21 Nisan 2019 Pazar

şubat19-2

UÇAĞI KAÇIRMAK

Uçuk söylemlerinde milli uçak kaçırılınca bir sonu olur. Olmalı. Hiç bitmez görünen iktidarların da. Hangi yol denenirse denensin, sözde milli proje kapsamında ne havalandırılırsa sallansın uçak piste iner. Acı gerçekler orta yere serilir. Buzlanma yoksa hele de akıl tutulması yoksa. Ayrıca kaçıranlar bilir, modern dünyanın en gıcık şeyidir uçağı kaçırmak...

Emir demiri keser derecede pek değerli sözler de vardır. Bazen duyulur, bazen dil sürçer veya ağızdan kaçar. Çünkü akıl hangi akıl olursa olsun hep doğruyu söyler...

Laf budur; " Roketleriniz, uçaklarınız olabilir ama kiler boş ise hepsi boştur..."

Fena lakırdı sayılmaz, boşu dolusu bir yana bu millet Cumhur erkanınca yıllarca hep dolduruldu. Donduruldu demek ki. Yaptık ettik diye hep ayni hizaya çekildi. Son yıllarda milli uçak, insansız jet vesaire üzerinden uçuk hitaplar yapıldı. Ama hesap kitap derken o hitaplar da dibe vurdu. Göklerde süzülüyor denilen hava taşıtları meğer toptan hava basmakmış. Devlet ağzından doğrular döküldü de durum anlaşıldı.

Ayrıca ok yaydan çıkınca kime saplanacağı pek belli olmaz. Doğal şartlar bazen yön ve yörünge değiştirtir. Ve tir tir titreyenler oku yeyince kendine gelir. Ve kendine gelenlerde baklayı ağzından çıkarır.

Aynıyla teslimiyet; "Milli uçağımızı 2023'te hangardan çıkaracağız..."

Lakin milli uçmak öyle pek kolay görünmüyor. Laf ebeliği ile de olacak iş değil demek uçağı kaldırmak. Zor zanaat. Hangardan çıkanı göklerde görmek ise şu necip millete 2026'da nasip olacak. Ne demekse anlayan beri gelsin 2031'de de envantere alınacak...

Yani hangara ne zaman geleceği, hangardan çıkıp çıkmayacağı ve ne şekilde envantere girecek olduğu hep bir muamma. Uçargargara. Resmen akıl uçurtan bir mesele oldu şu milli uçak meselesi.

İyi ki de oldu. Bu sebeple her alanda hedeften şaşıldığının, uzaklaşıldığının da resmen göstergesi oldu milli yerli uçak.

Milletçe her konuya baz tarih 2023'tü. Yıllarca öyle söylenildi duruldu. Şimdi hedef yavaştan 2031'lere kaydırıldı. Yetinilmeyerek 2050'ler anlatılmaya başlandı. Yani hesaplar tutmadı. Yaşayanlar görecek, 2050'lerden sonra belki. Olmaz sa tarih 2071'lere dayandı. Ne talihsiz boy, ne kadersiz millet şu millet; bin yılda bir arpa boyu...

Şatafatla geçen 17 yılın sonunda fakir fukara kuru soğana muhtaç edildi. Hedef sapması ahaliyi patates soğan kuyruğuna sokmak oldu. Fakir fukara tamam da, memleketin dolar milyarderleri bile kategoriden düştüler. Uçaklar boşa havalandı boşa indi. Milli uçak havalandı denildi daha parça püskül montajlanmak üzere hangara bile çekilmemiş. Ah Ankara ah...

Bu arada "İstikbal göklerdedir..." sözünü kim ne zaman söylemiştir bakmak lazım. Ek olarak ilk yerli uçağın İstanbul'dan Ankara seferine 75 yıl önce havalanmış olduğunu da hatırlamak gerek. Kıssadan hisse tam 75 yıl gerideyiz. Geriledik. Gerildik...

Demek ki öyle hava atmakla olmuyor uçak uçurmak. Her seçim döneminde memleketin dört bir yanına yerli uçak kaldırdık demekle de olmuyor. Sadece oylar havalandırılıyor o kadar. Sonra proje hangar. Hangara çekiliyor tüm angaryalar. Ve diğer seçimler dört gözle bekleniyor.

Aslında tarife besbelli ama her seferinde millet milli yerli derken uçağı kaçırıyor...
İNCE ARMAN...

İnceden inceye hepten fukaralığa bağlanmışken ana yollar o ince, narin ve güzel adam gece yolculuğuna çıktı. Varını yoğunu derledi yeryüzüne saçtı. Yetinmedi, vakit tamam dedi ışık şehrine göç eyledi. Anında eyvanlarda ay taçlandı. Ablasıya da nazlı yarin harı kaldı...

Gerçek ötesi ustaydı. Öyle her işte olmayandı. Olduğunda da elmas gibi parlayandı. Uzunca zaman radif gözlerde saklı bir damlaydı. Damlalar göl oldu, devasa döküldü. Erdemli yalazlarla yolculandı. Geride yalımı çok, ılım ışık bir iz bıraktı. Sol yanımızı ince ince dağladı...

Öyle bir kutup yıldızıydı ki; ar denizinde yakamoz olur her bahar. Cemrelerde yeniden toprağa tohum, hamura maya. Oğuldur, eştir, eniştedir, en babadır. Kuşkusuz sürgün verir ilk fırsatta dağ tepe. Tutkuyla doğar her mevsimde. Asla ölmez. Pamuk yumuşağı ovalarda hararetle turlar her hasat zamanı. Sektirmez avcı olur her av zamanı. Ve film şeritlerine o büyüleyici sıcaklığını katar oynamadan.

Utku nutku tutuşturan ince hesaplardan şahlar şahı alacaklıdır. Kazanç saymaz alır mutlaka muhtaçlara dağıtır. Hiç durmadan kader çıkmazında karşılaştıklarını da elinden tutar kurtarır. Özlemle kucaklar. Yani sonsuza dek ışığa döner yüzünü.
Uzanır uzun boyuyla en uzaklara. Yakın çekim yakalar hayatı. Yakınlaştırır.

Yaktığı gemilerin kadife kaplı seyir defterine ışığı boca eder. Hüznü hazneler. Yürekler ısıtır. Çünkü gözü kara hayat yolculuğunun fırtınaları durultan en delikanlısı, en yakışıklısıdır.

Duru mavi göğe uzayan merdivenleri de en korkusuz çıkan odur. Gün olur tek hamle güneşi kopartır kozmozdan. Sevdaya tapar dünyanın emrine sunar. Karşılık beklemeden.

Sunaklara yüz sürmez. Çünkü o akrebin yolculuğunu da en iyi bilendir. Değersizleşen hayatın imgelerine, simgelerine aldırmaz. Yoldaşını resmeder kare kare. Kozalar. O kadar.

Ve fukara mısralar dökülür yalnızlığa. Çünkü yılgınlığı götüren gölgeler oyununda hayatın akışından derleyip efil efil deneyimleri dengeleyendir o. Filmlere doğmak ve en üst perdeden yorumlamaktır kaderi. Kederi. O yüzden doğruyu bilendir.

Ve bir gün derlenir, toparlanır ve gider. Gitti de. Film şeritlerinden birer birer silinenlere ismini cismini ekledi...

Demek ki buraya kadarmış. O kartal süzülüşünü aydınlatmaya bir çift söz, anlatmaya bir çift göz ve anmaya bir şair yüreği ister. Onlardan bizde ne gezer..

İnceden fakire arka çıkan şairin sol eli gibiydi. Tutulması, tadılması ve yaklaşılması yakıcı bir seyirdi. Seyrettikçe dayanılmazdı. Tam şahsına nevi. Filmin son sahnesinde sol yanımıza ince bir sızı hançerledi. Sonsuzluğa koptu. Kopuşu bile herdem ayakta kalmaya vesile bir şahlanıştı.

İnce Arman su yeşili gözlerde şifrelenen bir şiirdi. Son fasılda Şair şiirinden ayrıldı. Acı katmerlendi. Buharlaşan esintilerle dağıldı manzumeler. Fotoğrafın arka yüzünde ise biten yolculuklar. Şiirin seyrini de filme yansıttı, şaire gönderilmemiş mektuplar yazdı.

Okumak lazım şimdi ve sonra yine ay kızıla çalınca. Ve başlayınca bir başka yiğidin gidişi. Sahne de söylenen incelikli anılar senfonisi ve ayrılığın manifestosu vurunca akıl duvarına. Durmak lazım. Güneşli bataklıklar bile fesleğen kokar o zaman. Yolculuk ovalara. Dağlara. Perdeye yansıyan yaprak yaprak savrulmanın çekimsiz filmi nice yıllara. Bambaşka diyarlara.

Uzun bir geceye tüten bir avuç gökyüzünde ince tasarımlı, dingin, rötuşsuz, kurgusuz bir senaryonun son sayfası yazıldı. Ve o ince, narin ve güzel adamın ruhu toz oldu. Tozları beni seni anlatır. Bizi. Kim nereye kadar diye yaşayan ve asla ve asla yanlış yoldan gitmeyen bir gönül adamını. Görülmesi gereken bir dünyayı göstereni. Ay taçlandıranını...

Usta, ışıklara yolculuğun filmini çek oralarda. Işık şehrinin. Geldiğimizde hep birlikte izleriz...
KAR DENİZİNDE YÜZMEK...

Deniz, kar istiyor. Yıllar var yürekten özlemiş. Haklı. Haklı ya biz yetişkinlerin penceresiz kaldığımızı nereden bilecek. Bildiği kar denizinde yüzmek istediği. Gök çatının eskidiğini, aktığını düşünmeden. Arap kızların camdan baktığını da. Herkes kendi derdini bilir sadece. Onun mevsim itibariyle tek doğrusu var, kar kış kıyamet bir yana kar denizinde yüzmek. Ancak kar denizinde yüzenler ona bu zevki maalesef yine bırakmayacak...

Deniz, heyecanla doğanın bizim için sonsuz güzellikteki tabloyu bir an evvel çizmesini bekliyor. Hasretle. Her yanın bembeyaz, tertemiz olmasını. Kirliliğin arınmasını...

Bizde düşünmüyor değiliz, belki ince ince bir kar yağar da arsız mikroplar kırılır. Ortalık temizlenir. Beraberce bekliyoruz...

Olur ya en uzun soluklu bekleyişler de bir gün nihayete erer. Bahar öncesi bir temizlik başlar. Dışlanan perspektifler bedeni dondurur belki ama yürekleri yakar.

Ve deniz, ince ince yorumlar yaparak al beyaz dalgalanan göğe methiyeler düzer. Kısa hikayeler yazar. Kara özgü şiirler okur. Düşen kar tanelerini alır bir bir inceler. Kaç köşegeni var diye hesaplar. Altı, yedi, on iki, sonsuza dek sayar. Tutkularını tutam tutam avucunun sıcağında eritir.

Ama bu sıralar akıllarda hep bir can, mal pazarı. Mal canın yongası yangını. Alevler hanelerden içeri. Üstelik umursamazların elinde olmak bahtsızlığı...

Aslında ince ince yağan ve tutan kar da insan ne zaman güzelleşir diye bekler. Düşerken sessiz suskun hicveder. Bazen bembeyaz karanlıkta parlayan anılar iyi gelir insana. Onlardan derler. Ve ürperten soluk ışığın gölgesinde tüm yarımadayı kuşatır şiirsel armoni. Ve sıcak düşler sokağını kristalleştirir sulu sepken.

Deniz işte bunu bekliyor...

Sonra Deniz, kar adam ister. Burnu havuçtan olanını. Attığı yalandan uzayanını. Kömür gözleri hissettiklerini soğuk bakışlarında saklayanı. Daha nice saklı kent talepleri var, kar desenli sunumları güncelleyen.

Ama yağma yok. İnceden de olsa bu şehirde uzun ömürlü olmaz kar. Yağmaz. Yağsa da tutmaz. Hevesi kursakta bırakır, teğet geçer. Ne tuttu ki beklentiler topağından. Hiç. Kar tutacak. Tavlı toprak bunca betona rağmen kara ev sahipliği yapacak.

Çocukluk işte. Deniz, başımıza ince ince, pul pul döküleni gördükçe peşi gelecek sanıyor. Ya da niyeti böyle. Sanmıyor. Gönlü böyle istiyor. Arzuluyor. Dili söylüyor. Kar beyaza sarsın istiyor kollarını. Onun için dört koldan yağsın...

İçinde bin bir dert, berbat sağanağın peşine soluk yüzünü pembeleştirecek kar zerrelerini ev hapsinde bekliyor. Biliyor ki ince ince bir kar yağacak. Yağışı ağır çekim izleyecek. Kar dört bir yanı tutacak. Ve kendini hiç kimseden izin istemeksizin kar pamuk boyuta atacak. Bu en doğal çocuk hakkını alacak. İçindeki ateşi pamuksu tarlaya aktaracak. Kar şerbeti tadacak. Durulacak. Nabzı yükselecek, elleri soğuktan yanacak. Kar denizinde yüzecek. Ve bilgeleşecek.

Anında fırsatını bulup kar çocuklarla birlikte bol kar yağdıracak kar partisi kuracak...

Deniz işte kara dalgalı uslanmaz. Ne hayaller kuruyor boş yere. Karlı şehir üzerine. Üzerine nazlı nazlı dökülsün istiyor gök kubbe. Ama nafile...

Gün gelecek Deniz de bizim gibi dar denizinde boğulmanın ne demek olduğunu öğrenecek. Yaşadıkça daha çok karı görecek. İşte o zaman keşke büyümeseydim, bilmeseydim diyecek. Ve anlayacak kar denizinde yüzmek bambaşka bir hikaye.

Ve yıllar sonra gök maviye, "İnce ince bir kar yağar..." diye yazacak...
MEŞİN YUVARLAĞIN WARI YOĞU...

Meşin yuvarlağın War'ı var ama ne için war bir türlü anlaşılamadı. Rayına da oturtulamadı. War ile bir başka war başladı. Warı yoğu toptan birbirine karıştı...

Fikstürün her haftası War neye yarar. War ile ne değişti; hiçbir şey, elde war sıfır diyenler artıyor.

Artıyor çünkü elin ağzı torba değil ki; Yine buz gibi goller iptal ediliyor, entrika kokan pozisyonlar, kabak gibi kural dışı hareketler görmezden geliniyor. Verilmeyecek goller golden sayılıyor, war ediliyor. Kırmızı kartlar ile sarı kartlar performansı izleyenleri çıldırtıyor. Penaltıların verileni verilmeyeni war ama kritik mi kritik düdükler. Üstelik ofsayt çizgisi bir oradan bir buradan çiziliyor. Yani bazı takımlar göz göre göre çiziliyor.
Tarafkarlıktan birisi kem göze parmak acayip kollanıyor. Kollandıkça da ayaklanıyor. Kanatsız uçuruluyor. Diğer takımlarca o yüzden yakalanamıyor. Böyle diyorlar biraz toptan anlayanlar...

Ekliyorlar peşine de; Diğer takımlar da yanlışların dikalasına ayaklanmıyor. Dimyata giderken eldeki pirinçten olmama hesabıyla ortalık sus pus. Kuzu kuzu bir ordinaryus ligi oynanıyor. İşbilirlerce harmanlanıyor puantaj...

Parantez içi aktarıyorlar sonra; Peki şimdiye dek var mı manipilasyon? War. Oynatıyorlar kare kare varsa da war, yoksa da war. Sahada, masada hakem olanlar maçlara hakkaniyetle hakim olabiliyorlar mı? Yok. Var da mı warın içinde yoksa kaygısı. War olabilir. Saha içinde kul hakkı yeniliyor. Silme tepeleme. Kötü niyet var mı? War sanki, art niyet, denilerek parantez kapatılıyor...

Tırnaklar açılıyor; Sanki ilahi bir emir varmış gibi meşin yuvarlağın warı varken yok, yokken war diyor. Yani tam bir fiyasko. Sessizce söyleniyorlar wara kurban gidenler tırnak arası...

Dişiyle tırnağıyla mücadele edenler; Görüntüde orta ve yan hakemler kendilerine Wara tabi kılmışlar. Bayrak elde, düdük ağızda varsa yoksa Wardan bir haber bekleniyor. Serzenişindeler...

Söylentiler var ayrıca; War önce büyüklere oynadı. Biri kendi hatası da var acayip tökezledi. Diğerleri kadro uyumu ile az biraz direndi. Pek gerilemediler. Şimdi onları da aleyhte lehte bariz hatalarla war dengelemesine aldılar. Bir ona bir buna kayırmacalar yapılıyor. Çaresizliğe çanak tutuluyor. Ligin baştan beri lider vasfına yakıştırılanı ise pek fazla hırpalanmadı. War war ki hep kollandı. Hala daha kollanıyor gibi...

Diğer yandan aşırı güvenceden dem vuruluyor; Taraflara en başta hakem hataları kameraya bağlanınca, war olan yanlışlar ve tarafgir durum ile yanlı tutum düzelecek denildi. Düzeleceği yerde war üzerinden voltaj yükseldi. futbol arenası yangın yerine döndürüldü. Öyle sıkı bir baraj kuruldu ki blok halinde bir yerlere çalışılıyor gibi. Gibisi yok aşikar. War var...

Camialar ve canı yananlar ise; Pozisyon pozisyon bakılıyor yine yanlış kararlara imza atılıyor. Nedense tek taraflı bir war var. Başka bir sistem icat edilene kadar otorite maalesef bu war. İcraata göre düdük çalınır veya çalınmaz ama şimdi inisiyatif ve direktif warın. Warın sonunu siz düşünün. Futbolseverler bu gidişle futbolu protesto edebilir. Warın herkes için eşit bir şekilde yürümediği açık. En azından iddialar bu yönde. Zaten iddaanın oranlarını belirleyen ve oynatan şirketin sahibi de futbolun başı. Dolayısıyla Warın başı.

Başka söze ne hacet deyip kısa kesenler de war; Bu warın öncesi ve sonrası değerlendirildiğinde yeşil sahalardaki mücadeleye resmen çomak sokuluyor. Meşin yuvarlağa ihanet ediliyor. War var da Ar bu işin neresinde diyenler de...

Teknolojiden üst düzey faydalanan, uzman ve eğitimli masa başı war heyetinden şeffaf kararlar bekleyenler de war. Anında görüntü warken tüm ekiplerin lehinde aleyhinde değişik kararlara nasıl warıldığına kuşkuyla bakanlar da.

Hal ve gidiş böyle olunca festival havasında geçecek maçların önüne geçiyor war. Şölen tadındaki futbolun seyirciye hoş vakit geçirtmesi engelleniyor. Bu kompleksli yapının özellikle kendilerine emanet edilen bu hakkı, hizmet kalitesini yükselterek hakkaniyet çerçevesinde dağıtması gerekirken kendilerini belli standartlara oturtmaya çalışıyorlar. Diyenler de var.

Tüm savlananların sonunda aidiyet sorgulamasına waran bir duruma kayıyor war. Oysa kaynaşma ortamı yaratmalıydı. Yoksa meşin yıvarlağın peşinde koşan en prestijli markalar heba olur. Onların yerlerine geçecek başka markalar war mı derseniz war ama tutmaz.

Yani meşin yuvarlağın varı yoğu eski ve köklü markalardır. Diğerleri uzun soluklu olamazlar. Kısa vadede sahalardan silinirler. Dünyada bunun çok örneği war.

Bu gerçek warcılara ve goygoyculara yüksek sesle hatırlatılmalı diyenler de var...

17 Şubat 2019 Pazar

ŞUBAT 15-19


BEŞ YIL ÖNCE BEŞ YIL SONRA

Tam beş yıl önce mart ayının onunda Dev Çınar'da bu son günlerde yaşanan manevraların benzerini görüp yazmışız. Tarihe not düşmüşüz. Adaylaşma, adaylaştırma ve adaylıık ile restleşme manevralarını. Ancak bu kez DİP'te buluşuldu. Bir beş yıl sonra yaşarsak eğer bu manasız manevracıların nerede olduklarını takip edeceğiz. Ve altın kalemle yazacağız...

"ADAYLAŞMA, ADAY VE RESTLEŞME MANEVRALARI…

Siyasi gerçekliktir, tabandan başlayarak tabanın onayına sunulmamış her adaylaşma yaşanan süreçte her şeyi istisnasız, koşulsuz kabullenmeyi şartlar. Bu şartlama başta iyi ve makul görülebilir, ağır gelmeyebilir. Ancak aşama aşama demokratlıktan uzaklaşan, iş bitsin de gidelim dermansızlığına varan bir tavra sürüklenir bu tip adaylaşmalar.  Bu ben merkezli dayatmacılık sonunda demokrasi havarisi kesilmeyi çağrıştırsa da kongreci uzmanlık pek kanmaz bu ruh değişimine…

Gözleyen ve gözlemleyenler yıllardan beri kimlerin ne için ve neler uğruna hangi noktalarda uzlaşıldığını ve hangi mertebelere ulaşıldığını ortaya koysalar da adaylaşma dönemleri travmalar yaşatır en sağlam duruşlu siyasilere bile. Tabandan tavana her siyasi rol model nasibini alır bu kılcal kanamadan. Bu deliriş ve devrilişin siyasi partisi de yoktur ayrıca, hepsinde ayni minval üzere dilbazlar çıkar ve minareleri yıkarlar.

Yerelden genele var olma üzerine planlanan ve azami siyasi pay çıkarma temelinde inşa edilen her medeni cesaret göstereni cepheye süren aday olma ve adaylaşma furyasında takdiri zor olumsuzlukların yaşanmasının muhtemel olduğuna da bir bakmak gerek. Ülke sathında ide ile değil, bi dene ile biçimlendirilen beş yılda bir gelen yarışlarda tabanın sesine kulak kesilinmez ise yatay örgütlenme modelini çalanlar oyları da toyları da çalar giderler.

Sadece yapay güç, görüntü, vizyon, vitrin ve güçlendirme ile orantılı temsil etme ve temsil edebilme yeterliliği bu çalkantılı atmosferde örgütsel değerleri hiç manasına getiriyorsa, yok sayıyorsa biraz ayıp kaçar. Yalnızca ayıp kaçsa iyi, birileri mevkii ve makamları alıp kaçar, elde yine sıfır kalır. Böylece tüm adaylaşma, adaylaştırma yöntem ve yönlendirmeleri en küçük bir yenilgide dahi yeni kırgınlıkların, yıpratma ve yıpranmaların nedeni olur ve de sil baştan yenilenmenin, kadrosal değişimin önünü keser.

Zaten yıllardan beri yöntemler aynı kaldıkça adaylaştırma ve adaylaşma olgusu da üç aşağı beş yukarı aynı kalır. Aynı isimler üzerinde ila nihaiye anlaşılır gerçeği bazen işlemese de, benzer hallerde işleyen her daim taban ile gereksiz zıtlaşmalardır. Hep ikizkenar sorunlar doğdukça da herkes yenilenmeli, yenilenişe açık olmalı ve değişim başlamalı iyi niyetliliği büyüklere masal olarak kalır. Olağanı bekler iken olağanüstü prosedürü işleterek, tüzüksel yelpazede düşünce genişlemesini önceleyip tabana aykırı adaylaştırmalarla adam kayırmak akılcı, sevecen, yapıcı, inatçı ve yürekli kadroların önünü kapadığı gibi, eylemciliğini de sınırlar.  Bu durum sınır tanımaz siyasetçiliğin belki önünü açar ama maalesef bir yarıştan daha kopulur ve uzaklaşılır…

Afiyetle yiyelim derken zafiyet baş gösterince peşinden mağduriyet ve küçük kızılca kıyamet anında kopar. Aktivitelerin bin bir türlüsüyle bile dirilişi ve yenilenişi sağlamak güçleşir. Dayatılan koşullar her koşulda yitirişleri, zayileri düşürüyor ise hane hesabına beklemek ile üretmek arasında bocalatılan her kadroya da yazık olur. Taban tavan çelişkileriyle biçimlendirilmiş adaylarla, adaylaşma adaylaştırma boyutunu hiç irdelemeden yollara düşülmesini beklemek ise kolaycılık ve kalaycılık olur. Bu yarışa sürülme alaycılığı yeni sürgünler yaratsa da direnmek esastır. Ancak ortak bir reddediş ve red ediliş keskinliği yaşatılınca tabana, inisiyatif geçici olarak icazet alanlara geçer. Ama zamanla onlara da bomboş meydanlar dar gelmeye başlar. Çünkü küskünlük can yakar, yeni patrona Haliller türer ve türemişler yeni fırsatların üzerine atlarlar. Özenle ve dikkatle uygulamaya konulmuş ne varsa artık onlar için hükümsüzdür. Üreten beynin ortaya çıkması çıkarılması artık büyük bir suçtur.

Böylece her adım adaylaşma, adaylaştırma ve aday zemini desteklenmeyen, derdi içinde saklı geleceğin istenen rotada kotarılamayacağı ve açıkça katlanılamayacak günleri yakınlaştırır. Örgüt gereğini yapar salvosu da kurtarmaz bu yakın plan çekimleri. Yer çekimsiz, bir sürece dayanır idealler ve…

Hiçbir telkine, örgüt gerekliliğine, önemseme ve değerlendirmeye önem vermeden kulak asmadan belirlenmiş isimlerle vicdanının sesini dinle ve hallet demek en kolaycı yaklaşımdır ve o isimlere de yapılmış en baba haksızlıktır. Oysa onaylamak ve onamak merciindekiler kime neyin kazandırıldığını fakat nelerin kaybedileceğini iyi hesaplamaları gerekir. Düşünce iyi ve diri olabilir ama pratikte dirlik kalmayınca bin kez düşünsen de nafile ve boştur. O hengâmede de birileri boşuna çalışır ve birileri de küpleri doldurmaya çalışır.

Boşluk ve yokluk edebiyatıyla takımları kurup alternatif çekirdeğin oluşmasına engel olmak nereye güç verildiğini veya verilebileceğini de gözden kaçırmaktır. Bu öngörüsüzlük ile emektar seslere ve yüzlere yenisi lazım modasıyla kapılar kapandıkça her şey her yer ters yüz olur. Artık ne olursa olsun diyerek paçayı sıyırmak da tutmaz. Başarı veya başarısızlık çizelgesinde payı olanlar her kim olursa olsun günü geldiğinde  hesabı verme cesaretini göstermelidir.

Susmak ve suskunluk yerine hala pay üleştirmeyi seçenler, eski alışkanlıklarından geri durmayanlar, ilerisi gerisi birlikte elden giden her şeyin suçunu da üstlenmelidirler. Üretelim ve hep beraber paylaşalımdan öte hiçbir fikre hayatında yer vermeyenler, en basit şekliyle adanmışlıklar hiçe sayıldığından düzen şaşar. Aday peşinde koşmakla ve adaylaşma adaylaştırma manevralarıyla süslenen ve özdeşleşilen tarz siyasi işçilik değil siyasi patronluğa soyunmaktır. Ve bu kabuk değiştirme sanatı daima restleşme saltanatına kayar, özünde taban tavan çelişkileri ile yön verilen adaylaşma adaylaştırma ince hesapları da işin mantığını mantarlaştırır.

Adaylaşma, adaylaştırma, aday ve restleşme manevralarını izleyen ve üzülenler ise hepten zayıf düşmemek için, tarihi sulandırmamak adına tek cümle ile umutlarını ve cesaretlerini korurlar.

Bu yazı herşeye rağmen umutlarını ve cesaretlerini kaybetmeyenlere ithaftır…"
İLAÇ; GÜNCELLE GİTSİN...

Mevcut iktidarın tercihi kolaycılığı seçip fiyatları 'güncelle gitsin' olunca ekonominin hastalığını giderecek ilaçlara rakam dayanmıyor...

Hastalıklı ekonomi, planlı üretim ekonomisi ile iyileştirilemediğinden her alanda hem kazanıp hem kaybettirecek bu yöntem uygulanıyor. Tek çare güncelleme adı altında fiyat artırımı yapılması görülüyor. Ve bu fahiş güncellemeler millete masum ve makul gösterilmeye çalışılıyor.

Umar bu olunca da gün geçmiyor ki iğneden ipliğe güncelleme güncellenmesin. Geldi gelecek güncellemeler ise her kaleme şimdiden işleniyor...

Beklendiği üzere ilaçta da % 27'lik bir güncelleme söz konusu oldu. Yani zam değil! İlaç fiyatlarını sadece dörtte bir oranda artıracak bir güncelleme. Ayrıca fırsatçılara da göz açtırılmayacak deniliyor. İşte insanını gönülden sevmek budur. Aynı gönülde birleşmek ve saflaşmak ise bu istatistiksel travmalara bile bile göz yummaktır.

Gözler görme seviyesinden düşünce de 'güncelle gitsin' girişimi de işte böyle kolaylaşır...

Zaten cari açığın kayıt dışı kapatıldığı da söyleniyor. Yaygınlaşan bir yara gibi kayıt dışılıktan medet umuluyor. Kayıt dışılık tüm sayrılığa ilaç gibi geliyor. İleride her derde deva etiket güncellemeleri de hazırlanır. Zaten eşikten içeri bekliyorlar. Yani punduna getirilip uzun bir müddet daha bu güncel-tedavi şekli uygulanacak gibi...

İlaca gelince. On yıllardır baş tacı yapılan iktidarın sağlık yükünü özel hastanelere devretmesi dahiyane bir çözüm olarak görüldü. Alkış tutuldu. Sanki devlet sağlıkta çığır açtı. Çağ atlamaya karşın hastalık devam etti ve sağlık sistemi günü geldi tıkandı. Devlet icra makamı olduğu sağlığı da kendisi ile yakın irtibatlı tekele bıraktığından tüm sağlık girdi ve çıktısını denetleyemez konuma geldi. Şimdi de sektörü derinden etkileyecek dozda ilaçta güncellemeye gidildi.

Sözde vatandaş memnundu ama artık Devletten sağlık hizmeti almak da, ilaç almak da hem epeyce para hem de kuyrukta beklemeyi gerektirecek. Problem kalmadı dendikçe hissettirilmeden katkı payları zaten artıyor. Şimdi ilaç fiyatları bir günde güncellendi. Elbette vatandaş payı da güzelce artırılacak. Emeklisine çalışanına yeniden oranlar güncellenecek. Gizliden gizliye. Maaştan kesilecek. Eczaneler ilaç verirken toptan talep edecek...

Raflarda bulunmayan değerli ilaçlar bulunacak belki ama peşisıra diğer zamlarda gelecek...

Yaş sebze meyve derken hastalanan sağlık sektörünün de bu güncelleme ile iyice dibe vurduğu belli oldu. Yarın dampinglerle iyileştirilmeye çalışılacak. Ancak coğrafyanın tek güvenilir sağlık turizmi de çok yakında batacak. Sağlık turizmi bacası da tütmeyecek.

Sonuç itibarıyle bu güncellemeyle kazanan ilaç şirketleri, büyük ecza depoları olacak. Eczanecilerde işin ceremesini ve de cezasını çekecek. İlaçların marketlerde satılması da böylece hayal oldu. Olacak. Millet acı faturayı hap gibi yutacak. Hastalananlar, hastalanabilecekler ve sağlık turizmi ile iyileşme umudu taşıyanlar ise hepten kaybedecek.

Ayrıca unutmamak gerek, zaten elli civarında ilaca gizliden %50 zam yapılmıştı. Diğer yandan150 çeşit ilacında eczacı raflarında bulunmadığı söyleniyordu. Bu güncelleme ile hepsi topu raflardaki yerini alacak. Ancak güncelleme katmerli binecek.

Ayrıca ilaç sektöründe de dışa bağımlılık üst düzey olduğundan bu güncellemenin içeride kalacak bir getirisi de olmayacak. Varsa da çok az. Yani bu güncellemeyle tüm sektör zarar görecek. Ara zamlarla ilaç fiyatlarının daha da katlanarak yükseleceği de bir başka kapanmaz yara. Milletin başı daha çok ağrıyacak.

Böylece hasta hasta olduğuna mı, hasta yakınları ceplerinin delindiğini mi yanar? Her şey birbirine karışacak...

Bunca fahiş güncellemeyi hastaya danışan zaten yok, millete soran da. Sadece bir şey diyemezler rahatlığıyla başka güncel çare aramadan 'güncelle gitsin' mantığı işletiliyor.

Bu ve benzer fiyat güncellemeleri nasıl olur? Nasıl yapılıyor?İşte ilaçla sabit en yetkili ağızdan açıklaması şöyle;

"Bir önceki yılın ortalama euronun belli bir çarpan ile çarpılması ile elde edilen bir güncelleme oranınını aramızda konuştuk. Sektörde bu yıl için uygulanmak üzere sabit bir oranda anlaşmış olduk. Bu oran euro kuru yüzde yetmiş ile çarpılarak elde edilen bir orandı. Bundan sonraki süreçte bunu yüzde altmış olarak uygulayıp bu yılki zam oranının yüzde 26.4 olarak uygulanmasına hep birlikte karar vermiş olduk. Yabancı, özellikle yerli üreticilerin kararlılıkla öngörülebilir bir yatırım sürecine girmelerini arzu ettiğimiz için bu oranı özellikle verdik..."

Demek oluyor ki çarp, böl, toplanın rakamsal çıkarsaması ilaç yatırımcılarını düşünen bir zihniyetin varlığına işaret ediyor. Bu çıkarcı güncellemenin milleti hasta edip yatak döşek yatıracağını düşünen ise baştan ayağa hiç yok.

Hesap başka. Ama bu açıktan açığa tutulan hesabı gören, duyan, söyleyen yok.

O halde 'güncelleyin gitsin'. Az bile...
DEMOKRATİK İNTİKAM PARTİSİ

Şu fakir memleketin nihayet bir demokratik İntikam partisi de oldu. Bu 'Demokratik İntikam Partisi' ile sol yaklaşan yerel seçimlerde hepten DİP yapacak...

Zaten yıllardır yedekte bekleyen ve sadece adında sol olduğu için sol sayılan particik maalesef yine 'İntikam Partisi'ne dönüştü. Kimin eli ile bu yola itildiği ise meçhul. Ama meçhule giden bu gemicik sola ceza kesmeye başladı bile.

Siyaset mühendisi olmaya hiç gerek yok. Tablo ortada. Şu günlerde her cenahtan görülen ve söylenen aynı şeylerin varlığı. Ahde vefasızlık. Ancak bu sağanaktan kaçarken doluya tutulma kaçışları seçim sonucuna ne kadar tesir eder işte tartışma o. Yakın geçmişle sabit; Epey etkili olur. Ve sol adına toptan yetkisizleşilir.

Uzun yılların koltuk kapanları özyuvalarında adaylaşamayınca, kazanamayacaklarını bile bile sınırsız ihtiraslarının ve bitmez koltuk sevdasının kurbanı oldular. Sunak ise dünden hazırdı, 'bir bölen' sunağı.

Elbette siyasette özellikle yerel siyasette erek yerel yönetimlere adaylaşmaktır. Ancak neredeyse emekli olunana dek koltuğa kurulmak hangi yetkili kurum iradesidir orası muamma. Bu resmen prangalı mahkumiyet ve millete de eziyet. Dur denilmesi lazımdı lakin böylesi yöntemle değil. İşte kaçmanları azıtan bu klişe metodun işletilmesi.

Bu memleket geçmişte yine bir yerel seçimlerde bir bilene sorma devri, bir bölene dayanma hevesini yaşadı. Ve bu yaman ayrışma sağcıl bir lider yarattı. Asrın reisini...

İşte o lider kendi tandansında olan olmayan zarar görebileceği bütün irili ufaklı partileri bir bir eritti. İçine çekti. Bol kepçe koltuklandırdı. Dikensiz gül bahçesi tımarladı.

Buna karşılık yılların dev Çınarı, memleket kuran Parti ise kendine yakın hiçbir parti ile diyalog kurmadı. İnceden kendi içindekileri bile tırpanladı. Yakınlaşmak bir yana hiç kan bağı uyuşmayanlarla ortaklık tesis etti. Kendine en yakınları, öz evlatlarını dışarıda tuttu, hırpaladı. Devşirmelerle tersine değişime gitti. Resmen bu gün yaşananlara yumuşak zemin hazırladı.

Şimdi pirincin taşını millet ayıklayacak. Ayıklayacak ama yerel seçimlere giderken bir çok seçim bölgesinde elindekinden olacak. Başabaş giden yerleri de kıl payı mevcut iktidara teslim edecek...

Acı ama gerçek 'Demokratik İntikam Partisi' kesinkes tek bir yerel Başkan çıkaramayacak. Ama iş çığırından çıktı bir kere, lafta kalburüstü makamı birbirini izleyerek yol alıyor. Bunca dalgalı denizde gemiyi terk eden bu siyaset dizayncıları yüzünden asırlık Çınar elindeki birçok Başkanlığı yitirecek. Kazanabilecek olduklarını da.

Ne emeli ne demeli hele otuz kırk yıldır başkanlık koltuğunu evinin misafir odası takımına çevirenlere ne demeli. Bu gökten zembille inmişlik bencilliği aslında on yıllardır asıl kan kaybının yegane sebebi. Bu mevcut iktidarın da on küsur yıldır bir türlü düşmeyişi. Şeyin neyin yok, bu ağır krizde bu tip politikacılar ve politikalar yüzünden sıfırlandı gitti emekler. yılların alın teri. Katmerlendi acılar. Daha da katmerlenecek.

Dev Çınar on yıllardır demokratik bir halk dayanışması kuramadığı için, sermayesini eritmiş bir 'demokratik İntikam partisi'ne yerel seçimlere ramak kala baştan kaybetti.

Şimdi memleket genelinde yerelde bir bir kaybedecek...

Yurtsever aydın sorumluluğunu yerine getiremeyen yöneticiler yüzünden, Şehremini pozunda daha çok dem vuracak şerbetçiler ve içten dışa tüm kara vicdanlılar yüzünden Sol; baştan sona şimdiden kaybetti. Atı alan Üsküdar'a yine geçecek. Geçmişler olsun.

İllet olan millet sandıkta layığına basıp geçecek. Siyaset Treni geçip gittikten hemen sonra seçimi niye kaybettik forumları düzenlenecek. Trend suçtan vebalden kurtuluş formatına çevrilecek.

İşte şimdiden yazıyoruz; içimizden kaçanlar yüzünden diye faturalar birilerine kesilecek. Yani zaptedilen koltuklar yine bırakılamayacak. Daha bir yapışılacak.

Oysa en başta Parti içi güç çatışması, yüksek siyaset aday yarıştırması yerine 'Ön Seçim' yapılsaydı, olmadı 'eğilim yoklaması' denenseydi 'demokratik İntikam partisi'ne de gün doğmayacaktı. Kaçaklar da mahçup kalacaktı. Mevcut iktidar da yerel seçimleri kazanmak da aşırı zorlanacaktı.

Şimdi güle oynaya. Yaşasın DİP...
ÇADIR TİCARETİ VE TANZİM SATIŞ...

Muktedirin tanzimat fermanı yerel seçimler öncesi yaş sebze meyveye dek uzandı. Ferman gereği anında tanzim satış çadırları kuruldu. Sebze ve meyve satışları esnafın sıkışınca bazen yaptığı gibi zararına satış ölçeğinde bir müddet devam edecek. Bu iş büyükşehirler ve belediyelerce örgütlenecek. Ancak çadır ticareti başka adı kullanılan tanzim satış geleneği başka. Öyle de böyle de olsa bu çadırların önünde millet tanzimlendi. Haber kaynağı oldu. Resmen Cehape zihniyeti...

Lakin tanzim satışlar sadece iki aylığına. Seçime kadar mezara kadar değil. Tanzimatçılar iş yaptığını sanıyor tanzimlenenlerde kar ettiğini. Oysa bu çadır ticaretinin millete maliyeti günlük beş yüz milyon. Yani külliyen zarar.
Hem bugün var yarın yok. Seçim sonu fatura yine çadır önü tanzimlenenlere tanzim edilecek...

Zaten bu iktidarın zihniyeti bütün sorumluluğu üreticiye ve toptancılara yıkmak. Dünyanın en yüksek fiyatına yakıtın ekstra maliyet demek olduğunu hiç düşünmeden, tohum bile ithalken, müstahsili hırpalamak. Toptancıyı aradan çıkarmak. On yıllardır tarım bitmiş, üretim durmuşken gelinen sonuç bu; çadır ticareti...

Şimdi iktidar tanzim satışlar yoluyla ki topu zararına, elindeki belediyeler kanalıyla bu sıkıntılı süreçten sıyrılmak istiyor. Üstelik suçu günahı hep başkalarına yıkarak. Asıl külfeti çeken milletin gözü boyanıyor. Tüm çaba popülizm yaparak oy verenlere verecek olanlara şirin gözükmek. Alış fiyatının da altında satışlarda oluşan kuyruklara, kuru kalabalığa yağ çekmek.

Bu arada da kamu kaynaklarını belediyeler eliyle bir güzel israf etmek. Tablo bu ama aldırış eden yok. Millet kuyrukta. Sıradan belediyecilik hizmeti sunma cakasına fitler.

Bir başka bakış açısı ise çadır Ticareti görüntüsünde memleketin iki yüze yakın toptancı yaş sebze ve meyve halini baş suçlu gösterip sayıyı elli civarına düşürmek. Yeni elli meyve sebze toplama merkezleri kurmak. Beyin arkasındaki asıl düşüncenin bu olduğu söyleniyor.

Kurulanları da yandaş sermayenin emrine sunmak. Yani yıkılması güç yeni bir tekel oluşturmak...

Bu çadır ticareti asıl hedeflenenlere ulaşmanın ilk adımı. Bir deneme ve reklam çıkışı. Öylesine iki buçuk aylık bir seçim vurgunu. Yani iktidar Partili belediyelerin soyunduğu bu manavlık işi, meyve ve sebze fiyat artışlarını düşürmek için değil. Alenen oy devşirmek için.

Cep yakan fiyat artışları öyle tanzim satışlarla değil tutarlı Halkçı tarım politikaları ile önlenir. Bunu dünya alem biliyor. Çadır ticareti yaptırarak rekabete girip fiyatların düşeceğini beklemek ise hayalcilik. Yapan yapılan ucuz politika.

Üreticinin ürettiği ürünün maliyetini düşürecek, mağduriyetini giderecek, çözüm olacak girişimler yerine fermana boyun eğmek çıkarcılık. Yeni tekellerin oluşmasına fırsat tanımak. Teslimiyetin yollarını açmak.

Bu metazori çadır ticareti uygulaması ile emek ve ürünün değerini düşürmek. Başka bir şey değil. Yani başka bir sömürünün temelleri atılıyor.

Tarımsal üretim ucuz girdi sağlanmadıkça, üreticileri
rahatlatacak düzenlemeler yapılmadıkça, tarımda istihdam özendirilmedikçe durum her zaman bu olur. Peşine de ithalat başlar.

Belki çadır ticareti geçici bir çözüm olarak kabul edilebilir. Ancak bu tanzim satışların ömrü iki ay ve siyasi parsaya yönelik. Resmen şov. Zaten birçok üründe müstahsil çok uluslu şirketlerin kölesi olmuş. İktidar asıl bu köle esaretini yok edecek ciddi ve köklü önlemler hayata geçirmeli.

İktidar çadır ticareti aldatmacası ve kandırmacası ile büyük iş yaptığını sanmamalı. Yirmi yıllar öncesi Cehape zihniyetinin tanzim satış furyasını denememeli.

Seçmen yerel seçimlerde mevcut iktidarın yıllarca eleştirdiği çoktan unutulmuş bu Cehape zihniyeti tanzim satış projesine bakalım nasıl yanıt verecek.

Meselenin özü bu sorudur...
3. HAVALİMANI HAVAYA, SUYA VE FAİZE ÇARPILDI...

Havadan para kazanmak isteyenler kulübü, bölgenin binlerce yıllık doğası katledilerek yapımı sürdürülen 3. Havalimanı'nda, havaya, suya ve faize çarpıldı. Övünçle başlanan 3. Havalimanı, diniimanı sadece para olanları kısa zamanda taklaya getirdi. Ortakçı tepetaklak şirketler biriken borç paylarını devredip bir bir kaçıyorlar...

Hem de bu güne dek projenin devamı için iktidar tarafından sürekli kamu desteği sağlandığı halde...

Bilinmeyen amaç beş şirket ve onlarca taşeron firmaya rant sağlamak olunca, Hava Limanı etrafında doğayı kırıp döküp yeni bir rant-kent kurmak olunca, olmayacaklar olduruldukça gözler başka şeyleri görmedi. Rakamların evrensel diline hiç rağbet edilmedi. İşte bu hedefe körlemesine kilitlenmişlik yüzünden proje borç batağına sürükleniyor ve yavaş yavaş çöküyor.

İşin başında 25 yıl kullanım-işletim hakkı ile birlikte KDV hariç 22 milyar 150 milyon yüroya üstlenilen ihale tüm hazine yardımlarına karşın aksıyor. Cepten harcamadan, ihale kapıp bitirmeye alışmış ortaklar, devlet desteği ile bile ayakta duramıyorlar. Şaşırdılar. İte kaka ilk faz ancak bitirilebildi. Ve firmalar şimdi acil kaçış planı içindeler...

Çünkü alınan 6 milyar yüro kur artışlarıyla faizi ödenemez boyuta erişti. Rant boyut değiştirince firmalar faizi ödemekten aciz duruma düştü. Şimdi bu hepbanacı firmalar payına düşen borçları birbirine devredip projeden sıyrılma derdinde. Geriye kalan firmaların ise projenin mali yükünü nasıl taşıyacağı ise meçhul. Devlet te zorda. Bunlar çok yakında topyekun birbirine girerler. Çünkü kardan zarar günleri başladı...

Yani devlet kasasından 5 kuruş çıkmadan yapılacak denilen 3. Havalimanında gemiler şimdiden karaya oturdu. Borç arşı aştı. Artık hazineden para aktarımı olmadan proje bitirilemez aşamada...

Zaten doğa katliamı, rant eğilimli yapımı, işçi hakları gaspı gibi olumsuzlukları bir yana, 3. Havalimanı'nın ileride
kar etmesi de imkansız görünüyor...

Öyle veya böyle bitimi halinde 1. Aşamada 90, 2. aşamada 120, 3. aşamada 150 milyon kapasite öngörüsü de bu gidişle tutmaz. Liman çok yıllar eksik kapasite çalışacak gibi. Uzmanlarca 90 milyonu ancak 2020'lerin sonlarında yaşayabileceği söyleniyor. 120'ye ise 2040'larda yetişir deniliyor. Yani hangi model hayata geçerse geçsin sürekli zarar söz konusu.

Büyük olasılıkla 3. Havalimanı 2043'de düzlüğe çıkabilir...

Ayrıca bu arada açıkları kapatmak da devlet garantisinde. Yani angaryası halkın sırtında. Daha ilk 13 yıl için verilen yolcu garantisini tutturmak dahi güç. Denilen o ki; 3. Havalimanı'nın
2071 yılında bile kar etmesinin mümkün görünmediği.

Yani dünyanın sayılı Liman projelerinden olan 3. Havalimanı'nın her şeyini bu günlerde ucuz çarliston kuyruğundaki halk ödeyecek. Ve çocukları ve de torunları. Yani günden güne kabaran fatura yine vatandaşa kesilecek...

Borç ödemeye iyice alıştırılmış halk küçük orta büyüklükteki projelerin zararını bir nebze olsun karşılayabilir. Ama böylesi Mega projenin zararının karşılanması ancak havadan para ile olur. Alın teri ile olmaz...

Bir de işin perde arkasında bilinen bilinmeyen çok hikaye var. Yapılan akılcı analizler herkesin gözünden kaçan, kaçırılan rakamların büyüklüğünü ortaya koyuyor.

Hele de aldığı borcun faizini ödemekte zorlanan firmalarla bu işin nasıl bitirileceği muamma. Bitirmek güç görünüyor. Hatta Türk Hava Yolları projeye dahil edilse bile. Sonradan devreye Varlık Fonu sokulsa bile. Fon üzerinden satışı yapılsa bile...

Bunların yanı sıra bitirildiğinde dünyanın en pahalı hava taşımacılığına geçiş ve toptan batış beklentisi de yüksek.

Çünkü 3. Havalimanı'nı kim işletirse işletsin istikrarlı ekonomik koşullarda bile 2050'lere kadar kar etmesi mucize. Bu mucize tabloyu belki deyip 2071'e çekenler dahi var.

Kutlu 2023, şanlı 2071 derken o günlerin neler getireceğini kestirmeden yapılan yanlış hesap şimdilik 3. Havalimanı'ndan döndü.

Sırada neler var, onlar da yaşadıkça görülecek...

MUSTAFA KAPLAN; “HALKIMIZ SEÇİLMİŞLERİN ÖNÜNDE EĞİLMEZ, DÜĞME İLİKLEMEZ...”

Esenler Bağımsız Belediye Başkanı Adayı Mustafa Kaplan saha çalışmalarına, ev ve dernek ziyaretlerini de ekledi. Ayrıca Esenler Bağımsız Belediye Meclisi Üyesi Adayları da şekillenmeye başladı. Bağımsız Aday Kaplan, çalışmalarındaki son durumla ilgili açıklamalarda bulundu;  “Unutma! Seçtiğini zannediyorsun ama seçtiğin, birilerinin seçtiği. Yani seçileni seçiyorsun.  Sonrada önünde düğme ilikliyorsun. Ancak Halkımız seçilmişlerin önünde eğilmez, düğme iliklemez...” dedi.
Kaplan Devamla; “Bunca yıl hep ayni taktiklerle uyutulduk. Artık uyanma vakti. Sevgili hemşehrilerim sakın unutma. Unutma! Sen seçtiğini zannediyorsun ama seçtiğin, birilerinin seçtiği kişi. Yani sen seçileni seçiyorsun. Onlar, üstlerine, başkanlarına göbeğinden bağlı, emir komuta zinciri içinde çalışıyorlar. Onlar üstlerinden izinsiz iş yapamazlar. İtaat kültürüne, biat kültürüne hizmet ederler. İşte bu anlayışı birlikte değiştireceğiz. Daima yaşadığımız yandaşlık, adam kayırma devrini bitireceğiz. Beş sene de bir oy kullanıyoruz, ama belediyede söz sahibi değilsiniz. Sonra sorgulamıyor, nasıl idare edildiğimizi bilmiyorsunuz. Oysa oy vermek sorumluluk almak demektir. Oy verdiğin gibi denetleme de sende olmalı.
Değerli seçmen hemşehrilerim, makamlar ve varlıklar senin, lütfen unutma. Zaman değişti. Artık aktör olmanız lazım. Senaryoyu Esenler'li yazmalı. Üstün olan Halktır.
Çalışmalarımızı hızlandırdıkça gördük. Artık Biliyoruz; hiç memnun değilsiniz. Lütfen bizimle olunuz. Tüm sorunlarımızı kökten çözelim, Halktan yana olan bir yönetim anlayışını getirelim. Esenler'i, Türkiye’nin gündemine taşıyalım. Bağımsızlık seçiminizle büyük bir başlangıç yapalım...
İşte bu büyük değişimin başlangıcı için durmadan, usanmadan yılmadan çalışıyoruz.
Saha çalışmalarımıza ek olarak Dernek ziyaretlerimiz de devam ediyor. Bizleri davet edip dinlemek isteyen tüm Değerli Dernek Başkanlarımıza ve Kıymetli Yönetim Kurulu arkadaşlara , Saygıdeğer Dernek Üyelerine Sonsuz Teşekkürler sunuyorum. Bizi sımsıcak karşılayıp bağırlarına bastıkları için. Anladık ki bu çıkışımızla Esenler’liler, artık Söz Sahibi olmak istiyorlar. Onlara tek söz söylüyoruz; Esenler Belediyesi Halkımızın iktidarı olacak. İnşaallah...
Ayrıca Ev ziyaretlerimiz, hane sohbetlerimiz de başladı. Her akşam, değişik evlerde değişik ailelerle konu komşu bir araya geliyoruz. Daha yakından tanışıp, istişareler de bulunuyoruz. Hemfikir olduğumuz ortak sorunlarımıza birlikte çözümler getirebileceğimizi konuşuyoruz. Öyle ki hem yüzümüze hem de sosyal medyadan ‘Başkanım, bir akşamda bize bekleriz. Neticede biz de Esenlerliyiz…” diyenler var. Bizde makul seviyede kimseyi kırmamaya çalışıyoruz.
Diğer yandan üzerimize ve çevremize değişik yollardan baskı kuranlar, çıkışımızı gereksiz görenler bile haklılığımızı anladılar. Bizi tek başına bir gayret farz edenler yanıldıklarını gördüler. Bundan sonrasında Bağımsız Belediye Meclisi Üyelerimizi de sırasıyla açıklayacağız. Değerli Veysel Cengiz Bey ile Esenlerin Bağımsızlığı için buluştuk. Rabbim yar ve yardımcımız olsun. Veysel Cengiz Bey’in yanı sıra Esenler Bağımsız Belediye Meclis Üyesi Adaylarımız; Cihan Köprülüoğlu ve  Uğur Tekin kardeşlerimizi de takdim ettik. Dileyenler sosyal medya hesaplarımızdan meclis adaylarımızın yaşam öykülerini inceleyebilirler. Her şey bir yana hep si de Esenler ’in öz evlatlarıdırlar. Ardından başka meclis üyesi arkadaşlarımızı da açıklayacağız.
Bizim tek gayemiz Esenler’in geleceğini, siz değerli halkımızla beraber inşa etmek. Daha yaşanabilir, planlı, güvenli bir yaşam için ve halkımızın da söz sahibi olduğu ve sadece emreden bir konumda olmayacak bir yönetim anlayışını kurmak ve uygulamak. Bunun için sizlerin dua ve desteğine ihtiyacımız var. Sizlerle beraber Esenler’de birlik ve beraberliği sağlayarak kutuplaşmanın, kamplaşmanın önüne geçebilir, hedefe tek yürek ulaşabiliriz.
Sevgili hemşehrilerim; Lütfen, rica ediyorum başta dediğimiz gibi seçileni seçiyorsun.  Seçme. Sonrada önünde düğme ilikliyorsun. Değerli Halkımız, sevgili hemşehrilerim kul önünde eğilinmez, düğme iliklenmez. İlikleme…”

10 Şubat 2019 Pazar

“YOKSULLUK KADER DEĞİLDİR, FİRAVUNLAR BİLE BÖYLE GADDAR DEĞİLDİR…”


“YOKSULLUK KADER DEĞİLDİR, FİRAVUNLAR BİLE BÖYLE GADDAR DEĞİLDİR…”

Yerelden evrensele ulaşmak veya beynelmilel bir bakış açısına sahip olabilmek için değişik enstrümanlardan faydalanmak gerekir. Çağdaş olmanın ve ilerlemenin gereğidir bu faydacılık. Çünkü akıl fikir yoksunluğu ve yoksulluk kader olamaz, kader değildir felsefesine ulaştırır bu yol. Mücadeleyi pekiştirir. O yüzden silme ve körcesine kula kullaşmayı çağrıştıran kaderciliği bertaraf edebilmek için sanata duyarsız kalmamak şart. Kalp ve beyinleri köreltmemek için sanata yolculuk şartı birinci şarttır. Başta ise her türden yoksulluğu önce beyinlerde yenmek için de müzik dinlemek…

Dinlemek lazım, lazım ama eften püftenini değil. Müziğin siyasi ve toplumsal içeriklisini. Lirik yapısı olanını. Yani coşkulu ve ilham veren türden sayılanını. Sözleriyle muhalif bir görüşü dillendirenini. Çekinmeksizin marş türevi ve katı ritim yapısı olanıyla, ağır ağıt tınıları içeren sanatsal kompozisyon özelliği taşıyanını. Yani özgün olanı, protest olanını…

“Radyolarda şarkılar boş ver diyorlar /Açlıktan verem olana bal ye diyorlar…”

Elbette bu tür müzik doğası gereği siyasi ve çoğunlukla sol içerikli sözlerden oluşur. Geleneksel türkü formatından izler taşır. Genellikle sert karakterli ve imalıdır. Serzenişlerde bulunur. İsyancıdır. Devrimci bir mizacı yansıtmaktadır. Ama özgündür ve daima doğrulara atıf yapar. Dost doğruluğu betimler. Pazarlıksız protest yanı ağır basan halk müziğidir özü. Toplumun dertleriyle yoğrulur. Ve kendini geniş halk yığınlarıyla özdeşleştirir. Tersine evrilen her olguya karşı durur. Anadolu ezgileriyle harmanlanmış rock müzik ile zirve yapar.  O yüzden özellikle Anadolu Rock müziğini ve öncülerini dinlemek lazım…

“Yoksulluk kader olamaz kader değildir /Firavunlar bile böyle gaddar değildir…”

Protest müzik esneklik göstermiyor sadece belli bir siyasi görüşü tarzlaştırıyor diyenlere inat dinlemek lazım. Pop, rock, caz vesaire tarzdakileri de. Sinemada film, tiyatroda oyun izlemek lazım ayrıca. İlgi ve dikkati, ilkeliliği ve direnci benliğe yedirmek için. Güzel yarınlara isteklenmek için. Karşı görüş geliştirebilmek için.

“Devlet baba borç içinde sabret diyorlar/Sen de bakkala kasaba borç et diyorlar/ Ben onurlu insanım boyun eğemem/Alacaklı ver deyince ödün veremem…”


Protestanca birine, bir zümreye, bir topluluğa, bir fırkaya, bir fikre kapılıp, duygu yitimine uğramamak, komutlu tezahüratçı konumuna sürüklenmemek için, kaypak olguları ve karanlık olayları açıkça dillendiren, gösteren, anlatan ve de sözlerin arasında açıklayan hangi müzikse işte ona kulak kesilmek lazım. O nedenle durduk yerde değil ama vakti zamanı geldiğinde yanlışa duruşa itiraz etmek, karşı çıkmak, cem olmak, protesto etmek için müzik dinlemek lazım…

Ayrıca enternasyonal düzenekte milli marşlar niye var onu da düşünmek lazım. Ve İstiklal Marşı’nı da hakkınca bilmek lazım. Suçu, günahı, vebalı geçmişe atmak ve yüklemek yerine, haksız karalarmadan vazgeçip o marşın öyle kolay kolay yazılmadığına da iman etmek…

“Yıllarca/ Sıram gibi sıradağlar/ Anam  derdin mi var?/ Yaram yürekte değil ki gelip sarsın yar…”

Yerelden evrensele uzayan çizgide hiçbir protest müziğe yazılan sözler de öyle kolay kolay yazılmamıştır. Sırf bu nedenle dahi saygı duyulması gerekir. Sevmeyenlerin de saygıdan dinlemesi gerekir. Hiç değil se dinlenmek adına da olsa…

“Yoksulluk kader olamaz kader değildir /Firavunlar bile böyle gaddar değildir…”

9 Şubat 2019 Cumartesi

MİLLETİN "VARLIK FONU"


MİLLETİN "VARLIK FONU" BORÇLANACAK!

Milletin, memleketin 'Varlık Fonu' varlığa darlık olmaz hesabıyla uluslararası sermaye piyasalarından borçlanacak, deniliyor...
Bu hamlenin sonuçları nereye uzar bilinmez ama kurulduğundan bugüne devletin 46 taşınmazı bu fona devredildi. Devirlerle toptan 50 milyar dolarlık varlık ile memleketin en zengin kurumu 'Varlık Fonu' oldu.
Fona, bankalar ve şirketlerdeki devlet payları, Kitler ile 49 yıllığına şans oyunları ve at yarışı lisansları bağlandı. Hazine hissesi bulunan Ziraat Bankası, Botaş, Tpao, Borsa İstanbul, ptt, Türksat ve Türk Telekom... 'Varlık Fonu'nun portföyüne alındı.
Ayrıca Türk Hava Yolları ve Halkbank Özelleştirme İdaresi hisseleri de fona devredildi.
Böylece 'Varlık Fonu' tam bir zenginler kulübü oldu...
Kurulduktan hemen bir yıl sonra fonun, bir Çin bankasından 5 milyar dolarlık kredi girişiminde bulunduğu biliniyor. Ancak kredi alınamadı. Aradan bir yıl daha geçti ve 'Varlık Fonu'nun bu yıl yine uluslararası para piyasalarından borçlanma peşinde olduğu söyleniyor. Eğer gerçekleşirse bu ilk borçlanma ile 'Varlık Fonu' bir yıl opsiyonlu 3 yıl vadeli borç alacak.
Peki, borçlanma maliyeti ne? Bilen ve açıklayan yok...
Bakan düzeyinde enstruman çeşitliliği artırılacak ve bono ihraç edilecek açıklaması, aslında borç alma koşuşturmasını yasal kılmanın bir adım öncesi oldu. Rivayet o ki; Şubat sonu itibariyle borç bulma girişimlerine başlanacak. İlk olarak da japonlarla görüşülecek.
Ancak bu görüşmeler bile yabancılara devrilmiş durumda. Bahsedilen odur ki; ABD merkezli Citigroup, Morgan Stanley, Nomura ve Mitsubishi adlı iki Japon bankaları yetkilendirilmiş.
Hepsi Topu 1 milyar dolar için...
Memleketin ekonomik durumu kötü, o kadar kötü diyenleri haklı çıkarırcasına bir atak bu. Toptan ne hale gelindiğinin perçinlenmesi...
Yerel seçim için 154 milyon oy pusulasının basılacağı şu seçime dönük günlerde sağdan sola tüm siyasetçiler bir yerlere konma ve adaylaşma telaşında. Hepsi de memleketi düşünür havasında. Ama millete yansıyan şekliyle ekonomik durum içler acısı.
Aynı şekilde bir yerlerde başka bir telaş var. Ekonominin endişe verici durumunu lokal vuruşlarla gidermeye yönelik borç bulma telaşı...
Bu 'Varlık Fonu'na gelince; Varlık Fonu Sayıştay dahil kimsenin denetleyemediği, Ticaret kanunu hükümlerinden muaf, yönetimi özel hukuk hükümlerine göre belirlenen bir kurum. Yani memleketin en değerli kamu kurumlarını uhdesinde bulunduran ve alınacak dış borçlara teminat olarak gösterilebilir bir fon. Öyle ki hiç kimseye hesap vermez, hiç kimse hesap soramaz, soran suçlu çıkabilir bir kurum.
Bunca önemli 'Varlık Fonu' sadece yedi kişilik bir yönetim kurulu ile idare ediliyor. Bu yöneticiler de finans yatırımcılığı ve çokuluslu finans ilişkilerine vakıf olan kişilerden seçilmiş. İşte bu yönetim millet adına fon portföyündeki kamu kurumlarının teminat edilmesi üzerinden borç alacak ve borç para ile borçlanma kapısını aralayacak. Yani belli alanlarda düşük faizli kredi dağıtımına gidecek.
Borç parayla piyasaların bir nebze de olsa canlandırılmasını sağlayacak. Düş böyle ama aslında İslami finans yatırımcıları ile el ele yeni imtiyazlar yaratılacak gibi görünüyor diyenlerde az değil.
Ve alınacak borçların teminatı ve garantisi ise her zamanki gibi Memleketin öz varlıkları ile milletin ta kendisi olacak...
Durum bu kadar net fakat resmen parti taraftarlığına soyundurulmuş millet hiçbirşeyin farkında değil...

HANEDAN SALTANAT KAYIĞINDA...

Aradan yüzyıldan fazla geçtikten sonra birileri kendilerini yok olmuş hanedanın hala bitmez ve son temsilcisi sanarak ve sayarak şimdilerin saltanat kayığına bindi. Bu yeni versiyon, kayığındalıkla sosyal medya fenomenliğine soyundu. Bu acayip farkındalık zaten bir soyunuyor, bir kapanıyor ve tesettürlü teslimiyetin belli atıflarına çerez oluyor...
Şimdi de İstiklal Savaşı kahramanı gazilere taktı. Mesnetsiz, çirkin iftiralar atıyor. Seviye yerlerde. Ottoman kızı olarak hiç de Hanedandan birine yakışmayacak yozluk içinde. Yokluktan ruhu tutuşmuş. Nezaket sıfır. Artık dert kime yaranmak ve yamanmak ise dayanıksız iddialarla müfteri potasında eriyor. Aslında on yıllardır sistematik kampanyanın son halkası bu çirkin çıkış. Son halka.
Bu gayri kanuni çıkmaların, tabansız çıkışların hangi siyaset öncülüğünde pervasız cesareti buldukları ise ibretlik vaka. Örtülü amacın ne olduğunu kurcalayan bir vatansever ise şimdilik yok. Memleket kurucularına ağır hakaret içermesine karşın bu alenen kutsala sövme girişimine "Hadi canım sende" diyecek bir babayiğit de yok.
Vakti zamanında Koskoca İmparatorluğu manda himayesine sokarak kurtarmak isteyen ve dileyen Hanedan mensuplarının ve dahi torunlarının, bugün yırtık poşetten çıkar gibi çıkıp Vatanı kurtaranlarla görülecek hiçbir hesapları yoktur diyen de. Acı olan yürekten 'Yoktur' sesi bile yükseltilmiyor.
Daima dede parasından,mütemadiyen köşklerden, saraylardan dem vuruluyor ama dede borçlarından ve o borçları kimin ödediğinden zerre bahis yok. Yıllardır yapılan ayıp kayıp arasında medcezir cambazlığı.
Beş kuşak öteden kan bağı ile Sultan kesilip ahkam kesmek kolay. Bu kolaylama desturdan geçip kalaylama düzeyine erişince yapılan edilen diğer Hanedan üyelerine de ayıp etmek aslında.
Hele Cumhuriyet tarihinden çakmış, halkla ilişkileri zayıf, reklamcılık yönü ağır basan tarih özürlü kimlikle saldırmak koca memlekete ayıp etmek vesselam...
Bu son acımasız ve cahilane saldırının elbette bir karşılığı da olmalı yani bunun 'bir bedeli var' olmalı. Yoksa diline tesettür uygulamayan hemen herkes çıkar diğeri var saydıklarının kutsalına bir güzel söver.
Hele yüz yıl derin kış uykusuna yatan Saltanat düşkünleri de bu işi seviyor ve seviniyorsa ve de susuyorsa başka bir ayıp...
Her şey bir yana bu sultandan güç alan, örnek sayan ya da fırsat kollayan birileri de yarın çıkıp diğerlerinin kutsal saydığına bir güzel söver...
Yazık çok yazık olur...
Tarihten kala kalmış bu Hanedan üyesi şimdilik saltanat kayığında ama Nil yumuşaklığında değil Deniz. Çetin ve dalgalı. İşe yaramazları tez elden döker tarihin derin sularına...
Hem de yüz yıla kalmaz. Tıpkı dedeler ve oğullarını yakın tarihe gömdüğü gibi...
BAYRAKSIZ GEMİ
Doğa korkunç ürpertilerle gerilince
kara dalgalar yayıldı
çıplak sahile…
Buz dağı değdi ateşime eridim…
Sona doğru gelinirken silindi yazılar
fitil oldum ateşsiz lambaya.
Yazdıkça yandım…
Boyutsuz sıradanlıktan tam kurtulacakken
üç boyutlu resmi deldi bir acayip güç
kara deliğe üflendim.
Fotoğraflara kıyamadım.
Kıyametin tam ortasında
forsalar uyandı.
Fosfor parlağı kovalıyor artık güçsüzleri.
Gülümseyen fırtınada battı filikalar
hoppa coşkular düştü kucağıma.
Ayni sicimle düğümlendi anılar.
Gökyüzü ıslak deniz kuru…
Kurulu düzen kuruntusuyla
cepheler kuruldu hudut boyu
ufka bağlandı acılar.
Milisler sisler arasında kayboldu
kulağım ağır işitecek ağırlıkta
bu kaçık yarıştan kaçış yok.
Sonra bayraksız gemide aylaklık
aykırı ayrılıklar sıcağında
kuş tüyü yataklar son durağım.
Bembeyaz bir kuşun kanadında tutsağım.
Tutkuyla varılan limanlar soğuk
iman tahtası tık nefes.
Soluklanma diyarında havasızım.
Dizginleri tutan el dondurucu ayaz da mosmor
yelkenler delik deşik
erken zamanda doğumun suçu bu ürpertiler.
Doğum lekesi sol mememin altında.
Ayni sicimle düğümlendim gökyüzüne.
Temel atıldı ak sulara
Maya tuttu
kurdeleler kesildi mermer anıta.
Uğursuz makas kör
cenaze törenini doğradı.
Dirgenin ucunda töre bedduasıyla.
Beynim karıncalanıyor fitil ateşlendi
El bombamın pimini çektim
Mezarımın başında oturdum
bekledim ki gelecek o eşsiz gürültü.
Yanılmışım çok yanılmış gelmedi.
Doğanın kanunu işler karışılmaz işine
Sonu sonsuzluğa yazarken öğrendim...

3 Şubat 2019 Pazar

Bayraksız gemi

Bayraksız gemi

Doğa korkunç ürpertilerle gerilince
kara dalgalar yayıldı
çıplak sahile…
Buz dağı değdi ateşime eridim…
Sona doğru gelinirken silindi yazılar
fitil oldum ateşsiz lambaya.
Yazdıkça yandım…
Boyutsuz sıradanlıktan tam kurtulacakken
üç boyutlu resmi deldi bir acayip güç
kara deliğe üflendim.
Fotoğraflara kıyamadım.
Kıyametin tam ortasında
forsalar uyandı.
Fosfor parlağı kovalıyor artık güçsüzleri.
Gülümseyen fırtınada battı filikalar
hoppa coşkular düştü kucağıma.
Ayni sicimle düğümlendi anılar.
Gökyüzü ıslak deniz kuru…
Kurulu düzen kuruntusuyla
cepheler kuruldu hudut boyu
ufka bağlandı acılar.
Milisler sisler arasında kayboldu
kulağım ağır işitecek ağırlıkta
bu kaçık yarıştan kaçış yok.
Sonra bayraksız gemide aylaklık
aykırı ayrılıklar sıcağında
kuş tüyü yataklar son durağım.
Bembeyaz bir kuşun kanadında tutsağım.
Tutkuyla varılan limanlar soğuk
iman tahtası tık nefes.
Soluklanma diyarında havasızım.
Dizginleri tutan el dondurucu ayaz da mosmor
yelkenler delik deşik
erken zamanda doğumun suçu bu ürpertiler.
Doğum lekesi sol mememin altında.
Ayni sicimle düğümlendim gökyüzüne.
Temel atıldı ak sulara
Maya tuttu
kurdeleler kesildi mermer anıta.
Uğursuz makas kör
cenaze törenini doğradı.
Dirgenin ucunda töre bedduasıyla.
Beynim karıncalanıyor fitil ateşlendi
El bombamın pimini çektim
Mezarımın başında oturdum
bekledim ki gelecek o eşsiz gürültü.
Yanılmışım çok yanılmış gelmedi.
Doğanın kanunu işler karışılmaz işine
Sonu sonsuzluğa yazarken öğrendim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder