamsi furyası
çıplak koylar saklar onları da.
Devrilen direklerin kırmızısını.
Çocukluğumda sahiden dağları severdim
şimdi denizi.
Denizi, deryayı, toprağı.
Ve de ateşi.
Suya hasretliği.
Kaç yoldan gidilirse gidilsin
kaç yılda çıkılırsa çıkılsın
kurnazca beklenir tüm ağlamalar bitsin diye.
Çocukça.
Dalgakıranlarda
parfüm kokularına karışıyor yosun
ve duvarları aşıyor çocuk gülüşmeleri
çıplak ve ıslak güvertelerde.
Güvercinler taşıyor ötelere
Daha da ötelere duvarları.
Duvarın pasını.
Dualarda menekşe bahçesi
fındık ocakları.
Öteden beri güdülen hep aynı dava
çocuklar ağlamasın.
Gülsün…
GÖBEKLİTEPE; ÇÖKÜŞ VE DOĞUŞ…
GÖBEKLİTEPE; ÇÖKÜŞ VE DOĞUŞ…
Yirmi küsur yıl evvel göbeğini kaşıyan adamlar memleketinde, kendi yapay dünyası dışında olan bitenle pek alakası olmayanlar cennetinde, din sarmalından kafasını sağaltamazlar cehenneminde; on iki bin yaşında evrene bir giriş kapısı, bir göğe çıkış tüneli, paralel dünyalara açılan bir sırlı pencere, başı yıldızlara değen bir yolculuk güzergâhı, taştan bir ruh deliği bulundu, ‘Göbeklitepe’de.
On iki bin yıllık, Göbeklitepe dikilitaşlı tapınaklar kompleksi sayesinde kimilerine göre ‘Dinin doğdu yer’ kimilerine göre ise mevcut ‘Tüm dinlerin çöktüğü yer’ ortaya çıkarıldı. On iki bin yıl öncesinden insanlık tarihine ve teolojiye tutulan fener daha yeni yakalandı. Bu tarihi keşifle insanlık tarihi bilinenden daha erken zamanlara yaslandı. Teolojik açıdan ise erkeğin üstün tutulduğu bilinenin ötesinde bir tapınma biçiminin olabileceği gerçekliğine ulaşıldı. Ve kozmik doğum ile insani gelişim bir anda yön değiştirdi. Bilinenlerin yeniden çek edilmesi gereği doğdu. Bu arkeolojik tespitin mevcut dinlere kaynaklık edip edemeyeceği sorgulanmaya başlandı…
Göbeklitepe yaklaşık üç yüz metre çapında dairesel bir alan. On beş metre civarında bir yüksekliğe sahip. Yine bu alan binlerce yıl evvel yaklaşık beş yüz bin metreküp toprak, taş, tortu gibi maddelerle doldurularak gömülmüş. Sanki bu tapınma kompleksine düzenli bir gömme işlemi uygulanarak veda edilmiş. Böylece binlerce yıl diri kalması ve korunması sağlanmış. Kutsal değerler bu yöntemle bu günlere aktarılmış.
Göbeklitepe, Neolitik döneme ait belki de yeryüzü din inancının ilk tapınma merkezi. Tapınma merkezi çünkü daha çevresinde yerleşim alanları bulunamadı. Şimdiye dek bölgede yirmi tapınak belirlenmiş ve dokuzu gün ışığı ile buluşturulmuş. Bunlar boyları üç ila yedi metre arasında değişen T şeklinde dikilitaşların bir düzene göre dizilmesiyle, etrafına eni bir metrelik duvarlar örülmesiyle oluşturulmuş yapılar. İlk aslanlı yol örneği de burada mevcut. Anıtlarda ve devasa heykellerde kullanılan kireç taşı ise en yakın iki kilometre uzaklıkta. Ve cilalı taş devri yaşanması dolayısıyla maden metal aletler yok, sadece çakmak taşından olanları var. Yani taşın taşla, yontulması, kesilmesi ile kurulmuş tüm sistem. Çakmaktaşı kaynağı da bölgeye yüz kilometre uzaklıkta.
Göbeklitepe işaret ediyor ki insan merkezli bir dinsel model kurgusu var, on iki bin yıl evvel. Belki de daha evvelinden. Tapınaklar iç içe iki elips daire biçiminde. Ve içteki elipsin ortasında yüz yüze ayakta duran insanı temsil eden altı yedi metre yüksekliğinde iki T sütun var. İnsanları temsil eden T sütunların ağırlıkları kırk ila altmış ton arasında değişiyor. Sütunlara vurulduğunda düşük titreşimli tınlıyorlar. Ve civarına yerleştirilmiş irili ufaklı heykel ve daha küçük T’ler mevcut. Heykeller hep erkek. Ereksiyon halindeler. Sadece bir tane ve altı bin yıl öncesine ait olduğu saptanan kadın figürü bulunmuş. Çıplak, memeleri yere kadar, kafası ters kalp şeklinde, cinselliği açıkça hicveden bir figür. Taşların ve insan figürü sütunların üzerine kabartılmış veya oyulmuş akrep, tilki, boğa, yılan, yaban domuzu, aslan, turna ve yaban ördeği figürleri yapılmış. Görseller animalist ve eril. Tapınaklarda on iki kuralı geçerli. En içteki daireye giriş noktaları yok. Ancak su tahliyeleri var. Tıpaları mevcut. Mabetler sıvı geçirmez bir tabana sahip. Ve doğuya göre eğimli. Yıllar içinde tabanlar kireç tozu ile de sıvanmış. Buranın suyla doldurulup göğün ve yıldızların aksinin izlendiği yönünde iddialar da var. Yani göğün yeryüzüne indirilmesi bir şekilde tasarlanmış. Veya göğe erişme yolları aranmış. Veya arınma maksatlı kullanılmış.
Ayrıca bunca sistematik kompleksi inşa edecek bilgi ve yeteneğin nasıl edinildiği hiç belli değil. Bu tapınakları kurabilmek için gereken iş gücünün nasıl organize edildiği tam bir muamma. Ama kominal paylaşım eylemliliği içinde olunduğu düşünülebilir. Tahmin edilen küçük klanların birleşerek veya birleştirilerek büyük yerleşik toplumlara dönüştüğü ve çalıştığı akla yakın. Özellikle yük taşıyabilecek hayvanların, diğer hayvanların ve bitkilerin evcilleştirmesi de kolaylaştırıcı bir etken olarak görülebilir. Hatta yüzlerce genetik varyasyonu bulunan buğdayın atasının da burada yetiştiğinin ortaya çıkması yerleşik hayata geçiş açısından çok mühim.
Hele ki cilalı taş devri kabile dönemlerini yaşayan insanlığın, Göbeklitepe’de aralarında beş yüz yıllık zaman aralığı taşıyan bu muazzam tapınaklar dağını niye ve nasıl kurduğunun izahı şimdilik mümkün görünmüyor. Belki tepede sürdürülen kazılar devam ettikçe neolotik döneme ve insanlık tarihinin o ilk evrelerine ait çarpıtılamayacak denli kesin bulgulara, sağlam kanıtlara rastlanır. Ve bilinen birçok şeyin arka yüzüne ulaşılır. Bilinenlerin aslında öyle olmadığı anlaşılır. Tarih yeniden yazılır.
Göbeklitepe özelinde bakıldığında üzerinde uzlaşılan temel gerçek insanların bilinenden çok önce yerleşik yaşama ve tarım toplumuna ulaşmış olduğudur. Yazıdan tam yedi bin yıl önce. İnsanlığa ışık tuttuğu bilinen tüm medeniyetlerin binlerce yıl evvelinde. Bulgular doğrultusunda tahmin edilen bu erken geçişin dinleri doğurmuş olabileceğidir. Ya da din gereği bu geçişin yaşanmış olabileceğidir. Bir başka açıdan değerlendirildiğinde ise insanların bundan çok önce, on iki binden de on binlerce yıl öncesinde kurumsal manada bir dine sahip olabilecekleridir. Yani daha avcı toplayıcı dönemlerinde kutsal ritüeller için tapınaklar kuran insanlar olduğuna göre dinin çok önceden geliştiği de düşünülebilir. Yani insan doğaya hükmettikçe din kalıplaşmıştır denilebilir.
Ya da Göbeklitepe’ye bakılarak Tanrıçaların reddedilişi, Tanrıların ölümü ve Tek Tanrının doğumunun başlangıcıdır tezi savunulabilir. Göbeğini kaşıyan adamlar memleketinde Göbeklitepe’de göğe yükselen T sütunların ise yeryüzüne ve gökyüzüne atılan değişmez makrokozmoz imza olduğu.
Veya çöküş ve doğuş kapsamında hiçbiri…
Yirmi küsur yıl evvel göbeğini kaşıyan adamlar memleketinde, kendi yapay dünyası dışında olan bitenle pek alakası olmayanlar cennetinde, din sarmalından kafasını sağaltamazlar cehenneminde; on iki bin yaşında evrene bir giriş kapısı, bir göğe çıkış tüneli, paralel dünyalara açılan bir sırlı pencere, başı yıldızlara değen bir yolculuk güzergâhı, taştan bir ruh deliği bulundu, ‘Göbeklitepe’de.
On iki bin yıllık, Göbeklitepe dikilitaşlı tapınaklar kompleksi sayesinde kimilerine göre ‘Dinin doğdu yer’ kimilerine göre ise mevcut ‘Tüm dinlerin çöktüğü yer’ ortaya çıkarıldı. On iki bin yıl öncesinden insanlık tarihine ve teolojiye tutulan fener daha yeni yakalandı. Bu tarihi keşifle insanlık tarihi bilinenden daha erken zamanlara yaslandı. Teolojik açıdan ise erkeğin üstün tutulduğu bilinenin ötesinde bir tapınma biçiminin olabileceği gerçekliğine ulaşıldı. Ve kozmik doğum ile insani gelişim bir anda yön değiştirdi. Bilinenlerin yeniden çek edilmesi gereği doğdu. Bu arkeolojik tespitin mevcut dinlere kaynaklık edip edemeyeceği sorgulanmaya başlandı…
Göbeklitepe yaklaşık üç yüz metre çapında dairesel bir alan. On beş metre civarında bir yüksekliğe sahip. Yine bu alan binlerce yıl evvel yaklaşık beş yüz bin metreküp toprak, taş, tortu gibi maddelerle doldurularak gömülmüş. Sanki bu tapınma kompleksine düzenli bir gömme işlemi uygulanarak veda edilmiş. Böylece binlerce yıl diri kalması ve korunması sağlanmış. Kutsal değerler bu yöntemle bu günlere aktarılmış.
Göbeklitepe, Neolitik döneme ait belki de yeryüzü din inancının ilk tapınma merkezi. Tapınma merkezi çünkü daha çevresinde yerleşim alanları bulunamadı. Şimdiye dek bölgede yirmi tapınak belirlenmiş ve dokuzu gün ışığı ile buluşturulmuş. Bunlar boyları üç ila yedi metre arasında değişen T şeklinde dikilitaşların bir düzene göre dizilmesiyle, etrafına eni bir metrelik duvarlar örülmesiyle oluşturulmuş yapılar. İlk aslanlı yol örneği de burada mevcut. Anıtlarda ve devasa heykellerde kullanılan kireç taşı ise en yakın iki kilometre uzaklıkta. Ve cilalı taş devri yaşanması dolayısıyla maden metal aletler yok, sadece çakmak taşından olanları var. Yani taşın taşla, yontulması, kesilmesi ile kurulmuş tüm sistem. Çakmaktaşı kaynağı da bölgeye yüz kilometre uzaklıkta.
Göbeklitepe işaret ediyor ki insan merkezli bir dinsel model kurgusu var, on iki bin yıl evvel. Belki de daha evvelinden. Tapınaklar iç içe iki elips daire biçiminde. Ve içteki elipsin ortasında yüz yüze ayakta duran insanı temsil eden altı yedi metre yüksekliğinde iki T sütun var. İnsanları temsil eden T sütunların ağırlıkları kırk ila altmış ton arasında değişiyor. Sütunlara vurulduğunda düşük titreşimli tınlıyorlar. Ve civarına yerleştirilmiş irili ufaklı heykel ve daha küçük T’ler mevcut. Heykeller hep erkek. Ereksiyon halindeler. Sadece bir tane ve altı bin yıl öncesine ait olduğu saptanan kadın figürü bulunmuş. Çıplak, memeleri yere kadar, kafası ters kalp şeklinde, cinselliği açıkça hicveden bir figür. Taşların ve insan figürü sütunların üzerine kabartılmış veya oyulmuş akrep, tilki, boğa, yılan, yaban domuzu, aslan, turna ve yaban ördeği figürleri yapılmış. Görseller animalist ve eril. Tapınaklarda on iki kuralı geçerli. En içteki daireye giriş noktaları yok. Ancak su tahliyeleri var. Tıpaları mevcut. Mabetler sıvı geçirmez bir tabana sahip. Ve doğuya göre eğimli. Yıllar içinde tabanlar kireç tozu ile de sıvanmış. Buranın suyla doldurulup göğün ve yıldızların aksinin izlendiği yönünde iddialar da var. Yani göğün yeryüzüne indirilmesi bir şekilde tasarlanmış. Veya göğe erişme yolları aranmış. Veya arınma maksatlı kullanılmış.
Ayrıca bunca sistematik kompleksi inşa edecek bilgi ve yeteneğin nasıl edinildiği hiç belli değil. Bu tapınakları kurabilmek için gereken iş gücünün nasıl organize edildiği tam bir muamma. Ama kominal paylaşım eylemliliği içinde olunduğu düşünülebilir. Tahmin edilen küçük klanların birleşerek veya birleştirilerek büyük yerleşik toplumlara dönüştüğü ve çalıştığı akla yakın. Özellikle yük taşıyabilecek hayvanların, diğer hayvanların ve bitkilerin evcilleştirmesi de kolaylaştırıcı bir etken olarak görülebilir. Hatta yüzlerce genetik varyasyonu bulunan buğdayın atasının da burada yetiştiğinin ortaya çıkması yerleşik hayata geçiş açısından çok mühim.
Hele ki cilalı taş devri kabile dönemlerini yaşayan insanlığın, Göbeklitepe’de aralarında beş yüz yıllık zaman aralığı taşıyan bu muazzam tapınaklar dağını niye ve nasıl kurduğunun izahı şimdilik mümkün görünmüyor. Belki tepede sürdürülen kazılar devam ettikçe neolotik döneme ve insanlık tarihinin o ilk evrelerine ait çarpıtılamayacak denli kesin bulgulara, sağlam kanıtlara rastlanır. Ve bilinen birçok şeyin arka yüzüne ulaşılır. Bilinenlerin aslında öyle olmadığı anlaşılır. Tarih yeniden yazılır.
Göbeklitepe özelinde bakıldığında üzerinde uzlaşılan temel gerçek insanların bilinenden çok önce yerleşik yaşama ve tarım toplumuna ulaşmış olduğudur. Yazıdan tam yedi bin yıl önce. İnsanlığa ışık tuttuğu bilinen tüm medeniyetlerin binlerce yıl evvelinde. Bulgular doğrultusunda tahmin edilen bu erken geçişin dinleri doğurmuş olabileceğidir. Ya da din gereği bu geçişin yaşanmış olabileceğidir. Bir başka açıdan değerlendirildiğinde ise insanların bundan çok önce, on iki binden de on binlerce yıl öncesinde kurumsal manada bir dine sahip olabilecekleridir. Yani daha avcı toplayıcı dönemlerinde kutsal ritüeller için tapınaklar kuran insanlar olduğuna göre dinin çok önceden geliştiği de düşünülebilir. Yani insan doğaya hükmettikçe din kalıplaşmıştır denilebilir.
Ya da Göbeklitepe’ye bakılarak Tanrıçaların reddedilişi, Tanrıların ölümü ve Tek Tanrının doğumunun başlangıcıdır tezi savunulabilir. Göbeğini kaşıyan adamlar memleketinde Göbeklitepe’de göğe yükselen T sütunların ise yeryüzüne ve gökyüzüne atılan değişmez makrokozmoz imza olduğu.
Veya çöküş ve doğuş kapsamında hiçbiri…
TEK PARTİ İKTİDARI NE Kİ?
TEK PARTİ İKTİDARI NE Kİ?
Yirmi yıla yaklaşan tek parti iktidarını yaşıyor memleket. Hem de ta 1950’lerde demokrasinin güçlenmesi ve kurumsallaşması için dünyada eşi benzeri görülemeyecek büyük mücadele örneği veren ve çok partili rejime geçişi sağlayan o dönemin CHP’sinden bile geri seviyede bir yönetsel anlayışa evrilerek. Koskoca cumhuriyeti bir adamlığa yaslayarak. Buna rağmen hala tek parti iktidarı arzulayanların, iktidarı saltanata, saraya yaslamak isteyenlerin iştahı ve milletin yarısına tekâmül etmesi şaşırtıcı…
Yani vakti zamanında temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi açısından tüm dünya uyurken şu fakir memleket demokratikleşmeye öncülük etmiş. Şimdi yanlışlıkla veya başka bir şeyi izah için dem dense densizlik sayılıyor. Hemen Demokles’in kılıcı tepede.
O demokratikleşme sürecinden bu yana, CHP’nin kurulması ve Cumhuriyetin ilanından bu güne her bir şeyi sola, solculuğa ve solculara mal eden, tek parti dönemine düşmanlık eden, iflah olmaz saltanat-hilafet sevdalıları Cumhuriyet tarihinde kendi palazlanmalarını da iyice gözden geçirmelidirler. Ayrıca kendi tek parti dönemlerini de objektif olarak süzgeçten süzmelidirler…
Özellikle tek parti rejimini kendi ikbalini düşünmeden bir anda kapatan CHP’nin anca 1965 seçimlerine girerken ortanın solunda yer aldığını resmen açıklamasını bütün sağcıların bildikleri bir gerçek te anlaması gerekir. Neden ise anlamazdan geliyorlar. Ancak bu solcu vurgunun memlekette yaygın bir ideoloji ve tartışma ortamı yarattığını da görmezden geliyorlar. Yani bu günlerin kısıtlanan sosyal ve siyasal rahatlığı ve mevcut iktidarın var olma sebebi bir açıdan da sola açılan CHP’nin eseridir.
Bu gün sol adına yeni söylemler geliştirenlere veya statükocu davrananlara söylenecek söz; yakın geçmişe realist sol pencereden son bir kez daha bakması gerekliliğidir. Aksi halde memleket solu daha da perişan olur.
İdeoloji adına mevcut iktidarın güdülediği her neyse onlara ve tüm sağ yelpazeye söylenecek söz ise; Allah’ın varlığını anımsatmak ve eninde sonunda Allah’ından bulacaklarından başka bir şey değildir. Çünkü koşullu şartlı, keskin ve değişmez bir sağcı rüzgâra sırtını yaslamış ve mevcut tek parti iktidar ile bir adama bel bağlamış yarı millet var ortada.
Bu son ve en uzun tek parti döneminin yani AKP iktidarının da hesap vereceği bir günün olduğu ve dünyadaki hesap günlerinin de yaklaştığının unutulmaması gerekir. Ortam güllük gülistanlıkken, erken derken, ekonominin yıllar içinde şişip şişirilip patlaması ilk işarettir. Yakında tek parti iktidarı ve destekçileri içten dışa birbirlerini yemeye başlarlar. O veda yemeğinde ise her zamanki gibi halk arada kalır.
Her zamanki gibi kısa bir ara dönemden sonra siyaset sahneleri yeniden kurulduğunda, politika kazanı tekrardan kaynamaya yüz tuttuğunda bu yarıdan fazlayı bulan sağ cenah olan bitende hiç payı yokmuşçasına yüzleri kızarmadan tüm kabahati yine ekmek karnesi ve mescitlerin buğday ambarı olmasına bağlarlar. Yeniden taban tutarlar.
Ancak ak kara hiç fark etmez. Tek parti saltanatı sağlamış olmaları da hiç fark etmez. Tarih iktidar kalmak uğruna planlı darbecikler sahneleyenleri, proje tutmayınca birbirine girenleri, çarık çürükleri aladır diyerek allayıp pullayanları, salladıkça sallayanları, mangalda kül bırakmayanları, herkes için adalet lazımlığı kendi kapılarına dayandığında ise Ata’dan imdat bekleyenleri çok gördü ve görecek.
Onların topu dün olmadığı için, bu gün yoklar. Adları anılmaz. Bu gün var olanlar dün olmadıklarından, vakit tamam olduğunda yarı belinden, çatlayacaklar. Yarınlarda olmayacaklar. Namları şanları unutulacak. Tüm zamanların sözde en alası tek başına iktidar partilerinin tıpkı bu gün olmadığı gibi. Ama kim ne derse desin gözünü kırpmadan tek parti iktidarından vazgeçen, çok partili rejime geçişin mimarı ve realist solu benimseyen CHP ise ilelebet yaşayacak. Nice badireler atlatmasına karşın yıkılmadığı gibi.
Tarih tek parti ve bir adam zihniyetinde boğulanları ve siyaset mezarlığına gömülenleri geçmişte yazdığı gibi yarınlarda da altın kalemle yazacak. Gerçek demokrasiden yana olanlar ise daima yaşayacak.
Yirmi yıla yaklaşan tek parti iktidarını yaşıyor memleket. Hem de ta 1950’lerde demokrasinin güçlenmesi ve kurumsallaşması için dünyada eşi benzeri görülemeyecek büyük mücadele örneği veren ve çok partili rejime geçişi sağlayan o dönemin CHP’sinden bile geri seviyede bir yönetsel anlayışa evrilerek. Koskoca cumhuriyeti bir adamlığa yaslayarak. Buna rağmen hala tek parti iktidarı arzulayanların, iktidarı saltanata, saraya yaslamak isteyenlerin iştahı ve milletin yarısına tekâmül etmesi şaşırtıcı…
Yani vakti zamanında temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi açısından tüm dünya uyurken şu fakir memleket demokratikleşmeye öncülük etmiş. Şimdi yanlışlıkla veya başka bir şeyi izah için dem dense densizlik sayılıyor. Hemen Demokles’in kılıcı tepede.
O demokratikleşme sürecinden bu yana, CHP’nin kurulması ve Cumhuriyetin ilanından bu güne her bir şeyi sola, solculuğa ve solculara mal eden, tek parti dönemine düşmanlık eden, iflah olmaz saltanat-hilafet sevdalıları Cumhuriyet tarihinde kendi palazlanmalarını da iyice gözden geçirmelidirler. Ayrıca kendi tek parti dönemlerini de objektif olarak süzgeçten süzmelidirler…
Özellikle tek parti rejimini kendi ikbalini düşünmeden bir anda kapatan CHP’nin anca 1965 seçimlerine girerken ortanın solunda yer aldığını resmen açıklamasını bütün sağcıların bildikleri bir gerçek te anlaması gerekir. Neden ise anlamazdan geliyorlar. Ancak bu solcu vurgunun memlekette yaygın bir ideoloji ve tartışma ortamı yarattığını da görmezden geliyorlar. Yani bu günlerin kısıtlanan sosyal ve siyasal rahatlığı ve mevcut iktidarın var olma sebebi bir açıdan da sola açılan CHP’nin eseridir.
Bu gün sol adına yeni söylemler geliştirenlere veya statükocu davrananlara söylenecek söz; yakın geçmişe realist sol pencereden son bir kez daha bakması gerekliliğidir. Aksi halde memleket solu daha da perişan olur.
İdeoloji adına mevcut iktidarın güdülediği her neyse onlara ve tüm sağ yelpazeye söylenecek söz ise; Allah’ın varlığını anımsatmak ve eninde sonunda Allah’ından bulacaklarından başka bir şey değildir. Çünkü koşullu şartlı, keskin ve değişmez bir sağcı rüzgâra sırtını yaslamış ve mevcut tek parti iktidar ile bir adama bel bağlamış yarı millet var ortada.
Bu son ve en uzun tek parti döneminin yani AKP iktidarının da hesap vereceği bir günün olduğu ve dünyadaki hesap günlerinin de yaklaştığının unutulmaması gerekir. Ortam güllük gülistanlıkken, erken derken, ekonominin yıllar içinde şişip şişirilip patlaması ilk işarettir. Yakında tek parti iktidarı ve destekçileri içten dışa birbirlerini yemeye başlarlar. O veda yemeğinde ise her zamanki gibi halk arada kalır.
Her zamanki gibi kısa bir ara dönemden sonra siyaset sahneleri yeniden kurulduğunda, politika kazanı tekrardan kaynamaya yüz tuttuğunda bu yarıdan fazlayı bulan sağ cenah olan bitende hiç payı yokmuşçasına yüzleri kızarmadan tüm kabahati yine ekmek karnesi ve mescitlerin buğday ambarı olmasına bağlarlar. Yeniden taban tutarlar.
Ancak ak kara hiç fark etmez. Tek parti saltanatı sağlamış olmaları da hiç fark etmez. Tarih iktidar kalmak uğruna planlı darbecikler sahneleyenleri, proje tutmayınca birbirine girenleri, çarık çürükleri aladır diyerek allayıp pullayanları, salladıkça sallayanları, mangalda kül bırakmayanları, herkes için adalet lazımlığı kendi kapılarına dayandığında ise Ata’dan imdat bekleyenleri çok gördü ve görecek.
Onların topu dün olmadığı için, bu gün yoklar. Adları anılmaz. Bu gün var olanlar dün olmadıklarından, vakit tamam olduğunda yarı belinden, çatlayacaklar. Yarınlarda olmayacaklar. Namları şanları unutulacak. Tüm zamanların sözde en alası tek başına iktidar partilerinin tıpkı bu gün olmadığı gibi. Ama kim ne derse desin gözünü kırpmadan tek parti iktidarından vazgeçen, çok partili rejime geçişin mimarı ve realist solu benimseyen CHP ise ilelebet yaşayacak. Nice badireler atlatmasına karşın yıkılmadığı gibi.
Tarih tek parti ve bir adam zihniyetinde boğulanları ve siyaset mezarlığına gömülenleri geçmişte yazdığı gibi yarınlarda da altın kalemle yazacak. Gerçek demokrasiden yana olanlar ise daima yaşayacak.
8 Aralık 2018 Cumartesi
BAŞKA KİM VAR Kİ? ARALIK 10
BAŞKA KİM VAR Kİ?
Başka kim var ki? sorusu onaltı yıldan fazladır tepeden aşağıyı bir güzel belirliyor. Bu yüzden, Başka kim var ki? rüzgarı estikçe estiriliyor. Çünkü Başka kim var ki? siyasetiyle üst üste seçimler kazanılıyor. Günden güne kötüleyen idareye rağmen sandığa gidildiğinde oylar Başka kim var ki? zihniyetiyle en baştakine aktarılıyor. Aslında bu soru başka bir soruyu çağrıştırıyor. Yani yanıt soruda gizli ama farkındalık sıfır...
Denilmek istenen o meşhur fıkradaki gibi açık seçik şu; Başka biri var mı?
Varı çoğu yeni yılda yerel seçimler var. Muhtarından azasına, belediye başkanından belediye meclis üyesine memleket yenilenecek. Yağ bal götürenler ile tüm ezilenler aynı sıraya girecek. Seçime girenleri oylayacak. Peki sonuç ne olacak; Başka kim var ki? bu kez de sandıktan çıkacak.
Yani çoğu yerde mevcut kazanacak ama toplum katmanları bir kez daha kaybedecek...
Artık görülmeye başlandı gibi. Bir kere aka kara bulaşmış, ampul aydınlatmaz olmuş aleni ortada. Ekonomi bitik, taban delik, damlar akıyor, arap kızı camdan bakıyor, vesaire. Durum feci olsa da şimdiden yüksek sesle dillendirilen nabız yoklaması hazır; Başka kim var ki?
Hala mazlum mağdur edebiyatı. Hala gezi jurnalciliği, gazi avcılığı. Hala duygu ve din sömürüsü. Bunlara yenileri ulanarak uyuşukluk devam ettiriliyor.
Yani on altı yıl zarfında söylem bazında zerrece değişen bir şey yok. Ama memlekette çok şey değişti. Millet farkında değil. Herşey ayrıntılarda gizli. Ancak ayrıntılar hep gizli kapaklı. Başka kim var ise ya saflaştırıldı ya da hizaya çekildi. Ve tüm kararlar bir kişinin aklına emanet edildi. Her fırsatta kurcalanan o meşhur tek parti döneminden daha katı tek particilik güncellendi. Çıt çıkaran yok...
Sadece çığırtkanların dillendirdiği o çıtkırıldım yanıt var. Hazıra dağ dayanmayacağını bile bile; Başka kim var ki? şark kurnazlığı...
Mevcut on altıya dahası yıllar eklenmemesi için gidişattan hoşnut olmayanlara yapılacak tek şey var; bu Başka kim var ki? sorusuna yanıt bulmak, başka kimlerin, ne babayiğitlerin var olduğunu cümle aleme göstermek. Milletin nabzına başkaları da var, bu var, şu var, bunlar var diye zerk etmek. Bu ürkütücü tablodan kurtulmak için başka yol yok.
Ayrıca başka kim varsa tek bir onaya bağlı olmaksızın, ortaya çıkarma esası da artık kabullenilmeli. İçselleştirilmeli. Demokrasi çerçevesinde, otoriter bir tavır takınmadan başta yerel yarışanlar bambaşka bir üslupla belirlenip lanse edilmeli. Bunun için hiç bir çözümü yeniden keşfe lüzum da yok. Fotoğraf ortada.
Yoksa Başka kim var ki? sorusu şimdiden on altı yıldır olduğu gibi karşılaşan o belli sonuçları yine tesciller.
Evet, başka biri var, ben varım, Biz varız diyemeden olmayacağı malum. Sadece demekle de olmaz. Bir kez daha vurgulamakta fayda var; adaylar demokratik üsluplarla belirlenemez ve beyan edilemez ise sonuç yine hüsrana yakın...
Ayrıca küçük şehir, Büyükşehir, kasaba nahiye fark etmez, adaylaşınca heryerde milletin gözüne soka soka yapılan açıklamalar tek tip olursa sonuç yine değişmez.
Arife tarif gerekmez açıklamaları; 'Bu onurlu göreve, şu şu belediye başkanlığına beni aday gösteren, desteklerini esirgemeyen, başta Genel Başkanımız Sayın şu şu olmak üzere, Parti yetkililerine ve Parti Meclisine teşekkür ederim...' türden. Aynı tornanın ürünü.
Edilir elbet, böylesine basit ve sıradan yöntemler dahilinde kim aday gösterilirse teşekkürden yeri göğü sallar. Sallar ama seçimlerde de millet onları sollar...
Zaten siyasi sarhoşlukla ilk mesajlar böylesine basmakalıp olunca o dere tepe düz sorusu da kendiliğinden gelir; Başka kimse var mı?
Cevabı da dünden hazır; Başka kimse yok ki...
KADIN...
Kadın antik çağdan bugüne yeryüzünde, yasaklara ve kısıtlayıcı geleneklere gereğince karşı koyamayan tek canlı portresidir. Oysa on binlerce yıldır saç, göz, ten rengi birbirinden farklı tablolar, heykeller, ağaca ve taşa oymalar, kabataslak tasvirlerle tarihi dökümandır. Resmi tarihtir...
Gün olur coğrafi ve politik karanlığın derinliğinde devrimci tutkunun en güzel halidir. Gün gelir varoluşun timsali, tükenmez gücün görüntüsü, dirilişe tanıklığın en somut göstergesidir.
Gerçek dünya inancının temsilcisidir kadın. Değişimin ve reformların en kararlı ifadesi, sosyal statüsü ve yaşam tarzıdır. Erkek egemen gelenekçilik açısından da ahlak değeridir. Ölçüdür. Havadır. Havaridir.
Ataerkil düşünüm de bilir ki kadın; dünyadır. Evrendir. Kainatta bol para, boş evler, harabe şehirler, yıkılmış duvarlar, fethedilmiş kaleler onunla vardır. Onsuz yoktur. Hiçtir.
Kadın gizemli bir güzelliği yansıtır tarih boyu. Yerel korkuların da, kutsal metinlerin de özündedir. Çekirdeğidir. Arşivdir. Tarih sahnesinde tozdur. Tattır. Zerredir. Bütündür.
Simle işlenmiş beden ve ruh buluşmasının öncüsüdür. Her çeşit anı kalıntısına kalantorca kalıbını basandır. Yıllara yollara yiğitçe maydan okuyandır.
Her çağda her ortamda sağduyunun, güçlü iradenin, ilahi varlığa ulaşmanın ta kendisidir kadın. Tövbekarlık simgesidir. İnkar edilmeyecek boyutta ayrıcalıklıdır. Sevgiyi kavrayan ve kavratandır. Karşılık beklemeksizin yaratandır. Sonsuzluk sembolüdür. Kutsallığın saf ayarıdır. Hayatın tılsımlı aynasıdır.
Kadın muhteşem anlamlı satırları şekillendiren sezgidir. Diyalogdur. Temadır. Tanıdır. Tavırdır. Koşulsuz yoldaştır. Mermer lahittir. Beklentiler ötesi, hayal berisidir. Baş döndüren umuttur. Kutsal aktarımdır. Kurtarıcıdır. Hayranlık uyandıran şiirdir. Yeryüzünün tüm tehditlerini kehanet düzeyinde şairane bertaraf edebilendir. Koruyandır.
Kadın; Candır. Canandır. Çiçektir. Fidanları yetiştiren topraktır. Denizdir. Yaşam suyudur. Çamurdur. Hastır. Yastır. Bilgidir. Bilgedir. Melektir...
Kadın, ezeli ebedi kurtuluşa sözlü kanundur. Tekliği çoğaltan yaşam ışığıdır. Güneştir. Güldür. Nurdur. Gözyaşıdır. Dünyanın altın anahtarıdır. Evrenin tüm sırlarına doğaüstü yanıttır. Doğanın yaşayan en büyük mucizesidir...
Tüm bunlara karşın kadın on binlerce yıldır bastırılmışlığın, yok sayılmışlığın, zulüme uğramışlığın, hor görülmüşlüğün de adıdır. Asırlardır sürdürülen kara, yoz cehaletin başlıca kurbanıdır. Akıldaki günah, kalpteki yaradır.
Ne yazıktır ki dünya kurulalı beri eşitlik hep kadın aleyhine bozulmuştur. Garip ama gerçek. Ayıp ama kayıp.
Anca yirminci yüzyıldan sonra başlı başına yaşam fenomeni olmuştur. Şartları değişmeye zorlayan, eşit şartlarda yaşamayı savunan, denk koşullarda çalışmayı arzulayan uzun yolculukların ateşli soluğu olmuştur.
Yakıcıdır ama yapıcıdır kadın. İnsancıl ve anaç. Anadır.
Anadolu'da, memleketin dört bir tarafında Kurtuluşa kadın eli değdiğini gören Ata'sı sayesinde; bu toprakların kadını seksen küsur yıl önce, geç ama çoğu hemcinslerinden çok evvel seçme seçilme hakkını elde etmiştir. Verilmiş diye söylense de, canıyla kanıyla resmen hakketmiştir.
Çok mu? Az bile...
ENFLASYON...
En flaş deyimle memleket istikrarın tüm güzelliklerini bir güzel yaşıyor. İstikrarı bozmaya çalışanlar utansın. Başta krize meydan okuyan bir iktidar var. Ve iktidara devamlı ve iddialı, destekte sınır tanımayan ahalisi. Haliyle gidiş bilindik güzergahtan aynı yöne. Hiç bir şey değişmeyecek gibi görünüyor. Her şey yine aynı kalacak...
Bu kalakalış bu ay itibariyle daha da netleşti. Neti brütü artık yüz liraya satın alınanlar yüzyirmibeş liraya alınıyor. Veya yüz liraya alınanlardan ancak yetmiş beş liralık satın alınabiliyor. Yani enflasyon en flaş seviyede tutulmaya çalışılmış olsa da yine yüzde yirmi beş erimiş gelirler. Giderler ise yüzde yirmibeş artmış.
Bu fiyatlardaki artışın vebali tümden dış güçlerin. Bütün neden dış mihrakların çıkardığı kriz. Memleketi idare edenler ise külliyen günahsız. O yüzden enflasyon sepetinde gizlenen ve oynanan değerler sonucu çıkan tablo sevindirici.
Sanki iyiye gidiyor her şey. Dengeler. Piyasalar. Oysa tabandan tavana hissedilen enflasyon yüzde kırklarda seyrediyor. Olsun.
Zaten Millet te bir güzel seyrediyor...
Onaltı yıldan sonra birden şahlanan ekonomi milyonların mutfak ortamı dışında bir güzel işliyor. Yeni yıla hazırlanılıyor toptan.
Tarihi sorumluluğu taşıyanlar ise her şekilde çöküşe geçen bu şahlanışı şerbetleme peşinde. Mevcut siyasal iktidarın en iyi becerdiği şey bu. Bir de seçim kazanmak.
Yeni yılda da yerel seçimler var. Peki sonucu ne olacak, şimdiden belli yine kazanacaklar...
Sarayı parayı bir kenara bırakmayan yerlerde ise sarı yelekliler vergi zammını erteletmişler. Peki bu memleketin yeleksizleri; sadece gidişatı izliyor. Gereksiz buluyor iktidar karşıtlığını hele de isyanı. Ve haline şükrediyor.
Durum vaziyet bu merkezde. Tavır tavırsızlık olunca aslında hesap kurnazlıklarına hiç gerek yok. Reel enflasyon flaş şekilde doğrucu açıklanmış olsa bile sözde yaşanan istikrar keyfi yüzünden karşı çıkan olmaz. Elbette yalancı baharı gören mekanlı mekansızlardan sadece taşlayanlar olur. Onlar da kaale alınmaz.
Ayrıca flaş enflasyon rakamının üstüne eklenir; Tüfe yüzde bir buçuk düştü, küfe hafifledi diye. Bu düşük rakam allanır pullanır. Ve anında ekonomiden akademik düzeyde anlayan milletin aklında flaşlar çakar. Yürekler yanarsa da 'güzel idare ediliyoruz, sıkıntı yok...' rüzgarları yayılır.
Dünyadaki en kötü üç beş ekonomiden birisi olunmuş kimin umurunda. Öyle olunsa da verdiği bir rahatsızlık şimdilik duyulmuyor nasıl olsa.
Hazırdan açıklanan şaibeli enflasyon oranı hep şaibe yaratacak veriler yüzünden. Stokçular da bu şaibeye dahil. Şaibe var diyenler de. Yoksa kimsenin keyfinin kaçtığı falan da yok.
En flaş deyimle enflasyon tamamen dış mihrakların oyunları yüzünden arttıkça artıyor. Çeşitli varyasyonlarla enflasyonu düşük gösterenler her kimse yerden göre haklılar.
Haklılar çünkü dış güçlerin oyununa mı gelinsin toptan. İzan da izah da bu.
Asıl flaş sonuç yıl sonu...
Mutlu mutsuz sona helalinden tek cümle; Buna da şükür...
2 Aralık 2018 Pazar
KAVGALAR DEVRİYESİ
KAVGALAR DEVRİYESİ
Toplu iğne ucuyla kazdım
bu arızalı hayatı.
Kavgalar devresinde kavgalar devriyesi olarak.
Kara kargalara inat.
Aklamak zor asit yağmurlarında günahı
sevaba da su katmak.
Alkışlarla filan, salkım saçak.
Yağma yok kızarım karga tulumba alınmalara.
Alınırım karalamalara sümüklü böcek furyasında.
Alınganlık meselesi aklın duvarına yapışan da
yerinde tutmak zordur meridyenleri.
Devri alem günden geceye on yıllarca.
Tutuk sürgünlük sınırında yanınca anılar
anlamak lazım
topluca direnmek kalantorluğunu.
Ve yürek burkan arızayı halletmek kökten…
Sinemaki çayı yanında emrivaki yalnızlığı da içmek
tüm arızalara inat.
Çuvaldızla tüneller kazdım
kargılara gelesi yalnızlık.
yalnızlıktan kurtulmak için yollar.
Hayatımın bariz arızalarına tünedi ala kargalar.
Kavgalar âleminde başa çuval geçirtip
elaleme güldürenleri yazdım sonra kara kaplıya.
Goy goycuları gak gukçuları falan.
Boyuna boyuna dolanan yağlı urganlarla dirildim.
Yalan yok kazırım salyangoz furyasında
neslime uluorta sövenleri
akıncı pozunda korkakça saldıranları.
Kavgalar devresiyim kavgalar devriyesiyim
diyeceğim korkmam karganya cehenneminden.
Çıkmak kolay merdivenleri
ağır safari pozunda çıplak ayak
topluca inivermesi zor.
Toplu iğne ucu derinliğe çakılmak var ucunda.
Bütün arızayı kavgalar şehrinde bir gece yarısı
toptan halletmek.
Kavgalar devriyesi siperinde
O anı iki kez kapalı devre yaşadım be devrem
gönül gözüm açıldı.
Gönlüm istemiyor gerçekten
Zor bi hal biriken anıları
iğne ucuyla kazılan tünellere gömmeyi.
Ve geç de olsa anladım
bu arızalı hayat bana göre değil...
Toplu iğne ucuyla kazdım
bu arızalı hayatı.
Kavgalar devresinde kavgalar devriyesi olarak.
Kara kargalara inat.
Aklamak zor asit yağmurlarında günahı
sevaba da su katmak.
Alkışlarla filan, salkım saçak.
Yağma yok kızarım karga tulumba alınmalara.
Alınırım karalamalara sümüklü böcek furyasında.
Alınganlık meselesi aklın duvarına yapışan da
yerinde tutmak zordur meridyenleri.
Devri alem günden geceye on yıllarca.
Tutuk sürgünlük sınırında yanınca anılar
anlamak lazım
topluca direnmek kalantorluğunu.
Ve yürek burkan arızayı halletmek kökten…
Sinemaki çayı yanında emrivaki yalnızlığı da içmek
tüm arızalara inat.
Çuvaldızla tüneller kazdım
kargılara gelesi yalnızlık.
yalnızlıktan kurtulmak için yollar.
Hayatımın bariz arızalarına tünedi ala kargalar.
Kavgalar âleminde başa çuval geçirtip
elaleme güldürenleri yazdım sonra kara kaplıya.
Goy goycuları gak gukçuları falan.
Boyuna boyuna dolanan yağlı urganlarla dirildim.
Yalan yok kazırım salyangoz furyasında
neslime uluorta sövenleri
akıncı pozunda korkakça saldıranları.
Kavgalar devresiyim kavgalar devriyesiyim
diyeceğim korkmam karganya cehenneminden.
Çıkmak kolay merdivenleri
ağır safari pozunda çıplak ayak
topluca inivermesi zor.
Toplu iğne ucu derinliğe çakılmak var ucunda.
Bütün arızayı kavgalar şehrinde bir gece yarısı
toptan halletmek.
Kavgalar devriyesi siperinde
O anı iki kez kapalı devre yaşadım be devrem
gönül gözüm açıldı.
Gönlüm istemiyor gerçekten
Zor bi hal biriken anıları
iğne ucuyla kazılan tünellere gömmeyi.
Ve geç de olsa anladım
bu arızalı hayat bana göre değil...
YÜKSEK SİYASET
YÜKSEK SİYASET
Yüksek yüksek tepelerde, yüksek rakımlı mertebelerde, yüksek rakamlı mevkilerde hala sözde ittifaklı itilaflı yüksek siyaset yapılıyor…
Yapılıyor ancak yüksek siyasette amacın; millet yararına belirlenen hedeflere ulaşmak, kararan tabloda umudu daima taze tutmak, toplum katmanlarına eylem serbestisi tanımak ve sağlamak, bireyleri belirlenen siyasal aktivitelerin içine katmak, memleket idaresinde ve yerelde söz sahibi olabilmelerini gerçekleştirmek ve emeğe koşut siyasal görevler üstlenebilmenin önünü açmak olduğu ne hikmetse unutuluyor.
Bu vurdumduymazlık aidiyet kapsamında ciddi sıkıntılar oluşturuyor. Çünkü yüksek siyaset piramidine omuz verenlerin tepeden tırnağa yenilenme ve değişim feryatları duyulmuyor. Kamuoyunu çalkalandıran gerçeklere tanıklık, yazım, vesika, doküman, nefer, boyutunda koca bir hiçlik söz konusu oluyor. Ve hep on yıllardır yokuşa sürülen bir sürecin biteviye yaşanması doğallaştırılıyor.
Aslında iktidar düzeyinde veya muhalefet düzleminde tüm eğreti yapılanmaların, yanlışların, görülmesi gösterilmesi ve düzeltilmesi yüksek siyasetçilerin başlıca görevi. Boyunlarına borç. Bu borcun ödenmesi için yüksek siyasetin kavram çeşitliliğini gözeterek katılımcılık ve söylem birliğinde buluşması, buluşturması, siyasi disiplinler çerçevesinde ciddi kolektivist tavırlılık göstermesi şart.
Yani sürekli en yaygın biçimde düşülen hatalara düşülmemesi veya dersler çıkarılması genel esas. Yüksek Siyaset ve Yüksek siyasetçilerin düşülen çıkmazdan çıkılması için artarak karşılaşılan sorunların bilimsel yönde irdelenmesi, problemlere çözüm anlamında yepyeni ve evrensel biçimlendirmeler, bilgilenme ve bilgilendirme yoluyla düzenlemeler ve acil düzeltmeler önermesi gerekiyor. Tabandan tavana bu işin daha çok yüksek rakımlı tepelere dokunan ucu var.
Sonuçta siyaset; dokunmalar ve dokundurmalar üzerine farklı anlamlar kazandırma, gelişme ve geliştirme mesleği olarak görülüyorsa bu siyasi dipsizlikten diplomatça sıyrılmayışın sorumlusu da yüksek siyaset yaptığını sanan yüksek siyasetçilerdir. İvedilikle çözüm aramak yerine korku imparatorluğu baskılarıyla çözümsüzlük dayatmak memlekete zarardır. Bu dayatmacılık memleketin sözde Yüksek Siyasetine reel katkıda bulunmamak ve politik kulvarda peşpeşe kayıplar yaşamak manasına gelir.
O halde kaybı kazanca çevirmek için çağa uygun kurumsallaşmak çok önemlidir. Çünkü yerilmeye fırsat vermeyen, filizlenen umutları hep bir sonraki dönemlere aktaran yüksek yönetsel anlayışlar yüksek siyasetin gereğini yapamamış demektir. Yapılması gereken memlekete yön verecek yetkinlikteki kurumsal kadroların yalancı iktidar çarkında ezilmesini önleyip, toplumun her kesiminden derlenen, aidiyet mantalitesi kazandırılanlarla yüksek siyaset zemininde değerlendirilmesidir. Bu değerleme mutlaka diğer çevrelerce de görülecektir. Ve bu görüş birliği artık ekmek su kadar gerekli yenilenmelere açılım sağlayacaktır.
Aksi takdirde Yüksek Siyasi erkin yanında yer alsın veya almasın, karşısında yüksek perdeden dirensin veya direnmesin tüm siyaset ilgilileri siyasi kaosun kurbanları olacaktır. Bu nedenle yüksek siyasetin bir an evvel genel ve yerel doğrular noktasında netleşmesi gerekir. Öyle zamana yayarak unutturma ve yutturma taktikleriyle bir sonuca varılamaz. Olumlu bir sonuca ulaşılamaz. Bu izlekli bir Yüksek siyaset yürütümü tüm toplum katmanlarının top yekûn desteğini yitirir. Bir anda nelerin değişebileceğini ve en olmazların nasıl olabileceğini ayan beyan görür.
Yüksek Siyaset tüm teamüllerin ve temayüllerin tersine, siyaseten radikalleşmeden marjinalleşmeden bile çekinmeden toplum katmanlarının istemleri doğrultusunda, doğru bildiği hatta ısrar ve direnç göstermelidir. Yoksa kötü gidişata dur demek ve zoru başarmak hayal olur. İş işten hepten geçer.
Açıkçası uyuyan dev artık uyanmalı. Artık memleketin en yüksek makamlarında ve en yüksek rakımlarında hakkıyla olmadan Yüksek siyaset yaptığını sanan Yüksek siyasetçilere öyle denildiği gibi aşırı ihtiyaç olmadığı da görülmeli. Çünkü topunun topyekûn yaptıkları ortada. Topunun toplum katmanlarını yani memleketi toptan getirdikleri yer besbelli.
O halde ittifat itilaf arasında bocalatılanların güncele ilişkin, günü kurtaran basit eylemlere söylemlere hiç aldırmaksızın memleketi rahatlatacak siyasi prodüksiyonlara imza atabileceklerin vaktinin gelip de geçmekte olduğunu görerek yüksek siyasete ayar çekmeleri gerekir. Bu karşı koyuşu ayarsızlık olarak görenlere tıpkı bir yüksek siyasetçi tavrıyla yüksek siyasetin değerleme ve değerlendirmelerine ve yöntemlerine katı ılınmadığı açıkça yüksek sesle dile getirilmelidir.
Eğer yüksek siyaset topluma dönük yüzünü bir türlü yenileyemiyor ise ve toplum katmanları da gereken reaksiyonu gösteremiyorsa daha çok yüksek yüksek tepelerde sözde ittifaklı itilaflı yüksek siyaset yapılır.
Ve sonuçta iyice dibe vurulur…
Yüksek yüksek tepelerde, yüksek rakımlı mertebelerde, yüksek rakamlı mevkilerde hala sözde ittifaklı itilaflı yüksek siyaset yapılıyor…
Yapılıyor ancak yüksek siyasette amacın; millet yararına belirlenen hedeflere ulaşmak, kararan tabloda umudu daima taze tutmak, toplum katmanlarına eylem serbestisi tanımak ve sağlamak, bireyleri belirlenen siyasal aktivitelerin içine katmak, memleket idaresinde ve yerelde söz sahibi olabilmelerini gerçekleştirmek ve emeğe koşut siyasal görevler üstlenebilmenin önünü açmak olduğu ne hikmetse unutuluyor.
Bu vurdumduymazlık aidiyet kapsamında ciddi sıkıntılar oluşturuyor. Çünkü yüksek siyaset piramidine omuz verenlerin tepeden tırnağa yenilenme ve değişim feryatları duyulmuyor. Kamuoyunu çalkalandıran gerçeklere tanıklık, yazım, vesika, doküman, nefer, boyutunda koca bir hiçlik söz konusu oluyor. Ve hep on yıllardır yokuşa sürülen bir sürecin biteviye yaşanması doğallaştırılıyor.
Aslında iktidar düzeyinde veya muhalefet düzleminde tüm eğreti yapılanmaların, yanlışların, görülmesi gösterilmesi ve düzeltilmesi yüksek siyasetçilerin başlıca görevi. Boyunlarına borç. Bu borcun ödenmesi için yüksek siyasetin kavram çeşitliliğini gözeterek katılımcılık ve söylem birliğinde buluşması, buluşturması, siyasi disiplinler çerçevesinde ciddi kolektivist tavırlılık göstermesi şart.
Yani sürekli en yaygın biçimde düşülen hatalara düşülmemesi veya dersler çıkarılması genel esas. Yüksek Siyaset ve Yüksek siyasetçilerin düşülen çıkmazdan çıkılması için artarak karşılaşılan sorunların bilimsel yönde irdelenmesi, problemlere çözüm anlamında yepyeni ve evrensel biçimlendirmeler, bilgilenme ve bilgilendirme yoluyla düzenlemeler ve acil düzeltmeler önermesi gerekiyor. Tabandan tavana bu işin daha çok yüksek rakımlı tepelere dokunan ucu var.
Sonuçta siyaset; dokunmalar ve dokundurmalar üzerine farklı anlamlar kazandırma, gelişme ve geliştirme mesleği olarak görülüyorsa bu siyasi dipsizlikten diplomatça sıyrılmayışın sorumlusu da yüksek siyaset yaptığını sanan yüksek siyasetçilerdir. İvedilikle çözüm aramak yerine korku imparatorluğu baskılarıyla çözümsüzlük dayatmak memlekete zarardır. Bu dayatmacılık memleketin sözde Yüksek Siyasetine reel katkıda bulunmamak ve politik kulvarda peşpeşe kayıplar yaşamak manasına gelir.
O halde kaybı kazanca çevirmek için çağa uygun kurumsallaşmak çok önemlidir. Çünkü yerilmeye fırsat vermeyen, filizlenen umutları hep bir sonraki dönemlere aktaran yüksek yönetsel anlayışlar yüksek siyasetin gereğini yapamamış demektir. Yapılması gereken memlekete yön verecek yetkinlikteki kurumsal kadroların yalancı iktidar çarkında ezilmesini önleyip, toplumun her kesiminden derlenen, aidiyet mantalitesi kazandırılanlarla yüksek siyaset zemininde değerlendirilmesidir. Bu değerleme mutlaka diğer çevrelerce de görülecektir. Ve bu görüş birliği artık ekmek su kadar gerekli yenilenmelere açılım sağlayacaktır.
Aksi takdirde Yüksek Siyasi erkin yanında yer alsın veya almasın, karşısında yüksek perdeden dirensin veya direnmesin tüm siyaset ilgilileri siyasi kaosun kurbanları olacaktır. Bu nedenle yüksek siyasetin bir an evvel genel ve yerel doğrular noktasında netleşmesi gerekir. Öyle zamana yayarak unutturma ve yutturma taktikleriyle bir sonuca varılamaz. Olumlu bir sonuca ulaşılamaz. Bu izlekli bir Yüksek siyaset yürütümü tüm toplum katmanlarının top yekûn desteğini yitirir. Bir anda nelerin değişebileceğini ve en olmazların nasıl olabileceğini ayan beyan görür.
Yüksek Siyaset tüm teamüllerin ve temayüllerin tersine, siyaseten radikalleşmeden marjinalleşmeden bile çekinmeden toplum katmanlarının istemleri doğrultusunda, doğru bildiği hatta ısrar ve direnç göstermelidir. Yoksa kötü gidişata dur demek ve zoru başarmak hayal olur. İş işten hepten geçer.
Açıkçası uyuyan dev artık uyanmalı. Artık memleketin en yüksek makamlarında ve en yüksek rakımlarında hakkıyla olmadan Yüksek siyaset yaptığını sanan Yüksek siyasetçilere öyle denildiği gibi aşırı ihtiyaç olmadığı da görülmeli. Çünkü topunun topyekûn yaptıkları ortada. Topunun toplum katmanlarını yani memleketi toptan getirdikleri yer besbelli.
O halde ittifat itilaf arasında bocalatılanların güncele ilişkin, günü kurtaran basit eylemlere söylemlere hiç aldırmaksızın memleketi rahatlatacak siyasi prodüksiyonlara imza atabileceklerin vaktinin gelip de geçmekte olduğunu görerek yüksek siyasete ayar çekmeleri gerekir. Bu karşı koyuşu ayarsızlık olarak görenlere tıpkı bir yüksek siyasetçi tavrıyla yüksek siyasetin değerleme ve değerlendirmelerine ve yöntemlerine katı ılınmadığı açıkça yüksek sesle dile getirilmelidir.
Eğer yüksek siyaset topluma dönük yüzünü bir türlü yenileyemiyor ise ve toplum katmanları da gereken reaksiyonu gösteremiyorsa daha çok yüksek yüksek tepelerde sözde ittifaklı itilaflı yüksek siyaset yapılır.
Ve sonuçta iyice dibe vurulur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder