21 Nisan 2019 Pazar

temmuz 18-1

KIYAMETE SEVK SİYASETİ 

Sonsuza dek sürecektir bu aksak dirilişin işvesi ve sıralı dizilişin bıktıran nazı. Kavgası da. Çünkü bileşkesi, keşkesi, yazımı, nazımı yoktur bu habire havanda su dövüşün…

Kıyasıya planlanan ve kıymete binen kıyamete sevk siyasetinin sonucunda paçaya ateş sıçrar. Sıçrar sıçramaz, bölgesel çapta ve dünya ölçeğinde diğerlerine nazaran en demokratik görünen ülkelerde dahi hiç hissettirilmeden demokrasi askıya alınır. Sözde ileri demokrasi varyasyonları vizyona sokularak rejimler değişir.

Rejim değişti mi, değişti…

Peki, bu temaşaya tepkili duranlara büyük sermayenin temsilcileri, egemen güçlerin piyonları niye diş biler. Çünkü onlar olası emperyal istilaya rest çeker ve işbirlikçi uşaklarına dünyayı dar eder. Her fırsatta hiç beğenilmeyen işlemez denilen sistemler öyle iyi işliyordu ki diyerek cephe genişletir. Ancak her zaman karşı operasyonlarla emperyal istilacılar başka yandaşları da devreye sokarak, pentagonvari oyunlarla işleri kısa zamanda yoluna koyarlar. Bu konuda yüzyılların birikimiyle en uzman tavrı sergilerler.

Yoluna koyulanlar sergilendi mi sergilendi…

Eskinin ipek yolları, kervan yolları ve savaş yolları güzergâhında tarih boyunca sınırlı iletişim ağları ile sağlanan bölgesel kontrol bu gün üst düzeyde yerli iş birlikçileri ile sağlanıyor. Sözün özü yaşlı dünya emperyal istilacılar öncülüğünde Ortadoğu’dan dağılan yangınla, yakarak, yıkarak, yenilenme peşinde bocalıyor. Bu bocalayış anında büyük küçük ölçeklerde, hemen herkes bu tarihsel kavşakta birbirini takip eder. Bu takipçilik devletçi toplumların iç dünyalarında ciddi gedikler açar.  Ve açık kolayca da kapanmaz.

Böyle mi, böyle. Açık büyüdükçe büyüdü…

On yıllardır süren bölgesel buhrandan ve bölgesel kargaşa ile kapışmadan çıkış arayan emperyalizm, kapsama alanı dışında kalmış yolunda giden sistemleri de değiştirir. Belli zaman sistem bozuk algısı yaratarak değişime zorlar. Kendi yağıyla kavrulan rejimleri paraya boğar, ödenemez borca takar. Sonra da yıkmaya yönelir. Yıkar.

Yıktı mı? Yıktı geçti. Yeni dönem, yeni model, yeni sistem…

Kıyamete sevk siyasetinin kendilerine en karlı yatırım metodu başkalarının yıkımı doğrultusunda yamuk, yavşamaya yatkın enstrümanları yüksek dozda bir bir kullanmasıdır. Bu demokrasi yerleştirme, ekonomi büyütme ve istikrar yalanlarıyla uydulaştırılan milletler, liderler ve din iman mezhep bezirganlarına yeni bir dünya kurulur. Bu kurgu hiçbir devletin yeniden kurtuluşunu sağlamaz. Batırdıkça batırır.

Batıyor muyuz? Kimilerine göre memleket güllük gülistanlık. Kimilerine göre durum berbat…

Bilinen ise küreselleşen sermaye beka sorunu çeperinde bocalatılan her yerde sosyo ekonomik koşulları aşkın biçimde ağırlaştırır. Koşullar ağırlaştıkça, inanç değiştikçe eşitsizlik ayyuka çıkar. Yetmez yeni eşitsizlikler de yaratılır. İşte o en hassas dönemde belli referanslarla ve ilhamı kimden aldıkları belli biçimde hiç saklanmadan emperyalizmin tam emrine girilir. Şirket kurar gibi kolayca yeni rejim kurulur. Şirket yönetir gibi memleket yönetilir. Sandığa irade yansıtma ve layığını bulma edebiyatıyla yeniden inşaa sevdasından dem vurulur.

Vurgun vuruldu mu? Vuruldu…

O halde bundan ötesi işveli diriliş ve bıktıran naz bir yana sonsuza dek sürecek, sürdürülecek kavgadır. Bu mücadelenin de, bileşkesi, keşkesi, yazımı, nazımı yoktur. Kendiliğinden gelişir. Gelişecektir…

BİR LİRAYA KÜLLENDİ MEMLEKET


BİR LİRAYA KÜLLENDİ MEMLEKET

Özel olarak bastırılmış darphane bir liralarından özel konuklara da dağıtılması ile taçlanan törenle Külliyede küllendi yaklaşık bir asırlık Cumhuriyet. Unutulan ise küllenen bu cumhuriyetin vaktiyle küllerinden doğduğuydu…

Gayet görkemli bir törende hiç gocunmadan devletin en üst makamından, en aşağı erkânına ince detaylarda buluşuldu. Mehter takımı başta nice takımlar ve bir liralıklar vardı adı göreve başlama töreninde. Gözcülerin gözcülüğünde yeni göreve bismillah denildi.

Tasarlanan yeni düzenden dinamizm bekliyorlardı yüksek rakamlara tutulmuş aklı tutuklu söylevciler. Memnuniyetle millete yol gösteriyorlardı. Bir memnuluk olsa da ortada pek aldırmıyorlardı. Düstur lafta da kalsa memleket büyüyecek, devlet yücelecek, millet motivasyona tabi tutulacak maksatlıydı yorumlar. Hayırlı uğurlu olsundu yeni nizam. Bir liraya özel sayılmalar da. Bakanı bakmayanı kaynak israfından muzdarip olsa da tılsımlı bir gün batımında yürürlüğe girecekti uzun zamandır beklenen rejim. Ve el ele girildi.

Tüm kavram ve kurumlar ve bütçeler artık başkanlık sisteminin uhdesinde. Hazırlanan programla iki kelimeyi bir araya getirmekten aciz, müflis esnaf kalabalığı bir liralıkların huzurunda bir nolu kararname ile epeydir doğan boşluk böylece dolduruldu. Sözde yirmi iki devlet başkanının katılımı da ileride geride bu hazirunu kurtaramayacak hükümet sistemine geçildi.

On altı Bakanlı bir açılımdır sistem denilen. Etkisiz bir meclis ve en tepede başkan. Meşruti bir mekanizma. Kanun hükmünde kararnamelerle de tüm anayasal sınırlamalar aşılıyor, aşılacak. Yasamanın üstünlüğünü korumak ise ilerleyen zamanda daha da zorlaşacak. On veya yirmi bin kadar bir liralıklar, destekçi ve desteği yarı buçuklar kuvvetler ayrılığının sonlandırılışına şahit oldu. Memleketin yarısından üç eksiğine ise etki ve yetki alanları eksiltilmiş de eksiltilmiş bir dünya bırakıldı. Onların birine dahi darphanenin bastığı bir liralardan ikram yok. Varsa da yok.

Zaten memlekette cumhuriyetin kurucu ayarları ile oynadıkça oynandı ve bugünlere ulaşıldı. Yüzyıl başından beri ulusal ölçekte var edilen tüm değerler bir güne ve bir liraya hapsedildi. Tarihi süreç başka yöne kaydırıldı. Yılların yapısı yok edildi. Yeni yapıtaşları ile örülecek bir şablon ortaya çıkarıldı.

Açıklanacak kabine eksisi artısıyla bir asır öncesi tarihin tekrarını nüksettirecek uzantıda. Bir kıyaslamaya tabi tutulmadan yeni dönem eskiyi güdecek. Özel olarak atılacak adımlar ve yaylım ateşli ittifaklar ile yol alınacak. Genetik inkarcılığın anahtarı yuvasında dönecek. Ve bir kalemde anı defterine yazılan mesajlarda gizli, birlik beraberlik zayıflaması algısı ihtişam derecesinde savunulacak.

Ve tarih yazacak herkes, bir liralıklar, takım olanlar olmayanlar oradaydı diye. Her şey ellerin tersiyle bir kenara itilmişti. Bundan böyle birliktelikten dirlikten söz edebilmek bir hayli güçtü.  Zor geçecekti üç beş yıl. Metazori olacaktı kendi tarzında var oluş. Ve yeni sistem hayata geçti diye.

Bu geçişle makam ve itibar dağıtma dönemi de resmen başlayacak. Akıl gözleri kapalı, kalpleri mühürlü sayılanlara pompalanan mutlak mutluluk malum durumu pek değiştirmeyecek. Onlar baştan karşı, yapabilecekleri de sınırlı. Bir liralıklardan görkemin arkasında saklı gidişatı hisseden de pek yok. Gidişatla irtibatlanamayacak bir şatafata kapılmışlar kıyamete sürükleniyorlar. Ve arkası önü güne özel baskılı bir liraların dağıtıldığı zevat sanki hazin bir çöküşün mihmandarları.

Epey zamandır hazırlanılan merkez destekli bir tatbikatın ortaya servisi ise; bir liraya Külliyede küllendi memleket… 

DEMİRDEN KORKMA GÜNLERİ


DEMİRDEN KORKMA GÜNLERİ

On yıllarca demir perde, demir Leydi, demir yumruklarla korkutuldu bu korkusuz millet. Ama demirden hiç korkmadı. Demir ağlarla örülen anayurtta güvenle trene bindi. Şimdi demirden de korkma günleri…

Memleket raydan çıktı, tren raydan çıktı, ekonomi raydan çıktı, enflasyon raydan çıktı. Raydan çıkış bir türlü durmuyor. Bu inişli çıkışlı sel vurgunu yollarda milletin daha çok canı yanacak gibi. Yolculuk uzun. Yol çetin. Sarp kayalıklardan geçen yolların düz ovada tepe taklak olmasının asıl nedeni ve suçluları kısa zamanda bulunur. İlan edilir. Ancak asıl sorumlular bulunmadıkça daha çok dert yanar bu millet. Daha çok rahmet okur. Bolca Fatiha okur…

Hele de cumhuriyete Meşruti bir meşruiyet kazandırılacak günün arifesinde olanlar oldu. Demirden korkma günlerinin de kapıda olduğu güncellendi. Eskiden beri söylene gelen ‘demirden korksaydık trene binmezdik’ özdeyişi de özünü yitirdi. Düz ovada korku kapladı yürekleri. Yani en girişimci görülen sahteci yan, en alın teri dökmeden hazineden kapılan define tren raydan çıkınca göze bir kez daha battı. Bu malı götürme telaşının melek olan canların defin masraflarını dahi karşılaması güç. Dünyanın dünya yükü parasına hiç değmez bu ihmal veya adına ne denirse densin işte o yaşandı.

Yaşanmazın yaşanmasının hemen peşinden meşruiyet kazandırılmaya çalışılan Meşruti cumhuriyetin en meşhur haklardan sayılan hürriyet hakkını da cumhurun elinden çekip alması ise başka bir konu. Yaşanır yaşanacak hangi hususun altı üstü çizilecek olsa ona dair Hürriyetin gaspı. Anında ibre ve kalibre ayarı. Kitlesel dağınıklık ve biz toparlarız izlenimi. Bu yasaklamaların nereye kadar süreceği belli değil ama yarınların özeli ve özeti de bu.

Memleket raydan çıkınca, tren raydan çıkınca, ekonomi raydan çıkınca, her türlü raydan çıkma elbette kendi canavarlarını hortlatır. Böylece tertemiz beyaz kefenlere cıscıbıl, tek parça sarılmak da zorlaşır. Hayat perdesinden çekilmenin en doğal halleri de silikleşir. Medet yollarda aranır olur. Yürek yakanlar aransa da bulunmaz, bulunsa da tanınmaz, tanınsa da yakıştırılması zor bir fıtrata teslimiyetçilik başlar. Evrenin kaçıncı katındadır o tanrısal tecelli dünya aklıyla hiç çözülemez. Ama birileri herkesten önce her şeyleri bilir ve noktayı ve şeddeyi koyar.

Oysa tüm insel, dinsel, toplumsal yasaklarla dahi Doğanın buyruğu önüne geçilemez. Doğa insan aklıyla asla kontrol edilemez. Yasaları da düz mantık ve cebir ile bilinemez. Kanunu uydurma grafiklerle ilerlemez. Öyle ki yanlış atılan her adım da kontrol kaybı ile karşılaşılır. Karşılaşınca da zamansız vedalar kaza, felaket, facia, ilahi tecelli tarzında isimlendirilir. İş ispatsız yakıştırmalarla kabahatten kaçışlara endekslenir. Yani diyalektiğe ters bir başıbozukluğun sınırları daraltılır. Her dilden baş sağlıkları dinlendirilir o kadar. Tez zamanda unutulur.

Zaten memleket raydan çıkınca, trenler raydan çıkınca, trendler de bocalar. Önce ekmekler sonra demiryolları bozulur. Olan yine garip bir millete olur. Şüphesiz ‘demirden korksaydık’ diye başlayan vagonsal aritmetiğin sihri de bozulur.

On yıllardan sonra gelinen aşama itibariyle; Demir bulutların çöktüğü vahalarda, demir perdelerin çekildiği cumbalarda, paslanan demir yüreklerde ise vakanın görseli de, işitseli de işe yaramaz…

7 Temmuz 2018 Cumartesi

PARADAYS SİYASETİ…

Paradays siyaseti son yıllarda prestijlenip itibar kazanınca tek şerit asfalt yetmez oldu. Siyaset anarşisinin hüküm süreceği kentlerde çok şeritten seyir gerekir. Bu yapboz düzeneğinde bir kent bir kıvılcım çakar dönüşüm vazgeçilmez hale gelir. Bunun adı sonsuzluğa ulaşmaya endeksli iradeyle, sözde çağı yakalayan veya asla yakalayamayan partide particiliktir. Takım tutar gibi, adam tutar gibi…
On yıllardır suni program, olağanüstü proje, kısır kamulaştırma, bol özelleştirme, ağır sanayilik yatırım denilerek tüm dengeler allak bullak edilince terazinin topuzu kaçtı. Artık gelinen bu noktadan bir başka noktaya ulaşmak mucizelere kaldı. Kalır elbette. Çünkü memleketin her şeyi tersyüz edildi. Taşı toprağı altındı şimdi toplasan beş para etmez.
Ve yine tren kaçtı. Peronları yerli, mülteci piyonlar istila etmiş. Kuru kalabalığın da ötesinde bir kaynama. Bir yanda tuzla buz olması gereken cam fanuslar, sırça köşkler yerli yerinde duruyor. Bir yanda birilerine kallavi saraylar yetmiyor. İşin özü yine millet çile çekecek. Boyunu aşan bedeli taksitle ödeyecek. Paradays siyasetçileri ise yine paylarına düşene sevinecek, semirecek ve coşacak. Havalandıkça havalanacak.
Oysa hava oyun havası değil. Dünya dünya olalı bu memleket bunca bitmez tükenmez dert, külfet, borç, harç biriktirmedi. Yapboz alaycılığıyla kimsenin ayrıntısını bilemez düzeyde bir bilanço şıktı. Bilseler de renk sever gibi parti severler bu mevcut durumu hiç iplemez. İplemediği de ortada. Onların derdi başka. Onlara göre varsa yoksa paradays. Onlara Fırat kıyıları hala Babil. Asma bahçe manzaraları ise sebil. Tükenmez kavgalar coğrafyasında yaşadığını sanan tüm tapınmacılar, tapılanlar ve tapulananlar kıyametin koptuğunu bir hayli geç anlayacaklar. Dicle Musul’a akarken, Karşıyaka’da Ninova’ya erişilecek. O zaman vay ki vay paradays siyasetçilerine…
Zaten bundan böyle memleket sevdası Nemrut’un ateşinden içmekten beter. Her defasında yine ayni tutuşma. Benzer yangın. Ebabiller bilenlere bilmeyenlere feryatlarda. Memleketten insan manzaraları allanır pullanır, numaralanır mumlanır ama nedendir hiç nurlanamaz. Öyle zanneder. Ama hep bir ihanet rüzgârı. Mızrak gölgesinde bedavaya saflaşmak varken bir kutu marmelata mızıklanma. Ve gafilce. İşte budur paradays siyasetinin getirisi.
Günlerin getirdiği içi seni dışı beni misali yanmak. Yandıkça memleket boşa seslenilir. Kalenderler ve kara kutularda saklıdır gerçek. Kuytularda, bodrumlarda bir zamanların hiç ders alınmamış feryatları durur. En cesur insanlar bile karşı çıkamaz artık. Hakkıyla konuşamaz. Fesat karıştırılır bereketli topraklar üzerine.
Şu Paradays siyaseti pusula şaşırtan ne hilebazlıklar bilir, bilir de sıradan akıl anlamaz…
Anlaşılan susmak da bir nevi ateşle oynamaktır ama hiç inanılmayacaklar ardı sıra türediğinden her türden yankısızlık anı defterlerine sığınır. Beynin hünerleri mürekkep lekelerine dönüştüğünde ise akıl tutuklanır. Buna karşın işe başka temel değerlerde bulaşınca mevcut kurgu işlemez. İşlemez çünkü bu kurgu herkes için ayni yasa ve uygulamaların olduğu ve uygulandığını vurgulasa da öyle olmadığı kısa zamanda anlaşılır. Ve zamanla vahşi kapitalizmin kudurmaya açık toplumlar yaratma gayesinin önüne geçilemediği de görülür. İşin özü atı alan dereyi geçer.
Geçer ama sözde sınıfı geçenler, sınıf atlayanlar kara paranın bayrağı, karanlığın buyruğu altında toplanırlar. Uyruksuzlaşırlar. Bu uyruk tanımaz kuyrukçuluk, uyku ve uyuşukluktan eninde sonunda faydalanacak emperyal istila da sonunda gerçekleşir. Topuyla tüfeğiyle.
İşte o yüzden günlerin getirdiği paradays siyasetine karşı durmak ve hiç istenmeyen kararlar vermek zorundalığıdır. Çünkü kavganın örsünde habire çekiçlenen ayni hayatlardır. Ocağa ateş düşende doğrulur doğruluk. Doğrudan isyan ve müebbet. Bu altın başaklı memleket tüm dünya, yedi düvel bir oldu da yıkılmadı ki, şimdiden sonraya yıkılsın. Millet faraza oyunu bozar denildi bu kez bozamadı. Sanki bozulmaz denilen o mozaik ve ahenk biraz bozulmuş.
Bundan böyle bozuk çalmakla hizaya gelmez bu millet. Bildiğini okur. Ona göre…

TATLI SU SİYASETİ VE EGEMENLİK…

TATLI SU SİYASETİ VE EGEMENLİK…

Günün birinde böyle bir şeyler olacağını söyleseler derin derin düşünülür ve yok denirdi. Üstelik ürperirdi zaman. Korkuyla karışık celallenirdi düşler, anılar. Ama olmazlar oldu. Egemen dünyanın bir olup neo dinci-liberal tarzda eski kıtada yeni iktidarlar hegemonyasını nasıl kurguladığı açık seçik görüldü. Memlekette değişmez denilenler de değiştirildi. Millete yeni rejim adıyla tatlı su dinciliği, mezhep borazancılığı ve etnik karıştırıcılık eklenmiş bilindik bir model layık görüldü...
Özellikle son on yıllarda bu din bazlı ulamayla Ortadoğu iyice karıştırılmıştı. Bu karışımla üzerine çöküldü ve coğrafyaya çöreklenildi. Sular durulmaz hale geldi. Kaosun sönmeyen ateşi de dört bir yana saçıldı.
Tatlı su siyaseti yaklaşık yüzyıllık egemenliğe son verince Anadolu’nun altında ve üstünde yaşayanların ve yaşananların dolu dolu varlığı dondu kaldı. Ve tüm ağıtlar geleceğe kanıttır pozisyonunda buzlandı. Artık kimin neye daha çok ihtiyacı varsa ve dünyanın sınırlı imkanlarıyla evrene yayılmak babında nekadar içe dönülüyorsa tabelaya sabitlenir.
Asrı tamamlamaya üç beş kala ne yazık ki bir anda şimdilik elli yıl öncesine döndürüldü zaman. Kara yazın arsızca yüzünü göstermesiyle, yeni yıla kalmadan dört bir yanın çamur denizi, kum deryası, bulanık-pis su gölleri, taş beton yığını, çukur çatlak olacağı kesin gibi. Metropollerde dahi komşu savaş kaçkınlarının gece gündüz eşsiz tarihe aktığından sanki ortalık savaş alanından beter. Hayat felç, millet perişan, esnaf suskun, evinden barkından olanlar isyankâr, evsiz olmaya adaylar kuşku ve korkulu. Millet gözlerini kapatmış geçmiş hatıralarla yaşıyor. Reel yaşamda sanki hepten çaresizlik kol geziyor. Memleketin her yerinde, estetik güzellik adına acayip bir kargaşa egemen.
Zaten siyaset yersiz yurtsuz münasebetsizleşince, akıl uyumsuz, uygunsuz ideallere tutsak düşünce, durum tamamen kalpleri inciten bir incelikle tersine seyreder. Maalesef beter karışıklık bu. O yüzden dil, akıl ve yürek ağır delalet, gaflet, haset, öç, kin ve bencillikten hiç de uzak tutulamaz. Merkezden en ücraya mihrinev karanlığın evreninde yalnızlaştıkça yalnızlaşır. Koca memlekette yol iz, akıl, izan, hesap, mizan birbirine karışır. Milleti evrensel cevherlere ve civar medeniyete bağlayan ne kadar damar varsa tıkanır. Ana arterlerin içi dışına çıkar, memleketin karnı yarılır. İnanılmaz durum gerçekleşir.
Resmen milleti alaya almakla eşdeğer dilbazlık ve sakınılası projeler zamanlı zamansız ortamlar yaratır ve millete yepyeni yükler getirir. Allah yarattı demeyip zam, zulüm, işkence kıvamında millete bu kadar yüklenmek de sıradan sayılır. Bu sıradanlıkta yazık değil mi bu millete demek Arapsaçına dönmüş memlekette ayıptan görülür. Oysa herşey, tüm yatırımlar durmuş, sadece böbürlenme tarzlı goygoyculukla parçalanmaya ve bölünmeye müsait ülkelerden olmaya bir gidişat söz konusudur. Ezeli ve ebedi sayılan dostluk ve kardeşliklerin sona ermesi de yaklaşılan sonun alameti farikasıdır.
Benzersiz küskünlük ve kızgın iç hesaplaşmalarla nelerin heba edildiği apaçık ortadayken göz boyamacadan öteye gitmeyen yamalarla genişleyen açık kapanmaz. Tutulan iş pek tutmaz. Onca Din, iman ve mezhep kargaşasında planlananlara dünyada çıkıp ta ayıptır günahtır diyen yok. Varsa yoksa gelsin gitsin dolarlar. Dolsun dolmalıklar. Millet nasıl sa yutar. Hapı yutar.
İş işten geçtiğinde tüm coğrafyada olduğu gibi bütün ağıtlar Tanrı’nın son dini, en mükemmel dini bu pespayeler yüzünden yerlerde süründürüldüye bağlanır. Sınırda komşuda başa musallat olmuş bölünmüşlük ise daha çok başlar ağrıtır. Aslı hu nesli hu pergelinde hesabı zor verilir bu aymazlığın.
Tatlı su siyaseti ile yaklaşık yüzyıllık egemenlik dibe vurunca, en eski kıta dünyanın en harikası Anadolu bir baştan diğer başa yayılan altın başaklı ovaları ile Mahşerin dört atlısını bekler...
Bekleyen derviş...

2 Temmuz 2018 Pazartesi

2 TEMMUZ DOKSAN ÜÇ, ELLİ SEKİZ MADIMAK…

2 TEMMUZ DOKSAN ÜÇ, ELLİ SEKİZ MADIMAK…
 
Allah muhafaza. Allah muhafazanın hala en canlı örneğidir 2 Temmuz. 2 Temmuz 93. Kod elli sekiz, otel Madımak…
 
2 Temmuz 93; insanlık dışı eğilimlerle sağduyunun ateşe gömüldüğü gündür. Önlenemeyen bir katliam. Yeryüzünde her hangi bir en vahşi canlı türüne dahi yakışmayacak bir kalkışma. Canice cana kasttır. Adalet te neymiş dercesine ağır kadife perdelerin tutuşturulması. Bir adalet ayıbı. Resmen cürümdür. Müdafaası, müdanası olmaz, muhatabı aleni bir sönmeyecek ateştir.
 
2 Temmuz 93 kör tutuculuğun işbaşı yaptığı, sonradan müzesi füzesi yapılsa da kar etmeyecek, gönülleri soğutmayacak, zifiri karanlığın küllerinin üç yanı deniz, bu tavlı topraklara savrulduğu gündür. İbret alınası asla ibra edilemeyecek bir vahşet ve o vahşete isyanın adıdır bu gün.
 
Çeyrek asırdan sonra hala Madımak kokar eller, yalımlar yol iz sürer. Zihinler kanar. Gökyüzü hala kapkaradır. Hala adap dışı bir umursamazlık. Adalete zerre rağbet etmeyen tutkulu bir taraftarlık. Adiletsiz düzene körlemesine çakılmışlık havasıdır yaşama geçen.
 
Geriye onmaz acılar bırakan ilk adımdır Madımak 93. Çeyrek yüz yıl sonra Adalet yok, mülkün temelinin hepten sarsılmışlığıdır. Tarifsiz bir yabancılaşma girdabı. Talihsiz bir menzile tutsaklık. Tanrıdan korkan, medet uman bir çizgide deist kırılması. Düz yolda bocalama. Usul erkân bitik. Allah muhafaza günleridir.
 
Gerçekten Allah muhafaza. İşte Allah muhafazanın hala en canlı örneğidir 2 Temmuz. 2 Temmuz 93. Kod elli sekiz, otel Madımak. Ders alınmış mıdır sorusu hala havada asılı. Yanıtsız. Sembolik yasaklı anmalarla, maalesef acılar tazeleniyor sadece. Hala canlar paralanıyor, ateş harlanıyor. Silah ve mühimmat kuşanmış sözde vatan bekçilerinin teskerelendirildiği yok. Alaca kuşak habercisi gibiler, az kıpraşsan acı günler kapıda. Oysa unutulmaması unutturulmaması gereken ne çok şey var mazide. Biteviye anımsanmalık nice vakalar.
 
2 Temmuz anımsanmalı çünkü din namına din dışı, sözde masumane ama böylesine vahşi, kitapsız, mezhepsiz gaddarca bir katliama bir daha seyirci kalınmamalı. Devlet, millet insanlıktan sınıfta kalmamalı. Sapla samanın karıştığı şu günlerde olası faşizan koalisyonları kurulurken yeniden bir daha ve daha da yanmamak, yakılmamak için Allah muhafaza.  
 
Âmâsı maması yok ‘2 Temmuz 93 kodu elli sekiz, otel Madımak’ anımsanmalı. Anımsatılmalı. Anlatılmalı…
 
Anlatılmalı çünkü her şeyi yok sayarak gelinen günler anılarımızı, anmalarımızı hatıralarımızı da elimizden alacak. Yürek yangınlarımızı da. Yarınlarda Sivas ellerinde saz çalınmayabilir. Dilin söylüyor, elin kalem tutuyorsa da, asla ve kata söylemeyeceksin, yazmayacaksın kulaklara çalınabilir. Dolaşacaksın usulca ve usluca. Üzüntülü bir figür pozunda duruşun yeterli babında hal ve tavır istenebilir. Zaten onlar ki hem yakarlar hem bakarlar, senin yerine hem ağlarlar hem de gülerler nasılsa. Her şeyi yaparlar da hiç izin vermezler.
 
Azgın kızıl alevlerin Madımak’ı yuttuğunun üzerinden çeyrek asır geçmiş. Ustalıkla o mahşer günü inceden hafızalardan silinmiş. Ne varsa hasetle resetliyorlar. Resetleniyoruz. Toplumun bilinci linç ediliyor. Yanmış canlar unutturuluyor, iyice daralıyor çember. İnceden uyutuluyoruz. O can pazarının yaşandığı günden haberli habersiz, güllük gülistanlık masalıyla devşirilmiş duyarsız on milyonlar. Memleketi damgalıyorlar. Kaç on milyon yürekte ise hiç sönmeyen ateş. Yanan canlar, asılan gençler. Yanıyorlar…
 
Allah muhafaza. İşte Allah muhafazanın hala en canlı örneğidir 2 Temmuz. 2 Temmuz 93. Kodu elli sekiz, otel Madımak. Resmen insanlık dışı eğilimler dizgesi. Ateşe gömülen sağduyunun güncesi. Bu nasıl bir kalkışmadır hala sırrı çözülememiş. Bu insanlığın çözülmüşlüğünde nasıl aktif rol alınır, niye pasif kalınır, her iki durumda vahşet nasıl desteklenir hakkınca sorulamamış. Soranlar her fırsatta ezilmiş.
 
Ez cümle,  Allah muhafaza…

30 Haziran 2018 Cumartesi

REİSİN TEKNOKRAT KABİNESİ

REİSİN TEKNOKRAT KABİNESİ
 
Belki de memleketin yarısından fazlası bilmiyor ama haziran seçimleriyle parlamenter demokrasi dönemi bitti. Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulu başta olmak üzere birçok kurumun yetkisi Cumhurbaşkanı’na devredildi. Yani yasama, yürütme ve yargıda güçler ayrılığı sona erdi. Ve ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ denilen başkanlık sistemi resmen başladı…
 
Bundan böyle yeni sistem Partili Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcıları, Cumhurbaşkanlığı Ofisleri, Cumhurbaşkanlığı Kurulları ile atanmış Bakanlar Kurulu nezdinde işleyecek.
 
Güçlü meclis yerine güçlü cumhurbaşkanı sisteminde; Cumhurbaşkanın Partili olmasında mahsur yok. Partili Cumhurbaşkanı aynı zamanda ‘Başkomutanlık’ görevini de üstlenecek. Tek başına da kalsa ‘savaş’ kararı verebilecek. Memleket bütçesini tek başına hazırlayacak. Kamu yöneticilerini atayacak, görevlerine son verecek ve atama usul ve esaslarını bir kararname ile değiştirebilecek. Meclis kanun çıkaramadığı takdirde Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi kanun sayılacak. Beğenmediği kanunlar için bizzat Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açabilecek. Meclisin çıkardığı kanunları veto edebilecek. Veto edilmiş kanunun yeniden kabulü için ise mecliste salt çoğunluk gerekiyor.
 
Yani cumhurbaşkanı donatılan tüm yetkileri bir yana tek başına üç yüz vekil gücüne sahip. Mecliste memlekette üç yüz biri bulmadan adım atmak mümkün değil…
 
İşte bu Reisicumhur çok yakında kabinesini açıklayacak. Kabine de eskisi gibi olmayacak. Eskisi gibi Bakanlıkları denetleme, bakan hakkında gensoru verme yok. Bakanlara sözlü soru da sorulmayacak. Sadece Cumhurbaşkanı isterse yardımcıları ve bakanlar hakkında soruşturma talebinde bulunabilecek. Böyle bir talep olursa Meclis, soruşturma açılmasına üye tam sayısının beşte üçüne denk gizli oyla karar alabilecek. Üye tam sayısının üçte ikisi gizli oyla da Yüce Divan’a sevk edilebilecek.
 
Bu arada yeni bakanlıklar kurmak, kaldırmak, görev ve yetkilerini belirlemek, bakanlık teşkilatı yapılandırmak, merkez taşra teşkilatlarını kurdurmak için bir cumhurbaşkanı kararnamesi yeterli.
 
Şimdi açıklanacak kabinenin bürokrat ve teknokrat kabinesi olacağı beklentisi yüksek. Çünkü Reis mecliste tek başına çoğunluğa ulaşamadı. Zaten Bakanlar Kurulu’nun seçilmişlerden olması koşulu da yok. Cumhurbaşkanı her istediğini atayacak. Bu kez Meclisten üç beş vekil dışında kabineye girecek isim olmayabilir.
 
Çünkü kabineye giren vekil, milletvekilliğinden istifa etmek zorunda.  Meclisin oluşan sandalye sayısına göre her bakan ataması iktidarın Meclis’te bir vekil kaybetmesi demek. Yani reisicumhur aklındaki kabineyi kurarken ilk defa çok zorlanacak gibi. Sanki Partili Cumhurbaşkanı’nın muhtemel ilk kabinesinin teknokrat, bürokrat ve vekil eskisi ağırlıklı olması elde olmayan bir mecburiyet.
 
Bu varsayımlara göre yeni kabinede üç beş tanıdık dışında farklı isimlerin yer alacağı kesin gibi. Yani açıklanacak kabine tam bir sürpriz olabilir. Ayrıca bu sistemde bakanlık milletvekilleri içinde bir risk. Çünkü işler iyi gitmediğinde olası Bakanlar Kurulu revizyonlarında hem bakanlık hem de milletvekilliği de gitmiş olacak.
 
Memleketin yarısından fazlası oy verdiği halde hala rejimin değiştiğinin farkında değil. Ve bu yeni sistemde daha başka neler neler gittiğini, gidecek olduğunu yakında görecek ve duyacak. Her şeyi yakından hissedecek.
 
Şimdi ikinci bir seçim yapılsa sorsan yine bilmez. Veya bilmezden gelir…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder