MODERNDEN POSTMODERNE, POSTMODERNDEN ‘FOSMODERNE’ SİYASAL SANCI…
İç içe geçmiş imece öykülerde sırıtır, ayrıntı zenginliği. Ama sistematik yanılgıları da çağrıştırır, uzak olasılıkların uyarısıyla her toplu uyanış vakti. Vatan, millet Sakarya faslından uzağa düşer modern cambazlıklar. Varoluşun yumuşak karnı deşildikçe de kalıplaşmış ama olgunlaşamamış post modernizme kurban gider tüm yaşam öyküleri.
Duvardaki çivilere asılı kırıp döktüğümüz hayat ve Musaf’ın arka kapağına yazılı doğuştan saflığımız. Bir fotoğraf destesi yaşamışlığımız, yaşanmışlığımız var, kıyamet yolculuğu kıymete binince hatırlanan. Zaten çekirdeğine o özgün tutku işlendiğinden göçebe sularda ağaçlar ayakta ölür, alıklar ve balıklar yaşar sadece.
Akıl yaşı değişince inceden sıradanlığın öncesi ve sonrası bir yana, modernden post moderne bir siyasal arayış içine girmek ciddi krizleri de beraberinde getirir. İş işten geçtiğinde ise arayışların yerini yalvarışlar alır. Aslında göz erimi uzaklıktadır güneş, ufka dağılanda el yakar tutulamaz. Ve ayın o bilindik ılık aydınlık yüzü de solar karanlıklar çöktüğünde.
Şimdi modernizmin neresinde olduğu belirsiz siyaset sessizliğin ziline basılınca zırlayıp duruyor. Siyaset koskoca bir muamma titreyen dillerde yasalardan aldığı güç ve komutlarla hayatlara yansıyor. Ve siyaset postu deldirmiş bir modernlik ile geçmişe sarılmış bir siyasi rota çizip yüreklere kelepçe, duygulara pranga vuruyor hem de ileri demokrasi adına. Düşünceye zindan, tutsaklığa tanrı oluyor siyaseten muhalefet eden. Nabızda bitmez çile atıyor, atıyor.
Korkmakla başlar ve biter tüm öykünülen öyküler. Korku korkudan över hayâsızca ve korku korkuya sarkar bağnazca. El yazısı kitabın önsözü olmaz der ustalar, son sayfasında da son sözü olur acemice. Zaten adalet duygusu yitirildikçe nefret basar gaza ve öne çıkar imreni çeşnisi. İşte o vakit karanlıktaki yükselişe madalya takan post modern çam yarmaları keser yolları. Yerle göğün birleştiği yerde ise peri masalları dilenilir hayattan. Ama hayat süsüdür sadece akıllara takılan, hayat susunca güzel reklam repliğiyle dönen.
Oysa kısacası şiirsel bir tınıdır siyasetin rehberliğinde akıllarda kalan ve menzile varış geciktikçe öğrenilen. Kurşun kurşun kırlangıçlar, vızır vızır ötüşlü bülbüller barakalarda yaşanılan bin bir desenli çağırtıyı hicvederler daha güçlü söz etmek uğruna. Yolda sert kararlar verdiren kendine özgü gelenek yüzünden düşen gazinin alev alev yüzü düşlere düşer. Ve garibin mozolesi her daim sahipsizdir diye başlar metinler. Kayıtsız tarihten kayıt dışı yankısı bol bir iç yangısı kuşatır hoşluklar diyarını. Boşluklar kapsar tüm görüntüleri. Hepimizin içinde su var, tıka basa, tonlarca ve denize ulaşmaya öykünen ırmağız diye betimlenir son dualar.
Bir varoluş sancısıdır, modernden postmoderne eksik de olsa yaşanan. Kaybolan kör ışıkta uslanmakla, yalnızlığa dokunan kent tenhalarında tazyikli suyla ıslanmak arası bir şeydir modern yaşam. Son nefesle ölüme nesin sen, kimsin diye soramadan çıkıverir, uçar gider ruh. Tüm ruhsuzlar cellâdın kadın olanı girsin kanıma derler ancak. Fakat siyasi mi siyasi kaygılara sel olmuşluk ser koymuşluk suya yol olmuşluk bu son siyasal yolculukta hiç mi hiç işe yaramaz. Çok katlı sancılar sağırlaştırır deniz gözlülüğü ve yakamozların çok yakınına düşer yangın.
Modernden post moderne bir irkiliş ve diriliş yaşanır yine yeniden. Ve siyasal arayışlar on sekiz yaşın dileğine ve emeğine evrilir-devrilir bir anda. Dağlar denize dik düşerken, duygu sağanağına saplanmış sözcükler isyan eder. Ve karanlıkta ıslık çalınır ve günahlar yayılır devrilişe inat. O saatten sonra ay ışığında bile yılgı dağları bekler, yılkı atları bile hiçbir işe yaramaz.
Uyanık yatmak yeğlense de gözler kapanır kendiliğinden. Ve rüyalarda bile koşar adım geçilir kimsesizler mezarlıkları. Böyledir işte insanın kendi kendini bağışlayamaması. Hürya imgesel ayrıntılara takılmışlık vardır ya bellekte yüz metreyi en iyi koşanlar koşan çocuklar bile yetmişlik ihtiyara el verirler. Artık bu tık nefes ihtiyarcık gökkuşağına döşekler açacak oluşumda siyasi ideoloji gereği yaşamaya mahkûm edilir, onu sahiden kurtarabilecek ölüme değil.
Modernden postmoderne, postmodernden fosmoderne siyasal arayışlarda koca koca çamlar geride bırakılır, gökyüzüne öğütler savuran çınarların geçildiği sanılır. Koraller eşliğinde yürünür mezarlıklar ve her şey yine yerli yerindedir mendireğe doğru adımlanıldığında. Ay ışığı yuttuk, doyduk velâkin gökkuşağına düşürülen gölgeleri de göremedik denilse de kimsecikler inanmaz. Görmezden geldikçe de yıkılır kaleler içten içe, sözler solmuş geçmiyor cana diye başka dünyalar dolar ciğerlere.
Günaydınlığı yayla çimenine çiğ çiğ düştüğünde hamdık, çiğdik piştik elhamdülillah da diyemeyince maalesef atı alan üsküdarı hesabına atılıverir harfler. Göktaşları buzdan pasajlara çarpa çarpa denize dik iner renkli kayalıklar gibi. Zikzaklar çizer sinsi, korkak duman masmavi gökyüzünde. Lodosa kapılıp üzülenler bu kez sevinir. Bilindik bir direnç öyküsüdür aslında mührü açılan dilin, mührü açan dile anlattığı.
Bu zifiri karanlıkta ne yol kaldı, ne yolculuk ne de yoldaş. Ruha kuşkulanmayı belletmek yeter di aslında. Siyasal arayışların özünü de bir mum ışığı ferahlık özetler aslında. Mürekkep lekeli akıldan süzülen ise sakınılan göze saklı kent post modernliğini iadeli taahhütlü postalamaktır. Hayata bir fiske dahi vurmamış modern ve post modernlerden özbenliğin ustura ağzından şu dökülenleri anlamasını beklemek ise suya yazı yazmaktır. Oysa dil yol bulur aralar yarınları…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder