YİĞİT MUHTAÇ OLDU KURU SOĞANA…
Kısık ateşte pişen siyaset İnce’den harlanınca uyarına gelen her konunun bir şekilde soğana bağlandığı gibi dibi tutan siyasette çaresizliğini soğana bağladı. Seçime üç beş kala soğan kuru, dolar kurunu geçti. Yani on yıllardan sonra rakamları delirten boyutta büyüdüğü söylenen memlekette nihayet ‘Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana…’ hali de başa geldi…
Başa bunun neden geldiği ise çok açık. Gerçi soğan kardeşliğinin patates kafalıları anlamamakta dirense de, bir dörtlük yeter işin gerçek yüzünü görmeye, anlamaya; “Yoksulun sırtından doyan doyana, Bunu gören yürek nasıl dayana, Yiğit Muhtaç Olmuş Kuru Soğana, Bilmem söylesem mi söylemesem mi?” Onca akıl yorulan projeler, üretilen planlar, tepeden tırnağa yapılan siyasetin özü bu. Soğanın cücüğü edebiyatı…
Bir memlekette gariban öğünü ‘soğan ekmek’ yemek bile lüks olmuşsa, soyup soğana çevirme üzerine tezler yazılacak bir ortamdan geçiliyor demektir. Deniz bitmiş demektir. Yandaşlarca dillendirilen yüz yılın kara mizah malzemesi ‘soğan lobisi’ millet ve memleket üzerinde hedef şaşırtıyor demektir. Soğan lobisi mevcut iktidara egemen güçlerin direktifiyle ince ayar çekiyor demektir.
Eğer temmuz ortası ‘İnce Dayı’ cumhurbaşkanlığını alacak ise ki alacağı kuvvetle muhtemel bu bir nebze de olsa ‘soğan lobisi’nin eseridir diyenler çıkacak demektir…
On yıllardır hükümetin başta fındık üreticisi olmak üzere tüm tarım ürünleri üreticisini yok saydığı için, tüm tarım ürünlerindeki aracılık-komisyonculuk düzenine göz yumduğu için asla değildir bu enkaz. Her gün yeni bir tarım ürünü üzerine zamklanan bu zamlar sadece dış lobilerin kombinasyonudur. İthal et kurtul akıl satmasıdır. Kazanç tekelde toplansın.
Oysa müstahsil kuru soğana muhtaç. Ekiciler ekili tarım alanlarını ekmeyip kara geçiyor, ekip zarar ediyor. Durum bu değildir yani. Üretime destek sıfır olunca, üreticiye de mazot altı liraya verilince, ekim alanlarında düşme yaşandıkça, Pazardaki fiyatlarda zirve yapıyor demek ise lobilere hizmettir.
Dökme soğanın kilosu kalitesine göre beş lira ile dokuz lira arasında gitti gidiyor. Taze patates soğana denk fiyatlanıyor. Bakansal düzeydeki siyaset spekülatörleri ise anında teoriler düzmeye başlıyor. Umurda değil soğanın kilo fiyatı geçen yıla göre yüzde üç yüzlere dayanmış. Siyaset akarı tıkanmak üzere. Dert o dert.
Mevcut iktidarın alabildiğine faydalandığı ve yandaşlarına paylaştırdığı siyaset akarı durmaya yakın soğan akarına bağlandı tüm mesele. On yıllardır iktidara destek olan soğan siyasetçiler ve patates kafalar soğan akarı ince hastalığına tutuldular.
Soğan akarı; Çürümekte olan soğanlar üzerinde bulunan ve bu soğanlarla temas eden insanlarda deri yangısına neden olan akar türü demek. Akar ve yakar bir durum yani. Zambakgillerden tat almak ve tat vermek üzere kurulu bir doğal denge var doğada. Giderayak o da bozuldu.
Bozuldu çünkü ‘Sakala soğan doğramak’ tan yana olanların da sonu gelmek üzere. Kalıplaşmış ve genellenmiş zenginliğin de bir sonu vardır elbette.
Temmuz ortası memlekete ince ayar çekildiğinde soğanın cücüğünü de artık garibanlar yiyecek…
Kısık ateşte pişen siyaset İnce’den harlanınca uyarına gelen her konunun bir şekilde soğana bağlandığı gibi dibi tutan siyasette çaresizliğini soğana bağladı. Seçime üç beş kala soğan kuru, dolar kurunu geçti. Yani on yıllardan sonra rakamları delirten boyutta büyüdüğü söylenen memlekette nihayet ‘Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana…’ hali de başa geldi…
Başa bunun neden geldiği ise çok açık. Gerçi soğan kardeşliğinin patates kafalıları anlamamakta dirense de, bir dörtlük yeter işin gerçek yüzünü görmeye, anlamaya; “Yoksulun sırtından doyan doyana, Bunu gören yürek nasıl dayana, Yiğit Muhtaç Olmuş Kuru Soğana, Bilmem söylesem mi söylemesem mi?” Onca akıl yorulan projeler, üretilen planlar, tepeden tırnağa yapılan siyasetin özü bu. Soğanın cücüğü edebiyatı…
Bir memlekette gariban öğünü ‘soğan ekmek’ yemek bile lüks olmuşsa, soyup soğana çevirme üzerine tezler yazılacak bir ortamdan geçiliyor demektir. Deniz bitmiş demektir. Yandaşlarca dillendirilen yüz yılın kara mizah malzemesi ‘soğan lobisi’ millet ve memleket üzerinde hedef şaşırtıyor demektir. Soğan lobisi mevcut iktidara egemen güçlerin direktifiyle ince ayar çekiyor demektir.
Eğer temmuz ortası ‘İnce Dayı’ cumhurbaşkanlığını alacak ise ki alacağı kuvvetle muhtemel bu bir nebze de olsa ‘soğan lobisi’nin eseridir diyenler çıkacak demektir…
On yıllardır hükümetin başta fındık üreticisi olmak üzere tüm tarım ürünleri üreticisini yok saydığı için, tüm tarım ürünlerindeki aracılık-komisyonculuk düzenine göz yumduğu için asla değildir bu enkaz. Her gün yeni bir tarım ürünü üzerine zamklanan bu zamlar sadece dış lobilerin kombinasyonudur. İthal et kurtul akıl satmasıdır. Kazanç tekelde toplansın.
Oysa müstahsil kuru soğana muhtaç. Ekiciler ekili tarım alanlarını ekmeyip kara geçiyor, ekip zarar ediyor. Durum bu değildir yani. Üretime destek sıfır olunca, üreticiye de mazot altı liraya verilince, ekim alanlarında düşme yaşandıkça, Pazardaki fiyatlarda zirve yapıyor demek ise lobilere hizmettir.
Dökme soğanın kilosu kalitesine göre beş lira ile dokuz lira arasında gitti gidiyor. Taze patates soğana denk fiyatlanıyor. Bakansal düzeydeki siyaset spekülatörleri ise anında teoriler düzmeye başlıyor. Umurda değil soğanın kilo fiyatı geçen yıla göre yüzde üç yüzlere dayanmış. Siyaset akarı tıkanmak üzere. Dert o dert.
Mevcut iktidarın alabildiğine faydalandığı ve yandaşlarına paylaştırdığı siyaset akarı durmaya yakın soğan akarına bağlandı tüm mesele. On yıllardır iktidara destek olan soğan siyasetçiler ve patates kafalar soğan akarı ince hastalığına tutuldular.
Soğan akarı; Çürümekte olan soğanlar üzerinde bulunan ve bu soğanlarla temas eden insanlarda deri yangısına neden olan akar türü demek. Akar ve yakar bir durum yani. Zambakgillerden tat almak ve tat vermek üzere kurulu bir doğal denge var doğada. Giderayak o da bozuldu.
Bozuldu çünkü ‘Sakala soğan doğramak’ tan yana olanların da sonu gelmek üzere. Kalıplaşmış ve genellenmiş zenginliğin de bir sonu vardır elbette.
Temmuz ortası memlekete ince ayar çekildiğinde soğanın cücüğünü de artık garibanlar yiyecek…
20 Haziran 2018 Çarşamba
MEYDAN, BALKON, TERAS ÜÇGENİ…
MEYDAN, BALKON, TERAS ÜÇGENİ…
Bir Cumhurbaşkanı Adayı tarafından; ‘Bir siyasetçi derki, meydan dolu ise durum iyidir, balkonlar dolu ise durum çok iyidir, çatılar dolu ise kazandın demektir…’ repliğini dillendirilince mevcut iktidarın kazandığı her seçim ardından yapılan o Balkon konuşmaları aklımıza geldi. Ve on küsur yıldır her seçim sonrası dikkat çektiğimiz o ‘Balkon hikâyeleri’…
‘Bizim Muharrem’ seksen bir milyonun ‘Muharrem’i olmaya gün sayarken on yıllardır çılgınca bir hırs ve doyumsuzluk eseri sevinçten donmuş yüzlerin bir bir çıktığı o Saraysı Balkon konuşmaları bu kez olmayacakmış algısı ağır basmaya başladı. Hem de o eşsiz şatafata devasa bir saray hazırlanmışken, balkonu da gepgenişken. Bu kez Saray yaya kaldı, kalacak gibi.
Şu batağa sürüklenen koca memleket atmosferinde yıllardır Millete rahat bir nefes almak için balkona çıkmak, kendi evinin balkonunda bile serinlemek haram oldu. Çünkü her seçimde muhalefet balkonları içindekilerle birlikte çöktü. Diğer tarafta, saray balkonundaki sefayı, temaşayı izlemek ise asapları bozduğundan balkonlara küsüldü.
Mevcut iktidarın Balkon sefası tam da kronik balkon sevdasına dönüşecekken sözde ileri demokrasi cereyanı başta muktedirleri çarptı. Cümle âlem çıkılan Balkondan Millet unutulup her zamanki gibi sadece yandaşlara bal damlayacakken memleketin artık saraysı balkon zihniyeti ile yönetilemeyeceği, yönetilemediği alenen sabitlendi. Meydan, balkon, teras üçgeni bu kez ters tepti.
Her işe maydanoz olanların anlayacağı dilden anlatmak gerekirse sadece iktidarın elini güçlendirme görevi bu kez son bulacak sanki. İnceden ittifak hesaplı muhalefeti zayıflatma senaryoları bu kez tutmadı. Uzlaşı hoşgörü masal olmaktan çıktı. Millet reklamlara dâhil edildi. On yıllardır milletin dört gözle beklediği icraatları yapacak bir düzenek oluştu.
Şimdi kendini dar çerçeveli etrafıyla saraylı balkon sefasına kaptıranlar, Millet meydanlara indiğinde kendilerine çekidüzen vermeliler. Eğer Millet balkonlara yerleştiyse işin rengi inceden değişti demektir. Aşırı dikkat etmeliler. Hele de Millet terasları çatıları hıncahınç doldurduysa iş işten geçiyor demektir. Dikkat de yetmez. Çare de bulunmaz. Pür telaş işte o zaman başlar. Başladı da.
İşte ‘Bizim Muharrem’ bu sıkıntılı atmosferde meydanları hıncahınç doldurdu. Millet Balkonlara çıktı. Balkonlarda da yer kalmayınca çatılar teraslar Millete dar geldi. Yer gök hayatın gerçekleri ile yüzleşti. Millet Balkondan ahali nasıl görünür ve görür bizzat yerinde teşhis etti. Balkonlar ilk kez bir çıkıntı mekân olmaktan uzaklaştı. Her seçim sonrası can yakan o nostaljik balkonlardan uzaklaşmak lazım. Çünkü mizah yüklü veya trajedik hikâyeler barındıran seviyeye bir derece kaldığı besbelli.
O yıkılası balkonlar ki tarihin engin yapraklarına nice balkon hikâyeleri yazdırmıştır;
“Orta Avrupa’da sıfır borçlu bir ülke.. Bir kenarı Karadeniz. Tuna içinden geçiyor. Ülkenin çavuşu Tuna’yı, Tuna’ya açtığı kanalları ve Karadeniz’i kullanarak Kuzey Afrika’nın ve Ortadoğu’nun Müslüman ülkelerinin ham petrolünü işliyor. İyi kazanıyor. Ülkesi Demirperde’nin en rahatı. Çavuş varını yoğunu ülkenin ıslahına, kentleşmesine, modernleşmesine harcıyor. Eğitim, sağlık, konut bedava. Herkese iş var. Her şehrin girişinde devasa fabrika, kooperatif, kombine bacaları karşılıyor insanı. Bir kanallar-kanaletler cenneti inşa ediyor. Ülkesi tarım ve sulama alanında bir numara. Ülkesini sıkmamış, fazla bunaltmamış. Ahlaklı bir insan topluluğu yaratıyor.
Şimdilerde adı diktatör diye anılan Çavuş yeni bir petrol bağlantısı için yurtdışında. Kaynıyor, kanıyor Orta Avrupa. Sözde özgürlük hareketi, revolution sarmış her yeri. Sıçrıyor çavuşun ülkesine de. Duyar duymaz geliyor. Çıkıyor sarayının balkonuna. ‘Yoldaşlar’ diyor isyancı yığınlara. Ama en güvendiği ve yıllarca birinci sınıf yaşattığı madenciler kıvılcımı çakıyor. Yurttaşlar diyor homurtu gitgide artıyor. Hiç alışkın olmadığı bir ortam var çavuşun karşısında. Kelimeler ağzında yol bulamıyor, dili dolaşıyor. Üstelik yaşlılık da var serde. Afallıyor, şaşırıyor, titriyor, eli ayağına dolaşıyor. Balkondaki yol arkadaşlarına bakıyor son bir umutla. fakat renk veren yok. Hesap çoktan kesilmiş. ‘Evlatlarım’ diyor çaresizlik içinde kıvranarak. Çavuşu dinleyen yok, kargaşa sarayın duvarlarına dayanıyor.
Ve saray yakılıyor, talan ediliyor. Övünülen sistem de çöküyor…
Ve evlatları çavuşu uyduruk bir mahkemede, üç beş kişiyle yargıladıktan sonra ilerde bin pişmanlık duydukları bir karara imza atıyorlar. İdama mahkûm ediyorlar çavuşu ve eşini. Eşi ‘Hani evlatlarındı bunlar, ben dönmeyelim derken onlar benim evladım bana bir şey yapmazlar diyordun ne oldu şimdi. Oğullarım o sizin babanız’ diye haykırıyor. Çavuş fısıldayan bir sesle eşine ‘ Olsun onlar yine de benim evlatlarım. Evlatlarım siz ne yaptığınızın farkında mısınız, siz kendinizde değilsiniz’ diyor. Ve kuşuna diziliyorlar, karı koca el ele…”
Meydan, balkon, çatı teras üçgeninde Millet ağları örünce reklamlar bitti, biter. O meşhur balkon sefaları da yarım kalır. Ve Millet tarihten ve on küsur yıldır balkon konuşmalarından aldığı dersle başka balkon konuşmaları da istemez.
Zaten ‘Bizim Muharrem’ Külliyeli Saray'da yaşamaz. O Saraydan Balkon konuşması da yapmaz. Yapmamalı…
Bir Cumhurbaşkanı Adayı tarafından; ‘Bir siyasetçi derki, meydan dolu ise durum iyidir, balkonlar dolu ise durum çok iyidir, çatılar dolu ise kazandın demektir…’ repliğini dillendirilince mevcut iktidarın kazandığı her seçim ardından yapılan o Balkon konuşmaları aklımıza geldi. Ve on küsur yıldır her seçim sonrası dikkat çektiğimiz o ‘Balkon hikâyeleri’…
‘Bizim Muharrem’ seksen bir milyonun ‘Muharrem’i olmaya gün sayarken on yıllardır çılgınca bir hırs ve doyumsuzluk eseri sevinçten donmuş yüzlerin bir bir çıktığı o Saraysı Balkon konuşmaları bu kez olmayacakmış algısı ağır basmaya başladı. Hem de o eşsiz şatafata devasa bir saray hazırlanmışken, balkonu da gepgenişken. Bu kez Saray yaya kaldı, kalacak gibi.
Şu batağa sürüklenen koca memleket atmosferinde yıllardır Millete rahat bir nefes almak için balkona çıkmak, kendi evinin balkonunda bile serinlemek haram oldu. Çünkü her seçimde muhalefet balkonları içindekilerle birlikte çöktü. Diğer tarafta, saray balkonundaki sefayı, temaşayı izlemek ise asapları bozduğundan balkonlara küsüldü.
Mevcut iktidarın Balkon sefası tam da kronik balkon sevdasına dönüşecekken sözde ileri demokrasi cereyanı başta muktedirleri çarptı. Cümle âlem çıkılan Balkondan Millet unutulup her zamanki gibi sadece yandaşlara bal damlayacakken memleketin artık saraysı balkon zihniyeti ile yönetilemeyeceği, yönetilemediği alenen sabitlendi. Meydan, balkon, teras üçgeni bu kez ters tepti.
Her işe maydanoz olanların anlayacağı dilden anlatmak gerekirse sadece iktidarın elini güçlendirme görevi bu kez son bulacak sanki. İnceden ittifak hesaplı muhalefeti zayıflatma senaryoları bu kez tutmadı. Uzlaşı hoşgörü masal olmaktan çıktı. Millet reklamlara dâhil edildi. On yıllardır milletin dört gözle beklediği icraatları yapacak bir düzenek oluştu.
Şimdi kendini dar çerçeveli etrafıyla saraylı balkon sefasına kaptıranlar, Millet meydanlara indiğinde kendilerine çekidüzen vermeliler. Eğer Millet balkonlara yerleştiyse işin rengi inceden değişti demektir. Aşırı dikkat etmeliler. Hele de Millet terasları çatıları hıncahınç doldurduysa iş işten geçiyor demektir. Dikkat de yetmez. Çare de bulunmaz. Pür telaş işte o zaman başlar. Başladı da.
İşte ‘Bizim Muharrem’ bu sıkıntılı atmosferde meydanları hıncahınç doldurdu. Millet Balkonlara çıktı. Balkonlarda da yer kalmayınca çatılar teraslar Millete dar geldi. Yer gök hayatın gerçekleri ile yüzleşti. Millet Balkondan ahali nasıl görünür ve görür bizzat yerinde teşhis etti. Balkonlar ilk kez bir çıkıntı mekân olmaktan uzaklaştı. Her seçim sonrası can yakan o nostaljik balkonlardan uzaklaşmak lazım. Çünkü mizah yüklü veya trajedik hikâyeler barındıran seviyeye bir derece kaldığı besbelli.
O yıkılası balkonlar ki tarihin engin yapraklarına nice balkon hikâyeleri yazdırmıştır;
“Orta Avrupa’da sıfır borçlu bir ülke.. Bir kenarı Karadeniz. Tuna içinden geçiyor. Ülkenin çavuşu Tuna’yı, Tuna’ya açtığı kanalları ve Karadeniz’i kullanarak Kuzey Afrika’nın ve Ortadoğu’nun Müslüman ülkelerinin ham petrolünü işliyor. İyi kazanıyor. Ülkesi Demirperde’nin en rahatı. Çavuş varını yoğunu ülkenin ıslahına, kentleşmesine, modernleşmesine harcıyor. Eğitim, sağlık, konut bedava. Herkese iş var. Her şehrin girişinde devasa fabrika, kooperatif, kombine bacaları karşılıyor insanı. Bir kanallar-kanaletler cenneti inşa ediyor. Ülkesi tarım ve sulama alanında bir numara. Ülkesini sıkmamış, fazla bunaltmamış. Ahlaklı bir insan topluluğu yaratıyor.
Şimdilerde adı diktatör diye anılan Çavuş yeni bir petrol bağlantısı için yurtdışında. Kaynıyor, kanıyor Orta Avrupa. Sözde özgürlük hareketi, revolution sarmış her yeri. Sıçrıyor çavuşun ülkesine de. Duyar duymaz geliyor. Çıkıyor sarayının balkonuna. ‘Yoldaşlar’ diyor isyancı yığınlara. Ama en güvendiği ve yıllarca birinci sınıf yaşattığı madenciler kıvılcımı çakıyor. Yurttaşlar diyor homurtu gitgide artıyor. Hiç alışkın olmadığı bir ortam var çavuşun karşısında. Kelimeler ağzında yol bulamıyor, dili dolaşıyor. Üstelik yaşlılık da var serde. Afallıyor, şaşırıyor, titriyor, eli ayağına dolaşıyor. Balkondaki yol arkadaşlarına bakıyor son bir umutla. fakat renk veren yok. Hesap çoktan kesilmiş. ‘Evlatlarım’ diyor çaresizlik içinde kıvranarak. Çavuşu dinleyen yok, kargaşa sarayın duvarlarına dayanıyor.
Ve saray yakılıyor, talan ediliyor. Övünülen sistem de çöküyor…
Ve evlatları çavuşu uyduruk bir mahkemede, üç beş kişiyle yargıladıktan sonra ilerde bin pişmanlık duydukları bir karara imza atıyorlar. İdama mahkûm ediyorlar çavuşu ve eşini. Eşi ‘Hani evlatlarındı bunlar, ben dönmeyelim derken onlar benim evladım bana bir şey yapmazlar diyordun ne oldu şimdi. Oğullarım o sizin babanız’ diye haykırıyor. Çavuş fısıldayan bir sesle eşine ‘ Olsun onlar yine de benim evlatlarım. Evlatlarım siz ne yaptığınızın farkında mısınız, siz kendinizde değilsiniz’ diyor. Ve kuşuna diziliyorlar, karı koca el ele…”
Meydan, balkon, çatı teras üçgeninde Millet ağları örünce reklamlar bitti, biter. O meşhur balkon sefaları da yarım kalır. Ve Millet tarihten ve on küsur yıldır balkon konuşmalarından aldığı dersle başka balkon konuşmaları da istemez.
Zaten ‘Bizim Muharrem’ Külliyeli Saray'da yaşamaz. O Saraydan Balkon konuşması da yapmaz. Yapmamalı…
17 Haziran 2018 Pazar
BEN BABAMLA İLK MİTİNGE GİTTİĞİMDE…
BEN BABAMLA İLK MİTİNGE GİTTİĞİMDE…
Seçimlere tam bir hafta kala, iktidar adına mitinglerin hiç de iyi gitmediği açık seçik ortada. Tüm devlet gücüne karşın, Mit, hit, git bağlamında kıyasıya kurgulamaya rağmen saray mitingleri gerilemiş, dağılma sürecine evrilmiş durumda. Ayrıca saat öğleden sonrayı vurduğunda dışarıda sel beklentisi yüksek yağmur sağanaklayacağı endişesi de katılımları kendiliğinden güdükleştiriyor. Kimsenin yağan yağmurda beraber yürümek derdi filan kalmamış gibi. Sözde büyük iktidar mitingleri sular altında mahsur kalacak görüntüsü veriyor. Zaten müşterisi de iyice azalmış.
Millet mitingleri ise kırk yıl öncesinin heyecanını yakalamış, inceden yıkılıyor. Millet tüm zorlamalara ve ağır baskıya aldırmadan sular seller gibi mitinglere akıyor. Benim uzun yıllar öncesi babam ile ilk mitinge gittiğim gibi. Yıl yetmişlerin ikinci yarısı ve soldan esen sıcak bir rüzgâra kapılmış Milletin mitinglere alıştığı dönem. Memleket kendini mitinglerde ifade edebiliyordu. Atadan, babadan partili babam, iyi bir Halkçıydı. Yaşım on küsurken ilk mitingime götürdü beni. Karaoğlan mitingi. Sanki Deniz kızım ile aynı yaşlardayım. İşte o gariban çocuk halimle ben, babamla ilk mitinge gittiğimde eşsiz masal kahramanlarını tanıdım. Sonsuzlukta bir yerlerde nadasa ve rüzgârlara bırakılmış maviliklerde kara tiran sarayına al tırpanını sallayıp, doru at koşturan kasketliyi. Ve kasketliyi dağlara taşlara yazan isimsiz kahramanları…
İşte o mitingle, doğruluk ve dürüstlük abidesi Babam ile klas duruşlu ve asil ruhlu kara bıyıklı kasketli sayesinde Sol oldum. Solcu oldum. Beynelmilel oldum. Onlar Dinli imanlı bir beynelmilel olarak atlas maviliğe kanatlandıklarında iyice yalnızlaştım. Yüküm de ağırlaştı. Son yıllarda hayatın içinde debelenirken, zor anlarda hep babamın beynelmilel duruşuna rastladım. Bana onlar omuz verdiler. En dirençli, en samimi ve en güler yüzlü ‘Yolcu yolunda gerek yavrum’ dediler. Onlar sayesinde yolumdan hiç dönmedim.
Seksen başlarında 12 Eylül faşist darbesine kurban giden gençlik yıllarımızdan sonra da atadan babadan partili olduk. Yani partililiğimiz ata baba yadigârı. Ne yazık ki on yıllarca daraldıkça daralan, inceden yaralayan tam adaletsiz nice kısır döngüler yaşadık. Yılmadan nice mitinglere savrulduk. Havalı havai fişeklerle renklendirilen sahte atmosfer ve kuru gürültü dağıldığında, anlık parlayıcılar da bir bir söndüğünde mitingler de öksüz kaldı. Mitingciler de.
Yine de yıllar yılı hiç yılmadan çok, pek çok mitinglere katıldım. Ama o ilk mitingden aklıma, yüreğime perçinlenen beynelmilel babamın gururlu duruşunu ve akan suları durdurup tersine yol veren, toprağın susamışlığını gideren kara yağız delikanlıyı hiç unutamadım. Her mitinge gidişimde, babamla ilk mitinge gittiğim o özgürlükçü havayı soludum.
Yıllar yılı bin bir çile çekip, kırklara erdikten sonra tam solduk, soluksuz kaldık derken tünelin ucunda bir ışık görüldü. Kırk yıldan sonra nota ölümdür, rota gölgesinden korkmaktır misali zaman aniden tersine döndü. Bir yiğit çıktı meydana. Ve Milletçe yetmişlerin o ikinci yarısında meydanlara sığmayan mitinglerin ince hastalığına tutulduk. Eksik notayı aramak ve tuşlara kıvamında basmak için yollara düşüldü. Kaçak sarayında piyano başındaki karunun görevinin sona ermek üzere olduğunun bilincine varıldı. Zaten mitingler hakkınca ve usulünce işini görür ve gider. İşini hiç yarım bırakmaz. Pozitif inançlar ve hürriyet çıtası yükseldikçe uzatmaları oynayanlar da evrenin zerresine karışır. Tırpanın sivri ucu gelir onları bulur ve inceden çizer.
Yani seçimleri kim kazanırsa kazansın bir hafta sonra ayni millet, başka bir memleket olacağı kesin. Az zaman var. On yıllardır kuyruklu yalanlarla milletin aklına serpilen vazgeçilmezlik, saklanan gerçeklerin mitinglerde ortaya serilmesiyle yerle bir oluyor. Millet işin iç yüzüne uyanıyor ve anlayacak.
Sanki altın varaklı saraylarda istiflenmiş ne varsa ince bir dokunuşla sapla samana dönüşüyor. Aklını sevdiğim beynelmilel babam, zamansız ve mekânsız o derin boyuta devrilmeseydin birlikte giderdik kırk yıldır beklenen o muhalifliği muhteşem mitinglere. Akıl yolunda iki yolcu, iki beynelmilel olarak. Olası dip dalgalarının nabzını tutardık birlikte. Dünyada, bölgede ve memleket de dönen dolaplara, azgınlığa ve başıbozukluğa birikmiş isyanımızı haykırırdık hep bir ağızdan. Hep dediğin gibi ‘geçer be yavrum’ çizgisinde, dönüşü olmayan gidişleri gözlemlerdik Milletin suretinden.
Babaların kralı babam, sanki tarih tekerrürden ibarettir tuttu. Sanki yetmişlerin ikinci yarısı yaşanıyor. Bıçak kemiğe dayanınca alay, kalay, saray, dinlemiyor hiç kimse. Millet yine mitinglere akın ediyor. Kara karanlıklar aralanıyor. Saray ittifakına inat Millet mitinglere doluyor.
Babam siyasete yirmi dört ayar çekilecek, siyasetin İnceldiği yerden kopacağı o son günün arifesinde Yeditepeli şehrin bir tepesindeki büyük mitingde buluşalım. Kara bıyıklı kasketliyi de getir. Ben de seninle ilk mitinge gittiğim gibi Deniz kızımla geleyim. Her günümüz düğün bayram olsun…
Seçimlere tam bir hafta kala, iktidar adına mitinglerin hiç de iyi gitmediği açık seçik ortada. Tüm devlet gücüne karşın, Mit, hit, git bağlamında kıyasıya kurgulamaya rağmen saray mitingleri gerilemiş, dağılma sürecine evrilmiş durumda. Ayrıca saat öğleden sonrayı vurduğunda dışarıda sel beklentisi yüksek yağmur sağanaklayacağı endişesi de katılımları kendiliğinden güdükleştiriyor. Kimsenin yağan yağmurda beraber yürümek derdi filan kalmamış gibi. Sözde büyük iktidar mitingleri sular altında mahsur kalacak görüntüsü veriyor. Zaten müşterisi de iyice azalmış.
Millet mitingleri ise kırk yıl öncesinin heyecanını yakalamış, inceden yıkılıyor. Millet tüm zorlamalara ve ağır baskıya aldırmadan sular seller gibi mitinglere akıyor. Benim uzun yıllar öncesi babam ile ilk mitinge gittiğim gibi. Yıl yetmişlerin ikinci yarısı ve soldan esen sıcak bir rüzgâra kapılmış Milletin mitinglere alıştığı dönem. Memleket kendini mitinglerde ifade edebiliyordu. Atadan, babadan partili babam, iyi bir Halkçıydı. Yaşım on küsurken ilk mitingime götürdü beni. Karaoğlan mitingi. Sanki Deniz kızım ile aynı yaşlardayım. İşte o gariban çocuk halimle ben, babamla ilk mitinge gittiğimde eşsiz masal kahramanlarını tanıdım. Sonsuzlukta bir yerlerde nadasa ve rüzgârlara bırakılmış maviliklerde kara tiran sarayına al tırpanını sallayıp, doru at koşturan kasketliyi. Ve kasketliyi dağlara taşlara yazan isimsiz kahramanları…
İşte o mitingle, doğruluk ve dürüstlük abidesi Babam ile klas duruşlu ve asil ruhlu kara bıyıklı kasketli sayesinde Sol oldum. Solcu oldum. Beynelmilel oldum. Onlar Dinli imanlı bir beynelmilel olarak atlas maviliğe kanatlandıklarında iyice yalnızlaştım. Yüküm de ağırlaştı. Son yıllarda hayatın içinde debelenirken, zor anlarda hep babamın beynelmilel duruşuna rastladım. Bana onlar omuz verdiler. En dirençli, en samimi ve en güler yüzlü ‘Yolcu yolunda gerek yavrum’ dediler. Onlar sayesinde yolumdan hiç dönmedim.
Seksen başlarında 12 Eylül faşist darbesine kurban giden gençlik yıllarımızdan sonra da atadan babadan partili olduk. Yani partililiğimiz ata baba yadigârı. Ne yazık ki on yıllarca daraldıkça daralan, inceden yaralayan tam adaletsiz nice kısır döngüler yaşadık. Yılmadan nice mitinglere savrulduk. Havalı havai fişeklerle renklendirilen sahte atmosfer ve kuru gürültü dağıldığında, anlık parlayıcılar da bir bir söndüğünde mitingler de öksüz kaldı. Mitingciler de.
Yine de yıllar yılı hiç yılmadan çok, pek çok mitinglere katıldım. Ama o ilk mitingden aklıma, yüreğime perçinlenen beynelmilel babamın gururlu duruşunu ve akan suları durdurup tersine yol veren, toprağın susamışlığını gideren kara yağız delikanlıyı hiç unutamadım. Her mitinge gidişimde, babamla ilk mitinge gittiğim o özgürlükçü havayı soludum.
Yıllar yılı bin bir çile çekip, kırklara erdikten sonra tam solduk, soluksuz kaldık derken tünelin ucunda bir ışık görüldü. Kırk yıldan sonra nota ölümdür, rota gölgesinden korkmaktır misali zaman aniden tersine döndü. Bir yiğit çıktı meydana. Ve Milletçe yetmişlerin o ikinci yarısında meydanlara sığmayan mitinglerin ince hastalığına tutulduk. Eksik notayı aramak ve tuşlara kıvamında basmak için yollara düşüldü. Kaçak sarayında piyano başındaki karunun görevinin sona ermek üzere olduğunun bilincine varıldı. Zaten mitingler hakkınca ve usulünce işini görür ve gider. İşini hiç yarım bırakmaz. Pozitif inançlar ve hürriyet çıtası yükseldikçe uzatmaları oynayanlar da evrenin zerresine karışır. Tırpanın sivri ucu gelir onları bulur ve inceden çizer.
Yani seçimleri kim kazanırsa kazansın bir hafta sonra ayni millet, başka bir memleket olacağı kesin. Az zaman var. On yıllardır kuyruklu yalanlarla milletin aklına serpilen vazgeçilmezlik, saklanan gerçeklerin mitinglerde ortaya serilmesiyle yerle bir oluyor. Millet işin iç yüzüne uyanıyor ve anlayacak.
Sanki altın varaklı saraylarda istiflenmiş ne varsa ince bir dokunuşla sapla samana dönüşüyor. Aklını sevdiğim beynelmilel babam, zamansız ve mekânsız o derin boyuta devrilmeseydin birlikte giderdik kırk yıldır beklenen o muhalifliği muhteşem mitinglere. Akıl yolunda iki yolcu, iki beynelmilel olarak. Olası dip dalgalarının nabzını tutardık birlikte. Dünyada, bölgede ve memleket de dönen dolaplara, azgınlığa ve başıbozukluğa birikmiş isyanımızı haykırırdık hep bir ağızdan. Hep dediğin gibi ‘geçer be yavrum’ çizgisinde, dönüşü olmayan gidişleri gözlemlerdik Milletin suretinden.
Babaların kralı babam, sanki tarih tekerrürden ibarettir tuttu. Sanki yetmişlerin ikinci yarısı yaşanıyor. Bıçak kemiğe dayanınca alay, kalay, saray, dinlemiyor hiç kimse. Millet yine mitinglere akın ediyor. Kara karanlıklar aralanıyor. Saray ittifakına inat Millet mitinglere doluyor.
Babam siyasete yirmi dört ayar çekilecek, siyasetin İnceldiği yerden kopacağı o son günün arifesinde Yeditepeli şehrin bir tepesindeki büyük mitingde buluşalım. Kara bıyıklı kasketliyi de getir. Ben de seninle ilk mitinge gittiğim gibi Deniz kızımla geleyim. Her günümüz düğün bayram olsun…
14 Haziran 2018 Perşembe
İNCE’DEN İZLENİYORUZ, İSTİHBARAT SAĞLAM…
İNCE’DEN İZLENİYORUZ, İSTİHBARAT SAĞLAM…
On yıllardır ayni manzara. Durum iktidar aleyhine zuhur ettiğinde resmi özel tüm istihbarat klikleri iktidara hizmet eder. Devlete değil. Hükümete. Bu alışıldık durumu Diyarbakır miting atışmaları açıkça ortaya sergiledi. Demek ki devlet istihbarat kurumları iç dış düşmanları bırakmış mevcuduna rakip cumhurbaşkanı adaylarının mitinglerini izliyor. Mitinglere katılanları da bir bir fişliyor, sarayın liderine raporluyor. Yani takip edildiğimiz acı bir gerçek. İnceden izleniyoruz. Bu durumu teyid eden de bizzat sarayın lideri. İstihbarat sağlam…
Dünya her alanda büyük değişimler yaşıyor. Komünistle kapitalist dünyanın geleceği için asgari müşterekte anlaşıp el sıkışabiliyor. Biz hala soğuk savaş döneminin atraksiyonları ile oyalanıyoruz. Millete sizi izliyoruz, izleniyorsunuz korkusu yayıyoruz. Memlekete sizi dinliyoruz, elle tutulur malzeme çıkarıyoruz, vakti gelince hesabını sorarız imajı yayıyoruz.
Korku salın, imaj yayın bu normal. Osundan busundan korkan çekilir kenara. Korkmak ayıp değil. Ayıp olan Devlet kurumları, devlet istihbarat kurumları, devletin özel istihbarat sistemlerinin muhalefete karşı birleşmiş olması. Tek parti düzenine hizmete yeltenmesi. Siyaseten taraf olması, taraf tutması. Mevcut iktidarın karşısında ve dışında kim varsa düşman bellemesi. Düşman benimsetilmesi.
Evet, İnce’den izleniyoruz, dendiği gibi istihbarat da sağlam yerden. Durum benim mitingim, senin mitingine dönüşmüş, dönüştürülmüş. Peki, bu atmosferde nasıl kardeş olacağız. Kimi nasıl ayırmayacağız, dışlamayacağız. Nasıl barışacağız. Dostça nasıl kucaklaşacağız. Düşünen yok. Böl, parçala yönet zihniyeti. İstihbaratın açığa düşmesinin peşinden güvenlik güçlerinin tarafgirliğini konuşmaya hiç gerek yok. Hiç değilse onlar alenen. Bunlar ohal bu hal ortamında gizliden gizliye. Sen ben gibi ortalıkta gezerek, bilgi depolayarak. Sonra da jurnallayarak. Ama on yıllardır inceden inceye uygulanan bu model de çökmek üzere.
Çöküş veya gerileme başlamış ki son bir hamle ile "Diyarbakır'da miting yaptı. ‘İstihbarat’tan aldığım bilgi, bu mitinge katılanların neredeyse tamamına yakını şuralı, buralı" ifadelerini kullanarak memleketin zayıf karnından yüklenme moduna geçildi.
Yanıtı anında geldi; “İstihbarat sana doğru bilgi vermeye cesaret edememiş, seni kandırmış! Mitinglerime geçmişte size oy vermiş yurttaşlarımız da katılıyor, herkes katılıyor. Bu bilgiyi istihbarat veremez, vermeye cesaret edemez sana, ama ben vereyim.”
Atışmalar iyi güzel de perde arkası asıl durum şu; şimdilik miting bazında da olsa iktidara yakın muhafazakar kaleler içeriden fethediliyor. Sıkıntı bu. Mevcutlarca meydanlar doldurulamıyor. Kıskançlık hortlaması bir yana acaba taban mı kayıyor endişesi ağır basıyor. Hal böyle olunca devletin tüm kaynaklarını kullanmayı kendine hak gören tek parti zihniyeti devletin tüm unsurlarını lehine hareketklendiriyor. Kullanıyor. En sonunda emir demiri keser hesabı memleketin siyasi literatürüne miting takipçiliği de ekleniyor.
Millet zaten onyıllardır fişleniyor, fişlenmiş. Eğer fişlenmediyse siyaseten mitingler bilgi akışını güncelleyen bir toplumsal paylaşım sayılıyor. Ayrıca da miting yasal. Yasal görününümlü en doğal mitingleri bile yasadışılığa itecek raporlarla bir şeylerin provası yapılıyor gibi.
Bunu çok iyi öngören 'adamın kralı' ise incelikle noktayı koyuyor; “Mitingime katılanlarla ilgili istihbarattan bilgi almış! İstihbaratın görevi muhalefeti izlemek midir? İstihbaratı siyasi amaçla kullandığın için darbe girişimini Eniştenden öğrenmek zorunda kaldın!”
Bunlara başlıca neden ise oy istihbaratının beklendiği gibi olmaması her halde...
On yıllardır ayni manzara. Durum iktidar aleyhine zuhur ettiğinde resmi özel tüm istihbarat klikleri iktidara hizmet eder. Devlete değil. Hükümete. Bu alışıldık durumu Diyarbakır miting atışmaları açıkça ortaya sergiledi. Demek ki devlet istihbarat kurumları iç dış düşmanları bırakmış mevcuduna rakip cumhurbaşkanı adaylarının mitinglerini izliyor. Mitinglere katılanları da bir bir fişliyor, sarayın liderine raporluyor. Yani takip edildiğimiz acı bir gerçek. İnceden izleniyoruz. Bu durumu teyid eden de bizzat sarayın lideri. İstihbarat sağlam…
Dünya her alanda büyük değişimler yaşıyor. Komünistle kapitalist dünyanın geleceği için asgari müşterekte anlaşıp el sıkışabiliyor. Biz hala soğuk savaş döneminin atraksiyonları ile oyalanıyoruz. Millete sizi izliyoruz, izleniyorsunuz korkusu yayıyoruz. Memlekete sizi dinliyoruz, elle tutulur malzeme çıkarıyoruz, vakti gelince hesabını sorarız imajı yayıyoruz.
Korku salın, imaj yayın bu normal. Osundan busundan korkan çekilir kenara. Korkmak ayıp değil. Ayıp olan Devlet kurumları, devlet istihbarat kurumları, devletin özel istihbarat sistemlerinin muhalefete karşı birleşmiş olması. Tek parti düzenine hizmete yeltenmesi. Siyaseten taraf olması, taraf tutması. Mevcut iktidarın karşısında ve dışında kim varsa düşman bellemesi. Düşman benimsetilmesi.
Evet, İnce’den izleniyoruz, dendiği gibi istihbarat da sağlam yerden. Durum benim mitingim, senin mitingine dönüşmüş, dönüştürülmüş. Peki, bu atmosferde nasıl kardeş olacağız. Kimi nasıl ayırmayacağız, dışlamayacağız. Nasıl barışacağız. Dostça nasıl kucaklaşacağız. Düşünen yok. Böl, parçala yönet zihniyeti. İstihbaratın açığa düşmesinin peşinden güvenlik güçlerinin tarafgirliğini konuşmaya hiç gerek yok. Hiç değilse onlar alenen. Bunlar ohal bu hal ortamında gizliden gizliye. Sen ben gibi ortalıkta gezerek, bilgi depolayarak. Sonra da jurnallayarak. Ama on yıllardır inceden inceye uygulanan bu model de çökmek üzere.
Çöküş veya gerileme başlamış ki son bir hamle ile "Diyarbakır'da miting yaptı. ‘İstihbarat’tan aldığım bilgi, bu mitinge katılanların neredeyse tamamına yakını şuralı, buralı" ifadelerini kullanarak memleketin zayıf karnından yüklenme moduna geçildi.
Yanıtı anında geldi; “İstihbarat sana doğru bilgi vermeye cesaret edememiş, seni kandırmış! Mitinglerime geçmişte size oy vermiş yurttaşlarımız da katılıyor, herkes katılıyor. Bu bilgiyi istihbarat veremez, vermeye cesaret edemez sana, ama ben vereyim.”
Atışmalar iyi güzel de perde arkası asıl durum şu; şimdilik miting bazında da olsa iktidara yakın muhafazakar kaleler içeriden fethediliyor. Sıkıntı bu. Mevcutlarca meydanlar doldurulamıyor. Kıskançlık hortlaması bir yana acaba taban mı kayıyor endişesi ağır basıyor. Hal böyle olunca devletin tüm kaynaklarını kullanmayı kendine hak gören tek parti zihniyeti devletin tüm unsurlarını lehine hareketklendiriyor. Kullanıyor. En sonunda emir demiri keser hesabı memleketin siyasi literatürüne miting takipçiliği de ekleniyor.
Millet zaten onyıllardır fişleniyor, fişlenmiş. Eğer fişlenmediyse siyaseten mitingler bilgi akışını güncelleyen bir toplumsal paylaşım sayılıyor. Ayrıca da miting yasal. Yasal görününümlü en doğal mitingleri bile yasadışılığa itecek raporlarla bir şeylerin provası yapılıyor gibi.
Bunu çok iyi öngören 'adamın kralı' ise incelikle noktayı koyuyor; “Mitingime katılanlarla ilgili istihbarattan bilgi almış! İstihbaratın görevi muhalefeti izlemek midir? İstihbaratı siyasi amaçla kullandığın için darbe girişimini Eniştenden öğrenmek zorunda kaldın!”
Bunlara başlıca neden ise oy istihbaratının beklendiği gibi olmaması her halde...
13 Haziran 2018 Çarşamba
ISMARLAMA ANKETLER VE GERÇEK…
ISMARLAMA ANKETLER VE GERÇEK…
On yıllardır her seçimde anket istihbaratlarıyla Millete orantısal algı operasyonu. Hep ayni manzara. Erken-baskın seçimde ‘Muharrem’ bu hesapları ve oranları alt üst edince, muhalefet Millet İttifakında buluşunca oranlar da karıştı. Kurulmaya çalışılan yapay denge de bozuldu. Gelişen durumu anında fark eden yandaş anketçiler hemen muhalefet partileri arasındaki oy geçirgenlikleriyle uğraşmaya başladılar. Aldılar verdiler, ölçtüler biçtiler olmadı. Yüzdelikler tutmadı. En sonunda on yılların dengesi kolay kolay değişmez deyip mevcut ile muhalefeti ancak ‘fifti-fifti’ye bağlayabildiler. Yalan tabii ki...
Neden yalan şundan; hangi anket şirketi yetkilisine baksanız ayni kafadan konuşuyor gibi. Ayni tornadan çıkmışlar sanki. Mevcut iktidar ya bu anket firmalarını da ele geçirmiş. Ya kendi kurmuş veya kurdurtmuş. Veya bir güzel kendine bağlamış. Ismarlama anketler yaptırılıyor. Ona rağmen son anketler ile istihbari bilgiler durumun beklendiği gibi olmadığı, gelişmelerin iktidar aleyhine zuhur ettiği yönünde. Bu durumu kendi ağzıyla itiraf eden de bizzat sarayın lideri. İflah olmaz bir İnce hastalığa yakalanmış ki başka yerde konuşmam tarzı, kilit örgütüne kafakol siyasetini öğütlüyor. İstihbarat sağlam olunca da bu görüşmeler güm diye gündeme düşüyor…
Elbette konumuz o değil. Konumuz sözde araştırma şirketlerinin uydurma anketleri ve doğruymuş gibi kamuoyuna aktarılan suni sonuçlar. Alınan verilen sonuçlardan çıkarılana göre, bugün itibariyle Millet İttifakı meclis çoğunluğunu az bir farkla da olsa alıyor. Ama Anketör sallamacılar; ‘Meclis dağılımına bakıldığında, hiçbir parti veya ittifakın meclis çoğunluğunu sağlayamadığı görülmektedir’ ifadelerini kullanıyorlar. Sebebini de ittifakların pozitif ve negatif oy geçişleri olabileceğine dayandırıyorlar.
Elbette iktidar açısından yenilgi kaçınılmaz olunca ve bu cümle âlem tarafından görülünce temel amaç taraf netleştirmek. İleri sürülecek yeni oyun planlarına zemin hazırlamak. Zaten Memleket ekonomik ve siyasal açıdan ağır bunalımlara gebeyken yetmezmiş gibi Millet de cepheyi genişletince iktidarın hedefi şaştı. İktidarı beter şaşkınlık sardı. Seçim yasakları öncesi açıklanan ısmarlama anketlerle de durum hizaya sokulamadı. İnce detaylı hesaplanan oranlar hepten başka yerlere uçtu, gitti.
‘Muharrem’ öncesi yapılan anketlerle ‘Muharrem’ sonrası yapılanlar bambaşka bir siyaset düzeni ve profilini ortaya koymaya başladı. İktidarın endişesi onca algı dozu yüksek ve ayarlanmış anketlere rağmen seçimlerde realitenin tescillenmesi. Şimdilik seçim yasakları öncesi kamuoyu ile paylaşılan anketler durumun öyle olacağına işaret ediyor.
Nedir o işaret denilir ise ‘Piyasa Eşitleme, Rakip yanıltma yapmayan, Arlı namuslu anketlere göre görüntü; iktidar partisi yüzde kırkların altına düşmüş durumda. Ana muhalefet partisi oy oranını otuzlara yükseltmiş görünüyor. İttifak düzeyinde ise Millet ittifakı meclis seçimlerini saray İttifakı’ndan bir iki puan önde tamamlıyor. Meclis çoğunluğunu ele geçiriyor. Cumhurbaşkanlığı yarışı ise bıçak sırtı gidiyor. Kararsızlar da dağıtıldıktan sonra Cumhurbaşkanlığı birinci turunda saray ittifakı adayı yüzde kırk-kırk beş arasında gidip geliyor. Millet ittifakında ise ikinci tura oyunu yüzde otuzun üzerine çıkaran ‘Muharrem’ kalacak görünüyor.
Gerçi sandıktır sonucu tam kestirilemez ama eğer Cumhurbaşkanlığı ikinci tura kalırsa seçimi ittifaksal eğilimler belirleyecek. Eğilimlere göre alınan oyları ve oranları adaylara dağıtmak bir yana özellikle Millet ittifakı partileri kendi adaylarına verdikleri oyun yüzde yetmişini ‘Muharrem’e vermeleri halinde yarışı ‘Muharrem’ en az bir, bir buçuk puan önde tamamlar. Saray el değiştirir.
El değiştirir çünkü ilk turda Millet ittifakının meclis çoğunluğunu kazanması seçmen üzerinde psikolojik bir baskı kuracaktır. Bu ince baskı muhalefete yarayacaktır. Muhalif seçmenlerden sandığa gitmeyenleri bile sandığa gitmeye yönlendirecektir. Böylece bıçak sırtı gibi görünen seçim çok küçük oy farkıyla da olsa ‘Muharrem’ lehine sonuçlanacaktır.
Yasa gereği yarından sonra anket açıklanması yasak. Elbette devleti arkasına alanlar bir şekilde bu yasağı deleceklerdir. Ismarlama oranlarla seçimi saray bahçesine yıkmaya çalışacaklardır. Ama şimdiye dek açıklanan hakiki veya ısmarlama anketlere göre görünen gerçek ‘Muharrem’in bu işi tamama erdireceği gerçeğidir.
Bu sefer tamam inşallah…
On yıllardır her seçimde anket istihbaratlarıyla Millete orantısal algı operasyonu. Hep ayni manzara. Erken-baskın seçimde ‘Muharrem’ bu hesapları ve oranları alt üst edince, muhalefet Millet İttifakında buluşunca oranlar da karıştı. Kurulmaya çalışılan yapay denge de bozuldu. Gelişen durumu anında fark eden yandaş anketçiler hemen muhalefet partileri arasındaki oy geçirgenlikleriyle uğraşmaya başladılar. Aldılar verdiler, ölçtüler biçtiler olmadı. Yüzdelikler tutmadı. En sonunda on yılların dengesi kolay kolay değişmez deyip mevcut ile muhalefeti ancak ‘fifti-fifti’ye bağlayabildiler. Yalan tabii ki...
Neden yalan şundan; hangi anket şirketi yetkilisine baksanız ayni kafadan konuşuyor gibi. Ayni tornadan çıkmışlar sanki. Mevcut iktidar ya bu anket firmalarını da ele geçirmiş. Ya kendi kurmuş veya kurdurtmuş. Veya bir güzel kendine bağlamış. Ismarlama anketler yaptırılıyor. Ona rağmen son anketler ile istihbari bilgiler durumun beklendiği gibi olmadığı, gelişmelerin iktidar aleyhine zuhur ettiği yönünde. Bu durumu kendi ağzıyla itiraf eden de bizzat sarayın lideri. İflah olmaz bir İnce hastalığa yakalanmış ki başka yerde konuşmam tarzı, kilit örgütüne kafakol siyasetini öğütlüyor. İstihbarat sağlam olunca da bu görüşmeler güm diye gündeme düşüyor…
Elbette konumuz o değil. Konumuz sözde araştırma şirketlerinin uydurma anketleri ve doğruymuş gibi kamuoyuna aktarılan suni sonuçlar. Alınan verilen sonuçlardan çıkarılana göre, bugün itibariyle Millet İttifakı meclis çoğunluğunu az bir farkla da olsa alıyor. Ama Anketör sallamacılar; ‘Meclis dağılımına bakıldığında, hiçbir parti veya ittifakın meclis çoğunluğunu sağlayamadığı görülmektedir’ ifadelerini kullanıyorlar. Sebebini de ittifakların pozitif ve negatif oy geçişleri olabileceğine dayandırıyorlar.
Elbette iktidar açısından yenilgi kaçınılmaz olunca ve bu cümle âlem tarafından görülünce temel amaç taraf netleştirmek. İleri sürülecek yeni oyun planlarına zemin hazırlamak. Zaten Memleket ekonomik ve siyasal açıdan ağır bunalımlara gebeyken yetmezmiş gibi Millet de cepheyi genişletince iktidarın hedefi şaştı. İktidarı beter şaşkınlık sardı. Seçim yasakları öncesi açıklanan ısmarlama anketlerle de durum hizaya sokulamadı. İnce detaylı hesaplanan oranlar hepten başka yerlere uçtu, gitti.
‘Muharrem’ öncesi yapılan anketlerle ‘Muharrem’ sonrası yapılanlar bambaşka bir siyaset düzeni ve profilini ortaya koymaya başladı. İktidarın endişesi onca algı dozu yüksek ve ayarlanmış anketlere rağmen seçimlerde realitenin tescillenmesi. Şimdilik seçim yasakları öncesi kamuoyu ile paylaşılan anketler durumun öyle olacağına işaret ediyor.
Nedir o işaret denilir ise ‘Piyasa Eşitleme, Rakip yanıltma yapmayan, Arlı namuslu anketlere göre görüntü; iktidar partisi yüzde kırkların altına düşmüş durumda. Ana muhalefet partisi oy oranını otuzlara yükseltmiş görünüyor. İttifak düzeyinde ise Millet ittifakı meclis seçimlerini saray İttifakı’ndan bir iki puan önde tamamlıyor. Meclis çoğunluğunu ele geçiriyor. Cumhurbaşkanlığı yarışı ise bıçak sırtı gidiyor. Kararsızlar da dağıtıldıktan sonra Cumhurbaşkanlığı birinci turunda saray ittifakı adayı yüzde kırk-kırk beş arasında gidip geliyor. Millet ittifakında ise ikinci tura oyunu yüzde otuzun üzerine çıkaran ‘Muharrem’ kalacak görünüyor.
Gerçi sandıktır sonucu tam kestirilemez ama eğer Cumhurbaşkanlığı ikinci tura kalırsa seçimi ittifaksal eğilimler belirleyecek. Eğilimlere göre alınan oyları ve oranları adaylara dağıtmak bir yana özellikle Millet ittifakı partileri kendi adaylarına verdikleri oyun yüzde yetmişini ‘Muharrem’e vermeleri halinde yarışı ‘Muharrem’ en az bir, bir buçuk puan önde tamamlar. Saray el değiştirir.
El değiştirir çünkü ilk turda Millet ittifakının meclis çoğunluğunu kazanması seçmen üzerinde psikolojik bir baskı kuracaktır. Bu ince baskı muhalefete yarayacaktır. Muhalif seçmenlerden sandığa gitmeyenleri bile sandığa gitmeye yönlendirecektir. Böylece bıçak sırtı gibi görünen seçim çok küçük oy farkıyla da olsa ‘Muharrem’ lehine sonuçlanacaktır.
Yasa gereği yarından sonra anket açıklanması yasak. Elbette devleti arkasına alanlar bir şekilde bu yasağı deleceklerdir. Ismarlama oranlarla seçimi saray bahçesine yıkmaya çalışacaklardır. Ama şimdiye dek açıklanan hakiki veya ısmarlama anketlere göre görünen gerçek ‘Muharrem’in bu işi tamama erdireceği gerçeğidir.
Bu sefer tamam inşallah…
12 Haziran 2018 Salı
MİTİNGLER, KIRMIZI KARANFİL VE GÜVERCİNLER…
MİTİNGLER, KIRMIZI KARANFİL VE GÜVERCİNLER…
İkili seçime bayramdan sonra bir hafta. Cumhurbaşkanlığı Temmuzun ilk haftasına kalacak gibi. Yani en son düzlüğe biraz daha zaman var…
Mitingler tahlil edildiğinde şimdilik doğru düzgün giden sadece ‘Muharrem’. Diğerleri hele de sarayın başındaki onu sıkı takip ediyor. Ve habire salvoluyor. Sarayın reyisi salladıkça, savurdukça ve saldırdıkça ‘Muharrem’ prim yapıyor. Sanki işler tersine döndü bu kez. Bir acayip şaşkınlık varsa ki var ondan. Ayrıca meydanlar sadece ‘Muharrem’ ile hareketleniyor, bereketleniyor. Saraycılar mitinglerine parayla adam bulamıyorlar...
On yıllardır beklenen ve muhtemelen yakında karşılaşılacak sonuç için mitingleri iyice izlemek ve adilane karşılaştırmak yeterli. Dikkatle izleyen meseleyi çözer. Hele de ‘Muharrem’e teveccühün nedenini ve ‘Gariban Muharrem’ farkını bir güzel anlar. Duruma göre de ikili seçimlerde, ikiliden doğrusunu seçerek politikaya ‘İnce ayar’ çeker.
Saraylıların mitinglerinde ilçeden ilçeye kaydırmalar geçilmiş, ilden ile taşımalarla da alanlar dolmuyor. Zor bir hal doldurulsa da saray ittifakçılarının gözüne girmek için toplamalar haykırıyorlar; ‘Orası burası seninle gurur duyuyor’ diyerek. Foya anın ada ortaya çıkıyor, kabak lastik patlıyor. Podyumda kim varsa bocalıyor, durumu toplayayım derken daha bir gömülüyor.
Ayrıca heyecan da günden güne azalıyor. Özellikle Karadeniz’in fındık deryası iki ilinde sıfır çekilince, miting alanları küçültülüyor. O çare de tutmayınca mitingler kapalı spor salonu toplantılarına kayıyor. Yani tabanda açıktan açığa bir kayma gözlemleniyor. Algı operasyonları, teşkilat operasyonları ve askeri operasyonların tutmadığı da ortada. Şimdi Kandil mandil diyorlar heyecan yine sıfır. Afrin çoktan unutuldu. Enerji bitik, inanç yok olmuş. Vatan ve şehadet edebiyatının da kusurlu yanları görülmeye başlandı. Değeri onlarca milyar dolarlık arap mültecilerden de beklenen destek yeterli değil. Açık kapatılamıyor.
Dünya basınına sızan gibi; seçim almaya dönük militaryal birlikler sınır ötesine ilerletilirse Allah muhafaza olan yine gariban çocuklarına olur. Seçime ramak kala Millete şırıngalamak için yeni bir sihir ve illüzyon peşindeler. Kafa yoruyorlar ama bulamıyorlar. Elbette bulamazlar. Dünyada ne kadar hinlik ve cinlik varsa bir bir kullandılar. Sarayın adamları şaşkın. Topu tribe girmiş ve moraller çok bozuk. Zaten yakın zamanda iktidar değiştiğinde çürük iplikler pazara çıkacak. Çıkarılacak. Onun da sıkıntısı var.
‘Muharrem’in mitinglerine gelince; on yılların monoloğundan vaz geçildi. ‘Muharrem’ Millet ile diyaloğu iyi kurdu. Bir kurdu ki tam kurdu. Siyasetin kurdu olduğunu ilk mitinginden itibaren cümle âleme gösterdi. Performansı hala kıskanılası düzeyde. Performansını gittikçe artırarak ardına atıl partililerini de taktı. İnanç tavan yaptı. Örgütsel dağınıklığı akıllıca davranarak topladı. Örgütü birledi bütünledi. Çevresi genişledi ve eli güçlendi. On yıllardır unutulmuş heyecan ve umut tekrardan yakalandı. Akıllara yer eden, iz bırakan bir propaganda sürecini taşıyor.
Aslında dide çok mahir olmasına karşın vasat, her kesimin anlayacağı düzeyde bir lisanı harbi kullanıyor. Akıllıca polemiklerden kaçınıyor. Saraylılarca özellikle yaratılan atışmalarda analitik zeka kullanıyor. Hoşa gidiyor. Memleketin başına bela edilmiş ayrım ve kayrım ögesi ne varsa, yani mezhep, ırk, din, dinci, dindar, açık, kapalı ve benzerleri, her biriyle hiç derdi olmadığını bir fırsatına getirip ifade ediyor. İmaları da pek kuvvetli olduğundan kabul görüyor. Elle tutulur, gözle görülür hiçbir açık vermiyor. Ve ‘Muharrem’ kurguladığı biçimde ‘İnce’ bir çizgide yükselişini sürdürüyor. Bu saatten sonra önü kesilebilir mi, zor. Çünkü psikolojik ve sosyolojik üstünlük ‘Muharrem’e geçmiş durumda.
Memlekette esen bu bayram havası bir aksilik çıkmaz ise temmuzun ilk hafta sonuna kadar devam edecek. Mitingler devam edecek. Millet ‘Muharrem’ sayesinde bağımlı canlı miting izleyicisi oldu. Hele de miting sonları ayrı bir tutku ile bekleniyor. Her miting sonrası başka bir sürpriz. Ve mitinge katılanlara kırmızı karanfil atmalar ve barışa ak güvercin uçurmalar.
Fark var elbette, Saraylılar kırmızı gül atıyorlar. Barışa da güvercin uçurmuyorlar. Ancak dikkat edilesi bir husus daha var. Saraylılar ve eşrafı podyumdan gül atarken kendilerini pek yormuyorlar. Gülleri bile öndekilere veya önden tanıdıklara, alışılmış olduğu üzere al gülüm ver gülüm hesabı lütfediyorlar…
Gariban ‘Muharrem’in miting sonlarına gelince; platformdan kırmızı karanfiller atılırken dahi aşırı özen gösteriliyor. Karanfilleri en arkalara da ulaştırmak için bir çaba var. Elbette el ile atım hızı bir yere kadar. Ama başta ‘Muharrem’ olmak üzere kim karanfil atıyorsa dört bir yana ve en uzağa atmaya çalışılıyor. Bunun özel, planlı bir gayret olmadığı açık. Geçenlerde bir miting sonu ‘Muharrem’ ve kızkardeşi platformda sürpriz biçimde buluştular. Abi kardeş Millete karanfiller attılar. Bu kadar mı dedirten biçimde, kızkardeş de kırmızı karanfilleri yakından uzağa, en uzağa da eşit paylaştırma gayretiyle, adil bölüştürme fikriyle atmaya çalıştı…
Sanki fıtrat birilerinde böyle, birilerinde öyle...
İkili seçime bayramdan sonra bir hafta. Cumhurbaşkanlığı Temmuzun ilk haftasına kalacak gibi. Yani en son düzlüğe biraz daha zaman var…
Mitingler tahlil edildiğinde şimdilik doğru düzgün giden sadece ‘Muharrem’. Diğerleri hele de sarayın başındaki onu sıkı takip ediyor. Ve habire salvoluyor. Sarayın reyisi salladıkça, savurdukça ve saldırdıkça ‘Muharrem’ prim yapıyor. Sanki işler tersine döndü bu kez. Bir acayip şaşkınlık varsa ki var ondan. Ayrıca meydanlar sadece ‘Muharrem’ ile hareketleniyor, bereketleniyor. Saraycılar mitinglerine parayla adam bulamıyorlar...
On yıllardır beklenen ve muhtemelen yakında karşılaşılacak sonuç için mitingleri iyice izlemek ve adilane karşılaştırmak yeterli. Dikkatle izleyen meseleyi çözer. Hele de ‘Muharrem’e teveccühün nedenini ve ‘Gariban Muharrem’ farkını bir güzel anlar. Duruma göre de ikili seçimlerde, ikiliden doğrusunu seçerek politikaya ‘İnce ayar’ çeker.
Saraylıların mitinglerinde ilçeden ilçeye kaydırmalar geçilmiş, ilden ile taşımalarla da alanlar dolmuyor. Zor bir hal doldurulsa da saray ittifakçılarının gözüne girmek için toplamalar haykırıyorlar; ‘Orası burası seninle gurur duyuyor’ diyerek. Foya anın ada ortaya çıkıyor, kabak lastik patlıyor. Podyumda kim varsa bocalıyor, durumu toplayayım derken daha bir gömülüyor.
Ayrıca heyecan da günden güne azalıyor. Özellikle Karadeniz’in fındık deryası iki ilinde sıfır çekilince, miting alanları küçültülüyor. O çare de tutmayınca mitingler kapalı spor salonu toplantılarına kayıyor. Yani tabanda açıktan açığa bir kayma gözlemleniyor. Algı operasyonları, teşkilat operasyonları ve askeri operasyonların tutmadığı da ortada. Şimdi Kandil mandil diyorlar heyecan yine sıfır. Afrin çoktan unutuldu. Enerji bitik, inanç yok olmuş. Vatan ve şehadet edebiyatının da kusurlu yanları görülmeye başlandı. Değeri onlarca milyar dolarlık arap mültecilerden de beklenen destek yeterli değil. Açık kapatılamıyor.
Dünya basınına sızan gibi; seçim almaya dönük militaryal birlikler sınır ötesine ilerletilirse Allah muhafaza olan yine gariban çocuklarına olur. Seçime ramak kala Millete şırıngalamak için yeni bir sihir ve illüzyon peşindeler. Kafa yoruyorlar ama bulamıyorlar. Elbette bulamazlar. Dünyada ne kadar hinlik ve cinlik varsa bir bir kullandılar. Sarayın adamları şaşkın. Topu tribe girmiş ve moraller çok bozuk. Zaten yakın zamanda iktidar değiştiğinde çürük iplikler pazara çıkacak. Çıkarılacak. Onun da sıkıntısı var.
‘Muharrem’in mitinglerine gelince; on yılların monoloğundan vaz geçildi. ‘Muharrem’ Millet ile diyaloğu iyi kurdu. Bir kurdu ki tam kurdu. Siyasetin kurdu olduğunu ilk mitinginden itibaren cümle âleme gösterdi. Performansı hala kıskanılası düzeyde. Performansını gittikçe artırarak ardına atıl partililerini de taktı. İnanç tavan yaptı. Örgütsel dağınıklığı akıllıca davranarak topladı. Örgütü birledi bütünledi. Çevresi genişledi ve eli güçlendi. On yıllardır unutulmuş heyecan ve umut tekrardan yakalandı. Akıllara yer eden, iz bırakan bir propaganda sürecini taşıyor.
Aslında dide çok mahir olmasına karşın vasat, her kesimin anlayacağı düzeyde bir lisanı harbi kullanıyor. Akıllıca polemiklerden kaçınıyor. Saraylılarca özellikle yaratılan atışmalarda analitik zeka kullanıyor. Hoşa gidiyor. Memleketin başına bela edilmiş ayrım ve kayrım ögesi ne varsa, yani mezhep, ırk, din, dinci, dindar, açık, kapalı ve benzerleri, her biriyle hiç derdi olmadığını bir fırsatına getirip ifade ediyor. İmaları da pek kuvvetli olduğundan kabul görüyor. Elle tutulur, gözle görülür hiçbir açık vermiyor. Ve ‘Muharrem’ kurguladığı biçimde ‘İnce’ bir çizgide yükselişini sürdürüyor. Bu saatten sonra önü kesilebilir mi, zor. Çünkü psikolojik ve sosyolojik üstünlük ‘Muharrem’e geçmiş durumda.
Memlekette esen bu bayram havası bir aksilik çıkmaz ise temmuzun ilk hafta sonuna kadar devam edecek. Mitingler devam edecek. Millet ‘Muharrem’ sayesinde bağımlı canlı miting izleyicisi oldu. Hele de miting sonları ayrı bir tutku ile bekleniyor. Her miting sonrası başka bir sürpriz. Ve mitinge katılanlara kırmızı karanfil atmalar ve barışa ak güvercin uçurmalar.
Fark var elbette, Saraylılar kırmızı gül atıyorlar. Barışa da güvercin uçurmuyorlar. Ancak dikkat edilesi bir husus daha var. Saraylılar ve eşrafı podyumdan gül atarken kendilerini pek yormuyorlar. Gülleri bile öndekilere veya önden tanıdıklara, alışılmış olduğu üzere al gülüm ver gülüm hesabı lütfediyorlar…
Gariban ‘Muharrem’in miting sonlarına gelince; platformdan kırmızı karanfiller atılırken dahi aşırı özen gösteriliyor. Karanfilleri en arkalara da ulaştırmak için bir çaba var. Elbette el ile atım hızı bir yere kadar. Ama başta ‘Muharrem’ olmak üzere kim karanfil atıyorsa dört bir yana ve en uzağa atmaya çalışılıyor. Bunun özel, planlı bir gayret olmadığı açık. Geçenlerde bir miting sonu ‘Muharrem’ ve kızkardeşi platformda sürpriz biçimde buluştular. Abi kardeş Millete karanfiller attılar. Bu kadar mı dedirten biçimde, kızkardeş de kırmızı karanfilleri yakından uzağa, en uzağa da eşit paylaştırma gayretiyle, adil bölüştürme fikriyle atmaya çalıştı…
Sanki fıtrat birilerinde böyle, birilerinde öyle...
11 Haziran 2018 Pazartesi
İNCE HESAP ZAMANI…
İNCE HESAP ZAMANI…
Üç beş gün sonra bayram. Şimdiden kutlu olsun, Millete mutluluk getirsin. Bayramdan sonra ise bıçak sırtı bir seçim. Anketlere bakılırsa Mevcut iktidar Meclis çoğunluğunu baştan yitirmiş. Millet İttifakında şimdiden bayram havası. Sonra ikincisi. İkinci seçimden sonra ise memlekete bir bayram daha. Veya on yıllardır es geçilmiş ‘İnce Hesap Zamanı’.
Hesap zamanı ama daha hesaplar cetvellere işlenmeden kapıyı yerel seçimler çalacak. Bir zaman da o afra tafrayla geçecek. İnce hesap yağmuru o seçimlerde de devam edecek. Belki de sağanaktan doluya dönüşecek. Bundan kaçış yok. Haziran seçimlerinin sonucu ne olursa olsun kaçış da yok, hesap vermekten kurtuluş da yok.
Yani gelecek on yılın ince hesapların yapıldığı, açık hesapların ortaya döküldüğü ‘İnce Hesap Zamanı’ olması muhtemel…
Bir Memleket düşünün ki bir üniversitenin diploma töreninde öğrenciler hep bir ağızdan ‘İzmir Marşı'nı okuduklarında ilgili Bakan salonu terk ediyor. Bakanın bakmayanın, hiç birinin yurtseverlik temalı marşlara ve ‘Mustafa Kemal'in Askerleriyiz” söylenmesine asla ve kata tahammülü yok. Ata’dan emanet koltuklara kurulup, kurulu zemberek gibi ecdada zehir akıtmak niye ki? Niye bu ardına bakmadan mahiyettekilerle kaçış. Niye si de belli, niyetler de açık…
Sanki ‘İnce Hesap Zamanı’nın geldiğinin farkına varıldı. Vakti gelince adaletin herkese lazım olacağı anlaşıldı. Envaı çeşit soru beyinleri kemiriyor; İncelikli hesap verilecek mahşer günleri yakınlaşıyor mu yoksa. Yoksa sonuçları bu kadar net tahmin edilen bir seçim süreci yaşamak bozdu mu ayarları. Millete İnce ayar çekildiğinde hangi ideolojiden, hangi siyasi görüşten, hangi partiden olursa olsun, ayni sesten konuşuluyor olması mı bu kaçış tekniğinin uygulanmasına neden. Millet bu kez ince eleyip sık dokuyor da ondan mı bu zirve yapan tedirginlik.
En zirvede bile öyle karışıklıklar, öyle akıl karışıklığı yaşanıyor ki; Diyarların adı ötekiyle karıştırılıyor. Günü gelince hesabın ödeneceği akıllara iyice yerleştiğinden graffitilikler sıralanıyor. Örneğin ‘Burada da Ödemiş var mı’ denilebiliyor. Liboşu komünisti birbirine karıştırılıyor. O meşhur ‘sattırmam’ repliği başkalarına mal ediliyor. Devlet malı asma köprüyü özelleştirmeye kalkışanla, yurtseverce karşısına duranı bile kendinden geçirecek biçimde sahte ambians yaratılıyor. Yıllar öncesinde kendi yönetiminden hatta doğumundan önce açılmış havaalanları, üniversiteler, vurulan yollar, kurulan fabrikalar, atılan köprüler, döşenen raylar, hastaneler, postaneler, ne varsa hepsini biz yaptık denilerek kendilerine mal ediliyor. Hele hele yetmiş beş kişilik sınıflarda okumuşluk, daha doğmamışken kendilerine ve dillerine doladıkları tek parti zihniyetine vakfediliyor.
Bu tarihi potlara bakıldığında, mesele metal veya mental yorgunluğa bağlanarak, işin içinden çıkılacak, huzurdan kaçılacak bir mesele değil. Alışıldık vaka değil. Durum vahim. Sanki herkes ‘İnce Hesap Zamanı’nın geldiği farkındalığını yaşıyor. Aşırı stresli ve sıkıntılı durum da ondan sanki. Şaşkınlık da. Dil sürçmeleri de. Çünkü vakit daralıyor.
On yıllardır tek başına memleketi yöneten zihniyet, her sıkıştığında halledilemeyen tüm meseleleri, yetmiş seksen yıl önceki hem de dünya savaşları kuşağında olumlu işler gören tek parti yönetimine bağlıyor. Bu da bir nevi hesap vermekten kaçış. Ancak inceden inceye hesap verme günleri kapıda. Kaçış da çıkış da yok.
On yıllardır İlericiliği en ilericiliği kimselere bırakmayan ama memleketi iyice gericileştiren, gerileten ve milleti geren iktidarın ‘Artık tamam zamanı’ geldi de geçiyor. Belki de o yüzden baştan ayağa baş gösteren zafiyet. Zaten Saray ittifakı da para etmeyecek bir görüntü sergiliyor. Birbirleriyle atışarak, ortaklığa yakışmaz ibarelerin gırla gittiği bir gidişat. Belki de asıl endişe; on yıllardan sonra demokratik ve devlet kazanımlarını savunanlar kazanacak endişesi. Kazanıp da defterleri açacak, incelikli inceleyecek ve incelikle hesap soracak endişesi.
Peki, haziran ve temmuz seçimleri iktidarın da kendini alıştırmaya çalıştığı bu sonuçla tecelli ederse ne olur? Başta o Beştepe Külliyesi denilen o kaçak göçek saray seçimlerin sembolü olur. Birilerinin yıkılışını tesciller. Ve üstün zekâ gençlere laboratuvar olur. Sonrası artık kaç yılda biterse ‘İnce Hesap Zamanı’
Olur mu? Olur İnşaallah…
Üç beş gün sonra bayram. Şimdiden kutlu olsun, Millete mutluluk getirsin. Bayramdan sonra ise bıçak sırtı bir seçim. Anketlere bakılırsa Mevcut iktidar Meclis çoğunluğunu baştan yitirmiş. Millet İttifakında şimdiden bayram havası. Sonra ikincisi. İkinci seçimden sonra ise memlekete bir bayram daha. Veya on yıllardır es geçilmiş ‘İnce Hesap Zamanı’.
Hesap zamanı ama daha hesaplar cetvellere işlenmeden kapıyı yerel seçimler çalacak. Bir zaman da o afra tafrayla geçecek. İnce hesap yağmuru o seçimlerde de devam edecek. Belki de sağanaktan doluya dönüşecek. Bundan kaçış yok. Haziran seçimlerinin sonucu ne olursa olsun kaçış da yok, hesap vermekten kurtuluş da yok.
Yani gelecek on yılın ince hesapların yapıldığı, açık hesapların ortaya döküldüğü ‘İnce Hesap Zamanı’ olması muhtemel…
Bir Memleket düşünün ki bir üniversitenin diploma töreninde öğrenciler hep bir ağızdan ‘İzmir Marşı'nı okuduklarında ilgili Bakan salonu terk ediyor. Bakanın bakmayanın, hiç birinin yurtseverlik temalı marşlara ve ‘Mustafa Kemal'in Askerleriyiz” söylenmesine asla ve kata tahammülü yok. Ata’dan emanet koltuklara kurulup, kurulu zemberek gibi ecdada zehir akıtmak niye ki? Niye bu ardına bakmadan mahiyettekilerle kaçış. Niye si de belli, niyetler de açık…
Sanki ‘İnce Hesap Zamanı’nın geldiğinin farkına varıldı. Vakti gelince adaletin herkese lazım olacağı anlaşıldı. Envaı çeşit soru beyinleri kemiriyor; İncelikli hesap verilecek mahşer günleri yakınlaşıyor mu yoksa. Yoksa sonuçları bu kadar net tahmin edilen bir seçim süreci yaşamak bozdu mu ayarları. Millete İnce ayar çekildiğinde hangi ideolojiden, hangi siyasi görüşten, hangi partiden olursa olsun, ayni sesten konuşuluyor olması mı bu kaçış tekniğinin uygulanmasına neden. Millet bu kez ince eleyip sık dokuyor da ondan mı bu zirve yapan tedirginlik.
En zirvede bile öyle karışıklıklar, öyle akıl karışıklığı yaşanıyor ki; Diyarların adı ötekiyle karıştırılıyor. Günü gelince hesabın ödeneceği akıllara iyice yerleştiğinden graffitilikler sıralanıyor. Örneğin ‘Burada da Ödemiş var mı’ denilebiliyor. Liboşu komünisti birbirine karıştırılıyor. O meşhur ‘sattırmam’ repliği başkalarına mal ediliyor. Devlet malı asma köprüyü özelleştirmeye kalkışanla, yurtseverce karşısına duranı bile kendinden geçirecek biçimde sahte ambians yaratılıyor. Yıllar öncesinde kendi yönetiminden hatta doğumundan önce açılmış havaalanları, üniversiteler, vurulan yollar, kurulan fabrikalar, atılan köprüler, döşenen raylar, hastaneler, postaneler, ne varsa hepsini biz yaptık denilerek kendilerine mal ediliyor. Hele hele yetmiş beş kişilik sınıflarda okumuşluk, daha doğmamışken kendilerine ve dillerine doladıkları tek parti zihniyetine vakfediliyor.
Bu tarihi potlara bakıldığında, mesele metal veya mental yorgunluğa bağlanarak, işin içinden çıkılacak, huzurdan kaçılacak bir mesele değil. Alışıldık vaka değil. Durum vahim. Sanki herkes ‘İnce Hesap Zamanı’nın geldiği farkındalığını yaşıyor. Aşırı stresli ve sıkıntılı durum da ondan sanki. Şaşkınlık da. Dil sürçmeleri de. Çünkü vakit daralıyor.
On yıllardır tek başına memleketi yöneten zihniyet, her sıkıştığında halledilemeyen tüm meseleleri, yetmiş seksen yıl önceki hem de dünya savaşları kuşağında olumlu işler gören tek parti yönetimine bağlıyor. Bu da bir nevi hesap vermekten kaçış. Ancak inceden inceye hesap verme günleri kapıda. Kaçış da çıkış da yok.
On yıllardır İlericiliği en ilericiliği kimselere bırakmayan ama memleketi iyice gericileştiren, gerileten ve milleti geren iktidarın ‘Artık tamam zamanı’ geldi de geçiyor. Belki de o yüzden baştan ayağa baş gösteren zafiyet. Zaten Saray ittifakı da para etmeyecek bir görüntü sergiliyor. Birbirleriyle atışarak, ortaklığa yakışmaz ibarelerin gırla gittiği bir gidişat. Belki de asıl endişe; on yıllardan sonra demokratik ve devlet kazanımlarını savunanlar kazanacak endişesi. Kazanıp da defterleri açacak, incelikli inceleyecek ve incelikle hesap soracak endişesi.
Peki, haziran ve temmuz seçimleri iktidarın da kendini alıştırmaya çalıştığı bu sonuçla tecelli ederse ne olur? Başta o Beştepe Külliyesi denilen o kaçak göçek saray seçimlerin sembolü olur. Birilerinin yıkılışını tesciller. Ve üstün zekâ gençlere laboratuvar olur. Sonrası artık kaç yılda biterse ‘İnce Hesap Zamanı’
Olur mu? Olur İnşaallah…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder