15 Ekim 2011 Cumartesi

KRAMPLAR, KAMPLAR VE BİLİNÇ KAYBI…

KRAMPLAR, KAMPLAR VE BİLİNÇ KAYBI…

Bu ramazan en olmadık şeyleri yaşıyoruz. Sıcaktı, seldi, oruçtu, teravihti, dünya ekonomik kaosta, Doğu Afrika’ya yardım, Suriye’ye yol haritası derken “bıçak kemiğe dayandı”. Ve birden ülkenin tansiyonu yükseldi. Devletin en başındakiler terörle mücadele de doksanlı yıllara öykününce de sabır taşı çatladı. 12 Haziran seçim vaatlerine bakıldığında farklı bir strateji uygulanacağı beklenirken umutlar yarım kaldı yine.

Oysa 12 Haziran sonrası her yönüyle bambaşka bir ülkeye uyanacağımızı dillendirdik durduk. İşler sarpa sarmaya başladı. Bu ülkenin Türkçüsü, Kürtçüsü, dincisi, ulusalcısı baş meseleyi doksanlı yılların yanlışlığı tescilli politikasına mahkûm ediyorlar maalesef. Daha ağır sorumluluklar almak yerine kolaycılığa kaçış yolu. Dur duraksız biz değiştik, ülke değişti, dünya değişti denilmesine karşın değişilmediği görüldü böylece. Eskimiş, eskinin başarısız yöntemleriyle gidiliyor, ülkenin en büyük ve en temel sorununun üzerine. Yaşanan vahşiliğin önüne geçecek diğer enstrümanlara kayıtsız kalınarak bilindik uygulama güncelleniyor. Kopyala yapıştır modası gibi.

Saldırılara misliyle karşılık verilecek ve bir cehenneme dönecek ülke. Herkes yaptığında kendince haklı, kararlı ve inatçı. Hattı müdafaa edelim, arada hat ötesine de sortileyelim sorunu hallederiz derken, sathı müdafaa zorluğu dayandı kapıya. O satıh komple vatan olmuş her köşesinden olumsuz haberler yansıyor beyaz cama.

Çünkü son kullanma tarihi çoktan geçmiş yöntemlerle bu belalı işin çözülemeyeceğini gelecek günler tasdikleyecek. Yaşarsak göreceğiz, ayrıca olsaydı yirmi yıl önce olurdu. Yirmi beş sene zarfında kırk-elli bin insan göçmezdi bu uğurda. “Sözün bittiği-sabrın tükendiği” beyan edilende yine o yıllara, yeniden başa dönüldü. Pervasız bir şiddet ve şiddet duygusu tutmuş yükünü önü sıra taze canlar söndürülüyor. Gençler, bıyığı terlememiş gençler ölüyor her gün. Sayıları artarak hem de. Şimdi tutup barış, kesintisiz ve sürekli barış desek ve canla başla savunsak bile tutmaz, katar raydan çıkıyor, çıkarılıyor. Hak ve özgürlüklerin kırpılacağı, tırpanlanacağı, bir dönem için ön hazırlık, sinsi bir oyun sahneleniyor sanki. Şiddet içeren ve gittikçe şiddeti artan dozda bir senaryo sürülmüş ileri.

İlk duraktaki amaçlar ne olursa olsun unutuldu gitti. Eylemlilik amaç oldu. Yollara düşen mayınlar, canlı bombalar, ayarsız ve acımasız pusular, havanlı bazukalı yaylımlar araç oldu. Şimdi hangi genel geçer teoriler öne sürülerek bu yaşananlara haklı nedenler icat edilebilir ki. Hangi taraftan hangi yelpazeden ve hangi pencereden bakılırsa bakılsın tek görüntü var. Yazık oluyor bu ülkeye ve ülke insanlarına, yazık ediyorlar. Otuz yıldır başımızın üstünde dolaşan kara bulutlar bir türlü dağılmadı, dağıtılmadı, dağıtılamadı. Dağdaki ve bağdaki bu eskiye dönüşle birlikte birbirlerinin gırtlağına yine yapıştılar. Gece karanlığında kandil jetleri misafir edince kamplara, ülke içinde de güneş tutulması yaşandı. Ay geceden doğdu ve al sancağa sarılı gençler sırasıyla vilayetlerine uçuruldular. Beyinlere kramp girdi. Yazık şu analara babalara, ailelere.

Devlet elbette ağırlığını hissettirecek, gösterecek. Korumak zorunda prestijini. Velâkin doğu ve güneydoğuda koruyamıyor artık. Böyle olunca da sadece top tüfekle veya sadece açılım ve demokratik reformlarla önüne geçilemeyecek yörüngeye oturtuluyor mesele. Revize ederek veya sivil anaysa ile bile çözülemeyecek bir eksene kaydırılıyor sorun. Ülkede bir hesap sorma dönemi, hesaplaşmalar yaşanacak günler dayanıyor eşiğimize. Doğu ile batı arasında karşılıklı diş bileme ve kaygısızlık yükseliyor. Sanki bilinç kaybına uğranılmış büyükten küçüğe. 

Bırakılmış, ötelenmiş, ateş kesilmiş, ertelenmiş, inkıtaa uğramış, zaman aşımından paylanmış ne kadar açık hesap varsa bir bir kayda alınmış, Kebire kaydedilmiş. Ve ödeme, ödetme planları devreye giriyor sırayla. Üç ülkenin de topraklarını kapsayan bu coğrafyada BOP hesapları ters tepince bir kıyım programı sürüldü hazneye sanki. Eski defterler karıştırılıyor, kurcalanıyor. Gündemi bu şekil tetikleyen bir çok bölgesel kangrene kapitalizmin buhranı da eklenince maalesef çıplak eller yine mavzere sarıldı. Yazık ki çok yazık.

Türk ve Kürt solu, Türk ve Kürt siyasetçisi yeter artık dur, durun demeli bu kötü gidişe. Egemen güçlerin ülke için kanlı bir dönemi dayattığı apaçık ortada iken sessiz kalınmamalıdır. Devlete yönelik saldırılara devlette ayni çapta karşılık vermek zorunda bırakılıyor. Uyanalım vakit geçiyor. Bu tablo dünyanın ekonomik ve siyasal açıdan çırpındığı can çekiştiği süreçte ülkeyi darboğaza sürüklemeye davetiye çıkarır. Bu davete icabet edilmemelidir. Birileri kurtulacak diye biz, bizim ülkemiz heba olmak zorunda değil. Yetti artık yetti canımıza demeli, Türk ve Kürt solu, Türk ve Kürt siyasetçisi.

Yoksa” Bu gidişle arifeyi görür, bayramı göremeyiz.” mazallah…   19.08.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder