21 Nisan 2019 Pazar

eylül18-1

ZAMPİNG PARANOYASI
 
Son günlerde dampinglerin yerini zampingler almış bir memleket panoraması sergileniyor. Şimdilik zam var, var ama ne gam. Amerikan emperyalizmine ekonomik savaş açıldı ya yeter. Yetip yetmediği çok yakında görülür. Ayrıca hain papaz da belasını buldu. Buldu ama tez unutuldu.  Olsun. Usta açıldı artık eser gürler. Hal böyleyken hiçbir acı da acıtmıyor sanki.
 
Dolar tepeyi gördü ama inişe geçti nasılsa. Çıkaran veya indiren de besbelli iken suçlu her daim dış mihraklar. Dış güçler. İçi dışı milleti yakıyor, yakacak ama farkındalık savsaklanıyor. Sağlık olsun. Eskinin, zam zulüm işkence sloganı tam da yerleşti, yerleştirildi. Allah'tan memlekette Faşizm yok. Tek Adam, tek devlet, tek bayrak, tek millet var ama o başka bir şey. Üstelik tek tek basaraktan yedi düvele sözde isyan alevlendiriliyor. Daha ne olsun. Ayda iki kere Londra, arada Moskova ve Orta Asya'da Türk devletlerine ziyaret de insanlık icabı. Lafta zamanıyla borç verilen para fonu kapısına düşülür. Düşülsün varsın nasılsa ekonomi rayında.
 
Peşpeşe açıklandıkça makul karşılanan, ziyadesiyle pompa fiyatlarına yansıyan yansımayan fiyat artışları, sayaçtan süzülenler, gözle görülen görülmeyenler asla zam değil. Hepsi milleti hiç etkilemeyecek artırımlar. Zamping paranoyası. Elde avuçtaki artırımlara da göz koyulmuş ama gelip geçici bir iyi niyet. Zaten düne kadar zam yerine gramajla oynanırdı. Hiç hissettirilmeden enflasyon mamule yansıtılırdı. Manipüle devam ederdi. Yani miktar üzerinden kazanç ile yetinilirdi. Haliyle değişen memlekette son yıllarda değişen ticari zihniyetle hem ürün miktarı ile oynanıyor hem de zam yapılıyor artık. Açıktan açığa hem de. Orta ölçekli marketlerde dahi eli çabuk personelden biri etiket değiştirme işine ayrılmış, yetiştiremiyor. Suçlu belli, toptancılar, büyük dağıtım şirketleri, holdingler ve saire. Onlar da kim dememek lazım. Kimlikleri ayan beyan. Besbelli. Ama mecburiyet…
 
Her hâlükârda her şey Devletin bekası için. Yıllardır aynı masal. Ama yük hep milletin sırtında. Yerli ve milli duruşun son demi, felaket. Demedi demeyin bu gidişle kurumsal mazi yıkıldığı gibi kendi yağıyla kavrulamayan ekonomik sistemde gömülür. Gece yarısı yarı fiyata, ucuz yollu döviz satışları da kurtaramaz piyasayı. Kurum ve kurallar çökerken enflasyon canavarı her şeyi yalar yutar. Yolsuzluk atmosferinde bel büken yoksulluk yarım yamalak direnen sosyal dokuyu da bozar.
 
Bu geçiş aşamasında damping yerine zamping ekonomisi iyice yerleşir. Dolara endeksli iğneden ipliğe ciddi zamlar yağar durur. Mağdur menüsü ise tavan yapan enflasyondan asla etkilenmeyecek dozda garip gurabanın gözüne sokulur. Ahali şatafata takılmaz. Lüks recepsiyonlarda devlet ayakta melankolisi sinir yatıştırır. Dertlere deva dört koldan erzak dağıtılır. Fukara kolilerindeki artışlarda da istikrar sürdürülür.
 
Sürer sürmesine de istikamet meçhule. Etrafta pahalılıktan yakınan yakınana. Yarın okullar açılır, kara kış bastırır ortalık yangın yerine döner. Millet akla karayı görür. Sağlık olsun. Ucuz söylemlerle baskın durum biraz bastırılır. Yetmez ise ezcümle ezan bayrak, din iman edebiyatı yine başlar. Başlatılır. Son dakika başlığı altında müthiş, parlak zekâ ürünü tedbirler sahaya sürülür. Mahalli seçimler arifesinde dampinglerin yerine geçen zampingler milli ve yerli pozisyonunda aklanır gider. Sonuç itibariyle seçimler bir kez daha kazanılır.
 
İşte düşman başına millet paranoyası…

2 Eylül 2018 Pazar

HAYATA MANDALLANMA

HAYATA MANDALLANMA
 
Eski bir yazıdır alnı kırıştıran. Gözleri kırpıştıran. Barış çağrıştıran. Böylesini oll görmeye cihan…
 
Son deminde uyuştukça uyuşmuş beyin hücrelerinin ayık tutulması ve çıplak uyarılması en zor iş. Bu hayata dair işi gücü olmayan ve bir türlü kendini uyanık tutmayı beceremeyenlerin bir daha uyanmamacasına hayata mandallandıkları malum. Evvel ahir topraklanıp küllendiklerinde, upuzun uyuma dönemleri başladığında ise işler tamamen arap saçına döner. Aslına dönüş başlar.
 
Dönme dolaplarda aşk solar…
 
Damarlarda kılı kırk yararak dolaşan çocukluk, gençlik yaşlılık ve yaşama kapıları kapatan kalpteki bilinmezlikler işte o yoğun uyku halinde yeniden hortlar. Ve derin uyku arası pencerelere eski tanıdık bir ses vurur.
 
Eski laylona mandal…
 
O manda ve mandacılık boyunduruğu akılda ne kapılar açar, nereleri kapatır anlaşılmaz. Ne oyunlar oynar aklı evvellere bilinmez. Geleceği görenler hepten şaşkındır. Çünkü hayat, uyku ve ölüm üzerine yazılanlar ve okunanlar da yetersizleşir. Akıl küpü yarı belinden çatlar.
 
Önemli olan özünü hiç kaybetmeden yaşamaktır, geçen günleri anarak ve unutmadan özlemektir…
 
Nasıl olsa geçip gidiyor diyerek düz mantıkla yaşanmazı yaşamak değildir ki, hayata tutunmak.  İşin aslı zaman ve boyut, mekân ve soyut üzerine düşünemeyişdir. Tüm manzumeler hayata mandallanmanın ve yaşadığının hakkını verebilmişliğin derin uykusuzluğudur. Diğeri pusmak. Veya o derin mavilikte doğrulmak ve uyanmaktır. Kızıla çalan ufka foralanmaktır. Doğmaktır...
 
Eğrisi doğrusu duruşması yapılan keskin bir yolculuğun, yarım kalan bir yürüyüşün suçlusu görülmektir. Ve eskide kalan ve sisler arasından çark eden mahkûmluktur öze söze karışan.
 
Eski laylonlarınıza laylon madallar…
 
Ölüm gelip kapıya dayandığında heyhat işte o salise tüm sahtelikler inkâr edilir. İhlallerin topu da. Ses yitmiş söz bitmiştir. Layloncular geçip giderken, lay lomlarla geçiştirilemez hakikat kılıcının keskinliği. Mantar ve naylon hayatlar hangi boyuta ışınlanırsa ışınlansın kaçamaz. Hayata mandallanmayla birlikte yanlışa endekslemeler de kurtarmaz zevatı, zerzevatı. Sökük yama tutmayınca herzecilere uyku hapnesiz uykuculuk, hanesiz uykuluk miras kalır.
 
Hayat değildir kirlenen insandır aslında. İnsanlar kirlenir ve kirlendikçe kirletir. Son çağrı vurduğunda esrik delirmelerin kıpırtısı hayata gölgesini vurur. Kişilikler ve kimlikler silinir. En sonunda da hepten kaybediş.
 
Mandacılığa ve mandallanmaya karşı tohum yeşerdikçe, yıllar içinde ürün verdikçe uyuşmuş beyin hücreleri şekillenir. Bir yenileniş bekler alem. O yenileniş özlemiyle direnir beden. İki akıl arasında kalmak nasıl bir şeyse şelale gibi akar uçurumlara her şey. Arkada nara yanmışlık ve boşa atılı nara kalır.
 
Eskimiş laylonlarınıza renkli laylon mandallar…
 
En keskin virajda hayata mandal, alın yazısının tecellisi ise tek tümcedir; ol denir olur…

31 Ağustos 2018 Cuma

30 AĞUSTOS VE SONRASI…

30 AĞUSTOS VE SONRASI… 
 
O, böyle savaşamayız ordu yok denilen orduyu sabırla kurdu. Mehmetleri zafere inandırdı, altın sırma ile işledi ve ölüme gönüllü etti. Şehadete imanlı. O, parasız pulsuz olmaz, savaş için çok para gerekir dediler, para bulunur dedi buldu. Karşımızda bin bir çeşit çok düşman var içlerinden birine mandalanalım dediler. O, mandallanmayı reddetti. Yedi düvele tek başına karşı durdu ve topunu yendi…
 
O, “ 30 Ağustos'ta yürüdü uçurumun başına kadar. Eğildi durdu. Bıraksalar Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı…” O, atılan boş laflara kanmadı, yılmadı, doğrudan ayrılmadı. Zerre korkmadı. O, dünyanın en büyük siper savaşlarından, süngü savaşlarına dek geçen zamanda asla uyumadı. Hiç uyutmadı.
 
Ve O’nun sayesinde bir millet doğdu küllerinden…
 
Öyle bir manzara ki; çarığı çaputu delik, lokması kuru ekmek, içkisi üzüm hoşafı, üstü başı perişan, çulu yamalık, elde kalan en öldürücü silahı süngüsü ama kurtuluşa tam inançlı ordunun, yoğun eleştirilerin tersine düzenli olmasına çaba sarf edilen ordunun önünde Gazi Mustafa Kemal. Ve etrafında komuta kademesinden neferine, silah arkadaşları. Asla yakınmadılar. Ve Kutsal isyanın taçlandırılacağı ilk gün alacasında kutsallar üzerine yeminler edildi. Yeminden dönülmedi…
 
26 Ağustos sabah ayazında tam bağımsızlık için hücuma geçeli, yedi düveli Karşıyaka'dan denize dökmek için taarruz edeli,  büyük zafere ulaşılalı tam 96 yıl. Yıllar geçmiş gitmiş. Çok geçti sanılıyor ama öyle uzun bir süre geçmiş değil aslında. Ortalama yaşın biraz üstünde bir insan ömrü. Yaşı yüze vurmuşların ve az buçuk aşmışların kıyısından köşesinden, tarihin kırıntılarından anımsayacağı bir ulu serüvendi yaşanan.
 
İşte bu büyük Zafer, tarihin bu en ödünsüz taarruzu ve kutlu ilerleyiş son yıllarda nedense artık unutulsun isteniyor. Gazi Paşa'nın öncülüğü ve önderliği, muharebeyi bizzat yönettiği resmen yok sayılıyor. Başkomutanlığı görmezden geliniyor. Oysa üzerinden çok değil 96 yıl geçmiş. Unutulması mümkün değil.
 
Sıkıştıkça öylesine anti-emperyalist nutuklar çekmek, emperyalizmle ekonomik savaş veriyoruz, veriliyor deyip havanda su dövmek, havadan övünmek ile olmaz. Bu gün bile hala ezilenlerin ve mazlumların sembol saydığı yüzyıl başındaki o kutsal dirilişi hiçe sayarsan, yakın tarihini unutur ve yok sayarsan, gelmişinden geçmişinden ders çıkarmazsan, aslını neslini inkâr edersen, Büyük Kurtarıcı’nın adını sanını anmaktan dokuz takla atarak imtina edersen şimdilik kısa süreliğine imtiyazlanabilirsin. Ama civarda reddi miras maksatlı restin görüldüğünde, eloğlu sıkar boyunduruğu nefessiz bırakır. Ortalıkta kalırsın. Zaten memleketin çivisi kopmuş, milletin bir kısmı iyice çığırından çıkmış. Bir daha toparlayamazsın.
 
İşte bu kapalı kapaklı çerçevede koskoca Kuvayı Milliye Destanı üç kuruşluk çıkar düşkünlerince, zoru görende yol ve yön değiştirme maharetlilerince aklı sıra karalanıyor. Sözde emperyalist sarmaldan çıkma kavgasına girişenler, 96 yıl önceki bu Ulusal Kurtuluş hamlesini bambaşka yerlere bağlıyorlar. Olmasa da olurdu. Olacak iş değildi oldu. Başa geldi bir kere diyebiliyorlar. Hatta bu ulvi mücadele üzerinden nemalanmayı ganimete sayıyorlar. Sahiplenirmiş görünerek cüziye, külliye recepsiyonları ile sözde anmalarla, aslında otokratik yönetim perçinleniyor. Cumhuriyetin köküne kibrit suyu. On yıllardır sinkaflanan tek adamlık padişahlık düzeyinde pederşahi hortlatılıyor.
 
30 Ağustos Büyük Taarruz ve 31 Ağustos ile başlayan zafere yürüyüşün özü; Gazi Mustafa Kemal Paşa, Sevr’in parçalanması ve Zafer. Ve tam bağımsızlık. Bir yanda ise ”gaflet, dalalet ve ihanet”…
 
Ölesiye minnettarlık ise tek Ata cümlesinde gizli; “ 30 Ağustos'ta yaptığımız savaş sonunda düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik. 31 Ağustos günü ordularımız İzmir'e doğru yürüyordu…”
 
Durum bu iken 96 yıl sonra otomatik biçimde terkiplenen anlaşılmaz bir nefret ve nankörlük söz konusu. Yetmezmiş gibi dâhili ve harici bir bedhahlık tertipleniyor. Bir millet ki yaklaşık yüz yıl önce vakti zamanında milletine tüm uyarıları yapmış, 96 yıl önce memleketi düşman işgalinden, ümmeti dinsiz olmaktan, ahaliyi köle düşmekten kurtaran ve bağımsız bir ülke kuran liderini yok saymayı maharet görüyor. Sövmeyi vazife. Ötekiyle berikiyle kıyaslamayı ise serdengeçtilik.
 
Alemde gelecek nesillerine aktarmak için insanlık tarihinde en silik, en cılız, en ucuz kahramanlık gösterisinde bulunmuş kendinden şahısları cımbızla seçen milletler varken, koca yeryüzünde başkalarınca da kahramanlık abidesi görülen mitlerine, gelmişine geçmişine sayıp saydıran bu millet gibi bir başka millet olmaya. Yazık.
 
Böyle millet düşman başına…

29 Ağustos 2018 Çarşamba

MERCAN KÜKREMESİ

MERCAN KÜKREMESİ
 
Atol dünyasında mercan kükremesi. Atoller arasında tellenen bir mesaj. Rüya. Dünyanın yarı küresindeki benzersizlik. Volkanik terbiye…
 
Deniz dibi volkanların milyonlarca yıl önce oluşturduğu adaların yerlilerinden sayılanlar dağılır yeryüzüne. İskanlı ve iskansız dinavlar. Lavlar. Yalandan kuzeyliler. Volkanik hareketlilik yüzünden sıcak yeraltı sularının ısıttığı yüzler. Yüzeyler. Jeotermal kaynaklar sayesinde toprağa ekilen de tutarlar. Tutkunun filizlenmesidir formül. Kışın buz tutunca Deniz, karlı dalgalar döver kıyıları. Ormanlar ve göller ve ortasında nice cevher. Coğrafya izin verdikçe yol bulur aksular, akar denizlere. Denizler okyanuslara.
 
Okyanusun orta yerinde dairesel mercan resifi. Sualtı düzenek. Resmi karanlık ılık suların dış iskeleti. Bermuda dev bir mercan Adası. Şeytan üçgeni. Kara denizin sahilinde mihenk taşı. Korkusuz tek başına bir adacık. Ekvator'un tam kuzeyi. Yedi büyük büyük ada ve iki yüze yakın volkan adacığın pek uzağında. Eşsiz.
 
Benzersiz atol. Ataol kırmızı kumsalların çağı döndüren renksiz yüzü. Yeditepe üzerinde salınan diller ve kültürler mozaiğin de kayıt dışılık. Hangi en üstün akıllı dizayn etmiş ise etmiş. Her devre dair yanıtı vardır ve hazır. Burada aramak ve bulmak noktasında bir mercan kükremesidir üzeri küllenen. Ve kapatılan kapılar. Nedensiz.
 
Deniz dibi şehirlerin miskin kudretsiz halinde saklıdır yerkürenin altındaki tüm belirsizlikler. Benzersiz bir olgunluk teskeresidir, hiç direnmeden kuzeyden güneye sıcacık akan. O akıntıda milyonlarca yıl boyunca kral ve kraliçe Tanrılar antropolojik bulgulara yön tayin etmişlerdir. Mesaj kozmozun gücünde saklıdır. Sakıncasız güçler panayırında göç eder keşifler. Ve markalaşır okyanus. Mercansı tercihler peşinde koşanların izi dalgalandırır o çelikten gemileri. Yüzdürür. Gem vurulamaz bir doğallık sarar ahtapot kolları ile yüzeyi. Yakamozları.
 
Ve bir sonraki nefes aralığında inci testi yapılır. Sedef testiler de azap gazap yıllanır. Mercan canlılığı vursa da şarabi, Denizi ve karayı kuşatan savaşçı ruhu pekiştiren apansız durulmalardır. Ne durumlar yaşanır, yaşanmıştır durduk yerde. An gelir dur durak karıştırılır. Her fırsatta ekvatoru boğan küresel despotizm sıcak su akımları ile kıtalardan kıtalara bulaşır. Bulaşır kaotik ve katolik kutsiyet. Klişe mitolojilerle dolar akıl.
 
Atol dünyasını ilgilendiren ise kozmos düşüdür. Konfor lüksüdür. Ana kraliçeyi rakamların diliyle aşılayan perde aralandığında tellenir yeni mesajlar. Turkuaza yakındır adaların açığı. Açığa vuran düşleri ve izdüşümleri suda yaşam, karada yaşamak mücadelesidir. Ve kırmızıdır.
 
Mercan süslemesi yarı kürenin küllenmişliğidir. Koca kürenin ise kire kürlenmesidir. Ataol dünyasının kükremesidir…

AFRONİL

AFRONİL
 
Tam dört milyon yıl önceden australopithecus iskeleti. Yani kadın üç buçuk milyon yaşında. Dik yürüyen ve gezgin…
 
Gezgin kum fırtınalarının oluşturduğu tepecikler ile dolu çölde tek başına. Çetin arazilerde dağ krallığına hizmet, hizmetçilik. İnsan kalabalığında yalnızlık. Lusi. Nil'in parıltılı sularında yüzen boynuzun içindeki kıvamlılık. Aksu ve batlama daha patlamamış. Ama hırçın Lucy var. Süs için de olsa doğaya çizilmiş. Mahmurluğu gözü patlayacak fırtınaların habercisi. Umut yüklü olacak, olacağı besbelli kovalamacanın şelale artığı. İnsanlığın doğduğu yerde bir bebek.
 
Bir bebektir Nil. Afronil. Dünyanın en uzunu. Beyaz Nil. Mısır püskülü. Ağırlaşan kanyonu ıslayan sır. Kuzey de geniş bir çöl. Güneyde upuzun bir ırmak. Nil doruk noktasında karagözlü Lucy. Sihirli bir kesişme. İnsanlığın İlk göze gelir parçası. Kadın. Etopyalı.
 
Duygu göğün sonsuzluğunda neyin bekleyişi ise işte o bekleyiş. Karanlığa inat parlaklığı yanardöner. Bir ateş. Ateşli bir dans. Kadınsı bir duruş. Kara yazgının döküntüsü tamamen beyaz. Dört milyon yıl önceden sönmüş ateş. Gözü kara bir yalnızlık. Ceza veya ödül. Sessizliğin düzensizliğinde geçen üç buçuk milyon yıl. Çatışma aralığında ve rastgele. Aşk eşiğinin az ötesinde havada ıslık çalan gezginlik. Ve de gerginlik. Gezginin boş kovan artığı suskunluğu.
 
Kime sorusuna aynı yanıt. Milyon yıllık coğrafya sürgünlüğü. Dünün fırsat ve fırsatçılık sesi duyulduğunda ses yönüne yolculuk. Kuzeyden güneye, doğudan batıya. Ayni manidar mani.
 
Nil masumiyeti alaycı. Yazıcı lusinin donup kalmışlığı da. Sarpa saran işlerin mücadeleci ruhla halli. Halledilişi. İnsanlığın öldüğü yerde ki öfkeden. Öfkenin önündeki kararlılık. Nil ve nil gibi taş bloklar. Çok basamaklı piramit tepesinde bambaşka seçenekler. Benzerlik ağaç kapılı tahta barınaklı ayak sesleri. Sönük yıldızların sessizliği. Ve değişken algı.
 
Serin taş döşeli, kara taş örülü yollardan savrulur kadın. Çıplak göğün altında capcanlı. Alacalı renklere boyalı bir yüz. Çölde tek başına. Gölde yıkanmış. Mısır püskülü saçlar şelale çıkmazı. Kurbağa gözler erketede. Suların yüzünde masmavi bulut. Derin nefeslenmeler sıcağında neler neler. En sihirli siperlik kadın. Kadınsı ve anaç.
 
İnsanlığın türediği türevlendiği yerde bir barınak. Nice baskın yemiş bir yolcu. Yolculuk Nil'in mahmurluğuna. Afronile yuvarlanmışlıklara. Dünyanın en uzun gününe. En kısa hükmüne.
 
Ve kadınsı bir tavır dört milyon yıl öncesinden. Ötesi berisi var olan üç buçuk milyon yaşındalık. Başı dik ve gezgin.
 
Afronil, sonsuzluğu yoğuran evlat. Kadın. Nil ve amazon…

KITAPSIZ...

KITAPSIZ...
 
Kitapların bir ruhu vardır. O ruh sonraki nesillere doğrusal aktarımdır. Kitapların içindeki hikayelerde insanların da biçimden biçime giren halleri vardır. Haleti ruhiye...
 
Acılardan yoğrulmuş ruhlar korur kitapları ve kitaplar dolusu kütüphaneleri. Açlık çektikçe yağmur sularıyla beslenilen tutsak günlerde arınır gelir kitaplar.
 
Kitapsızlar diyarından nice krallıklar yıkıp gelmiş eşsiz kahramanları yansıtırlar. Kitapların ruhunda saklıdır var olan her şey. Onu her gün biraz daha isyankarlaştırır.
 
Bilenle bilmeyen bir olur mu köprüsünden geçilir. Baştan çıkmışlar eşleşir dünyayla.
 
Kitapları ve kütüphaneleri koruma gülüşüdür en güvenilir gülüş. Düşünce ruhlar diyarının en kudretli lerinin en duyarlısıdır. Kralların kralları bile düşünceden korkar. Korkar çünkü kitapların da bir ruhu vardır.
 
Yitip giden yılların aynasıdır kitaplar. Korkaklığı giderir. Kitapsızlara da korku verir. En cesaretliler kitaplara dokunmuşturlar. Hissetmek ve kokusunu duymaktır mesele. Önüne durulmaz. Ateşin kızılları gibi sarar aklın duvarlarını.
 
Kitaplar kara dumanlara aldırmaz. Pıtırak kıvılcımlara da. En sönmez ateşi yakarlar içten içe. Ateş ruhtan içeri girer. Akıl alemini de yüreği de aydınlatır.
 
Bir kitap çok şeydir. Ruhsuzlara ruh. Güçsüzlere derman. Çaresizlere de umuttur. Bilgi topraklarında bereket...
 
Kitapların ruhu kitapları sevenleri baştan ayağa kuşatır. Hayat boyu önüne bir kitap koyup okumamışlar anlayamazlar bu gerçeği. Kitapsız ve ruhsuz bağımsızlık da olmaz.
 
Kitaplarında ruhu vardır. Bağımsızlığın da bağımsızlığını anlatan kitapları. Bağımsızlık ise bambaşka dinlerin dediğine ayrıntılı ayar çekmektir. Ayan beyan ayar kitaplarının da ruhu vardır.
 
Kitapların ruhlarına özgü özü sözü buluşturan mahareti vardır. Bundan sonra olmaz diye bir şey yoktur. Olur...
 
Okudukça ruhlar esir edilir sonraki nesillere. Açılır kitap kapakları klasik tutsaklık günleri başlar. Beklenen içerik çıkmasıyla da bir sevinç yaşanır. o sevinç içinde yarışa tutulmak boştur.
 
Yollar yorulmuş kitap sayfalarında da çarmıha gerilir. Yer almaz belki kitap sayfalarında. Ama hissedilir.
 
Aslı hu nesli hu okumak ciddi bir iştir. Ruh benzerini bulma adına düşüncelere boğulmaktır. Ortalaması zayıf bir isyan ve kahramanlar dayanışmasıdır. Taşınmaz kitapların ruhu da okuyan tarafından kulaktan kulağa üflenir. Dibe vurmuş bilgiler de ayan beyan isyancılar tablosudur.
 
Simülasyon uygulamalı barajlara takılır ruhsal öngörüler tuzağındaki kitapsızlar. Düşer kitaplar. en kudretlileri dahi beklentilere yanıt aramak üzerine sistemsel bir kurgudur. Yitip giden yılların uzağında kayıp ruhlar oynaşır. Kitap kitap ve yalancı Tanrılar dokunulmazlığıdır donatılan atmosfer.
 
İşte o atmosferde kitapsızlar kitaplardan çok korkar.
 
Kitapsızların da kitapların ruhundan ruhları daralır...

YOLCULUK ORAYADIR HEMŞERUM…

YOLCULUK ORAYADIR HEMŞERUM…
 
Yolculuk nereye hemşerim? Böyle geldi böyle gider bu muazzam anekdot. İyotludur çoğunlukla kaynakçada toplanan. Alışılmışın sınırını zorlayan geniş kapsamlı, karizmatik bir öfkedir bazen. Daha nerelisin diye sormadan. Yakın geçmişten elde kalan sloganlarla ayakta kalmaya çalışılan zamanların ilk sorgusudur ayrıca. Yegâne yoldur, yolculuktur, sorumluluktur başa bela olan. Küreler çatlar ve kıymıkları gözüne batar su kürenin. Seçkinleri kutlayan bir demir yumruktur Karadeniz. Çoğunluğun konuştuğu dili konuşmaz, haklıdır, kışkırtıcı düşleri vardır. Bedelini merak etmeden ıslatmakta olmaz gelmişi geçmişi. Öğrenilmesi gereken şeyi maharetle öğretir acı suyu. çünkü onun adı Karadeniz’dir. İyi öğretir.
 
İşte yolculuk orayadır hemşerum. Elvedaya durmuş koca gemilerin yatağına…                        
 
Gülerim geçerim birlikte katlandığımız yanılsamalara. Önce direği sonra kendi gözüken bütünü dopingli dedikodulara. Gülsün bize cildi balık parlaklığında yüzmekten aşınmış sarı kızlar. Sapsarı ufukta tümseklerde çelikten direnç. Aşmaya az kaldı kara yağız dalgaları. Maksadına ulaşmamış sürüklenmelerin keşfine de az kaldı. Kırık bir anı üzerine oluşan lirik bir öyküyü içiyorum yavaş yavaş. Her türlü dürtüden yoksun bir yok oluşu. Ne yolculuklar taşıyor kulaçlarında. Güvenlikten uzak, uzak bir limandır aradığın. Peşinde yasadışı bir göç ve gönlünü o yalayacak kaba dalgalı Karadeniz, gelişi güzel bir aşk ilişkisi, ağzına kadar dolu yaşayamadan aşk da biter ilişki de. Belleğini zayıflatan yalnızlıktır, vücuduna yönelmen de. Tüm tehlikeleri bertaraf edip en uç noktalara taşıyacağın hayat, göğüs gerdiğin bunca deneyime değer mi diyeceksin özetle ve ikna gücün yüksekse bu en özeline yolculuklarda eşlik edilmesine izin vereceksin. İzole edilmiş ucuzluğa sen de güleceksin, tek başına, anlayacaksın ki yapayalnızsın. Erkek gibi saçlarını kestirmiş sarı kız, ciddi bir sınava dönüşen sulu yakınlaşmalara, cıvımaya hatırı sayılır inatla karşı koyuyor. Önünde açılan kara delikten girip yepyeni bir dünyanın yorgun kollarına kendini bırakıyor. Gülüyorsun seyir zevki almışçasına. Oysa gülüp geçtiğin o yansıma gelecek hayallerin. Alaycı, moral bozucu kendi kendine gülüyorsun. Yolculuğun bedeli tüm organlarından vazgeçmektir aslında.
 
Elveda koca gemi…
 
Koskoca dünya küçücük bir gemiye binmiş sanki. Şaşarsın öyle büyük diyet ödüyor ki, milyonlarca insan evlerinde huzursuz, itirafların sorgulandığı gece gerçek, hayale bağlanmış, hayaller geçmişe. Çarkçıbaşı, çoluk çocuk değme ahali güverte de. Güvercinler uçuruyorlar bu can alıcı düşlere. Koparıyorlar tarihi yaprak yaprak apayrı kuşaklar. Suç ortakları ağacı tersten veren melek. Bu güzellik kalbime vuruyor. Olacak iş mi diyenler yanılınca sahne şıp diye kesiliyor. En duyarlı tanıtımlar uğultulu şikâyetlerden utanıp belleklere nakşediyor aç gözlülüğü. Tek perdelik oyunun kahramanları Karadeniz’in orta yerinde uyuyan sarı kızla dudak dudağa. Tutunmaya çalışıyorlar farkına varışın kampında. Yüz yüze savunulamamış, inançlar sarsılmış ve kontrolünü yitirmiş. Ölüm döşeği dikenli tellerle sarmalanmış. Zor bir hal yüz yüze olmaktan kaçınılan Karadeniz, tepeden tırnağa sakatlığı sağaltıyor. Dört bir taraftan meslek gereği iddialar, başvurular af edilecek gibi değil. Anıların gölgesinde bir araya getirilmiş, uyarı niteliği gözden kaçırılarak o kayıp mürettebat benliğin yeniden keşfidir. insanlığın doğaya hükmen yenilgisi açıktır. Kısacık süren tatlı bir rüyadan artırılanlardır gerçek ve gerçek ötesi örselendikçe cam fanus çatlar. Özsaygı yitirilir çünkü içine kara su sızmıştır abartının, ötmüyor zilidir çalan.
 
Ve Karadeniz’in ötesine, rüyanın bir gün mutlaka gerçekleşeceği saçma fanteziler diyarına taşınır ilham. Cüzi gelirle yaşamaya çalışılır. Yoğun yağmur, kara dalgalar ve azgın hava şartları yolculuk etmek zorunda başka bir gemi yakalar.
 
Elveda koca gemi, işte yolculuk tam orayadur…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder