14 Ekim 2011 Cuma

FETHİNİ ARAYAN ŞEHİR: İSTANBUL…

FETHİNİ ARAYAN ŞEHİR: İSTANBUL…
Soylu bir ulusa mensup olunduğu her daim hatırlatıldıkça, gönül kanatlanır elbette mehteran eşliğinde kırk parça surlara. Üstelik çoğu gidip azı kaldıysa hayatın güçlü görünen her değer akıl kapısını zorlar. Varsayılan bakış açılarına göre değişen her sevinç ötesi gerçek, hüsrana dönüşür hüsran damgası vurulur canımızdan içeri.
Yani heybet azalıp ta tutkulara esir olundukça sonsuz pişmanlıklarla sıkıntı giderici, zayıflık savıcı kahramanlıklara yönlenilir. Yönlenenlerde yönlendirenlerde toplum hayatına girmemiş “siliklerde” hiç vakit kaybetmeden bahar rüzgârlarına kapılırlar. Tekmili birden temsili Osmanlı ve Bizans askerlerinin mizansenine gözyaşı dökerler.
Yaşam basamaklarını ağırdan ve acemi adımlarla tırmanırken geçmişin ayak izlerine basmışlığımız var. Bu yakın tanıklığımızı perçinleyecek ilk öğrendiğim tarihlerdendir 29 Mayıs 1453. Soru İstanbul’un fethi kaç, yanıt heyecanla 1453. Üzerinden 558 yıl geçmiş. 518’den sonrasını iyice bilirim. Her yıl görkemli törenlerle kutlanmışlığa, kutlamışlığa ve her yıl yeniden fethe şahitlik etmişliğimiz var tam kırk yıldır.
Haliçten gemiler yağlı kızaklarla kaydırılır. Mehteran bölüğü şevkle cenk marşını çalar. Yeniçerilerin kimi surlara ip atar, tırmanır. Bir kısmı ellerinde koç kafaları devasa kapılara hücum eder, elde gürzler kılıçlar, topuzlar iner kalkar. Bu arada top atışları dört koldan, mancınıklar gülle üstüne gülle surları döver. Sonunda sur kapıları, kale burçları delik deşik olur. Fetih marşıyla surlara sancak dikilir. Velhasıl ikinci Mehmet beyaz atının sırtında arkasında Hoca Akşemsettin şehri İstanbul’a girerler. Akşamında ve gecesinde fener alayları düzenlenir. Suya çarpan ışık ve lazer gösterileri, havai fişek renkliliği Konstantinapolisi bir kez daha bizim yapar, dünyanın gözü önünde. Sizindi aldık artık bizim…
Topkapı’dan geçip sur içi İstanbul’una girmişliğimizin üstünden tam kırk yıl geçmiş. İstanbul da doğmuş biri olarak İstanbulluluğumuz elli yıla vurmuş göz açıp kapayıncaya. Belgradkapıyı, Silivrikapı’yı, yedi tepeli şehrin tüm kapılarını ezberden sayar ve biliriz ayıp olmasın diye. Yıllardır sur dışında yatıp sur içinde yaşayıp giden İstanbulluluğumuz var övünmek gibi olmasın.
Aşırı derecede fetih heyecanı hissetmeyişimiz de işte o cenk günlerinin başlangıcına dayanır. Giderek fetihten kopuşumuz da dilimizi ve beynimizi bilim süslemeye başlayıncaya dayanır. Mert dayanır namert kaçar, biz kaçmadık direndik. Surat asmadan, küs kalmadan, itten kopuktan korkmadan bunca yılı tam kırk yılı yemişiz yemesine de 558 yıldır fethedilip durulan İstanbul’a yaranamadık gitti. Olamadık İstanbullu, olmadı bizim İstanbul. Fethine bin bereket.
 Kapıkule dışını da gördük hasbelkader. Oralarda İstanbul’un fethi törenlerini izleyenlerin neler düşündüğünü de gördük. Gördük ve düşündük 600 yıla denk bu her yıl yeniden eski hesapları kurcalamak niye. Muhteşemliğin bile ayağa düşürüldüğü şu günlerde ne diyelim ki; “has tur mehteran”. Bir gerçek varsa Tüm dünya için İstanbul tutkusu bir başka şey; 
“Tutkuların ateşinde yanar insanlık”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder