21 Nisan 2019 Pazar

ekim18-2

ÖNSEZİ VE ÖNSEÇİ...
Her ne kadar çınar partide önseçim yapılması yönünde aktiviteler ortaya koyuluyorsa da önsezilere göre önseçim yapılmayacak. Çabalar boşa çıkacak. Adaylıkların bazıları göstermelik bir önseçiye bağlanacak. Siyaseten beklenti umutları yine ertelenecek. Sonra istenmedi ki, istenseydi önseçim kararı alınırdı denilecek...
Şimdi bu genel durumu ve tutucu tutumu hazırlayan tüm il, ilçe ve belde başkanlarına önseçimi defaatle anımsatmak gerek. Seçim sonrası ise ötelemeden hesap sormak gerek. Çünkü hangi seçim olursa olsun seçilme hakkı gibi seçme hakkı da en doğal haktır. Hatta kutsaldır.
Özellikle parti içi demokrasinin işletilmesi adına önseçim en doğal ve kutsal yoldur. Ayrıca geleceğe ışık tutacak, partiye yön verecek ve hizmet edecek başkan adaylarının ve yerel kadroların en doğru biçimde böyle seçileceği de kesindir. Ve ancak önseçim sayesinde ileride yönetsel kaygı yaşanmaz. Yerel saygı yitirilmez. Vaka halinde siz seçtiniz deyip işin içinden çıkılır.
Öte yandan her seçim toplumsal ve bireysel yaşamla ilgili karar vermek demektir. Çünkü bu yolculuktan derinlemesine herkes etkilenir. Nasibini alır. İşte bu tüme varım hep unutulur. Unutturulur. Nedense mistik ve fantastik kilitlenme ve siyaseten kelepçeleri takılı sözde uygarlaşma yeğlenir. Böyle bir partililik süreci olmaz, olmamalı diyenler hırpalanır. Uygarlaşma bu tavırla tersine döner.
Oysa seçim kazanımı sınırlı olanaklarla daha çok proje üretmek ve programlı çalışmakla olur. O halde görev almak için yetişenler arasından kurumsallaşmadan ödün vermeyecek olanların seçimi ancak önseçimle olur. Birilerinin yakınsaması ile değil. Ve bu ilkseçim yani önseçilim girilecek seçimin de başlıca belirleyicisidir.
Ayrıca bu ön seçimde kurumsal yapıya üye herkes karar alma ve yaptırım gücünü denk biçimde kullanmalıdır. Yetki devretmeli görev göçermelidir. Yani önseçim demokratik haklar çerçevesinde görülerek bir yandan da zaman avcılığı yapılmamalıdır. Alışılageldik dost yaren taraftarlığı sonlandırılmalıdır.
Yoksa yerel siyaset yolculuğunda sık karşılaşan o despot yönetimlere katkı yapılmış olur. Eğer ön seçim yapılırsa doğru kişi ve ekibi seçmek demek takipçiler ile olan farkı açmak veya kapatmak demektir. Çünkü yerel seçimlerde en ciddi seçicilik kaliteli hizmet ve milleti memnun edecek ekip üzerinedir. Özellikle krizlerden etkilenmeyecek, yaptığı kampanyalarla yüz güldürecek, iş temposu da düşmeyecek kişi ve kişilerle yola çıkılmalıdır. Onlar seçilmelidir.

Çünkü seçim yolculuğunda standartlar seçimden seçime yükselir. Sonra eski pazar eski tezgah. Yani siyaset dünyasında özgün ve düzgün bir çizgisi olmayanlar yer etmiş birikimleri de harcar ve giderler. Hayallerin gerçeğe dönüşmesi de bir sonraki döneme kalır.
Her ne kadar çınar partide önseçim yapılmasına yönelik telkin ve teklifler yapılsa da güncel önsezilere göre önseçim yapılmayacak görünüyor. Ancak daha zaman var. Yapılmalıdır idesi hayata geçirilmelidir. Aksi halde önseziler gösteriyor ki önseçisiz seçimler kaybedilir, durum bir sonrakini boşuna beklemeye kadar gider.
Bu arada çok kişinin de kellesi gider...

ASIRLIK ÇINARDA YEREL SEÇİM KARMAŞASI...

ASIRLIK ÇINARDA YEREL SEÇİM KARMAŞASI...
Asırlık çınar partide yerel seçim karmaşası mı, adaylaşma kargaşası mı demek daha doğru olur bilinmez ama yerel seçimlere giderken durum bu merkezde. Yetki yine genel merkezde...
Her seçimde olduğu gibi bir koltuk yarışı, koltuğu kapma mücadelesi veriliyor. Adına aday adaylığı denen bir kaptı kaçtı versiyonu. Yani partide hizmet verme görüntüsüyle her dönem her yere adaylıklar yine söz konusu. Özellikle de milletvekilleri.
Olağanüstü Kurultay furyası zar zor atlatıldı. Milletvekilleri orada da yine başı çekti. Lehte ve aleyhte kurultaya tavır aldılar. Gidişata yön verdiler. Sonra dört aylık bu vekillerin bir kısmı Belediye Başkanı olma peşine düştü. Bu çabada gerçekten amaç hizmet ise takdire şayan. Ama dert başka sanki. Ayrıca yüzler eskidi, güven kalmadı. Vitrin tozlandı. Düşünen yok.
İşin çözümü belli aslında; milletvekilleri aday yapılmaz olur biter, mesele çözülür. Aksi bir durumda partili olanlar dahi oy vermeye temkinli. Genel seçmen zaten oldum olası tepkinin dikalasında. Peki ne yapılmalı? Bu koltuk kavgası bir yana bırakılmalı. Aday koliklikten vazgeçilmeli. Özellikle yerel seçimlerde. Özellikle vekiller.
Şunun şurasında seçimlere üç beş kala milletvekili olup da adaylık yarışında olanları bir yana bırakırsak ortaya adayım diye çıkan da yok.
Yok çünkü partide bir tedirginlik var. Yıpranmışlık veya yıpranacak olmak başka bela. Bazı isimler telaffuz ediliyor ama onlar da popüler sağcı, sağ kimlikli. Aslında sadece kimliklere bakılarak, sağ tandanslı politikacı tercih edilerek olmayacağı belli. Zaten kaç seçim bu biçim, ilkesiz ve prensip dışı davranılarak yitirildi. Yıllar yılı sağ sol fark etmez ünlü ve popüler kimlik adaylaştırma ile gelinen durum ortada. Alınan sonuçlar açık seçik böyle yol alınamayacağını gösterdi. Ancak hala genel parlemento, yerel parlemento ve başkanlıklar belirlenirken ayrıcalıklı kimlik ve ideoloji ortaya koymadan yarışa girişenlere rağbet ediliyor. Bu diğerleriyle aynı olmanın milim ötesidir. Yani resmen benzeşmektir.
Bu tavır açıkça eski hataların devam ettirilmesi demektir. Aynıyla beyan ve bilindiğe devam pek de farklı sonuçlara ulaştırmaz. Kazandırmaz. Aynı hezimetler yinelenir.
Ayrıca ne hikmetse hep aynı isimler sahaya çıkıyor. Çıkarılıyor. Bu da abesle iştigal. Belli zaman sonra sağlam zemini yok deniliyor ve Genel merkez parti içi demokrasiyi hiçe sayarak bir sağcıl adayı hemen öne çıkarıyor. Tepkilere aldırmaksızın atıyor. Hal böyle olunca atı alan karşı yakaya geçiyor.
Yani koca çınar, asırlık parti kendi içinden donanımlı, bilgili, üretken, heyecan yaratacak, vizyon sahibi, deneyimli ve de solcu bir kadrosunu hiçbir zaman çıkaramıyor. Adaylaştıramıyor. Son on küsur yıldır manzara böyle...
Peki niye böyle bir makale paylaşım gereksinimi doğdu. Şundan doğar; Örneğin memleketin en büyük, Büyük şehir başkanlığı için kulislerde Konya milletvekili hocanın adı dolaşıyor. Kendisine adı geçen bu büyük şehrin yerel parlemento parti gurubunda ekonomiyi konuşma hakkı veriliyor. Bu da gösteriyor ki hoca da aday adaylardan. Şimdilik tanışma faslında. Aldığı alkışta fena değilmiş. Tutar mı tutar. Aday olur olmaz. İyi olur kötü olur bir yana, yiğidolar da alınmasın ama önemli olan bu yerel karmaşada medet umulanın yine sağcı olmasıdır. Sağcı kimliğidir. Milletvekilliğidir.
Zaten deniz bitmişçesine on küsur yıldır partinin yurtsever solcu evlatlarına makam mevki düşünmeden özverilice partiye hizmet ve siyaset yapmak kalıyor. Yani sol kadrolar dışlanıyor. Sağcı olmak ve partiye katılım sağlamak ise makam ve mevki paylaşımında anında ödüllendiriliyor. Bu gidişle de parti iyice sağcılaştırılıyor. Sağa kayıyor.
İşte partideki yerel manada karmaşa ve kargaşa başlığına bu pencereden, yani soldan bakmak lazım...
Yoksasını herkes üç aşağı beş yıkarı biliyor...

ÖNCELİK, FEDAKARLIK VE MİLLET...



Şu en zengin memlekette birlikte en güçlüyüz modunda sürdürülen model nihayetinde tökezledi. Ve fatura kesildi. Fedakarlık önceliği yine millete düşecek...
On yıllarca ortak akılla çözülmesi gereken ne varsa, akıllar kiralandığından başka yerlere havale edildi. Hava değişti, işler sarpa sardı. Dayanışma ve etkileşim ile beslenmeye çalışılan memleket darboğaza girdi. Memleket sektörel bazda gelişemediği için de ekonomi önce rutine bağlandı. Sonra kıpırdayacak zemin bulamayınca da tam dibe vurdu.
Bu vurgun da sıkıntılı süreci fırsata çevirmek modalaştı. Yabancı para trendine bağlı artışlar bel büker hale geldi. Tüm zamların tam ekonomik karşılığı olmasa da istikrar bir kere bozuldu. Ve bozukluk zirve yapınca her suni artış daima maliyetlere yansıtıldı. Yani rota iyice şaştı. Ve baştan ayağa tüm hesaplar altüst oldu.
Alabora aşamasında memleketin öncelik ruhu ve sağlam duruşu resmen zedelendi. Öyle ki kapılar belli miktarı ödeme koşullu hemen herkese açıldı. Böylece kolektif yaşam ve üretkenliği özendiren katma değer bilinci de yok edildi. Zaten millet aynı şeyleri vaad edenler ve vaadedilenler doğrultusunda hep bir farklılık bekleme furyasına kapıldı. Hep çıkış yolu yok ki ne yapalım mazeretine saplandı. Bu derleme oluşum eski köye yeni adet bulmaya kadar gitti. Başkan seçti. Ancak yine de olacaklar oldu. kötü sonun önüne geçilemedi.
Piyasaların nabzı süratlendi. Nabız tutulamadı ve sistem iyice gettolaştı. Bıçak sırtı giden işler durgunlaştı. Ekonominin olumsuz etkisi her yana ulaştı. Son değerleyici durumundaki millete dek uzandı. Zaten koordinasyon özelliği kaybedilince, verimlilik düşünce, dünya markası olma idealide birden hayal oldu. Laboratuvarda üretilen kurtuluş reçeteleri yeni tespitlerle yeniden yazıldı. Ve yine milletin üzeri çizildi. Kalıcı iz bırakmak ile tarihi doku zedelenmesi arasında kalmışlık yeni yaklaşımları da tüketti. Bu tükenmişlik butik çözümlerini anında üretti.
Fiyatlar yükselecek, ev devlet bütçeleri ayni kalacak. Millet son bir kez daha fedakarlık gösterecek. Yani yine güneş en güzel onlar için batacak. Memleket te kerevetine çıkacak...

DÜNDE YAŞARKEN KURULMAK...

DÜNDE YAŞARKEN KURULMAK...
Dünde yaşamak, dün de yaşayanlar için ne ifade eder bilinmez ama birgün kendilerini zor savunacak duruma düşerler. Bu günden düşüyorlar. Yarın ise kim bilir kimin elinde hangi bayrak sorusuna muhatap olurlar. Ancak asıl gaye bambaşka. Başkan bir gece yarısı flaş atamalar ile kurulları belirleyecek. Bahsi geçmeyen mevzu bu. Ayrıca diğer yandan bilinmesi gereken şu; sağın uzman olduğu konuların başında amerikancılık gelir...
Siyasette temel bir olgu vardır. Eğer bir konu ağırsa ve bir anda çözülemeyecek yoğunlukluysa kurulur komisyonlar, belirlenir kurullar ve mesele oraya devredilir. Sonrasında uğraşıp, tartışılıp durulur. Resmen yaşanır kısır döngü. Bu zorun zoru politika sürecidir.
Demek ki andan ileri kurullar, kayyumlar yönetecek memleketi. Bir de konkordato komiserleri ilgilenecek. Ülke o kadar zor durumda o halde. Başkan ise meteoroloji verilerine göre yurtiçi yurtdışı temsil görevine sürülecek. Bu arada iğneden ipliğe zamlar yağacak, kızışan illere seri zamanlı, eş zamanlı operasyonlar düzenlenecek. Vatandaş prim borçlarını yine ödeyemeyecek. Azanlar gözünün yaşına bakılmadan içeri tıkılacak.
Oysa siyaset mekanizması geçmişe dadanarak değil geleceği dizayn ederek fayda sağlar. Değil mi ki siyaset özünde; liderlik, vizyon, kitleleri ikna, proje, sempati ve güven verme sanatıdır. Ve uzun zamandır bunlar yerli yerindedir. Öyleyse neden hala dün de yaşamaya devam edilir. İşte bu anlaşılmaz. Zaten kazma nereye vurulursa su çıkıyor. O halde yetkiyi kurullara devretmek niye. Veya yetkiye kurulları ortak etmek nedir...
Dün ile uğraşanlar bugün başkanlık kurullarını belirliyor. Yarın bu kurullar; 'Bilim Teknoloji ve yenilik politikaları kurulu, Eğitim ve öğretim politikaları kurulu, Ekonomi politikaları kurulu, Güvenlik ve dış politikalar kurulu, Hukuk politikaları kurulu, Kültür ve sanat politikaları kurulu, Sağlık ve gıda politikaları kurulu, Sosyal Politikalar kurulu, Yerel yönetim politikaları kurulu' olarak memleket için politikalar hazırlayacaklar.
Popüler olsun diye Posta kutusu gibi belirlenmiş bu kurullara kimler atanmış, iş görmecilik babında bir bakmak lazım. Elbette peşinden devletten devrim odaklı açıklamalar gelir. Gelir ama dün de kaldıkça, millet neme lazım dedikçe memleket içinden çıkılmaz sorunları başına musallat eder durur. Artık dünde yaşarken kurulmak, kurulup kurumlanmakla işlerin düzgün gitmediği de açıkça görülüyor.
Ayrıca bu memlekette bu kurum ve kurullar varken devrimciliğe soyunmaya da hiç gerek yok. Şu memlekette sadece yaşamak bile başlı başına bir devrimciliktir, devrimdir.
Dünde yaşayanlara ve yaşadıkça kurulanlara göre de suçtur...

BİTKOİN VE BİTPAZARLARI...

BİTKOİN VE BİTPAZARLARI...
Bitcoinler ve Bitpazarları mikro makro ekonomi derken, üstelik methedilen dünya düzeni de çökünce vazgeçilmezlerden oldu. Ve memlekette geri sayım başladı. Bir yanda ultra zenginler öte yanda hepten unutulanlar. Yani bitpazarı arenasında bitkoyunlar ile bitboylar çarpışıyor...
Aslında bu resim resmi piyasalarda yolun bittiğinin de acıklı resmi. Dünyada ender bulunur hırpani satış noktaları ve bozulan kent dokusu. Kentlileşemeyen kentli dünyası.
En muhteşemi olduğu varsayılan dünya çapında bir kent, şeme şama döndü. Yıldızı zayıf koskoca bir otel oldu. İlçeleri de öyle. Beldeleri de. Son yıllarda iyice belirginleşti bu han, hamam vaziyetleri. Bu han duvarı hallerine diyetler ödemekle bitmez. Hele ilçelerin bazıları, bilerek en geri bırakılmışları; sabahtan tanyeri ağardığında çıkılan, akşam alacasında hurra dönülen ev hane değil yatak yeri oldu. Bu yorgun argınlık içinde bol dökümlü hayat içten dışa tam bağımlı, içeriden dışarıya tamamen kuşatıldı.
Öyle ki dünya çapında tam bir çarpıklıkla. Havası suyu bile çarpıyor hale geldi. Metropol ama polisi yetersiz. Metroları ise tıka basa insan silüeti. Camda panda misali. Hal buyken hemen herkes vizyon kapma hevesinde. Ancak kalıp ve modelleme çalışması da dip yapınca Ortadoğu ile Avrupa'yı buluşturma noktası da delindi. Bakış açısı daraldı. Bundan sonra yırtıklar yama tutmaz. Sözde köklü işbirliği ve iş ortaklığını geliştirme sevdası da, dayatması tutmadı. Herşey ters tepti. Yolculuk nereye kadar ise artık.
Bu arada otel ilçeler ve beldelerde aynı operasyonel bloklar oluşturuldu. Bloke edilenler uyuşturuldu. İşte bu otel, motel, pansiyon bölgelerde şimdi tarifi olanaksız, zor, sapkın, çatal çizgi boyu ilerliyor hikayeler. Farklı farklı çıkıyorlar bir köşelerden. Masalsı manzaralar, büyülenmişlik ölçeğinde en ince ayrıntıları bile kara taşa çeviriyor. Serbest dolaşımda rahatsızlık verici romanslar var. Dünyanın tüm pastel renkleri paspal kırık bir palette birbirine bulaştırılıyor. Ve ziyankar tablo. Bitik biblo. Uçsuz bucaksız yalnızlıkta her biri kaç kıtadan olduğu belirsiz kıtasal bir şiir okuyorlar. Şiirimsi. Bir bakıma ağırlıklı adetten ağıt.
Zaten göğüsteki tükenmez sanılan güç tükenince, karşılaşılan zorluklara göğüs germek de güçleşir. Tüm varoluş hikayeleri ölümden beter hayatı çağrıştırır. Yoksulluğu, yokluğu simgeler. Her adımdaki sembolik farklar ve bitkon belirtiler külçe, balya, dalya kıvamında yığılır eski pazarlara. Tortulaşır. Artık bu atmosferde bu otel,motel, pansiyon ilçelerin, beldelerin kıyıcaklarında firma ve bayi bağlantısız, bayağı tedarik zincirleri oluşuyor. Kendiliğinden bit pazarları. Yani iki günlüğüne her dilden, her telden, alet edevattan, iğne ipliğe, yoğun ve gezgin bir sektör. Gergin, gezgin ve şaşmış zabıtların gölgesinde. Pazarlıklı peşin alışveriş ve iskonto. Ve bolca sekınd hend avantaj. Telaşla beklenen ise taşlı başlı ve naşlı bu bit pazarlarına nur yağması.
Yağma yok derken çok olunca Bitparalı uluslararası boyuttaki ticaretten, bit pazarındaki çok uluslu unutulanlar deryasına akış hızlanır. Yaşa gör, bak gözlemle pratiğinde saklı gerçek boyut. Boylu boyunca zati ihtiyaç karşılanmasına hancılık. Daha nerelere evrileceği belirsiz kapalı kapaklı bu dünya da neler görecek yaşlı gözler. Hele bu çağda bu dünyayı bu hale, altmış yetmiş yıl evveline kim getirdiyse. Onları, onların da akibetini görecek mi? Çok günah var, ödenecek çok bedel var. Çok.
Var ya; artık Bitcoinle mi Bitpazarı akçesi ile mi ödenir orası muamma...

SEMBOLİK ÇALIŞMALAR…


Sembolik çalışmalar vardır hiçbir sektöre dâhil olmayan. Bir nebze de olsa topluma hizmet sevdasıyla devam ettirilen. Rantabl ve eksiksiz olmasına gayret edilen. çağdaş formlarda kendine has üretime katkılar sunan. Güvenilir arayan ve istenenin üzerinde randımanlı çalışmalar arzulayanları da yarı yolda bırakmayan.  Bünyesinde en ferah ve en doğru sistemli ortamı, atmosferi de yaratan. Örneğin yazmak gibi…
 
Elbette bu alanın ender üreticilerinden ve uygulamacılarından olmak için bizzat her aşamasında tatbiki donanıma ve pratiğe sahip olmak gerekir. Uzun yıllardır biriktirilen sıra dışı ve değerli analizleri köşe kapmacılardan da kurtarmak. Değerli taşlar ve kıymetli kâğıtlar edinme dürtüsüyle içe ve dışa dönük malzeme tedarikçilerinden de uzaklaşmak. Hatta destek ürünlü adam satışlarını ve satışçılarını yani büyük sermayeye hizmetkarları da hedef tahtasına gömmek gerekir.  Gerekir de gerekir. Hele ki sembolik de olsa bir yol haritası gerekir. Yani yazmak çok ciddi bir iştir.
 
Başlangıçta sembol olma gayesi ve gayreti güdülmez. Ancak öncelik sorun keşfetmek ve ayrıcalıksız çözüm ortağı olmak olunca yazılar doğal danışman havasında seyreder. Elbette gelişen çağa uygun ve geleneksel kültürden kopmadan.  Beklentilerin aksine bu bilinçle direnmek yolculuğun yol haritasını da kendiliğinden çizer. Hedeflere ulaşma sorumluluğunu tetikler. Ve sorumluluktan kaçmayanların kendi markası böylece oluşur. Bundan sonrası kalıcı olmak amacıyla, bağımsız kalmak ve kaliteli yazmak anlayışını bütünleştirme çabasıdır.
 
Tek çıkar yol ise gelinen noktayı yeterli bulmama durumudur. Yazma uğraşısında neden sonuç vardır ama nihai nokta yoktur. Özünde sürekli bir devinim ve değişim saklar. Mesele işte o gizlenenin bir şekilde bulunmasıdır. Çünkü yazıcılık hep ayni basmakalıp şekilde ilerleyemez. O yüzden değer yaratacak ve sembol olacak konular hedeflenmelidir.
 
Sonrası kaliteli yazı devamlılığı, değişen teknolojiye uyum, yazma heyecanı ve başarabilme gururunu daima ileriye taşımak arzusudur. Güveni devamlı kılmak adına değişen dünyanın fikir ve teknolojisi ile sürekli yenilenmek gerektiğini görmektir. Özgün fikirler üretmek, özgürce beğenilir uygulamalar yapmak ve gelişen teknolojiyi etkili ve hızlı biçimde kullanmak gerçeğini de yazılara yedirmektir. İşte bu realite doğrultusunda bilimsel ve teknik uygulamalar ve araştırma geliştirmelerle sembolik çalışmalar sürdürülür. Yani yazı, yazılır.
                    
Ağır seyretse de tüm analizler kalibrasyona göre değişir. Yani her kim olursa olsun kalibresine göre iletkendir. Yazıcıların bazen otomatikman değişip pipet vazifesi gördüğü de olur. Cihaz ve aygıtlarla, her türlü el aletleriyle tek bir şey için hizmet vermeye başladığı da. Onlar kendilerini bilir, ama onların ne yaptığını kimse bilemez. İşte en ciddi tehlike o guruba girmektir. Girenlerdir.
 
Son söz olarak sembolik çalışmalar yapan, yani kendi çapında yazı yazan biri olarak özeleştiri gerekiyorsa ki belli zamanlarda gerekir, yanıtımız şudur; “Bizi bilen bilir…” Ancak bu demek değil ki daha iyiye, iş ortağımız saydığımız az sayıdaki okuyucularla birlikte daha güzele ulaşmayalım. O yönde çabalamayalım. Çünkü biz mantalite olarak birlikte üretelim istiyoruz. Birlikte paylaşalım. Ortak olalım. Doğru bölüşelim. Dürüst kalalım.
 
Öyle ki verdiğimiz sözlerimizin arkasında durarak, yazdıklarımızla dürüstlüğün marka kalesi, azınlığın da çoğunluğun güvencesi, profili özel, rehber olabilecek, prestiji yüksek bir kurumsallaşmayı yazıyla çiziyle hayata geçirelim. Evet, bunu istiyoruz.
 
Evet, bizi bilen iyi bilsin, sembolik çalışmalarımızı da sembol bilsin yeter…

ZAMANIN RUHU ARANIYOR

ZAMANIN RUHU ARANIYOR
 
Zaman hızla akıp giderken her nasıl oluyorsa oldu, son günlerde çoğunluk tarafından yarını düşünmeden yaşamak kolaycılığı seçiliyor. Çünkü resmi ilden modalaştırıldı. Veya belli duruşa sahipler yarını düşünerek yaşamak zorluğunu devam ettiriyor. Zoru kolayı bir yana akıl dünyasında resmen kodlarla oynanıyor. Tarihi koordinatlar çekiştiriliyor, çarpıtılıyor. Oysa ödün vermeden tarihin kadranından görsel-işitsel, yazınsal ipuçları takip etmek gerekir. Hava buz kesse de, kanlar donsa da…
 
Doğru bakıldığında tarihi süreç medeniyete katkı sunan tüm yolculuklar, göz alıcı tasvirlerle, amigo anlatıcılar sayesinde bugüne taşınır. Pek de estetik kaygısı olmadan. Esneklik algısıyla yazılmadan, yansıtılmadan. Direkt. O yüzden bir tasarım hissi ve izlenimi verir tarihteki tüm yolculuklar. Tüm cereyan edenler. Gelecek ise bunlarla aldatılır.
 
Hem de özenli bir tasarım ve güvenli bir tasarımla kuşaklar cezbedilir. Harcanır. Anlamsız detaylarda boğulduğu halde sığda, sağda, solda yüzer her biri ucuz ama cezbedici hikâyeler. Simle sır gibi süslenerek. İşte bu nedenle tüm dönemler bir koleksiyon parçası gibi birbirine benzer. Aynı tarz elit sahneler, göz boyamacalar ve yürek kabartmalar sıralanır. Tarih budur denilir.
 
Ancak uzunca dönemler insanlığa ve uygarlığa yön veren demirciliktir. Yani demir, örs, kerpeten ve çekiçtir. Demiri tavında dövmek, çeliğe zamanında su vermektir. Sonra oraktır, tırpandır. Topraktır. Kan ile alın teri ile yoğurulmuş emektir tarih. Lakin taraflı bakış açısına göre yedirilen ise başka. Kakmadır, oymadır, çakmadır, mıhlamadır. Ve de sadece mührü kullanmak sanattır. Edebiyatı tarihi, tarihin tarifi işte bu yöne kayar.
 
Sanki resmen geçmiş zamanın ruhu ile alay edilir. Hanedan hayranlık uyandırır gelecekte diye hanelere sokulur. Harem merak uyandırdığından hanende melekler aranır. Ayrıca uydurup kaydırıp abartmalı savaşlar göğüs kabartır, kafadan kopartır diye ballandırılır. O yüzden öyle resmedilir her şey.  Dillere destan öykülerle eserleştirilir.
 
Oysaki sınırları ve kıtaları aşan tüm İmparatoryal zenginliklerin özünde küçük birer beylik veya göçebe topluluklar yatar. Bu unutulur unutturulur. Ayrıca o saltanatlar ki birbirinden esinlenip can yakan yönetsel tekniklerden faydalanırlar. Sanatlar miraslarından koparlar. Aynileşirler. Kültürler denkleşir. Gelenekler renk değiştirir. Bu yüzden o muhteşem medeniyetler günü gelir çöker. Ki çökmüştür. Yani toplumları metalmişçesine eritip kalıplara dökerek mücevherleştirmek mümkün değildir. zaten bu anlaşıldığında tekrar elle dövme ve biçimlendirme moduna geçilir. Böylece her desen kendine has bir anlamdır gerçeği de kökünden halledilir. İşte o saatten sonra eskiyen zamana modern dokunuşlar hiç yenilik kazandırmaz. Kazandıramaz. Tarihten köklü kazınmak güncellenir.
 
Zaman hızla akıp geçerken en büyük uygarlık simgesi değerler bile dönem ruhunu yansıtmıyor. Ruh kaybedilmiş. Ve akıl zaman ve mekân üstü özgürlük felsefelerine kayıyor. Şimdilik yaşanan durum bu tarihsel ayrım sürecinde. Zamanın ruhu aranıyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder