ZATİALİLERİNE…
Mesele şudur; Zatı şahaneleri söylesin veya söylemesin, karardıkça kararan atmosferde gündüzü bulmak. Aramayan, bulmayanlar da Allah’ından bulsun. Çünkü durum gerçekten vahim. Ayrıca bu huzursuzlukta bendeniz söylencelerin bilimine kayıt düşmeden gidersem gözlerim açık gider. Bir yarışı olsun kazanmadan göçersem de tek dileğimiz şudur; Size, zatıâlinize en doğruları bildirmeyi asli görevden saymak. O yüzden saydıkça sayarım, saydırdıkça saydırırım. Gerçi size şirinlik yapanlara her halimiz saldırı gelir ama hiç de öyle değil. Hiç de önemli değil. Biz ne yaptığımızı biliyoruz. Zaten en iyisini de daima siz bilirsiniz…
Sırtını zatıâlilerine dayayıp uluorta gider yapmanın da bir haddi hududu var. İnsanlık hali bu, bu gün varız yarın yok. Yokluk hiçlik deryası. Hiç düşünmezler ki insan bilimden uzaklaştıkça hep haklılığı yönünde tavırlanır. Kolay tavlanır. Tavını böyle almıştık sınır ötesine göçleri tetikler. Aldanılır. İleriki günlerde de halk bilimsel söz sanatına da malzeme olunur.
Zatıâlileri de duymuştur; “Kargaya ne kemik diş, iniana da ne demir diş verilmeye…”
Çok iyi bilirler zatıâlileri kılavuzu karga olanın dikkate değer bulunan hangi yolu yolsa da gidişi olur dönüşü olmaz. Ayrıca vakti gelince nidalar yinelenir. Naatlar yenilenir. İzler belirlenir. Genizler temizlenir. Ninniler arasında uyanılır. Ama her el uzatılan dal kırılır, el atılan elde kalır. Etki azalır. Mecburen kıyıya yanaşılır. Mesaj duyulmaz, emir alınmaz ve uyumsuzluk artar. İşte o yüzden zatıâlinize bu hassas süreçten geçilirken en hakikati sözlendirmeyi, kibir indirmeyi görevden sayarız. Asalet Mahmutlardan. Asaleten tek sesli, çok sesli güncellenme.
Zatıâlinize tırnak içinde bazı hususları aktarmayı vazifeden saydığımız sakın yanlış anlaşılmasın; “Zifiri karanlıkta kara kayanın üzerinde kara karıncalar yuvası vardır. Ziftli. Ziftin peki bir karanlık. Şimşek çakınca gözlerin ağı kalkınca, göklerin tahtı aydınlanınca okumuş melekler, seviyesiz mertebeler kat edenlere en umulmadık anda katı yürekli olurlar. Kara taşların göbeğine zehirli akrepler yerleşir. Düşen yıldırımın alazında kendi kendini sokan, zehirleyen her boynuzluyu da karıncalar taşır. Getirin o sarı sıcak canı bana diyen ses, ün, nida, ünlü nida duyulmaz bile…”
Yani uyum sağlamak zorlaşır o karanlıkta, karanlığa. Silindirlerin silme kuvvetine. Kapak kapatılır. Ama söylencelerin dili bilimseldir. Bilimlerden bilim beğenmeyenler bilmez ama siz zatıalileri bilir; “O öyle bir ses ki Karadeniz'in dibinde kara kayanın üzerindeki küçük kara kaya balığını bile içmeden sarhoş eder. Akıllandırır. Aklın melekelerini parlatır, balık hafızasını bile doldurur. Zoru kolaya koyar. Etrafı yüzgeçleyen melekler zaten sağırdır. Dilsizdir. Duymazlar ve söylemezler. Görmezler bile. İnceden inceye hissederler. Ta ki o kutlu ses onları da kapsayana kadar…”
Kapalı peçeli saatler boyu zatıâlileri halleri en doğru zanneder. Yapılan şeyleri doğru yaptığını zanneder. Zan altında hep başkaları bırakılır. Peki, niye? Niyesi şu kaç vakitten beri hep aynı ölçülerde aynı öyküler dillendirilir de ondan. Denir ki hep ondan bundan. Değildir oysa. Aynı kapıda dilenilir de ondan. Yani büyük kandırmaca ve kandırılmışlık. Kan donar, kessen akmaz kıvamı…
Zatışahanelerine bırakılsa tam kıvamında aklayacak karanlığı. Lakin “ Ondan sonra bunlar hep kuyrukludur. Kuyruklu yalancı. Boynuzlu ve nazlıdırlar. Nalıncı keseri verilir ellerine. Öneriler boyunlarında yasak incir takımı. Takım taklavatsız çırılçıplak. Ayartılan aşkı memnudur. Memnun haldelik ayıbı. Memnun memnun olacakları bekleyenler ve vermeden almayı bekleyenler marabalığı. Mahremi hissederler. Aldırmazlar. O karanlıkta havadır, sudur, ateştir unutulur. Nadaslı topraklarda cennetten kovulmadan cehenneme dolan bir aymazlık. Tembihler biplenir. Nedir bu diplemeler. Biteviye günahsız kandırılmışlık. Hangi kışkırtan varlığın tasarımıdır tüm bu başa gelenler. Gök Pencereye dağılanlar. Kara duvarlara kara başlı çivi ile çakılmalar. Tekrarı yok bu karanlıktan bunalmanın. Eziyetin ve çekilenlerin haddi hesabı yok. Ondan sonrası budur işte. Kurtulmak…”
Gelir bir zaman ki gider yapmanın da haklılığı ayan beyan azalır. Ortaya çıkan karanlıklar ayazlanır. Karanlığa bir ulu ses emreder; “Razı edin şu rıza göstermeyenleri de. Tembihlere uymayanları da. ikaz edin. Gündüzü bulun. Arayın her yerde. Bulun ve göğe asın. Güneş çıksın…”
Bendenizden zatıâlilerine daha çok şey var heybede de. Haybeye sanki…
1 Haziran 2018 Cuma
MAH, MAHLÛK, MAHLÛKAT…
MAH, MAHLÛK, MAHLÛKAT…
Mah, mahlûk ve mahlûkat tekil çoğul hiç fark etmez aynı tondan, benzer fondan beslenir. Doğadan. Tabiiyeti dolayısıyla mahvedendir kısaca. Mahlûkatın cümlesinde doğuştan vardır bu utku zayıflık, nutku tutulmuş utanmazlık. Son yıllarda eşrefi mahlûkata hiç yakışmayan, üzerine bal gibi yapışan bu mahlûkluk. Özellikle siyasetin asansörlerine bulaşan bu habislik. Neyin nesi kimin fesidir bu mahluksu maraza. Resmen mahabislik…
Manzara böyleyken günü gelince var olacak dirençli tohum. Başka baharlara kalmayacak inceden umut tohumları yeşertisi. Mukadderatı hayatiye. Biteviye devasa bir açlık. Ve mahlaslı yalnızlık. Bitecek. Erişimi eytişimi hafızaya bağlı tablo yenilenecek. Bu mutlak…
Muhakat de bir yere kadar. Gelişen muhabbeti hafife almamak lazım asla; “Arılar balmumunu bala bulamış. Kukumavlar tünemiş kartal tepelerine. Kavgalar sokmuş burnunu leylek bacalarına. Guguk kuşu saati vurunca, vakti gelince kırlangıçlar göçe durmuş. Memleket semasına öç bulaşmış göç belenmiş. Kılavuzlar pembe pamuk bulutlar.
Yolu şaşmış koçbaşı kör köstebeğin. En kötü anda kös kös toprak yığınını deler, yol açar kör kara yarınlara kor donguz. Aç kurt yavrusunu yer ululanır. Kılıksız kurttan ürker dor atlar. Dere tepe tepinir. Kırbacın ucunda yıldız simgesi. Şakaklara şaklar. Saç tellerinde aklar. Uğursuzluğun simgesi kara kedilerin içtiği sütten arta kalan farelere kanat taktırandır. Ve kartal kanadının mürekkebe batırılması ile şekillenir ilkbahar. Her baharda açar panik atak çiçekler. Maziye süzülür turnalar. Tavus kuşunun kuyruğunda bin bir renk. Aklı olana arıtılmış manadır.
An arı gibi çalışmak zamanıdır, kötü ruhları uykusuz gecelere kovalayarak. Kuytulara saklanan saksağan yavrusunu yedi başlı canavarın elinden alıp kurtarmak. Öyle bir çabadır ki insan olmak, mahlûkattan ayrılmak, kaplumbağa hızında ama çelik iradelidir. İl, ilan, yılan, yalan, dolan tanımaz adamlık. Mahlûkat başka mahlas. Dilin altında pırlanta yüzük.
Denizde yüzen balıklar ümidi içer solungaçlarından. Sırtındaki pullardan ve pır diye uçan taklacı martinlerin narin pençelerindeki muştudur yeryüzüne yağan. Herkes bilir her şey yengeç kıskacı, örümcek ağında gizlidir. Hakikat budur. İzahı bit kadar kanlı canlı algıdır. Temel olgudur. Uç uç böceği bile sevilmeyi bekler, sevildikçe sevimlice kanatlanır. Hakkın yolunda hu hu hu dualanır evren. Çevrelenir. Dağılır. Cüceler ülkesinde devler yükseltisidir balmumundan heykeller. İç dış bükeyi, düzeyi ücretsizdir. Akıl kayar balmumundan heykellere. Deve deve cücelere midilli hediyedir. İstiridyeler içindeki inci, midyeler tavada. Denizde yaşar, ormanda soluklanır yaslı nur. Asıl meskeni topraktır. Toprak altı. Ve üstü…”
Altı üstü belli, eskiden beri aynı mit. Millet tepegözden izler dünyayı. Mahlûkatı…
Mahsusat açıktır. Açısı kapısı bir; “Arıların kaybolması ile ilintilidir hayat. Anıların kaybolmasıyla da tekne devrilir. Deli bal dökülür. Mumlar söner. Burunlar düşer. Hangi eşek inadına anırır, hangi horoz zamansız öter, filanca zamandır diye açıklanır. Acıdır kükreyen aslanın hali. İçin için niçin pusar cavapsızdır. Kaplan haplanır. Bayram kutlanır. Maymun hep üç maymunu oynar. Şebek şekerler, sincap topallar. Geyik, karaca, ceylan sekisini kaybeder.
Hayat işte anıların yitirilmesi ile ilintilidir arkasız şölen. Asıl suçludur umursamazca bölen. Horon tepilir, halay çekilir, sular çağlar. Allı kuzu kuzinelenir. Ve çatlak ağaç gölgelerine çekilir zaman. Demir kapıları erir balmumundan ormanın. Bal küpüne gömülür arılar. Yüreklerde yaralar açılır, solar meralar, kazılır mezarlar. Maya tutmaz. Artık bir yudum suda kuraklık başlar…”
Vakti zamanı gelince ince zar kanatlı kelebekler uçar özgürce. Köpekler ağlar. Tazılar avını kovalar. Kıtlık yakadan yakalar. Ekinlerde darılar sellenir. Yer sallanır. Yarılır. Mahva yakın, mahlûklar dikkat kesilir. Mahlûkat aç ve çıplak kalır. Mukadderat demeye yakın bir gariban kurtarıcı beklenir...
Bekleyen derviş muradına erer. Bir garip çıkmış diyeler, çıkar; “Orak ayında oynak bir sondur hasatlanan. Bir elde masat eldelenen sonuç bıçak sırtı. Budur sırat. Mahşere yakın kokarca garabeti. Kaybediş mahlûkatadır. Serçeler, sığırcıklar iki parça. Kehanet. Bitmişlik. Öküzgözü bilgeliği. Özü insanlığa özgü. Kazanım öykülere sığınır. Sırınır. Sınır kalmaz…”
Köprüden önce son çıkışta panayır ve panzehir takipçiliğidir mahlûkata paylaştırılan. Anılarla yarıştırılan. Toprağa yayılan bereket. Yaylaların buzlu suyunda can. Bodur ağaçlar ve bitki örtüsü. Kovanları dolduran arıların kılavuzluğunda ölür ölüm.
Mah, mahlûk ve mahlûkat tekil çoğul hiç fark etmez aynı tondan, benzer fondan beslenir. Doğadan. Tabiiyeti dolayısıyla mahvedendir kısaca. Mahlûkatın cümlesinde doğuştan vardır bu utku zayıflık, nutku tutulmuş utanmazlık. Son yıllarda eşrefi mahlûkata hiç yakışmayan, üzerine bal gibi yapışan bu mahlûkluk. Özellikle siyasetin asansörlerine bulaşan bu habislik. Neyin nesi kimin fesidir bu mahluksu maraza. Resmen mahabislik…
Manzara böyleyken günü gelince var olacak dirençli tohum. Başka baharlara kalmayacak inceden umut tohumları yeşertisi. Mukadderatı hayatiye. Biteviye devasa bir açlık. Ve mahlaslı yalnızlık. Bitecek. Erişimi eytişimi hafızaya bağlı tablo yenilenecek. Bu mutlak…
Muhakat de bir yere kadar. Gelişen muhabbeti hafife almamak lazım asla; “Arılar balmumunu bala bulamış. Kukumavlar tünemiş kartal tepelerine. Kavgalar sokmuş burnunu leylek bacalarına. Guguk kuşu saati vurunca, vakti gelince kırlangıçlar göçe durmuş. Memleket semasına öç bulaşmış göç belenmiş. Kılavuzlar pembe pamuk bulutlar.
Yolu şaşmış koçbaşı kör köstebeğin. En kötü anda kös kös toprak yığınını deler, yol açar kör kara yarınlara kor donguz. Aç kurt yavrusunu yer ululanır. Kılıksız kurttan ürker dor atlar. Dere tepe tepinir. Kırbacın ucunda yıldız simgesi. Şakaklara şaklar. Saç tellerinde aklar. Uğursuzluğun simgesi kara kedilerin içtiği sütten arta kalan farelere kanat taktırandır. Ve kartal kanadının mürekkebe batırılması ile şekillenir ilkbahar. Her baharda açar panik atak çiçekler. Maziye süzülür turnalar. Tavus kuşunun kuyruğunda bin bir renk. Aklı olana arıtılmış manadır.
An arı gibi çalışmak zamanıdır, kötü ruhları uykusuz gecelere kovalayarak. Kuytulara saklanan saksağan yavrusunu yedi başlı canavarın elinden alıp kurtarmak. Öyle bir çabadır ki insan olmak, mahlûkattan ayrılmak, kaplumbağa hızında ama çelik iradelidir. İl, ilan, yılan, yalan, dolan tanımaz adamlık. Mahlûkat başka mahlas. Dilin altında pırlanta yüzük.
Denizde yüzen balıklar ümidi içer solungaçlarından. Sırtındaki pullardan ve pır diye uçan taklacı martinlerin narin pençelerindeki muştudur yeryüzüne yağan. Herkes bilir her şey yengeç kıskacı, örümcek ağında gizlidir. Hakikat budur. İzahı bit kadar kanlı canlı algıdır. Temel olgudur. Uç uç böceği bile sevilmeyi bekler, sevildikçe sevimlice kanatlanır. Hakkın yolunda hu hu hu dualanır evren. Çevrelenir. Dağılır. Cüceler ülkesinde devler yükseltisidir balmumundan heykeller. İç dış bükeyi, düzeyi ücretsizdir. Akıl kayar balmumundan heykellere. Deve deve cücelere midilli hediyedir. İstiridyeler içindeki inci, midyeler tavada. Denizde yaşar, ormanda soluklanır yaslı nur. Asıl meskeni topraktır. Toprak altı. Ve üstü…”
Altı üstü belli, eskiden beri aynı mit. Millet tepegözden izler dünyayı. Mahlûkatı…
Mahsusat açıktır. Açısı kapısı bir; “Arıların kaybolması ile ilintilidir hayat. Anıların kaybolmasıyla da tekne devrilir. Deli bal dökülür. Mumlar söner. Burunlar düşer. Hangi eşek inadına anırır, hangi horoz zamansız öter, filanca zamandır diye açıklanır. Acıdır kükreyen aslanın hali. İçin için niçin pusar cavapsızdır. Kaplan haplanır. Bayram kutlanır. Maymun hep üç maymunu oynar. Şebek şekerler, sincap topallar. Geyik, karaca, ceylan sekisini kaybeder.
Hayat işte anıların yitirilmesi ile ilintilidir arkasız şölen. Asıl suçludur umursamazca bölen. Horon tepilir, halay çekilir, sular çağlar. Allı kuzu kuzinelenir. Ve çatlak ağaç gölgelerine çekilir zaman. Demir kapıları erir balmumundan ormanın. Bal küpüne gömülür arılar. Yüreklerde yaralar açılır, solar meralar, kazılır mezarlar. Maya tutmaz. Artık bir yudum suda kuraklık başlar…”
Vakti zamanı gelince ince zar kanatlı kelebekler uçar özgürce. Köpekler ağlar. Tazılar avını kovalar. Kıtlık yakadan yakalar. Ekinlerde darılar sellenir. Yer sallanır. Yarılır. Mahva yakın, mahlûklar dikkat kesilir. Mahlûkat aç ve çıplak kalır. Mukadderat demeye yakın bir gariban kurtarıcı beklenir...
Bekleyen derviş muradına erer. Bir garip çıkmış diyeler, çıkar; “Orak ayında oynak bir sondur hasatlanan. Bir elde masat eldelenen sonuç bıçak sırtı. Budur sırat. Mahşere yakın kokarca garabeti. Kaybediş mahlûkatadır. Serçeler, sığırcıklar iki parça. Kehanet. Bitmişlik. Öküzgözü bilgeliği. Özü insanlığa özgü. Kazanım öykülere sığınır. Sırınır. Sınır kalmaz…”
Köprüden önce son çıkışta panayır ve panzehir takipçiliğidir mahlûkata paylaştırılan. Anılarla yarıştırılan. Toprağa yayılan bereket. Yaylaların buzlu suyunda can. Bodur ağaçlar ve bitki örtüsü. Kovanları dolduran arıların kılavuzluğunda ölür ölüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder