SOSYAL GÜVENLİK HAFTASI VE KÖR NOKTA…
Bu hafta Sosyal Güvenlik Haftası. Altı yıldır 13 ve19 Mayıs günleri arası çeşitli etkinlikler düzenlenerek Sosyal Güvenlik Haftası olarak kutlanıyor.
Sosyal güvenlik, dün dündü, bu gün değersiz, yarının belirsizliği döngüsündeki insanları hayatın kör noktasından koruyan, gözlerine fer katan ağ tabakadır…
Ağa takılan küçük kırmızı balığın ömrü kadardır aslında uzun görünse de insan yaşamı. Ve insan bu kısacık yaşamında gün gelir en derin ve en uzun yalnızlığı, yalnızlaşmayı hisseder ve yaşar. İşte o vakit detaylar arasında kaybolmadan, sosyal güvenlik ağından yararlanmayı arzular ülke insanına özgü çekingenlikle;
Sosyal güvenlik en başta gelen ve önemsenmesi gereken en temel haklardandır. Bu temel hak anayasada düzenlenen maddelerle koruma altına alınmıştır. Anayasada özellikle emekli dul ve yetimler, engelliler, korunmaya muhtaç çocuklar ve yaşlıların sosyal güvenliklerine ilişkin ayrıntılar yer alır.
Sosyal güvenlik bu topraklar üzerinde yaşayan her bireyin en doğal hakkıdır. Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nde de bu özel durum karşılığını bulur.
“Herkesin bir toplum üyesi olarak toplumsal güvenliğe hakkı vardır.”…
Herkes, işsizlik, hastalık, sağlık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi denetimi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı halinde sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Analar ve çocukların özel bakım ve yardım hakları vardır. Tüm çocuklar evlilik içi veya dışı doğmuş olmalarına bakılmaksızın toplumsal korumadan yararlanırlar.
Tüm bu saptamalar gösteriyor ki; sosyal güvenlik toplumun her bireyine eşit yaklaşan, kucaklayan, seven, şefkatini esirgemeyen bir anne gibidir. O anne ki tüm sevgisini ve katkısını çocuklarına ayrıcalıksız dağıtır. Asla sözde üvey annelik yapmayan gani gönüllü bir öz annedir. Yani kısaca sosyal devletin anaç yüzüdür sosyal güvenlik…
Sosyal güvenlik yaşananla ve gelecekle, çalışan ve çalışmayanla, sağlık ve hastalıkla, sahipsizlik ve kimsesizlikle, sağlamlık ve engellilikle iç içedir aslında. Sosyal zıtlıkların açıklayıcısı ve ayni zamanda yok edicisidir. Geleceğin belirsizliğine tek çare, etkili bir panzehirdir.
Ama politik reflekslerle halkın oya endeksli zehirlenmesine reçete değildir.
Günümüzde mesele sosyal güvenliğin genel bir devlet politikası biçiminde işletilmeyişidir. Keyfi hükümet politikaları, program ve uygulamaları ile yaraya çare olunamayacağı bilinen bir gerçektir. Herkes neticede acı bir son yaşamamak adına işsizi, çalışanı sarılır bu devletin sıcak eline.
Bu devlet eli, işçilerin hastalık, sakatlık, yaşlılık gibi işsiz kalma durumlarını parasal olarak karşılamak amacıyla 9 Temmuz 1945 günü 4792 sayılı yasa ile işçi sigortalar kurumu olarak kurulur. 1946 da 506 sayılı yasa ile yeniden düzenlenen SSK, günümüzde tüm sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesiyle bu günkü şeklini almıştır.
Elli yıldan bu yana toplum geneline birebir, birey bazında ulaştırılamayan sosyal güvenlik sistemi, yeni bir oluşuma koyulma noktasında çağın gereği geliştirildi.
En başında kuruluş statüsü olarak özerk olacak çalışanlar ve işverenlerin prim katkıları ile ayakta duracağı öngörülen bu sistem zamanla yanlış yönetimler yüzünden devletin katkısı olmadan işlemez hale geldi. Hep zarar ettirildi.
Bu gün için, ülke bütçesinden sağlığa ayrılan rakamlarla sağlıklı bir toplum oluşturmak ve mevcut sağlık kurumlarının işleyişini sağlamanın bir mucize göründüğü aşamada sosyal devletin bu rolü nasıl- nereye kadar üstleneceği acabalık bir konu. Zaten dünyada işleyen sosyal güvenliğin sistemine ve boyutlarına bakmadan, bizdeki gibi hükümetlerin keyfine göre biçimlendirilen bir işleyiş-işletilişle karşılıklı mağduriyetlerin doğmasını engellemek de pek mümkün görünmüyor. Sistemin hakkıyla işlemesi için, geçmişte yapıldığı gibi, tüm sosyal açılımların oy kaygısıyla olmaması da şart…
Ülkede uygulamaya geçilen mevcut sosyal güvenlik sistemi dünya genelinde uygulanan üç modele yakın ve benzer bir sistem. Karmakarışık bir uygulamadan toplumu rahatlatan bir uygulamaya geçişin sıkıntıları elbette olacaktır ve yaşanacaktır.
Ayrıca bu yeni sosyal güvenlik ağının, atılan oyları saçılan ağa takmak olarak görülmeden uygulanması bir anayasal gerekliliktir…
Bu hafta Sosyal Güvenlik Haftası. Altı yıldır 13 ve19 Mayıs günleri arası çeşitli etkinlikler düzenlenerek Sosyal Güvenlik Haftası olarak kutlanıyor.
Sosyal güvenlik, dün dündü, bu gün değersiz, yarının belirsizliği döngüsündeki insanları hayatın kör noktasından koruyan, gözlerine fer katan ağ tabakadır…
Ağa takılan küçük kırmızı balığın ömrü kadardır aslında uzun görünse de insan yaşamı. Ve insan bu kısacık yaşamında gün gelir en derin ve en uzun yalnızlığı, yalnızlaşmayı hisseder ve yaşar. İşte o vakit detaylar arasında kaybolmadan, sosyal güvenlik ağından yararlanmayı arzular ülke insanına özgü çekingenlikle;
Sosyal güvenlik en başta gelen ve önemsenmesi gereken en temel haklardandır. Bu temel hak anayasada düzenlenen maddelerle koruma altına alınmıştır. Anayasada özellikle emekli dul ve yetimler, engelliler, korunmaya muhtaç çocuklar ve yaşlıların sosyal güvenliklerine ilişkin ayrıntılar yer alır.
Sosyal güvenlik bu topraklar üzerinde yaşayan her bireyin en doğal hakkıdır. Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nde de bu özel durum karşılığını bulur.
“Herkesin bir toplum üyesi olarak toplumsal güvenliğe hakkı vardır.”…
Herkes, işsizlik, hastalık, sağlık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi denetimi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı halinde sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Analar ve çocukların özel bakım ve yardım hakları vardır. Tüm çocuklar evlilik içi veya dışı doğmuş olmalarına bakılmaksızın toplumsal korumadan yararlanırlar.
Tüm bu saptamalar gösteriyor ki; sosyal güvenlik toplumun her bireyine eşit yaklaşan, kucaklayan, seven, şefkatini esirgemeyen bir anne gibidir. O anne ki tüm sevgisini ve katkısını çocuklarına ayrıcalıksız dağıtır. Asla sözde üvey annelik yapmayan gani gönüllü bir öz annedir. Yani kısaca sosyal devletin anaç yüzüdür sosyal güvenlik…
Sosyal güvenlik yaşananla ve gelecekle, çalışan ve çalışmayanla, sağlık ve hastalıkla, sahipsizlik ve kimsesizlikle, sağlamlık ve engellilikle iç içedir aslında. Sosyal zıtlıkların açıklayıcısı ve ayni zamanda yok edicisidir. Geleceğin belirsizliğine tek çare, etkili bir panzehirdir.
Ama politik reflekslerle halkın oya endeksli zehirlenmesine reçete değildir.
Günümüzde mesele sosyal güvenliğin genel bir devlet politikası biçiminde işletilmeyişidir. Keyfi hükümet politikaları, program ve uygulamaları ile yaraya çare olunamayacağı bilinen bir gerçektir. Herkes neticede acı bir son yaşamamak adına işsizi, çalışanı sarılır bu devletin sıcak eline.
Bu devlet eli, işçilerin hastalık, sakatlık, yaşlılık gibi işsiz kalma durumlarını parasal olarak karşılamak amacıyla 9 Temmuz 1945 günü 4792 sayılı yasa ile işçi sigortalar kurumu olarak kurulur. 1946 da 506 sayılı yasa ile yeniden düzenlenen SSK, günümüzde tüm sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesiyle bu günkü şeklini almıştır.
Elli yıldan bu yana toplum geneline birebir, birey bazında ulaştırılamayan sosyal güvenlik sistemi, yeni bir oluşuma koyulma noktasında çağın gereği geliştirildi.
En başında kuruluş statüsü olarak özerk olacak çalışanlar ve işverenlerin prim katkıları ile ayakta duracağı öngörülen bu sistem zamanla yanlış yönetimler yüzünden devletin katkısı olmadan işlemez hale geldi. Hep zarar ettirildi.
Bu gün için, ülke bütçesinden sağlığa ayrılan rakamlarla sağlıklı bir toplum oluşturmak ve mevcut sağlık kurumlarının işleyişini sağlamanın bir mucize göründüğü aşamada sosyal devletin bu rolü nasıl- nereye kadar üstleneceği acabalık bir konu. Zaten dünyada işleyen sosyal güvenliğin sistemine ve boyutlarına bakmadan, bizdeki gibi hükümetlerin keyfine göre biçimlendirilen bir işleyiş-işletilişle karşılıklı mağduriyetlerin doğmasını engellemek de pek mümkün görünmüyor. Sistemin hakkıyla işlemesi için, geçmişte yapıldığı gibi, tüm sosyal açılımların oy kaygısıyla olmaması da şart…
Ülkede uygulamaya geçilen mevcut sosyal güvenlik sistemi dünya genelinde uygulanan üç modele yakın ve benzer bir sistem. Karmakarışık bir uygulamadan toplumu rahatlatan bir uygulamaya geçişin sıkıntıları elbette olacaktır ve yaşanacaktır.
Ayrıca bu yeni sosyal güvenlik ağının, atılan oyları saçılan ağa takmak olarak görülmeden uygulanması bir anayasal gerekliliktir…
12 Mayıs 2013 Pazar
AKİLLERİN GEZİ PERFORMANSINA “ K. RAPORU”…
AKİLLERİN GEZİ PERFORMANSINA “ K. RAPORU”…
Akil adamlardan bir kaçının Esenler’e geldiği gün, ‘anneler günü’ arifesinde Reyhanlı’da yine yüzlerce ananın yüreğine ateş düştü, yüreğimiz yandı yine…
Her ‘akil-yerel’ toplantıda olduğu gibi alt alta isimleri yazılı yüzlerce derneğin davetlisi olarak gelinen fakat, tıpkıbasım topu birbirinin ayni bu ‘federatif-konfederatif buluşmalarda’, imzacı dernekler sayısı kadar bile izleyici toplayamayan bu ‘al gülüm-ver gülüm akillenmeler’de maalesef toplumsal saflaşma-kamplaşma netleşiyor-retleşiyor yalnızca; İşin gerçeği bu barış isteyenler, barış istemeyenler, en iyi barış bizimki, gerçek barışı biz istiyoruz diyenler, diyenler ile yiyenler restleşmesi-restorasyonu…
Son örneği; Yerel basına da yansıdığı yüzüyle, Esenler toplantısı…
Her ağzı açılan akilin, her fırsatta her ortamda ‘anlatmak için değil dinlemek için geldik’ dediği Esenler Kültür’deki buluşma da sanki muhalifleri dinlememek üzere planlanmıştı. Yine ayni sahneler yaşandı.
Madem akillerin halkı dinlemek konusunda bir arzuları var, gözde akilleri sözde davet eden akillilerce konuşanlara veya konuşmak isteyenlere bu özveriyle icra edilen susturma hevesi niye var anlamak mümkün değil. Ve bu havalı fiyakalı, birilerine yaranma girişimleri barışa ne fayda sağlar anlayan beri gelsin.
Ülkede çiçeklerin solmaması için, yeniden yeşermesi için ise her atılan adım ve her çaba, konuşanları sert-zorbaca engellemeyeceksiniz akilli beyler. Muhalif olsalar bile herkes meramını dile getirecek, sözü olan söyleyecek ve akil adamlar dinleyecek. Dinlemeleri inlemeleri yukarı raporlayacak, işte maddi yanı bir yana iş budur.
Zaten uzun yıllardır bu ve benzeri yaptırımlarla ve saptırımlarla bir arpa boyu yol alınamadı. Yarın bu girişim de hikâye olur ise işin suçlusu-sorumlusu ‘barışa değil yönteme muhalif olanlar’ olmaz. Kim ne derse desin körü körüne, kör dövüş barış çığırtkanlığına soyunanlar olur.
Ey Akil adamlar ve destekçi-köstekçi akilli beyler; Söz gümüş ise sükût altındır, yazmak ise ‘tüfeğinde zindan mermisi’ barışa inanmaktır, barışa koşmaktır. Nasıl sa Baraklit görüyor yaptıklarınızı, yazgımızı, kara yazımızı;
““ Uzun yıllardır ülkede bölge bölge eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, adalet, yatırım, sanayi, endüstri, istihdam, iş aş üretim, üretime koşut tüketim, fırsat eşitliği ve benzeri konularda sorunları çözecek bir sosyal devlet anlayışı yok ise;
-Tüm eksiklikler Kürt sorunu diye dayatılır, geçilir bu ülkeye.
Zamanında bölgesel manada tüm ülkede köy boşaltmalar, insanlık dışı baskı ve zulüm, kolluk devleti görüntüsü, yasakçı ve yasaklayıcı hukuk neticesinde sosyal devlete inanç kaybı yaşanmış ise;
-Devlete güven azalır ve azılır.
Bölgeden bölgeye milyonlar üstü insan topraklarından, evlerinden barklarından edilmiş, göçe zorlanmış ve sorun zamanla ekonomik ve sosyal açıdan ülke geneline yayılmış ise zaman içinde anti probaganda ve politikalar ile;
-Devlete güven de yok olur, yok edilir.
Çok kültürlü toplum olmanın özellikleri bir türlü geliştirilememişse, farklı etnik yapılar, değişik kültür ve yaşamların, dil, din, ırk kapsamında varlık sürdürme istekleri uzun yıllardır görmezden gelinmiş ve görüldüğünde bastırılmaya çalışılmış ise;
-İç barış da içten içe zedelenir.
Geçmişten bu güne siyasi suç, fişleme, dosyalama, işkence, gözaltında ölümler, yargısız infaz, faili meçhuller, açıklanamaz kayıplar, DGM ayıpları, askeri ve sivil yargı hataları, özel mahkemeler… Artarak devam ede gelmiş ise;
-İstikrar biter, Kaos belirir.
Eskiden bu yana ciddi önlemlerle siyasal şiddetin önü alınmaya çalışılmamışsa, Ohal, Mgk, Özel Harp Dairesi, Mit, Bit, Koruculuk, Özel Tim, Jitem, Çekiç Güç yüzünden ülke genelinde insan hakları ihlalleri önlenemiyorsa ve demokrasi işletilememiş ise, kardeş kanı aktıkça akıyor ise;
-Örtülü savaş, adı konmamış savaş, kirli savaş, iç savaş, alçak şiddetli savaş, terörle savaş, sıcak savaş, silahlı çatışma… Olarak isimlendirilen ve isimlendirilemeyen tedhiş, arbede nükseder.
Zamanla bu tedavisi zor tedhiş ve nüksediş yurtta barışı zedeler. yurtta barışı zedelenince de sınır ötesi operasyonlara kayar kronikleşen dava. Ve sınırlar- sınırlamalar bahardan bahara dar gelir ise;
-Yurtta sulh cihanda sulh, o da ne demektir.
Yıldan yıla yerli ve uluslar arası savaş kışkırtıcıları, rantçılar, stokçular, silah tüccarları, bölge üstüne siyaset yapanlar, şeyh, şıh ağa üçgeni, mevcut ekonomik payını artıranlar, olağanüstü durumdan karına kar katanlar, ehliyetsiz ruhsatsız silaha mermiye, mevkiiye makama ve yüksek maaşa bağlananlar çoğalmış ise;
-Terör öyle kolay kolay bitmez, bitirilemez.
Ütopya sayıldığından, siyasal bilinç ve sınıfsal temelde birleşerek çözüm aranıp, bulunup uygulanmayacağına göre, barış şimdiki ateşkesler ve çekilmeler ile bir yere kadar taşınabilir. Sonrasında din, dil, ırk, etnik köken bağlamında planlanan her birlik toplumsal ayrışmayı tetikleyen unsurları kendi içinden çıkarır. Bu ayrışma ve ayrıştırma uluslararası sermaye temsilcisi ile görevli toplum planlayıcılarının da işine gelir, gelir ise;
-Kürt sorunu içerde dışarıda, denizde karada körüklenmeye devam eder.
On yıllarca Demokrasi, demokratikleşme, çoğulculuk, eşitlik, hoşgörü ve bölgesel gelişme politikaları yerine tek seslilik, baskı, yıldırma… Politikaları uygulanır ise;
-İç barış kısmi veya tam iyileştirme politikaları uygulansa dahi hayata geçirilemez.
Egemen güçler artık bu ve benzeri yöntemlerin ötesinde, ülke toprakları üzerinde birkaç komşu ülke sınırlarına da taşar biçimde federatif veya benzeri bir Kürt devleti kurulmasına yönelik bölgesel düşünceyi benimsetmek için, bölgelerde bu düşünce yoğunluğunu gerginleştirmeden kabullendirmek amaçlı piramidin basamaklarını çıkıyorlar ise;
-En köklü projeler ile bile barışın sağlanıp sağlanamayacağı tartışılır.
İktidar ve siyasi partiler, parlamento ve akiller gemiyi kurtaran değil de yüzeysel ve günü kurtaran çare-çözümlerle ortaya çıkıyorlarsa siyasi güç olma yönünde zaafa uğrarlar bu ziftli yollarda. Ortak siyasi erk planlaması eksik kalınca da ülke çapında tüm kesimleri ve katmanları kapsayan ortak irade tecelli etmez. Öncelikle akiller ile sonrasında başka birim ve yöntemlerle gerekli ve yeterli kamuoyu desteği sağlanamaz ise;
-Sınır içi-sınır dışında Kürt sorununa kalıcı ve sağlıklı çözüm üretilemez.””
Geçmişten geleceğe bir marifetmiş gibi taşınan tüm bu olumsuzlukları bir kalemde silmek işini, savaş ve barışı, devlet ve demokrasiyi, “Çokuluslu sermayenin bölge dizaynını” akillerin sezi, gezi, toplantı performansına bağlayarak hecelemek ve okumak ise;
-Büyük Ortadoğu’da Projede olsun olmasın daha çok çiçekler solmasına seyirciliktir…
Akil adamlardan bir kaçının Esenler’e geldiği gün, ‘anneler günü’ arifesinde Reyhanlı’da yine yüzlerce ananın yüreğine ateş düştü, yüreğimiz yandı yine…
Her ‘akil-yerel’ toplantıda olduğu gibi alt alta isimleri yazılı yüzlerce derneğin davetlisi olarak gelinen fakat, tıpkıbasım topu birbirinin ayni bu ‘federatif-konfederatif buluşmalarda’, imzacı dernekler sayısı kadar bile izleyici toplayamayan bu ‘al gülüm-ver gülüm akillenmeler’de maalesef toplumsal saflaşma-kamplaşma netleşiyor-retleşiyor yalnızca; İşin gerçeği bu barış isteyenler, barış istemeyenler, en iyi barış bizimki, gerçek barışı biz istiyoruz diyenler, diyenler ile yiyenler restleşmesi-restorasyonu…
Son örneği; Yerel basına da yansıdığı yüzüyle, Esenler toplantısı…
Her ağzı açılan akilin, her fırsatta her ortamda ‘anlatmak için değil dinlemek için geldik’ dediği Esenler Kültür’deki buluşma da sanki muhalifleri dinlememek üzere planlanmıştı. Yine ayni sahneler yaşandı.
Madem akillerin halkı dinlemek konusunda bir arzuları var, gözde akilleri sözde davet eden akillilerce konuşanlara veya konuşmak isteyenlere bu özveriyle icra edilen susturma hevesi niye var anlamak mümkün değil. Ve bu havalı fiyakalı, birilerine yaranma girişimleri barışa ne fayda sağlar anlayan beri gelsin.
Ülkede çiçeklerin solmaması için, yeniden yeşermesi için ise her atılan adım ve her çaba, konuşanları sert-zorbaca engellemeyeceksiniz akilli beyler. Muhalif olsalar bile herkes meramını dile getirecek, sözü olan söyleyecek ve akil adamlar dinleyecek. Dinlemeleri inlemeleri yukarı raporlayacak, işte maddi yanı bir yana iş budur.
Zaten uzun yıllardır bu ve benzeri yaptırımlarla ve saptırımlarla bir arpa boyu yol alınamadı. Yarın bu girişim de hikâye olur ise işin suçlusu-sorumlusu ‘barışa değil yönteme muhalif olanlar’ olmaz. Kim ne derse desin körü körüne, kör dövüş barış çığırtkanlığına soyunanlar olur.
Ey Akil adamlar ve destekçi-köstekçi akilli beyler; Söz gümüş ise sükût altındır, yazmak ise ‘tüfeğinde zindan mermisi’ barışa inanmaktır, barışa koşmaktır. Nasıl sa Baraklit görüyor yaptıklarınızı, yazgımızı, kara yazımızı;
““ Uzun yıllardır ülkede bölge bölge eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, adalet, yatırım, sanayi, endüstri, istihdam, iş aş üretim, üretime koşut tüketim, fırsat eşitliği ve benzeri konularda sorunları çözecek bir sosyal devlet anlayışı yok ise;
-Tüm eksiklikler Kürt sorunu diye dayatılır, geçilir bu ülkeye.
Zamanında bölgesel manada tüm ülkede köy boşaltmalar, insanlık dışı baskı ve zulüm, kolluk devleti görüntüsü, yasakçı ve yasaklayıcı hukuk neticesinde sosyal devlete inanç kaybı yaşanmış ise;
-Devlete güven azalır ve azılır.
Bölgeden bölgeye milyonlar üstü insan topraklarından, evlerinden barklarından edilmiş, göçe zorlanmış ve sorun zamanla ekonomik ve sosyal açıdan ülke geneline yayılmış ise zaman içinde anti probaganda ve politikalar ile;
-Devlete güven de yok olur, yok edilir.
Çok kültürlü toplum olmanın özellikleri bir türlü geliştirilememişse, farklı etnik yapılar, değişik kültür ve yaşamların, dil, din, ırk kapsamında varlık sürdürme istekleri uzun yıllardır görmezden gelinmiş ve görüldüğünde bastırılmaya çalışılmış ise;
-İç barış da içten içe zedelenir.
Geçmişten bu güne siyasi suç, fişleme, dosyalama, işkence, gözaltında ölümler, yargısız infaz, faili meçhuller, açıklanamaz kayıplar, DGM ayıpları, askeri ve sivil yargı hataları, özel mahkemeler… Artarak devam ede gelmiş ise;
-İstikrar biter, Kaos belirir.
Eskiden bu yana ciddi önlemlerle siyasal şiddetin önü alınmaya çalışılmamışsa, Ohal, Mgk, Özel Harp Dairesi, Mit, Bit, Koruculuk, Özel Tim, Jitem, Çekiç Güç yüzünden ülke genelinde insan hakları ihlalleri önlenemiyorsa ve demokrasi işletilememiş ise, kardeş kanı aktıkça akıyor ise;
-Örtülü savaş, adı konmamış savaş, kirli savaş, iç savaş, alçak şiddetli savaş, terörle savaş, sıcak savaş, silahlı çatışma… Olarak isimlendirilen ve isimlendirilemeyen tedhiş, arbede nükseder.
Zamanla bu tedavisi zor tedhiş ve nüksediş yurtta barışı zedeler. yurtta barışı zedelenince de sınır ötesi operasyonlara kayar kronikleşen dava. Ve sınırlar- sınırlamalar bahardan bahara dar gelir ise;
-Yurtta sulh cihanda sulh, o da ne demektir.
Yıldan yıla yerli ve uluslar arası savaş kışkırtıcıları, rantçılar, stokçular, silah tüccarları, bölge üstüne siyaset yapanlar, şeyh, şıh ağa üçgeni, mevcut ekonomik payını artıranlar, olağanüstü durumdan karına kar katanlar, ehliyetsiz ruhsatsız silaha mermiye, mevkiiye makama ve yüksek maaşa bağlananlar çoğalmış ise;
-Terör öyle kolay kolay bitmez, bitirilemez.
Ütopya sayıldığından, siyasal bilinç ve sınıfsal temelde birleşerek çözüm aranıp, bulunup uygulanmayacağına göre, barış şimdiki ateşkesler ve çekilmeler ile bir yere kadar taşınabilir. Sonrasında din, dil, ırk, etnik köken bağlamında planlanan her birlik toplumsal ayrışmayı tetikleyen unsurları kendi içinden çıkarır. Bu ayrışma ve ayrıştırma uluslararası sermaye temsilcisi ile görevli toplum planlayıcılarının da işine gelir, gelir ise;
-Kürt sorunu içerde dışarıda, denizde karada körüklenmeye devam eder.
On yıllarca Demokrasi, demokratikleşme, çoğulculuk, eşitlik, hoşgörü ve bölgesel gelişme politikaları yerine tek seslilik, baskı, yıldırma… Politikaları uygulanır ise;
-İç barış kısmi veya tam iyileştirme politikaları uygulansa dahi hayata geçirilemez.
Egemen güçler artık bu ve benzeri yöntemlerin ötesinde, ülke toprakları üzerinde birkaç komşu ülke sınırlarına da taşar biçimde federatif veya benzeri bir Kürt devleti kurulmasına yönelik bölgesel düşünceyi benimsetmek için, bölgelerde bu düşünce yoğunluğunu gerginleştirmeden kabullendirmek amaçlı piramidin basamaklarını çıkıyorlar ise;
-En köklü projeler ile bile barışın sağlanıp sağlanamayacağı tartışılır.
İktidar ve siyasi partiler, parlamento ve akiller gemiyi kurtaran değil de yüzeysel ve günü kurtaran çare-çözümlerle ortaya çıkıyorlarsa siyasi güç olma yönünde zaafa uğrarlar bu ziftli yollarda. Ortak siyasi erk planlaması eksik kalınca da ülke çapında tüm kesimleri ve katmanları kapsayan ortak irade tecelli etmez. Öncelikle akiller ile sonrasında başka birim ve yöntemlerle gerekli ve yeterli kamuoyu desteği sağlanamaz ise;
-Sınır içi-sınır dışında Kürt sorununa kalıcı ve sağlıklı çözüm üretilemez.””
Geçmişten geleceğe bir marifetmiş gibi taşınan tüm bu olumsuzlukları bir kalemde silmek işini, savaş ve barışı, devlet ve demokrasiyi, “Çokuluslu sermayenin bölge dizaynını” akillerin sezi, gezi, toplantı performansına bağlayarak hecelemek ve okumak ise;
-Büyük Ortadoğu’da Projede olsun olmasın daha çok çiçekler solmasına seyirciliktir…
10 Mayıs 2013 Cuma
BARIŞ ADINA BİR ARZ TALEP DENGESİZLİĞİ…
BARIŞ ADINA BİR ARZ TALEP DENGESİZLİĞİ…
‘Ulusal bir politika ve program olmadan yerel ve etnik sorunları çözmek hayalciliktir’ diyor konunun uzmanları…
Bu genellemeden hareketle; mevcut saptamaların gelişen ve değişen koşullarla gerçekliğini yitirdiği değerlendirilmeden barış görüşüyoruz demekle de olmaz. Ayrıca alt yapı değişim projeleri hazırlanmadan barış istiyoruz, her ne pahasına olursa olsun barış demekle de barış gelmez. Toplum bilimciler eğer bu ülkeyi seviyorlarsa, artık yüreklice çıkıp, açıklamaları lazım tüm gerçekleri.
Yedi bölge dört iklim altmış küsur akil-linin her davet aldıklarında aklısıra dolaşmaları-dolaştırılmaları ve sergilenen tiyatral duygu yüklemeler yerine gerçekler anlatılmalı bu halka iki taraflı…
İç barışa ve iç güvenliğe yönelik sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel yenilenme taslakları çizilmeden, ülkenin dört bir yanına yaygınlaşacak yeni hizmet ve güvenlik sistemi modeli biçimlendirmeden gelecek barışı daha çok bekler bu ülke halkı.
Ülkedeki tüm bölgesel sorunlara çoğulcu demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve eşitlik üzerine inşa edilmiş çözüm projeleri, sorunlara bölgesel çözüm paketleri hazırlanmadan, hazırlayıp açıklamadan barış dillendirmek iyi niyetten öteye geçmez.
Kürt sorununun artık salt bölgesel bir sorun olmaktan çıkarıldığı, ülke ve sınır ötesi bir sorun addedilen bir aşamaya taşındığı bu süreçte “toplumsal yenileniş-toplumsal kurtuluş” projesi olmaksızın silah bırak git mantığı ve kolaycılığı siyasi öngörüdeki handikaptır. Açılıp kapatılan, kapatılıp açılan açıltaylar sonucunda patlayan baştan gizli, açığa düşünce aleni istihbarat-ada-kamp görüş alışverişleri ile kamuoyu barışa endekslenemez.
Ülkede bu gün barış adına bir arz talep dengesizliği yaşanıyor. Bu dengesizlikte barış için izlenecek tüm hamleler mevcut kürt sorunu gereğince analiz edilmeden artık atılmamalı. Yoksa çözümde iyice geç kalınmışlığın baskısı ve dürtülerin heyecanı ile şekillendirilen her eylem ve fiil demokratik ayar sayılabilecek noktanın çok uzağına düşer.
Kimsenin demokratik çözüm önerilerine aldırmadan gidilmekte israrcı olunan bu yol ‘dil, din, mezhep, kültür, folklor, kimlik koruma, kimlik açıklama serbestîsi ve olanaklarının sağlanmasından’ çok farklı bir sondurağa taşıyabilir-götürebilir ülkeyi…
Kırsal yerleşme ve arsal yüzleşme planları yapılmadan, barınma ve kırsal konut üretimleri ciddi olarak ele alınmadan, yöre insanına yeni çalışma imkânları ve istihdam sağlayacak ortamlar yaratılmadan, olabilirliği muhtemel toplu yaşam çiftlikleri ve merkez köy projeleri hesaplanıp kitaplanmadan barış söylemek, barış zikretmek söylencelere hizmettir yalnızca.
Zaten on yıllarca yanlışlarda ısrarcılık terörü önlenemeyecek boyuta getirdi. Silahla mermiyle, topla tüfekle, sonuç alınamadığı ve alınamayacağı apaçık anlaşıldığı halde epey geç kalındı ve mesele bu noktaya geldi. Akilli barış sağlama yöntemi de ne kadar tutacak zaman gösterecek. Ancak yöntem yeniden yapılanma ve yapılandırma olmadıkça, barışı ve hoşgörüyü hâkim kılacak diğer hiçbir metot tutmaz. Ulusal bütünlüğü devam ettirecek ve ulusal bütünlüğe güveni artıracak, pekiştirecek inanç ve inançlılık da bölgeye artık zor yerleşir.
Çağdaş demokrasiye işlerlik kazandırmadan izlenen ve izlenecek bu barış getirme politik çabası terörün kaynağı olan ekonomik amiller ve olumsuzluklar giderilmeden başarılı bir sonuca varabilir mi, varılabilir mi belirsiz. Bu gerekliliği tartışmalı atılım ile terörün toplumsal gündemden düşeceğini beklemek, terörün ülke toprakları dışına çıkacağını ve orada yok olacağını sanmak boşa heveslenmedir.
Köküne kökenine inilmeden silah bırak sınır dışına çık, mantığı ile meseleyi çözmek, çözeriz, çözüyoruz demek ileride bu ülke insanının başına başka dertler açmaz inşallah.
Bu ülkeyi içten içe kaynatan müzmin mesele karşılıklı olarak ulusal birlik, kanbağı ve kültür temeline dayandırılıp, yurttaşlık bilinci ve reel siyasi bilince bağlanamadıkça med cezirler, akiller akilsizler, bırak çıklar, nameler mektuplar, ulaklık ve kuryelikler ülkeyi iç karartan noktaya sürüklerse ne olacak. Hesabını kim verecek, kim çekecek…
9 Mayıs 2013 Perşembe
BU ŞEHİR HEP AYNİ “KENTSEL DÖNÜŞÜM” MASALI DİNLİYOR…
BU ŞEHİR HEP AYNİ “KENTSEL D.” MASALI DİNLİYOR…
Kesinlikle unutulmamalı ki bireyleri hem çağdaş kentler hem de kırlarla bezeli uyumluluk mutlu kılar. İnsan her ikisini birlikte yaşayabileceği seçeneklerin çoğalması-çoğaltılması ile çağın stres hastalığından kurtulur.
Ancak bu şehir kentsel dönüşüm hakkında hep ayni masalı dinliyor. Gerçekler su yüzüne çıkarıldığında ise buyruksu bir ses ve sitemlerle hep ayni masalı dinlemeye zorlanıyor bu şehir…
Değişim tek tiptir belki ama Kentsel dönüşümde sadece sağlıklı ve sağlam yerleşim alanlarının planlanması, uygulanması yeterli olmaz. Yeşili bol, düzenli ve temiz yaşam alanlarını barındıran uyum kentlerin oluşturulması neticesinde kente uyumlu kentliler de kendiliğinden oluşturur.
Hayat öyle veya böyle devam ederken, Kent endüstrisi ve kentsel sanayi, konut ve yerleşim alanları ile iç içe geçmişçesine büyüyorsa çözüm salt kentsel ve yerinde dönüşümle de gelmez. Konut ve yerleşim alanları ya sanayi ve endüstriden uzağa konuşlandırılmalı, taşınmalı ya da doğayı ve doğal yaşamı kirletici üretim şekillerinden ivedilikle ve sürece yayılarak arındırılmalıdır. Kent içi yaşam, ikamet etmeler düşünüldüğünde insana temiz yaşam biçimi sunmanın gerekliliği ortaya çıkar.
Bu temel görev başta devletin ve yerel yönetimlerindir. Gerekli teçhizat ve donanımı gerçekleştirmeyen firma ve kurumların, yerel yönetimler ve devletin üretimden alı konulması da ileri demokrasi aşamasında rahatlıkla sağlanabilmelidir.
Şimdi canlı mezarı sayılan binaların yıkılıp, yenilenerek sosyal donatı alanları fakiri site kentler imal ederek insanları buralarda alışık olmadıkları biçimde yaşamaya mahkûm etmek de kent-kentli mezarları hazırlamaktan başka bir şey değildir. Toplumsal hayatın ayrıntılarını hiçe sayarak alınan her karar doğru zamanda doğru karar ilkesine uymaz.
Güzel plan-resimlerle, dev ekran reklamlarıyla toplumda güzele, iyiye, insanca ve insana yakışır bir kentte yaşamaya duyulan özlemi depreştirip hay huy anında kenara çekilmek de olmaz. Adı da var kendisi de var projelerdir beklenen ve beklentilere yanıt verecek olan. O nedenle her kesimden keseden insanın ulaşabileceği çözümler üretip, çoğaltıp yaygınlaştırmadan yapılan her kentsel dönüşüm hamlesi de yarım kalır, sınıf atlama meraklısı gariplerin hevesini de yarım bırakır.
İşin aslı bu kentsel dönüşüm projelerini hayata geçirecek finansal kaynak ve finansal kaynağın maliyetidir. Toplam maliyeti kimin hangi ağırlıkta sırtlayacağı, hangi makul şartlarda el değiştirebileceği konusu da ayrıca önemlidir. İşte mesele tam bu aşamada can ve el yakar. Herkesin yolu tam bu dönemeçte birbirinden ayrılır. Çünkü hangi işte olursa olsun para arayı bozar ve açar.
Ne devlet ne yerel yönetimler, ne sivil toplum örgütleri ne de vatandaşlar kendi sorumluluklarını üstlenme ve yerine getirme noktasında iş maddiyata dayanınca orta kara bir yol tutturamazlar. Yol tutturmada anında zorlanmaya başlarlar. Herkes kendi çapında üzerlerine düşen yükümlülüklerini yerine getirdiklerini söylese de iş borca, vadeye ve faize bağlanır. Bağlanınca da aradaki pamuk ipliği kopar. Çünkü özgürlük taksitle elde edilemez.
O yüzdendir, yıllarca yerinde saymış ve gerilemiş kent merkezlerinde, Kentsel dönüşümü çıkar yol bellemek ve sonrasında maliyeti karşılayacak kredi arama-bulma uğraşları. Kentsel dönüşümdeki bu baştan belli maddi sıkışıklık finans sektörünün de balıklama atladığı peşi sıra kredi anlaşmalarının imzalandığı bir dönemi açmıştır. Faturayı öyle veya böyle evi yıkılarak ev sahibi edilecekler ödeyeceğine göre, eşraftan kalabalık karşısında kokteylli akitleşmelere birlik mührü vurulur. Böbürlenmeyi de bahara çıkan da baharı gören de görürüz.
Sorunları işbirliği ve elbirliği ile çözmeden, çığ gibi büyüterek bu noktaya getirenler, taşıyanlar şimdi kent profesörü kesilince halkın soluğu da zamanla kesilir. Adam sendecilik, bananecilik ve beni sokmayan yılan bin yaşasın mantığıyla tutulan hesaplar, krediler ve borçlanmalar yoluyla hiç de kapanmaz. Yılların birikmiş hesabı açık kalır daima. Yani epey geç kalındı bu işe, yarın başka şeyler için de geç kalınmış olunmaz inşallah.
Şimdi açılan hesapları kapatmak için kim ne kadar nasıl ve ne zaman ödeyecek, işte asıl mesele budur. Adı kentsel dönüşüm olsun olmasın inşaat sektörünün kurtuluşu, ülke ekonomisine ne katkı sağlar, sağlar mı sağlamaz mı budur mesele. Bu arada bu şehre hep ayni masalı anlatmadan, halkı da düşünenler var ise ne ala…
Kesinlikle unutulmamalı ki bireyleri hem çağdaş kentler hem de kırlarla bezeli uyumluluk mutlu kılar. İnsan her ikisini birlikte yaşayabileceği seçeneklerin çoğalması-çoğaltılması ile çağın stres hastalığından kurtulur.
Ancak bu şehir kentsel dönüşüm hakkında hep ayni masalı dinliyor. Gerçekler su yüzüne çıkarıldığında ise buyruksu bir ses ve sitemlerle hep ayni masalı dinlemeye zorlanıyor bu şehir…
Değişim tek tiptir belki ama Kentsel dönüşümde sadece sağlıklı ve sağlam yerleşim alanlarının planlanması, uygulanması yeterli olmaz. Yeşili bol, düzenli ve temiz yaşam alanlarını barındıran uyum kentlerin oluşturulması neticesinde kente uyumlu kentliler de kendiliğinden oluşturur.
Hayat öyle veya böyle devam ederken, Kent endüstrisi ve kentsel sanayi, konut ve yerleşim alanları ile iç içe geçmişçesine büyüyorsa çözüm salt kentsel ve yerinde dönüşümle de gelmez. Konut ve yerleşim alanları ya sanayi ve endüstriden uzağa konuşlandırılmalı, taşınmalı ya da doğayı ve doğal yaşamı kirletici üretim şekillerinden ivedilikle ve sürece yayılarak arındırılmalıdır. Kent içi yaşam, ikamet etmeler düşünüldüğünde insana temiz yaşam biçimi sunmanın gerekliliği ortaya çıkar.
Bu temel görev başta devletin ve yerel yönetimlerindir. Gerekli teçhizat ve donanımı gerçekleştirmeyen firma ve kurumların, yerel yönetimler ve devletin üretimden alı konulması da ileri demokrasi aşamasında rahatlıkla sağlanabilmelidir.
Şimdi canlı mezarı sayılan binaların yıkılıp, yenilenerek sosyal donatı alanları fakiri site kentler imal ederek insanları buralarda alışık olmadıkları biçimde yaşamaya mahkûm etmek de kent-kentli mezarları hazırlamaktan başka bir şey değildir. Toplumsal hayatın ayrıntılarını hiçe sayarak alınan her karar doğru zamanda doğru karar ilkesine uymaz.
Güzel plan-resimlerle, dev ekran reklamlarıyla toplumda güzele, iyiye, insanca ve insana yakışır bir kentte yaşamaya duyulan özlemi depreştirip hay huy anında kenara çekilmek de olmaz. Adı da var kendisi de var projelerdir beklenen ve beklentilere yanıt verecek olan. O nedenle her kesimden keseden insanın ulaşabileceği çözümler üretip, çoğaltıp yaygınlaştırmadan yapılan her kentsel dönüşüm hamlesi de yarım kalır, sınıf atlama meraklısı gariplerin hevesini de yarım bırakır.
İşin aslı bu kentsel dönüşüm projelerini hayata geçirecek finansal kaynak ve finansal kaynağın maliyetidir. Toplam maliyeti kimin hangi ağırlıkta sırtlayacağı, hangi makul şartlarda el değiştirebileceği konusu da ayrıca önemlidir. İşte mesele tam bu aşamada can ve el yakar. Herkesin yolu tam bu dönemeçte birbirinden ayrılır. Çünkü hangi işte olursa olsun para arayı bozar ve açar.
Ne devlet ne yerel yönetimler, ne sivil toplum örgütleri ne de vatandaşlar kendi sorumluluklarını üstlenme ve yerine getirme noktasında iş maddiyata dayanınca orta kara bir yol tutturamazlar. Yol tutturmada anında zorlanmaya başlarlar. Herkes kendi çapında üzerlerine düşen yükümlülüklerini yerine getirdiklerini söylese de iş borca, vadeye ve faize bağlanır. Bağlanınca da aradaki pamuk ipliği kopar. Çünkü özgürlük taksitle elde edilemez.
O yüzdendir, yıllarca yerinde saymış ve gerilemiş kent merkezlerinde, Kentsel dönüşümü çıkar yol bellemek ve sonrasında maliyeti karşılayacak kredi arama-bulma uğraşları. Kentsel dönüşümdeki bu baştan belli maddi sıkışıklık finans sektörünün de balıklama atladığı peşi sıra kredi anlaşmalarının imzalandığı bir dönemi açmıştır. Faturayı öyle veya böyle evi yıkılarak ev sahibi edilecekler ödeyeceğine göre, eşraftan kalabalık karşısında kokteylli akitleşmelere birlik mührü vurulur. Böbürlenmeyi de bahara çıkan da baharı gören de görürüz.
Sorunları işbirliği ve elbirliği ile çözmeden, çığ gibi büyüterek bu noktaya getirenler, taşıyanlar şimdi kent profesörü kesilince halkın soluğu da zamanla kesilir. Adam sendecilik, bananecilik ve beni sokmayan yılan bin yaşasın mantığıyla tutulan hesaplar, krediler ve borçlanmalar yoluyla hiç de kapanmaz. Yılların birikmiş hesabı açık kalır daima. Yani epey geç kalındı bu işe, yarın başka şeyler için de geç kalınmış olunmaz inşallah.
Şimdi açılan hesapları kapatmak için kim ne kadar nasıl ve ne zaman ödeyecek, işte asıl mesele budur. Adı kentsel dönüşüm olsun olmasın inşaat sektörünün kurtuluşu, ülke ekonomisine ne katkı sağlar, sağlar mı sağlamaz mı budur mesele. Bu arada bu şehre hep ayni masalı anlatmadan, halkı da düşünenler var ise ne ala…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder