21 Nisan 2019 Pazar

ekim18-1

GÜNEŞ...
 
Tam tepemizde son gücüyle parlamak da güneş. Kızgın ve son saatleri. İçimizde, aklımızda ise akın var Güneşe akın repliği. İsyan isteği. Önümüzde ise takibinde zorlanılan dalgalı bir deniz. Ve yakın tarihten bu güne uzanan o en paha biçilemez anılar. Tüm zamanların en vazgeçilmezleri.

Ne varsa içinde saklı...
 
Saklı kentlerde bir zamanlar doğanın kusurlu detaylarına gizlenmiş kaçınılmaz gerçekler vardı. O acı gerçekler deneyimli ve incelikli fikirleri yok etti. Varoluş hikayelerini de sonlandırdı. Ama her son bir başlangıç. Güneş korkusuzluğun, cesaretin ve ölümsüzlüğün simgelerini yarattı. Sıradışı sembolleri tarihe kazıdı. Şimdi memleketin her köşesinde aynı beklenti. Varolma mücadelesi. Dünyanın dört bir yanına ulaşan aynı maharetlilik.

Tam izahıyla bir zamanlar tüm süreç gözler önünde cereyan etti. Tipik bir uyanış macerası bitti. Bitirildi.
 
Hey biz buradayız, akın var akın Güneş'e akın heybetlendikçe preslendi. Uyanış beyin gücü ve emek ile sınırlı kaldı. Aklı besleyen dönüşüm, ruha dokunan hayata işlenen bir seslenme nidası olarak tarihte yerini aldı.
 
Tarihte vardık, varolacağız ve Biz buradayız diyerek.....
 
Buradayız çünkü sonsuz ve göksel devinimin sembolüdür güneş. benliği de renklendirir. Denizden havaya hep en eski çağlardan bu güne tutkuları anlamlaştırır. Geleceğe geri sayanlara, demirdik eridik diyenlere, denizden ilham alanlara en çekici seçenektir güneş...

Dikenli bir çizgide asil ve eşsiz güzellikte altın mineral karışımlı bir paravandır sipersizlere. Sirensiz uzaklıktır. Veya en yakınlıktır. Sedefsi mavi bulutların arasından aksuya büyülü dokunuşlarla dökülen. Sırsıcak bir sarılıştır yollara. Hayat yolcularını soldurmayan, soluklandıran andır. Candır atmosferden içeri dünyayı kucaklayan.
 
Vizyonu evrensel, yaradılışı bütünlük tür. Bitmeyen kavgaya kendi sıcaklığını veren üstünlük. Geri kalmışlığını ve geri kalmışlıktan beslenen geri kalanları da yakan sürgün.
 
Öyle ki hışmını gösterir hiç çekinmeden...

FİRUZELİK MAKAMI...

FİRUZELİK MAKAMI...
Renkler alemi görsel duyulanmayı örgütler. Göz ve görme açısından ayırt etmeyi sistemler. Bu örgütlü sistemde renkler, ışık uyartılarının insan gözünde ve yüreğinde nitelik kazanmasıdır. Yansımaların ve kırılmaların dalga boyutuna bağlı bilinçte tetiklenen inceliktir. Evrendeki tüm olaylar renksel bir armoni içerir. Ayrıca öyle renkler vardır ki aklı fikri çarpar. Tıpkı Firuze gibi...
Renkler pınarında açığından koyusuna, koyusundan kapalısına kadar nice renk parıldar. Bu pırıltılardan bir veya bir kaçı kaçak gönülleri mest eder. Öyle ki sevgiye taşınır, aşka dönüşür. Tanışma faslında da renk sorgulaması yer yurt tutar. Hangi rengi seversiniz? Kırmızı, yeşil, mavi, sarı, lila, kahve, pembe, bordo severiz. Eskiden beyazı da severdik, karayı da. Şimdi pek beğenmeyiz, çünkü akı karası birbirine karıştı son dönemlerin. Ama bir renk var ki o bir başka, turkuaz...
Renkler katında firuze; maviye yakın gönülçalan bir görünümdür. Değerli bir mineral olarak değerlendirildiğinde açıkça turkuazdır. Yüzük taşı formatında ise açık yeşil ile gök mavisi arası bir muhteşemliktir. Seneler evvel notalar makamıyla aklımıza yerleşmişliği ise asla yadsınamaz. Sezen sezmeyen herkes bilir o firuzelik makamındaki yangını. İnce mesajı. Sonsuz çağrıyı ve özlemi...
Metalimsi olmayan pırıltılarla donanmıştır firuze. Firuzdur esinlenmek açısından. Yani minerallerinde bir sevinç, uğur, ferahlık ve mutluluk yansıtır. Hürrem de odur, Gönülaçan da, pertev de. Firuzan da...
Zafer usa yerleştiğinde renkler makamı gökyüzünü yeryüzüne indirir. Klasik olan ne varsa renk renk işlenir. Çünkü bükülen ve kıvrılan her metanın özü yansıttığı renkle özdeştir. Öyle ki sözün içinden geçer başka sözlere kapılar açılır. Bir kere olsun duymak için yol alınan, can verilen her renge hayat yolculuğudur asıl olan. Bu arada oluşan renk saltanatı her cemrede hayat yolcularını cezbeder.
Ama firuze bir başkadır. Firuzelik makamına erişmek ise bir ayrıcalıktır. Firuzendeler anlamaz o ahengi...

KUYUM KAZILI...

KUYUM KAZILI...
Sayım suyum yok, kuyum, kıyım, kırım yok tekerlemesi ile terk edilmeyecek derecede hassas günler yaşıyor memleket. Öyle ki tüm ekonomik krizler maddi sapması manen acıtan ölçüde yörünge takip ediyor. Son yıllarda kuyu var yandan geç hesabıyla huyumuz iyice değişti. Huy ve can çıkarma sarmalında derin kuyular kazıldı. Ta ki cansuyu tabakasına varıncaya dek. Toprak didiklendi. Kuyu içerisinde etrafına çepeçevre taş beton duvarlar örüldü...
Düşeye doğru kesit boyutları iyice daraldı. Kuyuların vurgusu, burgusu en delici kuydan kurgulandı. Bileziği en bilenmiş yontma taş devrinden emanet üzeri kapaklandı.
Kuyu kazmayı kendine vazife sayanlar elbirliğiyle önce sinkerleri, sonra tüm çemberin içindekileri sıtasıyla çıkrığa sardılar. Çember dışındakiler için kuymak başlıca sorun olmaya başladı. Kuymak bulmak kaymak tadında, bal şeker kıvamında harcanışlara eşitlendi. Yani kuyular açıldı, açlık yayıldı, kavimler uyudu. Bu çerçevede ortada kuyu var yandan geç yolculuğu uzadıkça uzatıldı.
Yol uzun ve korku da dağları beklediğinden herkesin bir kuyusu olduğu anımsatıldı. Vardır elbette. Ama hazırlanan kuyular hem de herkesin işte benim kuyum diyebileceği kıvamda kuyum bezeli hale getirildi. Kuyular en cazibeli halde döşendi ki, yeter bazlı uyum sorunu yaşanmasın. Yaşatılmasın. Uyumsuzluk akıllara kazınmasın. Karşı karşıya kalınmasın.
Kaşır mısın koparır mısın arası kolay kolay geçip gitmez getto ile ölçülen ağır ve beter günler. Kuyular kuyumlandı bir kere.
Her cevahir yürek taşıyan gevherler zamanında gold simitlerin tuzağına düştü. Düşürüldü. Vitrinlerde Zümrüdüanka teşhir edildi. Elde avuçta ne varsa mekanik işlemler sonrası iç edildi. Hararet tomruk sıcaklığına bırakıldı. Ateşin gözü ıslak kuyulara atıldı. Kuyuya düşme sırasında ise yeryüzü sıcağı tomruk sıcağına eşitlendi. Ve nice cevher bu sebeple kalleşçe teşhis edildi. Tespit edilenler kuyulu tesislerde kuyyumculara teslim edildi. Onlar için işlemez oldu artık ortada kuyu var yandan geç tekerlemesi. Tek elden, bir ağızdan çoğu kuyu çeperini yaşamaya mahkum edildiler. İşte ondandır bugünler, son yıllarda başa gelenler. Kazılan dipsiz kuyular da gizlidir köz gibi yakan yanıtlar. Kör ve kara kuyuların esrarı içine aldığını anında yuttu. Tam eritti. Kuyu tanımazlar yalandan kaydı kuydu tutularak ondan bundan sayıldı. Ve sayım suyum yok kuyum var cehennemi gerçekleşti...
Hey millet nedense uyanamadın, hiç bağırmadın, hep derin uykulara yenik düştün. Sen sağ ben selamet misali sığ kuyulara fit oldun...
İfrit olmak da daima bize kaldı. Yolculuğun hayli ilerlemiş aşamadında şimdi benim de epey gecikmiş uykum var. Kaygım da var. Kuyum da var. Yakında en derine gömüleceğimi bile bile güleceğim bu eşsiz manzaraya. Kuyular aleminde halinize asla yerinmeyeceğim. Acımayacağım. Keyim, keyfim, kuyum hazır. Ezelden uyum sorunum da var zaten. Dibine dek uyumsuzum da. O yüzden uyarına gelirse de gelmezse de tavrım net. Herkesin kuyusu kendine.
Ortada kuyu var müsaadenizle ben yandan geçeceğim...

GÖZ GÖRE GÖRE...

GÖZ GÖRE GÖRE...
 
Doğan da er vakit atadan fenerlenmişiz. Sokak çocukluğumuz bağa bahçeye sarkan da iki taş arasına mimlenmişiz. Sokak çocukluğumuzdan gençliğimize, oralardan bugüne yolculuğumuzda ne cevval karşılaşmalar görmüşüz. Ondan sevmişiz. Yeri gelmiş ağlamışız. Sonra gülmüşüz, coşmuşuz. Ve birgün baştakilere kahretmiş renklerin ahengini bırakmışız. Tam yirmi küsur yıl. Sonra saltanat yıkılmış tekrar yuvaya dönmüşüz. Velakin göz göre göre Cumhuriyet çöküyor. Eriyoruz.
 
Sanki devlet içinde devlet, Cumhuriyet içinde Cumhuriyet olalı beri, kurulalı beri ilk defa bu denli beter günler yaşıyoruz. Meğer onlarca yıldır yönetenler, pek güzel ala yönettim deyip bir kez daha can simidi ipine asılanlar işleri içinden çıkılamaz hale getirmiş. İşin doğrusu gören, bilen, duyan yok babında on yıllarca keseden yenmiş. İçilmiş.
 
Yani yıllar yılı bir güzel kandırılmışız. Ve sahada kala kalmışız. Yerli yabancı derken borç milyonları, milyarları aşmış. Resmen dibe vurulmuş, darboğaza girilmiş. Güllük gülistanlık gösterilen ne varsa meğer lafı güzafmış. Hayal satılmış.

Yetmezmiş gibi ciddi ve milli maç bağlamında onlarca yıl göz göre göre aldatılmışız. Netice hep hüsran olmuş. Uyandırılmamışız, kötü gidişatın farkına da varmamışız.
 
Sonra bir gün devir değişen de, çağ dönen de, çelik kasalarda ki mühür açılan da, fener karanlıkları aydınlatmış yıllar yılı göğüs kafesimizdeki tutsak kanarya özgürleşmiş...

Özlemle uçan da bağa bahçeye envai çeşit yalan yanlışın dadandığı açıkça görülmüş. Cumhuriyetin içten dıştan elbirliğiyle diz çöktürülmek istendiği anlaşılmış. 0n yıllarca muhteşem idareci pozunda çemkirenlerin yükseltmek bir yana çıtayı kaptırdığı resmen tescillemiş. Elbette boşa geçip giden yılların menfi tesiri bir anda geçmez. biraz daha sürer. Para kolay bulunur belki ama ödemeler dağ gibi yığılmış olunca topu doksana takmak güç olur.
 
Şimdi tezelden toparlanmak lazım da baştan ayağa bir dağılmışlık var. Zaten toptan bir dağılmışlık söz konusu olunca akıl veren de çok olur. Kimseyi takmadan işleri yoluna yordamına koymak için tek çare ise takım olmak ve takım oyunu oynamaktır.
 
Yeniye yolculuğun üzerinden az zaman geçmiş olsa da gönül arzuluyor. Ama dişe dokunur, övünülecek ciddi bir hamle yok görüntüsü var. Kurtarıcı icraat yok. Hatta son elli yılın en kötü günleri yaşanıyor. Tahammül sınırlarındayız. Hezimetler peşisıra kayıtlara geçiyor. Yani göz göre göre eriyoruz. Yok oluyoruz. Dost düşman herkesin yıllar yılı benimsediği büyük ve güçlü imajı gittikçe zedeleniyor. Mahalle kabadayıları bile koca Cumhuriyete karşı aslan kesiliyor.
 
Öyleki yıllarca göz göre göre Cumhuriyet nimetlerine sırtını yaslayarak yüz yıllık koca cumhuriyeti kötü yönetenler layığını bulur. Buna izin verenler de. Buldular da. Ancak yüz küsur yıllık temel değerlerle o denli oynanmış ki sistem o denli bozulmuş ki bundan sonra düzeltmek hayli zaman alır. Düzelmez değil elbette gayret gerek. Sabır gerek. Şimdilerde kahır günleri...
 
Bu kez göz göre göre cumhuriyete küsmek yok. Çünkü biliriz ki dost düşman bu büyük cumhuriyetin böyle zamanlarından korkar. İşler kötü giderken bir malum maç gelir, kazanılır ve çıkışa geçilir.
 
Dememiz o ki bu kez göz göre göre renk sarhoşu olmayacağız. Gelecek güzel günler uğruna, umutla ölümüne direneceğiz..

29 Eylül 2018 Cumartesi

OYUNCAKÇI BABALAR


OYUNCAKÇI BABALAR

Hayat bir oyundur. Hem de hünerle sahnelenen ve katı kuralları olan bir oyun. Hayat denen büyük sürgünde oyun, ömür ilerlerken köken, tarihsel, toplumsal ve ekonomik etkenler ile yoğurulur. Evrensel kültüre uzanan yönleri de bazen ağır basar. Hayat oyununda önemli olan asalet ve adalet çizgisinden ayrılmadan asil oyuncular sınıfına dâhil olmaktır. Asla oyuncak olmak değil…

Öyle veya böyle oyunda bir kez oyuncak olunursa hayat iyice zorlaşır. Başta oyuncakçı babalar ve başkaları bu vasıf kaybetmişleri kullanılacak bir araç olarak görürler. Kura boza kullanırlar. Çünkü çaptan düşülünce zayıflık bin bir taklaya rağmen asla gizlenemez. Hep ortaya çıkar. Ve çocuğun elinde oyuncak olmaktan beter günler sunar hayat. Hiçe sayılmak gün gün belirginleşir. Hayattayken hiç olunur. Yani asıl zorluk toymenlerin toynağına tortu olmaktır. Toylukla toylara gelmektir…

Oyuncaklaşmak daima uç bölgelerde, ön tarafta, ilk safta görülüp sonradan evcilleşmektir. Çoğunlukla oyuncak askerlerden olmaktır. Açık havada gece gündüz oynanan çeşitli oyunlarda her seferinde kör ebelere ebelenmektir. Rizikolu görevlere bölünmektir. Belenmektir. Zaten her türlü bitmişlik anında ebesi oyuncakçı babalara kalası hayat hiç vakit geçirmeden genele eğlencelik belli kurallar da içermeyen bambaşka oyunlar tezgâhlar. İcat edere. Özünde hayat mı oyuna gelir, oyuncakçı babalar mı oyuncak piyonları ileri sürer orası karışık. Karışık olduğu kadar da alenidir her türden allayıp pullamalar. 

Hayat denizinde oyuna gelen daima yazgı kabullenmesi üst perdeden hayalci oyuncaklardır. Bu oyun araçlığı şaşkınlık verici seviyelere dek yükselir. Yükünü tutanlar oyun içinde oyun yaptıklarını sanarak geçmişte kalmışları ileriye dönük hamlelere sıvarlar. Ama serde oyuncaklık olunca bu küçük oyunlar da kabak tadı vermeye başlar. Ve bu ayak oyunları oyuncakçı babaları asla ürkütmez. Çünkü oyuncakçı babalar oyuncakçı dükkânındaki tüm oyuncakları, figürleri tek tek bilirler. Ayrıca oyuncakçı babalar tüm bu oyuncakları bir fikir, tavır ve arzu hayata geçirmeleri için dizayn etmişlerdir. Her sıkışıklıkta diz dizedirler.

Her batıkta dizaynlanan hayat denen oyunda bilgi, donanım ve yaratı noktasında işinin hakkını veren bir oyuncu olmak en vazgeçilmezidir. Dünya yolculuğunun temel ögesidir. Ancak temel değerlerden vazgeçildikçe oyundan kopulur. Aranan oyuncu olmak biter. Oyuncağa dönüşülür. Bu tersine evrimsel canlanma aslında ebedi yok oluştur.

Şu üç günlük dünyada üç günü de ziyan edenleri, böylesi edilgen duruş ve derin umursamazlık gösterenleri doğanın kanunu af etmez. Zaten bu köşe kapmaca hep oyuncakçı babaların işine gelir. Zamanla işi eline yüzüne bulaştıran toyları toylarda şaplar, şartlar ve doymazlar sofrasına sunarlar. Kural koyucu ve tahammülün son noktasındaki isyan anında şoklanır. Yani hayat üç günlük de olsa sonsuz da olsa her şey oyuncakçı babaların dünyasına göre biçimlenir.

Babalara gelmek ise belli başlı coğrafyalarda oyun içinde oyuna direnmemektir…

AYIRLI CUM'ALAR...

AYIRLI CUM'ALAR...
 
Hakikaten hayırlı cumalar diye diye ayrıştırıldık. Ayrıldık. Ayrıştık. İşin ta buralara geleceği meğer en baştan belliymiş. Anlayamadık. Ayılmadık. Aykırı duramadık. Dinde olup olmadığı bir yana adetten saydık. Ayıp olmasın ama resmen ayan beyan bidatlara kandık. O halde Ayırlı Cumalar...
 
Hayırlı cumalar; yolda, izde, işte, cepte, duvarda, panoda, hemen her yerde. Herkesin dilinde. Olsun. Kim istemez Cumanın da diğer günlerin de hayırlı olmasını. Hayır getirmesini. Hemen herkes. Ama kazın ayağı öyle değilmiş gerçekte. Pisiden, cepten, site işgalleriyle, zarflarla, sinyallerle, mesajlarla, trolleşmeyle olmuyormuş işler. Gülmüyor kişiler. Yine de hadi hayırlı olsun bakalım. Ayırlı cumalar, hayırlı işler.
 
Zaten bu cumadan sonra memleketin ekonomisi de kovboy şirketine emanet. Kovboylara karşı ekonomik cihada sanki yeşil bir çizgi çekildi. Düşmanlıklar bitti. Ekonomi yönetimi kovboy firmasına nakledildi ve devredildi. Teslim edildi. Memleket insanı afla, gafla, lafla meşgul edilirken ekonomi at çobanlarına geçti. Kimsenin haberi de yok. Hayırlısı olsun. Hayırlı cumalar…
 
Bundan kelli kim ola ki hayır şer edebiyatı yapar şüpheyle bakılacak sanki. Memleketi ve milleti saran bu havadan bir an önce kurtulmak gerekiyordu. Çare bulundu. New York'ta yoğun temaslarla diplomatik kanaldan iş bitirildi. Ekonomi ve finans işi yupilere paslandı gitti. Şimdi memleket insanı kovboyların ürünlerini boykot ederken, Reis bu şirketlerin temsilcileri ile yemek yerken, dümene birden onlar geçirildi. Boşunaymış tafralar. Bu ne dümendir çok yakında foyası ortaya çıkar. Olan yine forsalaşan millete olur. Olsun bakalım.  Hak etti biraz. Hayırlı cumalar.
 
Hazine, para pul, altın, külçe, döviz, bol yeter derken büyük ideaya 2023, kofti kovboyların arzusuna kaldı. Turup da her şeyi görecek mi, bilecek mi? Bilinmez. Para finans tablosu böyle. Ayak topunda da durum benzer. Meşin top ayaklarda döndü dolaştı Merkel de kaldı. Yine yaraya tuz basılacak demek ki. Oraya buraya derken yine ortada kalındı. Haslet, hasret, nusret, vuslat derken hevesler başka bahara kaldı. Top yine demokratik kulvarda sektirilecek. Şutlar çektirildi gol yenildi. Tarifi mümkün olmayan bir üzüntü. Hayırlısı olsun. Hayırlı cumalar…
 
Yani ekonomide ve ayak topunda top başkalarına geçti. Milletçe en bilinen ahkam kesilen şeyler  bir günde el değiştirdi. İmaj sıfır. Olsun varsın. Hayırlı cumalar demek yeter. Bu perspektiften bakıldığında durum ala. Bu tercih külliye dışındaki kriz ile beraber memleketin onca modern statlarına rağmen, modern standartlarda seyretmeyen kent yaşamı yüzünden değil nasılsa. Evet, bütün her şey kursaklarda bırakıldı. Organizasyon uçtu gitti. Lobi yine tutmadı. Tanıtım iş görmedi. Futbol üzerinden tanrılaşanlar bir kez daha sıfır çekti. Oysa bu organizasyonu koca Avrupa'da şu zengin memleketin dışında herkes düzenlemişti. Bir tek bu memleket kalmıştı. Olmadı. Olmadı ama niye, yine Yahudi oyunları. Yahudi lobisi. Dış güçler buraya kadar uzanmış. Elleri ne uzunmuş meğer. Yani siyonist toplantılarda top taca atıldı yine. Ondan. O halde ne demeli hayırlı cumalar.
 
Şu muhteşem dinin dünya üzerindeki mükemmel temsilcisi mübarekler bidat söylentileri de varken, aldırmayıp hayır mesajlaşmaları ile oyalanırken nereden çıktığı belli olmayan şekilde şekilsizlere tüm hesaplar devredildi. Kitapları yazıldı. Bu basmakalıp tebrikleşme mailleri ile maksat nereye kadar. Yol almaca nereye kadar. Ufaktan görüldü. Top organizasyonu gitti. Ekonomide bitti gitti. Goller atıldı. Yedik mi; şimdilik öyle görünüyor.
 
Şimdilik bu ikisi bu cumadan itibaren at cambazlarına emanet. Emanetin gerisi başka varyasyonlarla yakında tescillenir. O yüzden bundan kelli kelime anlamıyla bizden de Ayırlı Cum’alar...

HAVA AKIMINA KAPILMAK

HAVA AKIMINA KAPILMAK        
 
Yurt içi ve dışında atmosfer çok karışık. Memleket ve millet hava akımına kapıldı gidiyor. Biraz çevresel, tamamen siyasal bir bozukluk ile başıboşluk kuşattı tüm katmanları. Akışkan bir ortam, dramatize günler ise kapıda bekliyor. Durum tam ambulanslık. Hilesiz hurdasız yaşamakta iyice zorlaştı. Kara kış dönemi yaşıyor memleket. Millet donmuş ve suskun…
 
Robot medya hala fantastik çırpıda çırpınıyor. Durum kolluyor. İş, güç, geçim derdiyle millet çırpınırken onlar atmosfer ne muhteşem değil mi kıvamında. Mahşeri manşet cambazlığı zirvede. Gidişatı yedirme telaşındalar.  Yancılığın da bu kadarı. Pes doğrusu. Kendilerinin sunumları toptan vakıa, diğer yayınlar tamamen ajitasyon. Yani kışkırtma. Akıllar akımların hangisine kapılırsa kapılsın sonu yok. Akıl tutuşması. Buz Çağı. Çünkü her flaş durum anında buz kesiyor.
 
Akım, hele de hava akımı olunca bunca havanın, hava atmanın elbet bir bedeli olacaktır. Havalar bozulur, asfaltlar buzlanır. Mantıksal gerekçelerle bile duracak fren kalmaz. Zaten son sıralarda kesin olan tek şey var kürsü atmosferinden faydalanmak. Paylanmak. Geceden sabaha sırtını güvenilir balyalara dayamak. Oysa hava akımlarına tutulmaktan dolayı kaygılanmak gerekiyor.
 
Bu ve benzeri hava akımları epeyce özveri fedakârlık gerektiriyor. Gönderi anlı şanlı dalgalandırmak çoktan geldi geçti. Şimdi resmen akıl tutulması günleri. Milletin makûs talihi masalı. Büyük necip millet atmasyonu. Millet havadan sudan takılıp, havanda su dövüp, akıl dağıtan hava akımına dayanamaz ise hayat zor. Soğuktan sokakta duramayacak, kemoterapi sonuç vermeyecek, kem gözler yalanlarıyla durum kurtarılamayacak soğuk günler kapıda. Yurtiçi yurtdışı hava akımları dolayısıyla muhteşem atmosfer çok kötü şartlara evrildi hikâyesi de tutmaz artık. Yani yırtık da yama tutmaz.  
 
Yıllar yılı evrim yok, devrim yok derken ağırlaşan dünyada hava muhalefeti yüzünden konkordatolar daha çok birbirini takip eder. Bir Millet Uyanıyor şahikasından bir millet uyuyor, uyudukça batıyor iklimine devrilir memleket. Öyle ki hava şartları değiştikçe akıma çarpılanlar yüzyıllar öncesini de hakkınca taşıyamaz olurlar. Mevsim bunalımı içinde bocalarlar. Periskop aşağı yukarı inip çıktıkça izlenilen doğru mecra kalmaz. Çare kalmayacağı açık seçik öğrenilir. Hava akımını hiçe saymanın sonucu işte budur.  
 
Her şeye zam yağmurları ve gam yelleriyle oradan oraya savrulan memleket yeni ekonomik hipotezler ile tezelden küresel piyasalara endekslenir. Böyledir biten ekonominin xvyz hesabı. Hava akımları yeni yeni hava patlamalarını da beraberinde getirir. Ver papazı al parayı tarzında gerilen hava da yumuşamaz. Buz günler geri gelebilir. Hava akımları daha neler doğuracak ve doğurtacak neleri çalıp götürecek çok yakında görülecek. Ama memleketin her kötü pozisyonunda iyi propagandaya çevirme havasına kapılan yarı milletin, saray rejimi ve rant ekonomisinin sonuçlarına da katlanması gerekir.  Bunlar iyi günler millet daha neler görecek ki görecek.
 
Hava akımına kapılmanın bedeli epey ağır olacak gibi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder