21 Nisan 2019 Pazar

haziran18-3

ERKEN YEREL SEÇİM VAR, PEŞİNDEN…

Haziran sonu gerçekleştirilen tercih seçimleri, Dünyada; "Bağımsız olmasına bağımsız ama hiç de adil olmayan bir seçimle İslamcı milliyetçi ve yeni Osmanlıcı bir karışımdan oluşan Yeni Türkiye'nin başlangıcı, büyük ihtimalle Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan eski demokratik laik cumhuriyetin sonu oldu…" yorumları ile karşılandı.

Ve eklendi; 'Yeni Türkiye, daha İslamcı, daha milliyetçi ve otoriter olacak’…

Avrupa ve dünya gözlemci raporlarına geçen saptamalar da; ‘seçimlere yüksek katılımın takdir edildiği, ancak Reisicumhur ve Partisinin geniş bir şekilde medyada yer aldığı, devlet kaynaklarını yanlış kullandığı, OHAL'in toplanma ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması için kullanıldığı ve benzeri...’ yönünde…

İşin aslı ise 'Türkiye ciddi bir şekilde bölündü'. Bir daha zor toparlanır, bütünlenir…

Şimdi ‘Cumhur İttifakı’ her konuda ya incelikle anlaşacak ya da belli konularda ayrışacak veya zıtlaşacak. Çünkü ittifakın büyük ayağı mecliste çoğunluğu elde edemedi. Küçük ortağa el mahkûm. Hal böyle olunca, olası siyasi gelişmeleri hiç masaya yatırmadan mevcuttan çıkarılabilecek sonuç ise şu; “önce erken yerel seçim, sonra duruma göre…” 

Yani ufukta yıl bitmeden erken yerel seçim var. Peşinden erken yerel seçimden elde edilecek müspet menfi sonuca göre en kısa zamanda gerçekleştirilecek bir genel seçim…

Yerel seçimlerin normal takvime göre yaklaşık dokuz ay sonra yapılması gerekiyor. İlk etapta yeminler, Meclis başkanlığı seçimi, kabine ataması,  derken sıra mutlaka yerel seçimlere gelecektir. İktidarın Cumhur ittifakı çatlasın veya çatlamasın muhalefetin yerelde güçlenmesini önlemek için seçimleri erkene alması ihtimali yüksek. Kasım sonu Aralık ortası muhtemel bir seçim düşünülebilir.

İktidar, ileride kendisini iyice zorlayacak ekonomik buhran dolayısıyla yerelde seçim kaybetmeyi göze alamaz. O yüzden memleket daha seçim atmosferinden çıkmadan o hızla yerel seçimleri de erkene alarak namı hesabına dört beş yıl seçimsiz ve dikensiz bir dönemi yaratabilir. Erken yerel seçimlerin yapılabilmesi için anayasa değişikliği yapılması şart. Yeni oluşan parlamentoda iktidar partisinin referandumsuz tek başına anayasa değişikliği yapma çoğunluğu yok. Olası bir teklifte küçük ortak yereli erkene çekme fikrini destekleyerek nasıl yakaladığını kendisinin de izah edemediği ivmeyle belediyeler kazanma peşine düşebilir. Ancak yine de cumhur ittifakı yeter sayıya ulaşamıyor.

Ana muhalefet de olası bir öneriye parti içi kaostan seçim yollu çıkmak ve tabanını bir süreliğine daha diri tutmak adına onay verebilir. Son tercih seçiminde geriye düşülse de özellikle erkene alınacak bir yerel seçimde “İstanbul’da geldiler, İstanbul’dan gidecekler…” ipine sarılabilir.

Ayrıca büyükşehirlerde ve büyük ilçelerde görevden alınan başkanlar ile yaklaşık yüz belediyenin kayyum tarafından yönetildiği de düşünülürse şu an hiç belediyesi olmayan millet barajını aşıp meclise giren ile diğer muhalefet partisi de erken yerel seçim teklifine sıcak bakabilirler.

Eğer dört yüz vekilin desteği alınır da erken yerel seçim kanunlaşırsa diğer irili ufaklı siyasi partilerin de tabela partisi olmamak adına kerhen de olsa desteklemek ve seçime girmekten başka bir seçenekleri kalmaz.

Daha yeni seçimden çıkıldı, erken seçim devlete külfet getirir marazasına da hiç lüzum yok. Memleketin yarısı dünden hazır, millet de seçimle yatıp kalkmaya alıştı zaten. El cevap hazır; “erkenden onu da yapın gitsin. Aradan çıksın.”

Çıksın çünkü daha her an gündeme girebilecek seçim yenilemesi veya ‘erken genel seçim’ var…

KURGU MUHALEFET

KURGU MUHALEFET
 
Hemen her seçimin peşinden ana muhalefet partisinde içeriden dışarıdan deprem ve erozyon beklentisi pompalanıyor. Karışıklık besleniyor. Böylece ayakta kalmaya destek yıllar yılı önlenemez kadro kayıplarından ve ivme düşmesinden çıkarılacak dersler ve tüm objektif yaklaşımlar da yok ediliyor…
 
Ayrıca kurgu sık aralıklarla değiştirildiğinden gerçekçi tahliller geciktiriliyor ve gerekli gereksiz diskalifiyelerle zemin sıklaştırılıyor. Bu çekirdeğine sıkışma gürültücü ve sert üsluplu, iğneleyici, itici bir siyaset anlayışını da güncelliyor. Bu da alçak yüksek nabız tansiyonlarına ince ayar çekmekten başka bir işe de yaramıyor. Millete de ters geliyor.
 
Hele soldan kopuşla memleketin öznel şartlarına uygunluk sağlanır öngörüsü de tutmayınca her seferinde kurgu bir daha değiştiriliyor. Öyle ki her kaçınılmaz yenilgide yeni başlangıçlar, yani tarifsiz zorlamalar, izlenecek yeni rota, yeni yol fonlamaları ile çıkmaza düşülen her durumda ayni işgüzarlıklar hortlatılıyor. Lafı güzaf. Hayal ötesi hayalcilik. Liste bazlı siyaset.  Oysa alttan üste herkes yönetenleri etkin ve başarılı kılacak, yöneticileri güvenilir devlet adamı konumuna getirecek,  güncelden geleceğe sağlam köprüleri olan ve kurgusu sağlam politika gerektiğini biliyor.
 
Bu bilgiçlik dâhilinde tüm kaybedişler, aslında her alanda yeterlilik ve yetkinlik yitimi ile özdeş bir gerçeklik. On yıllardır kazanmayı da unutan bir yapıyla devamın delaleti. Bir türlü kazanamadıkça da yönetme kabiliyeti zayıflaması.
 
Sorun bunlar değil de öncelikli sorun eğer ideolojik kayma ise eksiklik ve tutarsızlıkların bir türlü giderilemediği açık. Değil ise durum daha da vahim. Hayır sorun taban kayması ise on yıllardır tabanın sesine hiç kulak verilmediği de ortada. Yani teorik ve pratik kökten yanlışlıklar yapıldığı besbelli. Sonra politik eleştiriler ahlaki kriterlerle değerlendirilmeyince de hedeflenen amaç ve taktikler de doğru kavranmıyor. Ve sonuç her zamanki gibi hüsran.
 
Yani aşağıdan yukarıya özgürlüğe kavuşulamayınca kitlesel boyutta kilitlenilen hedefe de ulaşılamıyor. Sosyalistler ve devrimcilerin eylemliliklerinden kopulduğu da bir başka gerçek. Sanki korkuluyor.  Ana muhalefetin nesnel niteliği cumhuriyetçi burjuvazinin amaçları ve amaçlananların gerçekleştirilmesi görevine indirgenmiş durumda.  Bu durum da kadrosal yenilenmenin önünü kestikçe kesiyor. Kurumsallaşmayı birinci dereceden zedeleyen bu atmosferde ideoloji ve ilkeler bireysel çıkışların ve gereksiz sorumluluk üstlenmelerin gölgesinde kalıyor. Tek çare olarak abartılı bireyselliğe ve ısmarlama vitrin düzenlemeye bel bağlanıyor. Bu çizgide sürdürülen inatla resmen bilime haksızlık ediliyor.
 
Bu denli geniş perspektifte ele alınacak sorun varken tüm zorluklara, engellere rağmen güç bela kurulmuş bir memlekette yeni veya eski tüm oluşumlar mevcut dengesini gün gelir koruyamaz. Yer yer atılımlarla, katılımlarla, büyürse de,  etkinlik alanları günden güne daralır. Etki alanını genişletse de, köklü kurumsal yapıların son örneği olsa da kurum yeri gelir yine tıkanır kalır. İşte budur yaşanan.
 
Artık görülmesi gereken gerçek; memleketi yeniden var edecek olgunun yersiz kurumlanmalar değil, kurumlaşma olduğudur. Yakın örnekteki gibi kamuoyunda yankı bulacak lider kadro ve yönetici kadro bütünleşmesidir. Yani tüm mesele bir bütün içinde değişim, dönüşüm ve dayanışmayı içselleştirmektir.
 
On yıllardır ayrıştırma zevkine vararak, ayrıştırıp aykırılaştırıp, sonra da hiç zahmetsiz kurtarıcılığa soyunma ve kanatlanmanın millet için önemi olmadığı görülmüştür. Düşsel siyasetin ve eğitimsiz siyasetçinin temel hatası işte budur. Hele de asıl çilenin ileride olduğu ve çile dolmadan da hataların kayda geçirilemeyeceğini anımsatmakla olmuyor demek ki. Anca anlayana ve anlamak isteyenedir bu gerçeklik.  O halde düzenin ilk kuralı akan sular gün gelir durulur safsatasıdır. Durulmaz.
 
Çünkü hangi yönden bakılırsa bakılsın, nasıl ele alınırsa alınsın şu bozuk, çarpık, vahşi ve kapitalist düzenin tutar yanı yoktur. Bu bal gibi bilinen düzensizliğe tutucu ve totaliter, Allah ve Kitap dozlu siyasetle gelindiyse, mevcut rejimle tam tersi bir dinamizm ve organizasyon ile başa çıkılabilir.
 
Yani ana muhalefet partisinde planlama, koordinasyon ve denetim mekanizmalarını iyi ve yeterince işletemeden sadece disiplin mekanizmasını çalıştırmakla karşılaşılan tıkanıklığın üstesinden gelmek mümkün değildir. Kurgu muhalefet yerine tam anlamıyla kurumsallaşmanın devamı sağlanmalı, yeniden dinamizme kavuşmanın yolları açılmalı ve partiyi yukarıdan aşağıya diriltecek devrimcilik oku hayata geçirilmelidir.
 
Çünkü eski ve eskiyen yapısal bütünlük kurumu belli yere kadar iyi veya kötü taşımış olabilir. Ancak rejimin değişmesiyle günün koşullarına ve tarihsel sürece yanıt verecek akışkanlığını da yitirdiği açıktır. İşte yaşanan güven kaybı bu nedenledir. Böylesine derin bir açmazda katı disiplin kurallarına sığınarak, mevcudu savunmak, ilerlemeye ve değişime ayak diremek, yenileşmeye direnmek kuruma iyice zarar verir. Daha da zayıflatır.
 
Bu gidişle rejime hükmedenler, yarın zayıflayan kurgu muhalefet düzeyinde bile siyaset yaptırmaz...

28 Haziran 2018 Perşembe

CUMHURUN REİSİ MÜBAREK OLSUN…

CUMHURUN REİSİ MÜBAREK OLSUN…

Şu gariban memleket, katı geleneklere aşırı bağımlılığın, dünden yapılan yığma hazırlığın bugüne ve yarınlara yansıdığı bir tercih daha yaşadı. Ve tipik Tek Adam çerçevesinde yoğunlukla benimsenen reis, cumhurun reisi oldu. Milletin reisi olup olamayacağı, pek olmak da istemediği aşikâr bir rota izleyip izlemeyeceği yakında belli olur. Yine de herkese yarım elma gönül alma babında ‘Cumhurun reisi mübarek olsun’ demek düşer.

Bu son tercihle memlekette renkler ve zevkler ayırıcı biçimde alabildiğine değiştiğinden ihtiyatlı bir tutuculuğun egemenliği resmen tescillendi. Ayıraç vazifesi görenler taltif edildi. Cumhur tasnif edildi. Böylece on küsur yılda yetiştirilen yepyeni kadroların bir beş yıl daha önü açıldı. Öyle bir açıldı ki zaten on yıllardır devre göre siyasetin temsilcilerine yenileri de eklendi. İç edildi. Değişen sürece dönük yorumlar, günü kurtaran formüller ileri sürüldü ve tabanda yine tam destek buldu. Türkçe bilmez arapyan vekile kadar dayandı desteğin sivri ucu.

Yani hiç denenmemişçesine seçilen Cumhur reisinin otokratik bir modernleşme sağlayacağına saf saf topyekûn inanıldı. Ne olduysa oldu bir yana hele iktidar sola geçmesin diyenlerin sağda tek kalem bütünleşmesi reisi umulmadık biçimde ilk etapta zirveye taşıdı. Bu kaypaklık ve gafleti ikinci turda bekleyenler de epeyce yanıldı.

Yana yakıla insanlık tarihindeki tüm ilerlemelere, doğru işlere ket vuran sağcı zihniyetin en katmerlenmişleri paslı çarkın dönmesine tam yol izin verdi. Boyun eğdi. Asrın hâkimi kılınan Reisi Cumhur ve Şürekâsı ise miras alınmış ne kadar değer varsa üç beş yılda onları da bir güzel halleder. Miras hak, emanet kutsal çemberinde kalanın üzerine çöker.

Tarihte çok örneği olan çöküş monarşisi benzeri bir yönetsel mekanizma ile cumhurun tipik isyancı halleri de zamanla monotonlaştırılır. Metazori reise yaklaştırılır. Ve cumhurun reisi otoriter rejimin işleyişini işine geldiği şekilde ilmek ilmek işler. Yani bundan böyle cumhurun temel özgürlükler ve tam bağımsızlık gibi bir karakteri ve evrenselliği savunması iyice zorlaşır. Kolayca sokağa çıkamaz. Yollara dökülemez. Çıksa da köşe başları çoktan tutulmuş vay başına ne haller gelir. Yani yeni sağ hegemonya cumhurun ekseriyet desteğiyle açık görüşler ve temel uzlaşıların uzağında bir geçiş dönemini tamamlar.

Planlanan oydu buydu tartışmasının yersizliği bir kez daha cumhurun yekpare tarafına kabullendirildi. Vaatlere bile bakmadı cumhur. Öyle ki yeni sistemin meşruluk kazanacağı bir tercih seçiminde, çok önceden rakamlanan simülasyonlara denk atraksiyon gösterdi. Tercihli yola çıkıldığı unutulup tek yönlü yol varsayımıyla hareket edildi. Sözde bir kez daha galip gelindi.

Cumhurun deniz ürküten bu cumburlop hali hiç de yeni değil. On küsur yıldır ayni terane. Seyir defteriyle sabittir; saflar sıkılaşınca, saltanat sıkışınca behemehâl yüzler cumhura dönülür. Zaten bir kez daha tümdengelim, tümevarım benzeri tüm modeller çözüldü ve çöktü. Rejimin katı, olağanüstü kuralları içinde programlanan her neyse hayata geçirildi. Hangi kriterlere uyduğu pek belli olmayan bilhassa asla denetlenmesi mümkün olmayan kesin bir model modüllendi. Modullandı.

Öteden beri din, iman, mezhep bazlı bir ayrıştırma ile cumhurun doğru tercih koyma istekliliği hepten yok edildi. Bu kez bu kasıt kısmen geri çekildi. Bu kayıtsızlık İnce kuşkular yaratsa da şerbetli cumhur yine reisi seçti. Çünkü uzun yıllara yayılmış dinsel hazırlığın memleketi getirdiği uçsuz bucaksız boyutun kendine uyanı seçeceğine güveniliyordu. Kendini uyandıranı değil. Hemen ilk sandıklar sonrası durum anlaşıldı. Rahatlaşıldı. Senaryo bir kez daha tutmuştu. Ve cumhurun reisi mübarek kılındı.

Vatan millet edebiyatı bir yana bu mübarek tercih sonrası cümle âleme ‘Cumhurun reisi mübarek olsun’ demek en yakışanı…

27 Haziran 2018 Çarşamba

EY MİLLET SEN ÇOK YAŞA…

EY MİLLET SEN ÇOK YAŞA…
 
Ey millet; kılı kırk yaran, o afra tafrayla yorum çalanları bile şaşırtan oylarınla, Reis ve Şürekâsını öyle bir destekledin ki, ittifakçıları hiç ummadıkları bir oranla buluşturarak yine kazandırdın. Yine ertelenmiş bir ayaklanışın gür sesini inceden inceye derinden duyanları karabasandan, kâbuslardan kurtardın. Birleşik kuvvetleri gecenin bir yarısı zil zurna sarhoşluğa ittin.  Hele hele eni boyu tükendiği ve teklediği besbelli mevcut iktidarı kapanda gördün. Keskin dönemeçte onları durdurdun ve on küsur senelik enkazı en birinci hak edenlerin kucağına usulca bıraktın.
 
Sorumluluktan belki kaçtın, çalışmak üretmek işine gelmedi. Park bahçe temaşasını, kahvede bedavaya keklenme ana temasını seçtin. Olsun varsın. Velev ki o balkon pozlarına da epeyce alıştın. Veya muhteremin mahremine girenleri de şüphe ettiğin derecede deşifre ettin. Bu kırık sunuca dahi zil takıp oynayanları bir güzel o daracık koltuklara tekrar sıkıştırdın. Hapsettin.
 
Ey millet sen çok yaşa…
 
On yıllardır öteden beri kasım kasım kasılanlar cenahından olanlar neredeyse dut yemiş bülbül gibi dolaşıyorlardı. Senden gelecek hak ediş sonuçlarını heyecanla bekliyorlardı. İnceden bitli, delik deşik yorganı kimin üzerine atalım da gemiciklerimize yol verelim diye düşünüyorlardı. Onlara inat bir kez daha oyuna gelmedin. İnceden oynanan oyunları bozdun. Memleketi enkaza döndürenlere hadi bakalım memleketi bu hale siz getirdiniz, meseleyi siz çözün dedin. Tik takları dünyanın dört bir yanından duyulan saatli bombayı onların kucağına koydun gittin. İşin içinden çıktın. Pek sıyrıldın denilemez ama şimdilik sıyrıldın. Çekeceğin devasa sıkıntılar yakında kapını çalar. Ziller çalsın çalmasın yine de kıyı köşeye iğreti ve çekingen kurnazlığın, planlı cinliklerini bir kez daha yutmadın.
 
Tam da izanlı, nizamlı davranmayıp, tahta iskeleden ülkeye el sallayacaklarken öyle kolay vazgeçmek yok, yalpa yok, ahde Vefa var dedin. Ve on küsur yılın birikmiş hesabını on küsur yıldır baba malıymışçasına yiyenlerin ziyafet masasına bıraktın. Artık kim öderse ödeyecek. Ödemeyenlere de bir dahakinde hesap sorulacak. Helal olsun vallahi, her fırsatta yepyeni figürleri yoğurarak senin aklını karıştıranlara da bu memleketi feda etmedin. Bu memleketi güllük gülistanlık eyleyenlere de erken veda etmedin.  
 
Ey en akıllı millet sen çok yaşa…
 
Yaşa ki yaşa. Çünkü sen olmasan az kalsın on küsur yıldan sonra zor zanaat yükseltilen günah piramidine en ufak sevabı nasip olmayanlar memleketin başına çöreklenecekti. Başa gelecekti. Bu tek başına yönetmelik faslında, on yıllardır başa geçen bu fukaralık belki de fasıl fasıl sağaltılacaktı. Aklı karalı yolculuk kısaltılacaktı. Kelli felli süzülen kör karanlığa ışık çakılacaktı.
 
Etkin fikirler dünyasında cehennem azabı yaşayan şu garip Millete belki de kutsalın puta puntalanmaması gerektiği hiç utanmadan sıkılmadan öğretilecekti. Yani memleket yüz yıldan sonra tam da evrensel boyutlu bir mucizeye tutunacakken, uygarlığın ve farklılığın kenarından onu çekip aldın, dönderdin. Kurtardın. Helal olsun sana.
 
Ey en, en akıllı millet, sen çok çok yaşa…
 
Öyle uzun yaşa ki, kasım kasım kasılanlara, onlara katılanlara on küsur yıldır gizli saklı, açık saçık, cennetlik cengâverler gibi verdiğin desteği hiç geri çekme. Bir ileri iki geri ilerle. İki cihanda bu güce tapınma ve erke mahcubiyeti daima muzaffer eyle. Cahiliye devri cehaletini meşrulaştıran bu asfalt zifti bulamacını da mukadder eyle. Meçhule giden bu geminin tayfasını mürettebatını kolla. Korkma, kol kanat ger.
 
 
Yaşa ve gör. Seç ve çek. Az kaldı aklını inceden kurcalayacaklardı. Kurdan, turdan döndün.  Kasım kasım kasıldın ve on yıllardır kasım kasım kasılanların ince bir hastalıktan yıkılmasına izin vermedin. Yeni rejimin helalı hoş olsun.
 
Ve dahi ey, ey en en akıllı millet, sen çok çok yaşa. Rejime devam…

26 Haziran 2018 Salı

KAYGI, GÖRGÜ, SİYASET, SEÇİM, SALTANAT…

 KAYGI, GÖRGÜ, SİYASET, SEÇİM, SALTANAT…        

Seçimlerin bizde yarattığı asıl kaygı görgü ve görmek üzerine sapmaların standart ötesinde gerçekleşmesidir. Genel tanımı itibariyle görgü yaşayarak ve deneyleyerek elde edilen birikimdir,  deneyimdir. Memleketin öteden beri getirdiği temel varlığı ve uyulması gereken saygı ve incelik davranışlarının da toplamıdır. Millet evladının doğuştan edindiği yazılı olmayan terbiye silsilesidir. Görmek ise anlamak, kavramak, sezmek, yargıya varmak ve tanık olduklarına göre değerlendirip seçmektir. Ancak seçimlere bu pencereden hiç bakılmadı. Bakılmıyor…
 
Az veya çok bilinen haliyle son on küsur yılda inceden değiştirilen görgü kuralları maddeler halinde değerlendirilmeden, daha ilkokul hayat bilgisi kitaplarında millet çocuklarına görgü ve görmek bağlamında neler öğretiliyor gözlemlemeden, öğütlenen rol modellere derinliğine bakılmadan yapılacak tüm seçim sonuçları analizi boş olur. Çünkü saltanat kurulduğunda doğanlar ve ilkokula başlayanlar bu gün oy veriyor.
 
Yıllar yılı orantısız zenginleşen sonradan görmüşlerin, on yıllardır her şartta saltanatın ipine tutunanların, caka, gösteriş, şatafat, övünme gibi benzer biçimli yersiz davranışlarını normal sayan bir fakirleştirme, fakirleşme bireylerini saray çevresine ve balkon altına toplaması çok kolay. Onlar ki rüyalarında gördükleri hurafe hikmetliye inananlar, uyanıkken gördükleri halüsinasyonlara tapanlar elbette gizliden gizliye anlaşılan varidatı ve aldırmazlık içeren vaatleri göremezler. Her şeyi çok gördü bu cumhur, hep de görmezden geldi.  Bu kafayla bir daha görür. Bu günden yarına bakalım Cumhurun reisi de kim olacak? Hep birlikte göreceğiz. Bakalım ittifakın kimi, kimi yönetecek…
 
Yeni nesil görgü ve görgü kuralları dersine seçimin gösterdiklerinden başlamak lazım. Seçim bitti. On küsur yıllık saltanat üç beş yıl daha devam edecek gibi. Gerçi seçim öncesi kimyalar iyice bozuldu. Az kalsın uzatmalı oyun ikinci turda bitiyordu. Fizikler inceden inceye yıpranmıştı. Ama birinci etapta iş bağlandı. Her şeye rağmen bu seçimler kutsalı kutsamak nasıl olurmuş bir güzel gösterdi. Gündelik hayat delirmişlikleri ve sonu başından belli çılgınlık nasıl olurmuş bir güzel ortaya serdi. Gece körlüğünden beter görmezlik nasıl para edermiş bir güzel yansıttı. Neymiş muhalefet muhabbetçiliği, muhalefetsiz harcanmışlık nasıl olurmuş bir güzel sandıklara girdi. Güngörmüşlüğün sonradan görme azmışlığı bir güzel oylara tahvil edildi.
 
Safa yatıp insaflı insafsız durum analizleri yapanlara bakıldığında ortalık güllük gülistanlık. Her yan süt liman. Çok yakında da gözlere sokulur. Çuvalla para, çuvalla oy, hazır demokrasi, seçim garantisi seçimler ne kadar güle güle ağlayan insanlar yaratır görülür…
 
Oysa hiç görülmeyenleri de görmek gerekirdi. Görülmedi. Görüldü de görmezden gelindi. Derin krizler yok sayıldı. Yoksulluk kader. Hele memleketin yerkürede gittikçe yalnızlaştırıldığı hepten yok sayıldı. Farkındalık farkı yarattı. Kaşla göz arası moral değerlerin akçalı hesaplarla birlikte sıfırlandığı hiçe sayıldı. Etik değerleri yozlaştıran ve milleti acımasızca kutuplaştıran sandık demokratlarının kandırmaca hareketliliğine kolayca prim tanındı. Oysa dünyada artık kolay para yok...

Hükümranlık bitmediğine göre şimdi on yılların hesabının, biriktikçe biriken hesabın halk oyu ile aklandığı ve yargı önünde asla verilmeyeceğini düşünenler milletin yarısı. Böyle düşünülmesin. Çünkü Milletin diğer yarısı hala ikna edilmemiş halde. Sanki daha bir kamplaşıldı. Üç beş yıl sonra verilmez sanılan hesapların verileceği hesap günleri zamanı da gelir. Alelacele, eceline sandık kahramanlığına soyunmak bir süreliğine çareydi. Bu soyunmalar kangrenleşen aymazlığa asıl deva değil, olmaz. Olamazdı.
 
Belki cam gibi görmemek adına candan olmasa da belli paylaştırmalarla on küsur yıllık savurganlık saltanatına destek sağlanmış, saray rejimi devam ettirilmiş olabilir. Ancak koskoca dünyayı hala herkese eşit paylaştırılamayan hayatlar belirliyor. Sarayları da bu adil olmayan dağıtma modeli yıkıyor.
 
Şimdi sanal söylemler havalarda uçuşurken kendi çapında atıp tutanların suskunluk zamanı. Kendini seçen cumhurdan başkasını görmemek ise sarayın ve yakin çevresinin zımni tavrı. İkide biri cebine indirenlerin çılgın projelerini hemen işleme koymayacakları ise malum durum. Nasılsa artık yeterli zaman var. Belki verilmiş sözler mahalli seçimler öncesine dek tedavülden bile kaldırılabilir.
 
Muhalefetin, ana muhalefetin temel taşları yerli yerine oturtması da kolay. On yılların alışılagelmiş söylemlerini görmezden gelerek aynini yeniymiş ve yeni görülmüş gibi sıralayıp günahtan kurtulmak sevaba geçmek olası. Genel doğruları dillendirmeye devam edenleri, çarpık düzene direnenleri ise görmezden gelip rahatlamak kolay.
 
Bu arada devlet malı ne varsa satılan bir süreçte asla satılamayan, satılsa da alıcısı çıkmaz Türkiye siyaset fabrikası kimleri emekli etmiş görmek lazım. Şimdilik ücretsiz tatile çıkarılanların da görmesi lazım.  Asla sağdan sollanmaz…

SİMÜLASYON SEÇİMLER VE DÜŞKÜNLÜK İLANI…


SİMÜLASYON SEÇİMLER VE DÜŞKÜNLÜK İLANI…

Anlaşılan o ki bundan böyle bu memlekette seçim yapmaya hiç gerek kalmayacak. Zaten mevcut idari erke Milletin yarısı göbekten bağlı. Reisin arkasında değil saf değiştirmesi kıpırdaması bile mucize. Diğer yarısı ise paramparça. Sanki vandallık değil de andavallı bir durum var ortada. On yıllardır ver simülasyonu al iktidarı oyunu…

Millete şırıngalanan bu sanal dünya içindeki sahte gerçeklik modeli on yıllardır hep kabul görüyor. Simülasyon seçim bitene kadar dozu ağır afyonlanma tesiri yaratıyor. Sonrası hep ayni muamma hep benzer numara. Yani her seçim sonrası siyasetçiler hidayetçiler, uğrular buğralar, seçenler seçmeyenler, yerliler göçmenler, geçmenler seçmenler, millet memleket, medyası medyumu, sermayesi emekçisi, sepetçisi anketçisi, serini derini, çalanı çırpanı,  çobanı çolpanı, illeti zilleti, velhasıl akla gelen gelmeyen herkes sus, pus. Kimse açık açık ben verdim diyemiyor. Partizan kadrolar hariç kimse verdiği oyun rengini açıklayamaz halde.

Açıklayamıyor çünkü on yıllardır çözülemeyen bir acayip çelişki var. Yaygara edildiği gibi reylerin çalınmasına hacet kalmamış bir atmosfer yaşanıyor. Çünkü resmen beyinler çalınmış durumda. Oylar çalınsa da realiteyi değiştirmez oranda bir çalmadır deniliyor, hap yutuluyor. Sonrasında konuşulanlar her zaman ki gibi atılan caka, bel kıran çalımlar. O kadar.

Allahtan dünya futbol arenası ayı. Zaten birkaç gün sonra yerel politika futboldan geri kalır. Dünya kupası kapışmaları en konuşulanlar sınıfına girer. Kılıfa uygun çalınanlar ve kıvrak çalımlar da unutulur gider. Hele kupa kaldırıldıktan sonra yalpalaması muhtemel mevcut iktidara kimin kimlerin oy verdiği anında sır olur. Hiç kimseler gelmişini geçmişini sorgulamaz. Sual sormaz. Verenler verdim demez. Vermeyenler hüzün sabahları geçtiğinde yine talanları ve keşkeleri sıralar. Toptan Milli irade ipine sığınılır. Seçim geçim arasında kalan andavallılar ise sadaka zihniyetinin kurbanı olur. Sıkılmadan utanmadan köşe başlarında yine el avuç açarlar.

İleride doğacağı kesin keşmekeşte ise tüm kamuoyu ortak bir hüznü yaşıyormuşçasına yan yana dizilir salya sümük ahları vahları tüketir. Sokaklara taşan salaş galibiyet sevinçleri ile gelen acıklı günlere kapılar aralandığı unutulur. Ve dıştan gülen yüzlere içten sokuldukça sınırlar yeniden çizilir. İçten içe yaşananlara koşut kırmızıçizgiler yeniden çekilir.

Evet, memleketi yüz yaşına bağlayacak bu minvalde fiziği, kimyası ve coğrafyası acayip derecede kaymış bir son seçim yaşandı. Bundan sonrasını yılbaşından sonra yapılacak mahalli seçimler netleştirecek. Eğer yine ayni tablo şekillenirse memlekette bir daha çok katılımlı seçim meçim olmaz…

Bu sıradan bir seçim olmayan tarihi bir tercih olan seçimi yine muhalefet kaybetti. Kazanan cenahta cemaatlerin pusulası şaştı, cemiyetler temsilde zorlandı. Alan etki tranzistoru yani feti yüksek fundamentalist yapılanış yine zirve yaptı. Daha faşizan ak cilalı bir kara tablo ortaya çıktı. Sadece Denize kıyı, denize komşu şehirlerde akıl yetisi yüksekler, simülastyonist akıllara direndi. Sapla saman çoktandır karışmıştı. Ve ortada Millete sunulacak ne sağ kaldı ne de sol.

Şimdi gecikmiş bir uyanış ve çaresizliğe çare senaryolarının havalarda uçuşmasına hiç gerek yok. Eski tas eski hamam ve ayni yağlı kaynar kazan. Öyle ki isyanlar, kırgınlıklar, öfkeler, yergiler, sergiler, övgüler, dövgüler ve sövgüler yeni bir ima ile obursu bir inada dönüşür. Ağır aksak tartışmaların altın ibresi de dibe vurur.

Dibe vurur çünkü ne kadar saklansa da her açıdan memleket dibe vurmuştur. Bu aşamada şunlar banda sokulur. Yeni rejim eski bir süreci işletmeye başlar. Taraftar gollerin ofsayt olup olmamasına bakmaz. Öylesine bariz, capcanlı yürütülen seçim kampanyalarından sonra, yanlış tercihlerle kampana çalanların hayal kırıklığı yakında yeri göğü kaplar. Partizan doğurganlığın hiç mi hiç tartışılmayışının sonucudur halay başını çekmek. Hal böyle olunca Vallahi bu iktidara ben oy vermedim diyenlerin sayısı da tüm istatistikleri zorlayan biçimde yükselen trend olur.

Bu tarihi virajda Memleketin kara gözlüklü seçmen yüzleri, memleketin seçim manzarasını bir bir belirledi. Millet talancının, koloncunun, yalancının, yalayıp yutanın peşinden sürüklendi. O sürgün Milletin ve insanlığın kurtuluşuna engel bir seçim sonucu tescilledi. Seçim geçip gitti. Ama havada hala tahammülsüzlük kokusu, geçim korkusu var…

On yıllardır yaşanan bu keşmekeşte iktidar açısından değerlendirme yapmak bize de düşer ama diyelim ki düşmez. Ama ana muhalefette bir aile içi dram yaşanacak ise keskin yorumlar yapmak sadece bize düşer. Öyle kıyı köşelere saklanıp, perde arkasından parti dizayn edip, her seçimde boylarının ölçüsünü alanlara değil. Sadece bize. Orada burada, kapalı kapılar ardında iktidara methiyeler düzüp devamında ana muhalefete çarık giydirenlere ise hiç değil. Yani edepsizlikle gelen ediple gider.

Simülasyon seçimlerden sonra şimdi sıra düşkünlüğü ilan etmekte…

22 Haziran 2018 Cuma

İZMİR GELİNCİK TARLASI…

İZMİR GELİNCİK TARLASI…
 
Dün İzmir'in denizi de, dağları da gelincik tarlasına döndü. Yani gavur İzmir totaliter rejim dayatmasına ve uydurma sisteme tepkisini verdi. Modern bir kent ve kentli olmanın gereğini dünya âleme gösterdi. Keyfiyetin egemenliğini resmen denize döktü. Yani İzmir, gavur İzmir bir kez daha yaptı yapacağını…
 
Deyim yerindeyse İzmir kimin izinden gittiğini tüm memlekete bir kez daha aşıladı. Aşılamaz denilen rekorların da bir bir kırılmasına geldi sıra. Millet memleket aşkının eveleme geveleme siyasetini yerlere serilebileceğini de bir güzel gösterdi. Bundan sonrası milletin izniyle memleketi inceden dizayn etme dönemi.
 
Ey gavur İzmir birilerine durduk yerde akıl vaziyet tutuşması yaşattın. Günahın çok. Sevabın alası da ise sikkenin ayarının bozulduğunu en yürekli biçimde haykırdığın için. Küresel siyaset heveslisi küp kafalılar, patates akıllılar tam anlayamaz ama ders verdin. Tek ses tek yürek ‘hükümet düşer, iktidar gider’ realitesini beyinlere kazıdın. Milleti ve memleketi yeni bir fasılın beklediğini denizden ve karadan açıkça hissettirdin. Koz, poz, sert tavır, yandan atıp tutmalar, kaçak göçek ağız dalaşlarıyla bir yere varılmayacağını da açıkça tescilledin.
 
Elbette mitingler gelir geçer, seçimler geçip gider. Sonuç ne olursa olsun bundan sonra İzmir'in dağlarına dağılan o saklanamaz korku, en uç noktalara dek ulaşacaktır. On yıllardır yürütülen siyaset işte o korkuyla hüsrana uğrayacaktır.
 
Çünkü İzmir dünya değişirken, katı durağanlaşmaya hep karşı durmuş, en incelikli yanıtı vermiştir. Verir. Verdi de. En son tek Adam kültünü Gündoğan’da paramparça etti. Artık parametreler tersine düzüne işlemeye başlayacak. Yani gavur İzmir gölge kapmaca siyasetini üç milyon nefer ile denize hapsetti. O mahşeri kalabalık İnce’den bir türkü tutturdu. Nameler çok uzaktan duyuldu ve mesaj okundu.
 
Can dayanmaz o türkülerle beslenen tılsımlı gün batımlarına. Ezelden ebede marşlar göğe asılı kalır. Tüm iddialara rağmen ömür törpüsü yılların bitmesine ramak kaldığında bir kez daha o anlar yaşanır. Şimdilik iktidar sınıfta kaldı. İşte son durum budur.
 
Sinir otu yutanlar anlayamazlar ‘İzmir'in dağlarında çiçekler açar’  cümlesinin manasını. Sarayın maiyetine katmerli başkaldırışın gerekliliğini. Ama İzmir bilir, İzmirliler bilir, Karşıyakalılar anlar ve uygular. Çünkü memleketi buhran basınca İzmir milleti ilk kurşunu atandır. İsyan kıvılcımını çakandır. Hele devlet batmış, yük ağır, yol tehlikeli ve deniz bitmiş ise gavur İzmir memleketi ayakta tutmak için kordon boyunda birleşendir. Vakti zamanı gelince denizle bütünleşir ve ulus devletin varlığını cümle aleme haykırır.
 
Tıpkı tarihe altın harflerle geçen geçmiş günlerdeki gibi. Bu gün de muhalefet olmanın gereğini, muhalif fikrin güzelliğini gösterdiği,  adalet arayışının çelik zırhını kuşandığı, iktidar kurgusunu kuruttuğu gibi.
 
Çankaya yolunda İzmir'in dağları da denizi de, gelincik tarlası. Ankara İstanbul yol gözlüyor...
 
Başta ‘İnce Dayı’ olmak üzere Millete memlekete hakkını helal et gavur İzmir…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder