“RAMAZAN BU DEĞİL”…
En önce söz vardı, yazı yoktu. Sonra yazı vardı, okuyan yoktu. Ve bir gün okumayı öğren, bil ve bildir “Oku, yaratan Rabbinin adıyla oku.” hitabıyla yeniden başladı her şey. Öğüt, tavsiye, ihtar, anımsatma ve uyarılarla şekillendi dünya.
Peki, biz gereğince Oku’duk mu, Oku’duğumuzu anladık mı, Oku’dunuz mu ey ahali?
Gerçek Müslüman Ol’duk mu, Ol’duğumuzca olgunlaştıkmı, Ol’dunuz mu ey ahali?
Allah indinde makam, mevkii, üstünlük, ancak takva iledir bilinciyle mazlumun bedduasından korkup, Komşumuz aç diye aç yattık mı? Paraya tapmadan aklımızı, zekâmızı, dilimizi, dinimizi, mezhebimizi, yüreğimizi, sesimizi-sedamızı korudukça özgürleştik mi, yüceldik mi?
Farkında mıyız, farkına vardık mı ramazan da oruç tutmanın, senede bir ay tutulan oruç sayesinde, diğer 11 ay oruç üzerinde, varlık-yoksulluk üzerinde düşünülmesi becerisi kazandırdığını. Düşündük mü hiç en yakınımızdan uzağa açları? Aymazlığın neresindeyiz acaba? hiç düşündük mü?
Bu Ramazan da fakiri, muhtacı, düşkünü ve zengini, kadını erkeği, genci ile yaşlısı, çoluk çocuğuyla cümbür cemaat herkes İstanbul’un dört bir yanında kendi çapında bedava iftarlara, eğlenmeye, sohbet, dinleti ve konserlere akınca; Ramazan oruç demek, nefsi terbiye demek, paylaşım ve dayanışma demek realitesi gelecek nesillere anlatılacak bir acıklı masal olarak kaldı. Siyah derili çocuklar, bebeler acından kıvranırken kara-çatlak-kurak toprağın üzerinde...
Elbette gücün el değiştirmesiyle, paranın renginin yeşillenmesiyle ülkemizde de açlık sınırı artarken, yoksulluk sınırı ancak böyle, yoksulluktan açlık sınırına terfiyle bir önceki aya göre düşüş gösterirken, ramazan bir aylığına topluma her şeyi unutturacak gibi. Unutturdu belki de. Bayramdan sonra hatırlanır nasılsa.
İlçemizde bile ramazan münasebetiyle dernekçisi, değnekçisi, mısırcısı, reklamcısı, çaycısı, bazlamacısı, sucusuyla ufak çaplı bir panayır alanına döndürüldü parklar ve kültür merkezi. Sivil toplum örgütlerimizin gelişmesine iyi niyetle bakıyor olsak da,
siyaset ve ideoloji şemsiyesi altındaki bu cıngıla katkıları hoşgörü sınırını zorluyor. Geçmiş zamanda kaybolup gittiğini sandığımız güzelim değerlerin bir kısmı mahallemize uğrasa da, halimize şükür diyemiyoruz gönülden.
siyaset ve ideoloji şemsiyesi altındaki bu cıngıla katkıları hoşgörü sınırını zorluyor. Geçmiş zamanda kaybolup gittiğini sandığımız güzelim değerlerin bir kısmı mahallemize uğrasa da, halimize şükür diyemiyoruz gönülden.
Çünkü, Dünya bazen bunca güzellikler içinde, diğer bir yanında açlığı da, ölümleri de, sakat kalmaları da yaşıyorsa eğer, üstelik anaysak, babaysak hasbel kader, iftardaki ilk lokmayla bile oh diyemiyor insan canı gönülden. Düğümleniyor boğaza bir şeyler, tıkanıyor. Sözün bittiği yer işte o an. Ve sormak geliyor insanın içinden, “Siz hiç sahiden oruç tuttunuz mu, tutuyor musunuz, tutacak mısınız? Diye.
İslam’da ‘ibadet de gizlidir suç da kabahat de”. Ancak günümüzde suçlar ve kabahatler gizli kalmaya şöyle veya böyle devam ediyorsa da, maalesef ibadetin gizliliği kalmadı, aşikare, yol ortası, desinler-görsünler de manasına…
Ramazan ayına yakışır ölçülülük, yeterince ve dozunda tüketim, asla aşırılığa kaçmayan tutumun yerini, kuşkusuz manevi değerlerimizi rencide edecek biçimde, artık her alanda olduğu gibi bir böbürlenme ve şaşaa almış gidiyor. Günah ki ne günah.
Bunun böyle olduğunu Ramazan başlayalı beri sıkça gördük ve gözlemledik. İbadeti gösteriye dönüştüren etkinlikler gözümüzün önünde seyrediyor. Kimse alınmasın ama yerel yöneticiler için Ramazan ayı varsa yoksa, siyasi rant pastasından nasiplenme yarışı. Benim iftar masam seninkinden uzun, benimki seninkine on basar reklâmı kavgası. Televizyon kanallarında oruç-iftar bahane edilerek boy gösterme telaşlılığı. Hizmet yarışına gelince ise, açıklanan yıllık başarılılar kategorisinde yer alınamayınca, yer bulunamayınca aslı astarı olmayan bir kırgınlık asılı yüzlerde. Hakkımızı yemişler teranesi. Ne yaptın bre müslüman, yaptında da biz mi göremedik? Onlara da cevap hazır ama ramazan…
Çünkü, Ülkede her şey tümüyle Ramazana bağlanmış görünüyor. On iki ayda bir kurulan en canlı en verimli pazar, kapital deryası, en diri getiri, en yüksek kar ramazanda mevcut. Mübarekmiş, İbadetmiş, oruçmuş, namazmış niyazmış, yardımmış dayanışmaymış, komşulukmuş insanlıkmış, umursayan yok! Gelsin paralar. Varsa yoksa şovlarla oruç tutup oruç açmak, halkın içinde; gariban halkı da kullanarak, göstermelik iftarlar yapmak. Caizi bu olmasa gerek ama Erkânı umumi bu yolda. Bu arada Diyanet İşleri Başkanını dinleyen yok. Oysa güzel vurgulamalar, ciddi ve olumlu uyarılar yapıyor. Yakında reisliği kalır mı bekleyip göreceğiz. Velhasıl herkes kendi havasında, kendi dinini yaşıyor ve yaşatıyor, üstelik din adına.
Ulusal ve çokuluslu kapitalist firmaların güdümünde, yeşil kapitalistler ayı oldu ramazan bir süredir. İnsanın nefsine hakim olması ve terbiye etmesi için aç, susuz, oruç tutmasının, hatta dünya zevklerinden kendisini mahrum etmesinin tam tersine, Ramazanı her türlü dünya nimetlerinin daha çok tüketildiği, tükettirildiği çok kâr daha çok kar, bir liboş piyasa bayramına dönüştürdüler son yıllarda. Günahı bu zemini hazırlayanların boynuna.
Ramazanın ve orucun diyalektiğine zıt iftarlar ve sahurlar, iftar sonrası sahura kadar süren cilalı-cılız programlar, çadırlarda, sokak aralarında, köprü üstlerinde, nerde boş yer, arsa varsa oraya kurulan derme çatma stantlarda acayip bir maneviyat istismarı, sömürüsü başladı gidiyor. Tüm bu işler parayla olacağına göre inanılması zor bir maddi ve manevi sömürü var. Din istismarı var.
Yapılan tüm bu masrafların, kimsenin babasının cebinden çıkmadığını ama yerel yönetim bütçelerinden karşılandığını ise cümle âlem biliyor. Sesini çıkaran, bir dur diyen, bu israfın durdurulması gerekliliğini söylemese bile hissettiren dahi yok. Kabadayılık nerede kaldı acaba?
Halkın cebinden çıkıyor dağıtılan her lokma, her yudum. İnsanlar lokmayı yuvarlıyor, yudumu vuruyor, yuvarlayamadığını evine taşıyor, ancak ilk emir gereği hiç okumuyor;
“Oku, yaratan Rabbinin adıyla oku.”…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder