18 Mayıs 2013 Cumartesi

GÜLLERİ SOLDURAN MAYIS AKŞAMLARINA AĞIT YAKMAK…



GÜLLERİ SOLDURAN MAYIS AKŞAMLARINA AĞIT YAKMAK…

Her “Gülünün Solduğu Akşam”  kızaran damlara vurduğunda bıçak sırtı ayılmalar, bir başka ve katmerli hüzünlenirim. en baba gülümü de “Gülünün Solduğu Akşam” toprağa verdiğimdendir, bu dilimdeki dirilmiş sözcükler, bu insani dialoglar…

Gülün dikeni yüreğimize çentik üstüne çentik atmış bir kere, başkalaşım başladığından sanal kahramanlığa özenti değil, alnımızda zindan karası, ‘idamlar ve babam’ hakkında unutkanlık ve acizlik potansiyeli göstermeyişimiz.

Gerçi bir devrimcinin yaşamında çok kırılma noktaları olur. Olur ama hayatında iliklerine kadar işleyen ilkler ve acılar yaşamışlığı da vardır. O variyet, keskin acıları yaşamışlık kotrolü çok az kaybettirecek bir etkendir. Zaten yaşamın köklerine inildikçe ideolojiyi eleştirmeyi kültür edinmişlik derinliği de belirir. Bu öyle bir devrimci kültürdür ki; yeni ve sade hayatlar kurmayı sürekli engeller. Sıradışı ve aykırı yaşamaktır haneye düşülen not. Namıdeğer başkaldırıların sereserpe yayıldığı şu yüzyılda.

Delice savrulan ve arzdan arşa sonsuzluğu içselleştirirken zaman; onlar öldürüldüğünde, babam öldüğünde hiç ağlamadım kim diyebilir ki. Kim diyebilir ki manifestolar kaleme almış olsalar bile Duyguların Efendileri babasına ağlamaz. Babası öldüğünde ağlamaktır devrimcilik, defnederken DE aklından öpünce hayat, kalenderliği babasından geçmişçesine yutkunmak. Yoldaşı öldüğünde ise gerçek hayatı çarpıtmadan yaşamaktır, benekli hayallere dalmadan.

Her “Gülünün Solduğu Akşam”  kaderin bir cilvesidir, onlarla birlikte babamı da anarım  yüreğinde hasretler ve yanarak. Çıkışsız labirentlerin esrarını ve sırrını hiçbir yazılı biyografi çözemez. Ama “ yüz metreyi en hızlı koşan çocuklar” seksenlik ihtiyara elverdiği, omuz verdiği veya kolkola yürüdükleri gün, yersiz zamansız ölüme mahkumiyetin ağırlığı tekletir kalpleri. Yaşanmazı yaşamak incitir ve acıtır yürekleri.

Dünyanın en canlı renklerine aldırmadan, tıknefes anmak ve yaşamaktır övülmeye layık dostlar ve kalender baba ayni gün ölünce, o günü…

Her “Gülünün Solduğu Akşam”  üç kırmızı karanfil karşı yakada dost bağına, yeşil çotanak babam çavuşoğlunun bağrına yakışır. Haramzadeler ile kurşun askerler ölüm korkusunu her an yaşarken onlar ölümsüzlüğe uğurlanırlar. Zaten çanlar devrim için çınlamaya hazırlandığında tesadüflerle vurgulanan hayal kırıklıklarıdır insan beynini kuşatan. Kuşatılmışlık aslında kaç şekerli olduğu belirsiz zifiri demli çay içmeye yolculuktur, darağacına kurulmuş veya cellatın tırpanından doğan yeni hayatlarda.

Evet, “Onların başı dikti ve hayal ettikleri güzelim dünya için, ülkeleri için, memleket için, sıla için, anaları, babaları, kardeşleri için, kurtuluşa eren isyanları vardı. O yüzden sehpaya-musallaya yürümekten çekinmediler, asla korkmadılar. Asla yılmadılar, baş eğmediler ve asla eğilmediler, dimdik durdular ve gittiler. Çünkü onların ince gelecek hesapları, kişisel kaygıları yoktu. Sadece pırlanta akılları, altın yürekleri, gümüş parlağı bakışları ve gencecik umutları vardı. Tek cümle ile izahı, onların cesaretleri ve umutları vardı yığınlara mal olan…”

Her “Gülünün Solduğu Akşam”  neden gam çekerim şu bedeni ve zihni yorgunluk günlerimde bilirim. Şimdi cümle alem bilsin ne gam. Bilirim karşı kıyıda çelikten ağlara takılıdır aklımın ince gülü, gülleri. Uyku bozuğu gecelerde yıpranmış kalbe kuvvet bütün orijinalliği ile karşımda olurlar buket buket.
Ve Her “Gülünün Solduğu Akşam”  iskele, sahil, meydan, memleket esenliği için turlayanlara babamın da eklendiğini hissederim. Acılarımın zirveye tırmandığı o anlarda tembel bir gevşeklik kaplar bedenimi, ama en enerjik halden daha hallicedir. Sabah uykusunun en birinci özlendiği o çocukluk yıllarımdan süzülen hayat önünde babama ve onlara rastlarım en güleryüzlü ve sıcak. Babam, övülmeye layık dostlar ve ben izlenecek yolların en izmlisine vururuz adımlarımızı, inandıkça gören, gördükçe inanan ve etkilendikçe güçlenen yüreğimizle. Aslında gücümüze, çok gücümüze gider zamanı iyi değerlendirememişlik. Zorumuza gider bir parça günlük hayat huzuru tatmadan gerisingeri devrilmek. gerçeğin özüne zamansız girişin mükafatıdır, kırk küsur büklümlü özlem.

Tarihi sulandırmaktır-sulandırılmasıdır insanın içini en acıtan. Ve zayıf düşmemek içindir her mayısın ilk haftası, dördü ile altısı arası şu anda en lüzumlu ve özlenenler arasından onları çekip çıkarmak. Derin uyku hali haraca kesmiş iken düşünceleri onlara sığınmaktır, kösnül yalnızlık ve tekdüzeliğe inat. Varsın olsun ayrılık şarkıları, yaratının kalıtsallığını bozmayacak aykırılıklar. Her içli şarkıda titrer zaman…

Her “Gülünün Solduğu Mayıs Akşamlarında”  kurtuluşa mukabil ise yolculuk dayanılır babında hayat şeridini bir ucundan diğer ucuna eşkıya farkıyla dolaşırım. İmgeler yeşerdikçe, gece sohbeti yapacak dostlarımı ararım. Naaşımız kara toprağı öpenecek, Onlardır, babamdır aradığım, unutmadığım ve unutamayacağım…

Sınırlı sınırsız bilgiler gölgesinde inanmak insana gerçekten kuvvet verir. Zamanla güç kaynağı bile olabilir çekilen acılar. Ancak ortalığı sürüyle yeşillik-zerzevat istila etti. En nazlı yetişir olanlardan şu an bir haber yok. Ey çıfıt kıyafetli ölüm, ölüm meleği ölüm tek celselik aşk. Ve yüzüne vurulacak daha çok ayıp var, çok ayıplısın. Bilinsin ki; ozan özür dilerse en sansasyonel biçimde diler, sinkaflayacak ise eğer bari öğüt vermeye kalkışan denizin diplerinde ayıp arayan olmasın.  Gülün dikeni yüreğimizi kanattığından iğneleyici sözler sarfetmeyeceğiz bu güne özgü.

Babam akşam güneşini çimdikleyince yarım kalmış sevdalar, çok düşünerek yazmak, hiç düşünmeden söze başlamak gibi bir şey. Affet babam. Ve biraz daha zaman tanı. Daha zaman var sararan yapraklara ve lacivert taş üzerine kazılı bilgeliğe.

Her “Gülünün Solduğu Akşam” sizi özlemle anıyorum ve  bekliyorum…  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder