21 Nisan 2019 Pazar

eylül18-3

ÖLÜM YOLCULUĞUNDAKİ EŞİTLİK 
 
Memleket otuz yıl öncesinin rantçı yıllarını, rantiye günlerini yaşıyor. Hiçbir yerde yaprak kımıldamıyor. Demir yerinde ağırdır türünden bir bekleyiş hüküm sürüyor. Zenginler yüzde otuzlara tırmanan faizlere yüklenmiş. Garip guraba ise geçim derdinde. Dahası can derdinde. Yani memlekette çıldırık bir düzensizlik hegemonyası egemen. Adı ileri demokrasi odaklı tek adamlık düzeni…
 
Yalan dünyaya yakışan yalan sözcüklerle günler harmanlanıyor. Bu harala gürele içinde bu da yalandan bir makale. Böyle demek kolay ve elbette, ve dahi çaresizlik. Ama kurtuluşu yok binilen bu alametin de, gidilen kıyametin de. Öyle ki bin odalık saraylar, yüz binlik makamlar, milyonluk jetler, milyarlık jestler, trilyonluk uçan hayaller topu topu bir okul üniforması etmiyor maalesef. Canlara kıyılıyor. Resmen adamlık ölüyor.
 
İnsanlar ölür, doğanlar büyür ve yüreklere düşen kor asla unutulmaz. onurlu duruş sergileme aczindeki insan tipleri ne kadar çoğalırsa çoğalsın, yaratılırsa yaratılsın yalanlar ve yapılanlar asla unutulmaz. Günü gelir hesap geriye sarar. Ve slogan patlar.
 
Yaşasın fakirlerin ölüm yolculuğundaki eşitliği…
 
Aslında insanlık ölüyor. Çoğunlukla tek kişilik, bazen de milyon kişiliktir ölüm. Hele de öze kıyım hepten yalnızlıktır. Çaresizliktir.  Zordur. Odur budur ama gurur incindiğinde o melun tercih ağır basar. Ve İnceldiği yerden kopar hayat. Cinnet, cennet ve cehennem üçgeninde bilinmeze yolculuktur paya düşen. Ayrıca bir şeyler öğretmesi ve örgütlemesi içindir ince ayrıntısında gizlenen.
 
İzi gizi kalmadı hiçbir şeyin. Sağ sol derken ondan kalmadı bunu verelim babındaki yeni Ankara rejimi ve rejimin yerleştiricilerinin önleyemediği ekonomik ek krizin bedelini yine fakir fukara ödeyecek. Ödemeye başladı bile. Hemen okullar açılınca hem de. Ahıyla vahıyla, pahasıyla canıyla. Bu vahada daha kışı var yazı var, yazısı yazgısı var. Sanki bu siyasi tercihin ne denli yanlış olduğu madden tescillenecek. Manen ise sebepsiz veya minicik sebeple başa gelen ölümlerle güncellenecek. Sonra köhne sistem sorusu sorgusu, sorgulaması bırakılıp, özüne kıyan mevtanın cenaze namazı kılınır mı kılınmaz mı ya bağlanacak.  İşte meselenin halli bu kadar basit.
 
Yaşasın fakir fukaraların ölüm yolculuğundaki eşitliği…
 
 
Gururdan ölümlerde veya onurla direnilen doğanın kanunu çaresizlikler de buluşur tüm yoksullar ve yoksunlar. Üç aşağı beş yukarı herkes eşittir. Yani dünyada bir türlü olmayan zengin fakir eşitliği son yolculukta da kendini gösteriverir. Varı yoğu darlık, darlıktan bir lokma bir hırka olanların ölümleri ise soğuk ve uğurlanışları ise şaşırtıcı derecede birbirinin benzeridir. Şu yaşlı ve yaslı dünyada tek gerçeklik garip gurabalık ve onların ölüme gidişlerindeki cesarettir. Varlıklının ki bir başka sıcak ve şaşalı ve farklıdır.
 
Dünya kuruldu kurulalı milyarlarca can için arta kalan hep gelip geçici bir rüyadır…
 
Elbette eşitliğe özlem duyar zar zor geçinenler. Onur ve gurur ölçülerinde yaşam mücadelesi veren ana baba ve çocukları. Tümü ölümlerde eşitken birilerince dünya nimeti kandırmacasıyla ayrıştırılırlar. Bir yere kadar işler bu kurmaca kurnazlık. O yüzden ‘Yaşasın fakirlerin ölüm yolundaki eşitliği’ sloganı yerini bulur.
 
Zaten merkezinde insan olmayan, doğayı ve tüm canlıları kutsamayan, dualarıyla bile tüme varamayan, sadece tümden geldiği ile övünen bir irade evrensel dünya özlemine elbette yanıt veremez. Özü de, özlemleri de öldürür. Okula gidiş vatana millete hayırlı evlat olma özlemlerini de. Ebeveynlerin mürüvvet görme dileklerini de. İşte memleket gerçeği bu. Yürek paralayan cinsten. Ne denir ki Merol hakkıyla demiş;
 
Yaşasın fakir fukaraların, garip gurabaların ölüm yolculuğundaki eşitliği…

KERBELA; DİNDE KIRILMA NOKTASI…

KERBELA; DİNDE KIRILMA NOKTASI…
 
Yüz yıllar evvel din ve ahlak örgüsü zenginlik perdesinde kaybolunca ister istemez Kerbela’da korkunç sona yakınlaşıldı.  Dinsel değerler yere ve zamana göre değişince de rota şaştı. Şaşkınlık kemikleşmeyi de keskinleştirdi. O acı katliam yaşandı…
 
Sonrasında iyice kalınlaşan kabuk kırılamayınca da din ve ahlak ülküsü çöktü. Din adına sapkın eğilimler sokuluverdi hayatlara.  Asırlar boyu siyasete endekslenen din ve ahlak öğretileri epey garipleşti. Zamanla çok yetenekli dinbazlar ve dilbazlar dine egemen oldu. Ve sarı zenginliğe dayandırılan dinci siyaset farklı kültürleri din kisvesi altında küçük bölgelere sıkıştırdı. Zaman aktı gitti, bin küsur yıl sonra ayni noktaya dönüldü. Yani Kerbela dinde kırılma noktasıdır…
 
Maddesel yatkınlığın artması ile arsız hırsız saplantılı düşler günaha, sırça köşkler harama ayarlandı. Her gerisingeri sarışta, siyasal dinci katılık, tamamlanamamış din açık seçik etkisini gösterdi. Hem de ahlaken fakirleşmiş, dinen yoksullaşmış kendi katı katılımcılarını, kendi müritlerini de yaratarak. Tıpkı Kerbela öncesi ve sonrası gibi.
 
Çoğunlukla hikâye mertebesinde ertelenir gerçekler. Görmezden gelinir din adına yol göstermesi muhtemel evraklar. Sadece körlemesine ve bireysel vicdanlara hükmeden basmakalıp bir kalıplaşmayı din sayar taraflar. Hele Kerbela şerbetinden içildikçe sözde Tanrı armağanı sayılan her şey anlamını yitirir. Diğer taraftan din budalaca ve tehlikeli biçimde maddi manevi yatırımlara yönlendirilir. Bu yön tayiniyle trajik ve beter acı verecek bir sona sürüklenilir. Durun maazallah diyenler din dışı yaftalanır. Sonsuzluğun şifresi derin sessizliğe ve kurmaca kehanetlere bağlanır. Oysa sona savruluşun hızlandırılışıdır din adına savlanan.
 
Kerbela sonrası yaşananlara benzer insafsız ve hayırsız iradeye hükmedenler yüzünden din adına ileri sayılan her çağda çöker din. Ayrıca din, tin, beden terbiyesi beynin hükümleri dışına itilir. Lafta gelişen dinle aklın dehlizlerinde hapsedilenler bir bir öne çıkar. Doğru beller, dürüst eller, sakınmaz diller dinsizlik safına indirgenir. Vahşileşen din bilinmezliklere maddi manevi yolculuğu başlatır. Haktır helaldir unutulur. Ara geçişlerle din motifli tabela da tablo da yenilenir. Mühür o tersine yenilenişin tam üstüne vurulur.
 
Oysa Dinler tarihinin acı bir gerçeği, peygamberlerin değişmez yazgısıdır; dinler peygamberlerinin hayata vedasıyla bitmiştir. Hatta hayatta iken bitenler bile vardır. Vedaların hemen sonrasında ise ilk ayrılıklar ateşlenmiştir. Ayrıca tüm ayrışmalar da çok kanlı olmuştur. Hepsinde tıpkı Kerbela Vakasıdır yaşanan. Tam bir kırılma noktası.  
 
Din adına hala mazur gösterilen bu katliam, adı Kerbela Tanrı katındaki hiçbir dinin kalıbına sığmaz. Bu olayla resmen dinin yörüngesi kaydırılmıştır. Kutsal Kitap dini orada kan revan toprağa gömülmüştür. Peygamberin soyu tüketilmiştir. Peygamberin soyu sopu resmen yok edilmiştir. İşte o gün bu gün tüm İslam coğrafyası ve İslam ülkeleri bitmez tükenmez kavgaların içine düşmüştür. Düşürülmüştür.
 
Peki, bu kırılma noktasından sonraki Din, bu gün bu dakika itibariyle can hıraş yaşanan, kıyamete dek Kutsal Metninde tek bir harfe dokunulamayacağı ve değiştirilemeyeceği mührü olan din, hangi dindir? Dünya idealleri uğruna maddeci zihniyet ve o zihniyetin kurguladığı böylesi bir dine kölelik Kerbela’ya nasıl bakacaktır. Yüzleşebilecek midir, elbette hayır.
 
Peki, bu sözde maneviyatçı geçinenler, bu maddeci kurgu dinin saflaştırdıkları Kerbela’dan beri uyudukları uykudan nasıl uyanacak. İslam coğrafyalarında ortalık harabeye dönmüş, dört bir yan kan gölü iken bu kanayan yara nasıl izah edilecek. Başa gelen belaların hiçbir izahı yok denemez. Vardır. Belki de Kerbela kırılma noktası kabul edildiği an bin küsur yıllık zulüm de, gerileme de durdurulur. Ama yürekler ebediyete dek kanamaya devam eder.
 
Evet. Çünkü Kerbela dinde kırılma noktasıdır…

GAGAVUZLAR; KAN VE DİN…

GAGAVUZLAR; KAN VE DİN…
 
Epeydir Gagavuzlar üzerine yaptığım kısmi bir araştırmayı bir makaleye çevirmek istiyordum. Kan ve Din adıyla. Ama notlarım karıştığından daha önce yazdım mı bilemiyorum. Ufak bir araştırma yaptım geçmişe dönük ama yayınlayıp yayınlamadığımı da pek anlayamadım.  O yüzden elde kalanlarla bir kez daha tarihe not düşmek istedim. Tekrarı oluyorsa affola…
 
Gagavuz anlamı nedir kime denir elbette çok önemli kısa bir araştırma yapan değişik değişik birçok sonuca ulaşabilir. Ama özünde yüzyıllardır verilen ayakta kalma çabasıdır. Bu çaba bazen dile getirilir ama tek sebepten din yüzünden hep yok sayılır. Öyle ki yaşanan histori ve yazgı hislerin ötesinde içlidir. Gagavuzlar varlığını geliştirememiş görüntüsü verseler de dönemler itibariyle, birçok devlet bünyesinde töreleri ve törenleri ile öz be öz Türk atalarına benzeyen azınlıklardır.
 
Azınlıktırlar ancak asimilasyonlara uğrayarak belleğini yitiren etnik motiflerden değildirler. Her şeye karşın eriyip yok oluştan kurtulamayınca, tarih sahnesindeki Türklüklerinin ispat edilebilir değerleri de kaybolmuştur. İşleri ve izleri takipleri zorlaşmıştır. Ancak yılmamışlardır hiç. Çünkü politikanın ve bilim dünyasının unutturmaya çalıştığı değerlerdir onlar. Bunu iyi bilirler. Özellikle Balkanlarda kaybolanlar, gidenler, bilinmeyenler gibi Gagavuzlar da aynı sonu yaşamışlardır hep. Ya da ufacık coğrafyalara tıkanıp kalmışlardır.
 
İşte o kalanları şimdi de birkaç devlet üzerinde vardır ve oralarda yaşarlar. Onlar ki eğer 2. Dünya Savaşı bastırmasa ana vatanlarına döneceklerdir. Romanya hükümeti ile İsmet Paşa tamamen anlaşmıştır. Ki savaş başlayınca plan bozulur. Onlar Doğu Trakya’ya yerleşmek isterler. Bir bölümü küçük bir azınlık savaş öncesi Trakya’ya geçmişlerdir. Yerleşmişlerdir. Ve hala yaşarlar. Diğerlerine ise kapılar kapanır.
 
Hele de Romanya istila edilince, Besarabia Romanya'dan alınıp Sovyet güdümünde Moldovya’ya bağlanınca bu bölgede yoğun yaşayan Gagavuzlarla yakın ilişkiler kurulması daha da zorlaşır. Güneydoğusu da Bulgarlara verilince ana vatana dönüş projesi hepten son bulur. Demir Perde dağılana kadar bir Türk kolu olan Gagavuzlar orada kendi başlarına kalırlar.
 
İster istemez unutulmuşlardır. Zamanla veya en baştan din Ortodoks, dil ve töreler Anadolu ile birebir benzer kavimleşmişlerdir. Yani Gagavuzların varlığı ve yazgısı Balkanların diğer Türkleri ile ortaktır. Hep ezilmişlik ve asimilasyon. Bugün Romanya'da varlıklarını sürdüren yüzbinlerce Gagavuz vardır. Bulgaristan’da Moldova'da da vardırlar. Başka ülkelerde de. Ana yurtlarına özlem duyarak, sevgi besleyerek oralarda yaşarlar. Balkanlarda Türklük güderler. Evlatlarını Anayurtta okutmak için fırsatlar yaratıp kollarlar. İdealleri artık burada yaşamak değilse bile ortak bağlarının kopmaması için direnirler. Dillerini, törelerini, ahlak öğretilerini o yüzden korurlar hala.
 
Belki de Türk soyunun en bağımsız kollarından, en özgürlükçü kavimlerinden birisidir Gagavuzlar. Gerçi tarihte Gagavuzlar'ın Balkanlar'a göçü ile ilgili birçok yerleşim tanımlamaları da vardır. En makulü Türk soyundan ve boyundan olan Gagavuzlar Tuna buz tuttuğunda yol iz bulmuşlar ve sislerin ötesine kadar yayılarak, yol sürerek, varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ama tarih onlara daima yoksunluğu reva görmüştür.
 
Yüzyıllar boyu Tuna boyundan Edirne'ye kadar küçük gruplar halinde yaşamışlardır. Hala yaşarlar. Onca asimilasyon programlarına karşın milliyetlerine bağlı, dillerini, kültürlerini, ahlak ve törelerini koruyarak bu günlere gelmişlerdir. Sonuç olarak töre ve törenler özbeöz atalardandır ancak Hristiyan ve Ortodoks’turlar.
 
Kan ve din…

16 Eylül 2018 Pazar

MAAŞ, BAĞIŞ VE DAĞILIŞ EĞİTİMİ…

MAAŞ, BAĞIŞ VE DAĞILIŞ EĞİTİMİ…
 
Son on küsur yılda eğitim sistemi her yıl değiştirildikçe, üzerinde oynandıkça sistemsizlik zirve yaptı. Hırpalanan model asla istem dışı denilemez türden dini ritüeller, siyasal ve kurumsal yozlaşma dizgesinde biçimlendirildi. Bu anlamsız istila ve istiflemeye zamanla içten dışa direnenler de azaldı. Sanki durum kabullenildi. Maaş, bağış ve dağılış eğitimi reel hayatın formülü oldu. Oysa gerisingeri gelişen hayatın ve rejim değiştiren devletin önsözü; Öğrenciler ve öğretmenleridir…
 
Bu eğitim sistemi memleket nüfusunun yaklaşık yirmi milyonunu direkt, altmış milyona yakınını dolaylı etkileyen ve hükmeden bir sistemdir. Zaten yıllar yılı sistemle mütemadiyen oynanarak zihinler tutsak edildi. Bu tutsaklık artan dozda eğitim yoluyla öğrenci katmanlarına yedirildi. On yıllar boyu başkası ve başka imkânı yok sarmalında reyleşen biçareler yaratıldı. Ve eğitim yoluyla içsel yolculuk sistemin efendisinden, evrenin efendisine devrildi. Sonuç memleket devrildi. Millet daraldı. Maaşlar belli. Maşalar da.
 
Maşallah eğitimde yöneticilik adına uydurma proje sınıfları ayarlayıp salmalanan bağışlara bel bağlayış modalaştırıldı. Bu modda nereye gittiği belirsiz geçerli akçe sağlaması yolu da aşıldı. Hatta veliler akçeyi eksik verince veya veremeyince çocukları düşük şubelere aktarılacak korkusuyla belirlenen miktarı ödemeye zorlandı. İstenecek belki ama üstelenmeyecek sınırı aşıldı. Baştan sona dağıtmak ve dağılış merkezli eğitim sistemi güncellendi. Bilim dışına kayıp, kayba gidişi öğretmek üzere özel maksatlı eğitim kurgulaması bir yana. Diğer yandan kısıtlı dünyalarla kasıtlı eğitim kaç paraya kaç yaşa denk düşer onun hesabıyla sınıf çizelgeleri hazırlanır oldu. On yıllardır yoksulluk ve yoksunluk girdabında direnenlerin çocukları okumasın babında meseleyi toptan halletme yoluna gidilmesi doğal sayıldı. Durum bu maalesef.
 
Zaten on yılardır derinden gizliden zamanın birinde bir fakir memlekette milletvekili maaşları öğretmen maaşlarını geçince memleketin çivisi kopar diyen muhteremden kopartılmaya çalışılan bir süreç yaşıyor eğitim sistemi. Koca sistem dağıtılmış. Şu garip memlekette vekil ve öğretmen ilişkisi de hiç yeni değil. Çok yıllar önce vekil öğretmenler vardı, yine de var gibi. Ama o yıllar eğitimin altın yıllarıydı, öğretimin mükemmel dönemleriydi. Yani sık aralıklarla yapboz öncesiydi. Sadece sıfırdan başlayıp bir zambaklar ülkesi yaratmaktan söz eden, öğretisi “Sizleri bir kıvılcım gibi gönderiyorum alev topu olarak geri dönmelisiniz…” diyaloğunu tarihe kaydeden başöğretmenden esinlenilmişti…
 
Eller aya biz yaya kaldık ve esinti durdu. Devran değişti. Şimdi her alanda Başkan örgüsü.  Tek ağızdan kısır döngüsü. Örgün eğitimin bilimsel temelleri mutasyona uğratılmış. Eğitim öğretim stratejisi çekirdeğine sıkıştırılmış. Hiç önemli değil gözüyle görülüyor. Karanlığa bu denli hapsoluş on yıllar öncesinde yoktu. Şimdi eğitim sözde ışıl ışıl parlıyor. abartılı övgüler ışığında maalesef geriye, tarihin dehlizlerine yuvarlanılıyor. Deistlik bile bile yaygınlaşıyor. Öğretmen çıkanlar açısından bir türlü atanamayış var ama neden ise Ata'ya da tersten bakış var. Hayretengiz bir durum.
 
Bu aymazlık hangi gizli servis projesidir. Öğrenci ve öğretmenlerdeki bu asosyallik, bu tarih düşmanlığı nedendir. Topu toptan anlaşılmaz boyutta. Bu sistematik yavan anlayış öğrencilerden başlayarak topyekûn milleti de geriletiyor. Gerisingeri ilerleyişin vazgeçilmez koşulu ise din odaklı olacak biçimde ayarlanıyor. Dur diyen çıkmıyor. Özellikle ortaokul yabancı dil ağırlıklı bir deneme sınıfında bile haftalık dört saatten fazla din dersi koyulabiliyor. Hafta sonları ise ücretsiz verilecek Kutsal Kitap kursu bonusu var. Resmen dönem fırsatçılığı. Zamane düzen ayıbı.
 
Değiştirildikçe değiştirilen, bu maaş, bağış ve dağılış eğitim modeliyle öğrenci, aile, okul ve devlet bütünlüğünde bilimsel ve demokratik temelden iyice uzaklaşılıyor. Çağdaş eğitim resmen hayal oluyor. Öğrenciler resmen kobay görülüyor. Toplumsal çözülme riskine karşılık din dışına taşan ritüeller ve sürükleyiciliğini çoktan kaybetmiş sosyal siyasal kurumlarla bütünleşiliyor. Eğitim ve öğretim yöneticileri, idareciler gelecekte bu tepkisiz kalışın bedellerini ödeyeceklerini de görmezden gelerek günlerini gün ediyorlar.
 
Yani mevcut kaypak düzene kökten bağlı ve bağımlı idarecilerle ve çarpık düzenlemelerle ziller çalıyor. Ziller kimin için çalıyor, ders teneffüs zilleri ne zaman birbirine karışıyor hiç anlaşılmıyor. Dur duraksız muhteşem bir boşluğa sürükleniliyor.
 
Eğitimde genetik inkârcılık modası ruhen ve bedenen yaygınlaştırılıyor. Sonuç maaş, bağış ve dağılış bezeli eğitim sistemi merkezinde sistemsizlik yaşanılıyor…

3 PİRAMİT: TER, KAN, GÖZYAŞI, TAHTAKURUSU, PİRE, BİT VE ÖLMEYESİYE AZIK…

3 PİRAMİT: TER, KAN, GÖZYAŞI, TAHTAKURUSU, PİRE, BİT VE ÖLMEYESİYE AZIK…
 
Geleceğe büyük eserler bırakmak piramitler bağlamında değerlendirildiğinde yaklaşık beş bin yıllık mazidir. Elbette başka alanlarda daha öncesi de vardır. Ancak her biri insani boyutta değerlendirildiğinde elde kalan ezelden ebede emek sömürüsüdür. Terdir, kandır, gözyaşıdır. Tahtakurusu, toz piresi, bit ve ölmeyesiye azıktır. Ve hiç uğruna ölümlerdir. Azıktır, kazıktır, yazıktır bir yana emanetçi geleneğin dayattığı geçmişten bu güne disiplinli iş temelinde faşist uygulamalardır. Yani maziden atiye emek cephesinde iyiye ve güzele değişen hiçbir şey yoktur…
 
Piramitler, mitolojik çağrışımlar uyandıran, çoğu antik Mısır ürünü karesel taban oturumlu köşeleri zirveye doğru ortak noktada birleşen üçgen prizmalardır.  Birçok bilinmezi bünyesinde taşımasına rağmen özünde Firavunun güneş tanrısı Ra’ya yükselişini simgelerler. Piramit denildiğinde akla ilk önce Mısır gelir ama antik dünyanın vazgeçilmezi piramitler, sadece Mısır ve Güney Amerika'ya özgü değildir. Dünyanın her kıtasında dört bir yanında yakın geçmişe uzanan irili ufaklı piramitlere rastlamak mümkündür…
 
Ancak Mısır’da kral-tanrı Firavunların mezarları biçiminde çeşitli bölgelerde yapılmış yaklaşık 80 piramidin varoluşu ve en çok da Nil’in sol kıyısındaki üç Gize piramidinin bilinmesi dolayısıyla piramit denilince onlar anılır ve ziyaret edilir. Ayrıca Dünyanın yedi harikasından biri sayıldığından ve günümüze dek ulaşan tek sihirli yapı olduğundan Gize Piramitleri diğer piramitlerden daha öne çıkar. Keops, Kefren, Mikerinos olarak adlandırılan bu üç piramit özellikle Piramitler çağını belgelediği için birçok açıdan önemlidir.
 
Yanlış bilgi olmasın ama bu üçü Kahire’de 2551-2560 yılları arasında yaklaşık 70 yılda tamamlanmıştır. En büyüğü 5 ton ağırlığında 2,5 milyon adet taştan inşa edilmiştir. Her bir taş 127x 127×71 cm ebatlarındadır. Toplam ağırlık yaklaşık 6,5 milyon ton olarak hesaplanmıştır. Bu 3 kraliyet mezarı 6 milyon blok kireçtaşı kullanılarak yapılmıştır. İşçiler, köleler, köylüler ve esirler yaklaşık üç beş dakikada bir, her biri 2,5 ton ağırlığında taş blokları yerden kaldırıp, piramitlerdeki yerlerine yerleştirmişlerdir. Kim ne derse der ama piramitler ampirik yöntemlerle sadece iş gücüne dayalı bir sistem ile yükselmişlerdir.
 
Ayrıca kimler adına yapıldığı belli ama kimlerin yaptığı hala muammadır. Nedense piramitlerin gizemleri ile bilimsel manada yakından ilgilenilir de, yetmiş yılda piramitlerin harcına karışan canlar realitesinden bahsedilmez. Oysa günde 20-30 bin arasında İşçi, köle, köylü ve esirler tarafından emek gücü, alın teri dökülerek, kan ter çalıştırılarak yapıldığı tarihsel gerçekliktir.
 
Allahtan yaklaşık otuz sene önce gizemli bir mahzen bulundu da işin rengi değişti. Buranın piramit yapımında çalışan işçilerin, ustaların, ustabaşıların mezarları olduğu anlaşıldı. Kubbeli mezarın duvarları işlemeli ve ihtişamlıydı. Böylesine bir mezarın işçi sınıfındaki birisine yapılması, piramitlerde çalışanların sadece köleler ve esirler olmadığının da bir göstergesiydi.
 
Piramitlerin çevresindeki evlerin ortaya çıkarılmasıyla toprak işlemekten arta kalan zamanlarda köylülerin de gündüzleri piramitlerde çalışıp, geceleri köylerdeki evlerine döndükleri belirlendi.
 
Köyler bölgesindeki mezar kazılarında ise piramitlerde çalışan işçilerin statülerine göre dizayn edildiği görüldü. Ayrıca mezarlarda işçilerin minyatür heykelleri olduğu sanılan sanat eserlerine de rastlandı. İskeletler incelendiğinde omurgaların inanılmaz bir yüke maruz kaldığı ortaya çıktı. Omurgaya binen aşırı yük piramitlere taş taşıma işi yapıldığına ve işin zorluğuna işaretti. Piramitlerin yapımı için on binlerce işçinin ne denli özveri ve emekle çalışmak zorunda olduğu ortaya çıktı. Sadece insan gücü…
 
İnsan gücü o devre göre çoktu. Piramitlerde kullanılan insan gücü büyük oranda kölelerdi. Savaş tutsaklarıydı. Başkaca esirlerdi. Tarlalarında işi olmadığı zamanlarda Mısır köylüleriydi. Kral-tanrı iradesiyle kadın, erkek, çoluk çocuk piramit çalışmalarına katılmak zorundaydı. Yani piramitlerin inşa dönemlerinde firavunlar yüzünden hayat dayanılamaz derecede ağırdı. O yüzden firavunların yolu değişik zamanlarda tek tanrılı üç peygamberle kesişti. Tanrı ve din temelinde insana reva görülen eza ve cefaya isyan başladı.
 
Öyle bir acımasızlıktır ki bu yaklaşık dört bin yaşındaki mısırlı iskeletler incelendiğinde dörtte üçünün ağır yük taşımaktan eklem bozuklukları olduğu saptandı. Yarısında en az bir kaç kemik kırığı görüldü. Firavunlar alt sınıftan işçilere dahi içi hazine dolu görkemli tapınaklar inşa ettirirken piramit yapımında çalışanların sağlığını ve çalışma şartlarının islahını önemsemedikleri ortaya çıktı. İnsanlık onuru ayaklar altına alındı. Ayrıca kemik analizleri yetersiz beslenme ve çok ağır yük taşıma, sürükleme, ittirme yüzünden hastalıklara yakalanıldığını ve sakatlanıldığını gösterdi. Çoğunun erken yaşlarda, otuzların başında öldüğünü de. Hele çocukların düzgün ve yeterli beslenememe yüzünden gelişimlerini tamamlayamamış olduğunu. Yine tek beslenme kaynaklarının çoğunlukla ekmek ve bira olduğunu…
 
O günden bu güne dünyanın dört bir yanında birbirinden habersiz uygarlık tarihini oluşturan, ilelebet saygı duyulması gereken işte o insan gücü, o emek gücüdür. Emeği değil de emek sömürüsünü ve aşırı zenginliği kutsallaştıranların sonu da firavunların sonu gibidir. Öyle bu son din, başka din gelmeyecek diye güvenip firavunluğa özenmek ise tanrısal boyuta ve sonsuzluğa ihanettir.
 
Nasıl ki üç piramit, üç put derken devrimler gerçekleşti, yepyeni dinler doğdu unutmamak gerekir…

FAİZ VE CARİ AÇIK

FAİZ VE CARİ AÇIK
 
Memleketin en büyük ve tek krizi belli aslında. Yaklaşık on küsur yıldır ayni düstur. Destur diyen de çıkmayınca çıkmaza girildi. Gidilen yol yol değil. Ancak mevcut iktidarın artık en küçük bir eleştiriye dahi tahammülü yok. Milletin dediği olur, millet iradesi deyip son yıllarda her muhalifi terörist, vatan düşmanı veya fetöcü ilan etmek moda…
 
Millet iradesinin tecelli ettiği son seçim sonrası lira yabancı para birimleri karşısında birden erimeye başladı. Papaz yüzünden papazın para birimi öyle bir değerlendi ki piyasalar allak bullak oldu. Peşinden enflasyon canavarı azdı. Çarşı pazar karıştı. Hele faiz, faize karşı bir iktidara rağmen faiz günden güne tepe yaptı. Resmen ekonomi çöktü. Reel sektörde acayip durgunluk baş gösterdi. Çare uçuk zamlar görüldü. Ve dibe doğru sürüklenildi.
 
Gelinen nokta şu fakir memleket dünya sıralamasında enflasyonda beşinci, faizde üçüncü ülke durumuna geriledi…
 
Peşi sıra seçim öncesi ve sonrası yapılan hataların sonucunda, ekonomik tedbirlerin zamanında alınmaması yüzünden, destek tabanına şirin görünmek maksatlı tüm faiz salvolarına rağmen iktidar faizi başta %17’lere sonra %24’e çekmek zorunda kaldı. Bankalardaki mevduat faiz oranları ise şimdilik %24 ila %28 civarında. Daha da artacak eğilimde. Elbette bu çekiş kendi dışında gelişmişçesine Merkez Bankası ve hazinenin başındaki ile birinci dereceden akraba denilmeden çekişmelere devam edildi. Görsel manadaki bu çemkirmeleri piyasalar pek dikkate almadı. Oldukça sert görülebilecek bu faiz artışına karşın amarikan parası reaksiyon vermedi. Beklenen rakamlara düşmedi.
 
Demek ki zamanında alınmayan önlemlerin cezasını piyasalar ve dolayısıyla millet daha çok çekecek. Ayrıca ekonomi idaresine çok ciddi bir güvensizlik söz konusu. Yani bu faiz ve faizdeki tarihi artışlar zamanla memlekete dayatılan rejime güvensizliği de beraberinde getirebilir. Şimdilik sorulması gereken soru hani faize karşıydık, faiz yükselmeyecekti sorusudur. Özellikle de Tek adam rejimini övmekle bitiremeyen ve milleti saflaştıranların bu soruyu yanıtlaması gerekir. Tabii ki ekonomi bilgileri yeter ise.
 
Aklı başında ekonomistler buraya varılacağını baştan beri söylerken ve eninde sonunda faciaya yakalanma belliyken, birileri millet millet diyerek, milletin başına bunca derdi açanlar şimdi faizi %50’lere çekseler de kar etmeyeceğini görecekler. Meseleyi ayrıca yıldan yıla artan cari açığa bağlamak da lazım. Şimdi bu cari açık da neymiş dememek lazım. Hem de yerim cari açığı mantığıyla yürütülen ekonomi modelinin patladığı ortada iken. Bakmak ve görmek meselesi aslında tümden.
 
Memleketin kuruluşundan bu yana dönemlere göre cari açığa bakıldığında durum besbelli. Böyle olduğunda elbette faiz yükselir, döviz zirve yapar. Cari açıklar: 1923-1938 döneminde 84 Milyon $, 1939-1949’da 219 Milyon $, 1950-1959’da 1.21 Milyar $, 1960-1969’da 1.76. Milyar $, 1970-1979’da 10.3 Milyar $, 1980-1989’da 10.41 Milyar 1990-2002’de 20.3 Milyar $ olmuş. Yani 1923’ten 2002 yılana kadar toplam cari açık 44,1 Milyar $ civarında.
 
Burası çok önemli; 2003 ile 2018 yılları arasında oluşan cari açık ise 580 Milyar $. Yani hep başkalarının kesesinden yemişiz. şimdi kara kaşımıza kara gözümüze verenlerin hesap kesme vakti. Böylesi bir tabloda elbette faiz de, döviz de zamlar da hız kesmez. Bu hız tuzağında olan yine gariban millete olur.
 
Bu mesele rakamların diliyle çözülecek meseledir. Buraya gelişin müsebbipleri belli, banane ne olursa olsun diyerek işin içinden çıkılamaz. İşte son günlerde memleketin en büyük ve tek krizine bir de bu duruş eklendi…

DARBI MESEL

DARBI MESEL
 
Tüm formatlarda aynı çizik. Aynı eziklik. Birikimi kişilik bunalımları ve tanımlarda zemin kat buhranları. Her zemheride zehir zemberek ayaklanır anılar. Olursa düzeyinde çekilen acılar. Anıların anısı. Anılara yöneliş faili meçul bilançosu derecesinde yürek yakan yüksek zamanlar. Toprağa düşen ilk cemre. Darbeler…
 
Neler çekti şu darbeler mağduru toplum, darbe sonrası türeyenlerden. Kayıp kuşaklar da. Anılardan açıktan açığa koparan zalim operasyonlardan. Operasyon ihaleleri dünya çapında. Çok milletli. Çapsız bir dönem. Hepsi faşist mühürlü. Dahası bölgesel halkın tek kategoride toplanması. Ve derleme toplama anıların kayıt dışında kalmışlığı. Tuzak.
 
Herkes zoraki beyinsel ekonomi yapmadıkça anılar biriktirilebilir. Korkmadıkça da. Asıl marifet ise anı değeri olacak biçimde yaşamaktır hayatı. Ve som altından, sam yelinden, seminsi sezgilerden daha değerlidir her an. Küçükten belirtilenler coşar, gönüller kaynar. Ve taşeronlar ile mertlik kalır geride. Hesaptan bakiye düşülür. Darası da.
 
Dahası ekonomi yapmadıkça anı birikmez, hesap birikir. Hesapta para kalmaz. Anılar paralar, anılar prangalar düşünceleri. Başlar ince hesaplar ve emeklilik fırsatı bulmuş faslı yukarıdan aşağıya paylaşılır. En küçük tanımı budur harcanmışlığın. Oysa marifet bu değildir. Vizyon kaybına uğramak kaçınılmazdır. Çünkü öyle işte cevabı da yoktur. Zira herkes bilir bunları. Öyle bir ağlar ki zevat zıttına gelenleri sıralarken zırtapoz akıl devreye girer. Ve israf eder, ziyan eder canları. Başlar terliksi hayvan bir yarış.
 
Mesele inceden yarışmadır. Cinsi sinsi en çıplak anılar da hatırlatmaz geçenleri. Sürgüler çekilir. Tam bir gizli hırs, isyandır yakalanılan. Saklı aleni plan sırasında güvenceye verilen ceryan akımıdır. Akım takım oyununa bağlanır her şey…
 
Ve ekonomi ters düz edilir. İçi dışına çıkarılır her şeyin. Her gün balkona aynı saksı yerleşir. Saksılarda aynı şey. Hiçbir şey saklanamaz artık. İçten dışa seyreden ne varsa birikintiler, havalı bağlantılar,köprü altına kaydedilir. Ahlar vahlar başlar ancak nafiledir. Her şey her dem o atı alan denizi geçer hikâyesidir.
 
Mesele akla takılan anılar. Biriktiğinde anlaşılır ama herkese kesilen ceza aynı değildir. Eza, cefa, feda da. Kendini fedai zannedenlerin elinde patlamıştır fedailik. Ve ekonomisini düzeltenler devam eder anılara. Düzlenenler ise marifeti kendinden menkul fuar alanı ararlar. Forsa gibi. Yelkenler fora fesatlık artar. folyolanır hazırı bozulmasın diye kırpık anılar.
 
Hala anımsanmayı istemeyen anılar var. Bozma düzeni. Dem düşer…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder