17 AĞUSTOS DEPREMİ VE AKIL YOLCULUĞU…
İç bunaltıcı ve eritici sıcağın esintilerle sevişmeye başladığı bir gece yarısıydı. Vakit ilerlemiş pencerelere vuran serinlik kırık dökük yatanları izliyordu sessizce. Gizliden gizliye arsızca kabarıyordu ayranı. Kim bilebilirdi ki bir an sonrasını. Rengârenk nice rüyanın sonlarıydı veya sonlandırıldı pembelik. Meltemler döküldü ve yer gürledi aniden, zorbaca ve hiddetle ve şiddetli. Sarsıldı toprak, gök o saniye kızarmıştı. Yüzlerde, onun yüzünde bile bir utanç dalgası vardı. Yaladı geçti gürlemeyle karışık ufuktaki kızıllık. Sarsıntı ve kızartı, yaladı yuttu koca şehri ve olanlar oldu birkaç dakikada.
Titrek bir mum alevinde dağıldı saçıldı insanlar. Özene bezenile kurulmuş yaşamlar, yarım kalan umutlar salisesinde toza toprağa, kuma çimentoya belendi. Yüz yıl gelende asla yaşanmayacaklara Allah bilir ama bir acı dalgası daha eklendi. İşlerin bozulacağı, aşkların biteceği, ocakların söneceği, kayıpların aranacağı, yolların uzun süreliğine birleşemeyeceği, araçların kesişemeyeceği, peşi sıra sevdasız günler hükümranlığı başladı. Aç, açık, çıplak kalındı. Bir çığlık yükseldi semaya orada asılı kaldı yıllarca. Eksik aksak kucaklaşmalardan sevgisizlik, güvensizlik doğdu bir batında ve ümitler öldü. Ancak çok kısa sürdü karamsarlık.
O meçhul dayanışmanın orta yerinde günlerce yıkıntılarla, göçüklerle boğuşanlar girdabına savruldu eli kazma kürek tutanlar, çıplak elle tırnağıyla göçükleri kazıyanlar. Alttaki en alttakine, oradaki yorgun soluğa sarılışla el uzatışla dağlandı yürekler, akıllar sevindi. Başıboşluğa bir can, bir can daha armağan edilende sevinildi hürya. Her canla delilenildi, onurlanıldı, umutlanıldı. Yıkımlar yaşandı, yıkıntılar göçükler arasında. Haykırışlar ile şekillendi atmosfer. Yer yarılmış, deniz kabarmış, dereler taşmış göğün sonsuzluğu yutmuştu her şeyi ama insanlık kazanmıştı. Tanıdık sokaklar, binalar, yollar izler tersyüz olmuştu, koca şehir nerdeyse yok olmuştu olmasına da unutulan değerler düze çıktı.
Düşmanlıklar unutuldu, kavgalar, küslükler bırakıldı. Akla gelmez faniler birebir dost olup çıktılar. Sıkı sıkıya kucaklaşıldı. Kin, nefret, menfaatler raflara kalktı. Dağ, taş yardım oldu birikti yığıldı. Yarım güdük kalan sevgiler iki binlere uzandı. İkibin sonrası adamakıllı yeşerebilme fırsatı buldu. Gün o gündü işte. Acı da, sevinç te, hüzün de gönülden paylaşıldı. Umut oldu, akut oldu, yakut oldu, zümrüt oldu insan neferi. Yıkık dökük viran olmuş sokaklar, çaresiz caddelere aktı. Kum yığınına dönmüş, çok katlı binaların enkazından can oldu, fer oldu, ayaklandı çıktı kırık rüyalar. Sarılası yaralar çoğaldıkça çoğaldı. Gökten zembille indirilemeyen sevgi, yeraltından göğe kendiliğinden türedi. Sevgisizlik hoşgörüsüzlük boğuldu, yerine dayanışma, yardımlaşma, paylaşım doğdu kum fırtınalarının içine.
Koca şehir küçülmüştü, sinmişti silinmişti sanki. Enkazlar kaldırılınca da iyice çıplak kaldı, ıssızlaştı. İçi boşalmıştı deyim yerindeyse. Zamanla toz bulutu ve uğultunun yerini kar, tipi, boran uğultusu alınca içi üşüdü şehrin. İçi üşüdü şehrin gök kubbe tavan insanlarının. Kefenliğini giymiş gibiydi ara sokaklar, kar düşünce çıkmazlar, köprüler, caddeler, sahipsizdi, sakindi ama daha bir yalnızlaştı. Ve bir bekleyiş egemendi her akla her yaralı yüreğe; her an yeniden patlayabilirdi dünya.
Bir fay kırıldı; şehrin gönlü boldu daraldı ve ardında gözü gönlü kırık bir kent bıraktı. Bir zehirli sopa değmişti kente ve zehirlemişti. Boşaldı topuzun ipi, edibe koz oldu yaşanan tablo. Söz altın sükût toz oldu yağdı üstümüze. On yedi ve on iki rakamlarına denk düşen günler, ağustos ve kasım ayları milat oldu. Oldu olmasına da yazın kavurucu sıcağından kışın dondurucu ayazına taşınan fotoğraf karelerine yansımış hayatlar ne yazık çabuk unutuldu.
Ve günler günler geçti. İleride bir ışık küresi vardı, yol bekleyen yol kesen. O küre bize, biz o küreye yuvarlandık. Ortada bir yerde buluşuldu sanki. Ve cam fanusa, sırça köşke hapsolduk-hapsedildik. Oysa hayat dışarıda tüm cazibesi ile devam ediyordu… 17.08.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder